MA ÇÜ ÇENGİM Ü TU ZAHME MİZENİ / ZARİ EZ MA Nİ TÜ ZARİ MİKUNİ
MA ÇÜ NAYİM Ü NEVA DERMA Zİ TÜST / MA ÇÜ KUHİM Ü SADÂ DER MA Zİ TÜST
İlahi! Biz Çeng denilen çalgıyız, çalan sensin, ağlayan inleyen de biz değiliz, ağlatan sensin
İlâhî! Biz ney gibiyiz, bizden çıkan ses senden gelir, dağ gibiyiz, seda sendendir.
Çeng ve Ney; iki müzik aletidir. Her müzik aleti gibi ses çıkarması bir müzisyene bağlıdır. “Biz ney ve çeng gibiyiz” çıkardığımız sesler de davranışlarımız da daha genel ifadesiyle bütün fiillerimiz de kendimizden değildir. Ney bir neyzene çeng bir müzisyene muhtaçtır. Neyzen neye üflemese neyden ses çıkar mı? Neyin o yanık o hüzünlü sesi aslında neyzenin nefesidir. Biz de neyin yanık sesine benzer sesler çıkarıyorsak, ağlıyor inliyorsak bizden değil, sendendir. Sadece bizden duyulan ağlama ve inleme sesleri değil, bazen dağlardan da sesler gelir. Dağlardan gelen sesleri de çıkaran bizzat dağın kendisi değildir. Eğer dağdan gelen bir ses duyarsak biliriz ki o ses bir başkasının sesinin aksi sedasıdır.
MA ŞÜ ŞATRANCİM ENDER BÜRD Ü MAT / BÜRD Ü MAT-İ MA Zİ TÜST EY HOŞ SIFAT
Ey güzel sıfatlı Rabbimiz! Mat olsak da mat etsek de biz sadece satrancız, yenmek de yenilmek de sendendir.
Hayat bir satranç tahtasının üzerindeki taşların hareketi gibidir. Her bir taş kendine mahsus hareketiyle bir kareden diğerine geçer. Bazısı bazısını yer. Oyunun sonu bir tarafın mat olmasıyla biter. Mat olan yenmiş mat edilen yenilmiş olur. Bütün bunlar olup biterken satranç tahtasının üzerindeki taşların mat etmeye veya mat olmaya etkisi olmaz. Her bir taşın hareketi satrancı oynayan ustanın düşündüğü hamleyi yapmasıdır. Asıl mat eden satrancın taşlarını yerinden oynatandır. Yenenler “ben yendim” derse kendisine yenme gücünü vereni unutmuş olur. Satranç taşının rakibini “ben mat ettim” demesinden farksız olur.
MA ADEMHÂYİM Ü HESTİHÂY-İ MA / TÜ VÜCÛDİ MUTLAKİ FANİ NÜMA
İlâhî! Biz hiçiz, varlıklarımız dahi yoktur, yokluğu gösteren sensin, varlığı mutlak olan yine sen.
Varlığımız nedir ki bizim? Yokken var olduk. Her birimiz varlığı yokluktan bulduk. “Hiç” olduğumuzu idrak etmemiz; aslımızı bulmamızdır. Aslımız “hiç” olduğuna göre “ben, ben, ben” demenin ne anlamı olacak? Yokluğu yaratan ve yokluğu var ettiğine gösteren de sensin. Ama sen yokluktan da varlıktan da ötede varlığı mutlak olansın. Sen varlığı bir başka varlığa muhtaç olmayansın. Sen varlığı bir başkasından olmayansın. Sen varlığı kendinden olansın. Bizim varlığımız yokluğun zıddı olduğu için var. Sen zıddı, misli benzeri ve ortağı olmayansın. Bizim varlığımız sana muhtaç olduğu için biz; hiçiz. Bizim varlığımız yine senin tayin ettiğin kendi dışımızdaki sebeplere bağlı olduğu için hiçiz. Bizim kendi başımıza ne var olmaya ne de varlığımızı iddia etmeye gücümüz yeter. Öylesine hiçiz ki; bize dair şeylerin hepsi bizim dışımızdan gelir. Annemizi, babamızı, soyumuzu, sopumuzu, boyumuzu, derimizin rengini, gözümüzün rengini, saçımızın şeklini seçemiyoruz ki varlık iddiasında bulunalım. Bizim varlığımız mecazi bir var oluştur. Gücümüz de yaptığımız ettiğimiz de ağlayışımız, inleyişimiz, yenilişimiz veya yenişimiz de mecazidir. Hepsi senin kudret elinden sonra ortaya çıkar. Senin kudret elin olmasaydı bunlar da olmayacaktı.
MA HEME ŞİRAN VELİ ŞİR-İ ÂLEM / HAMLE ŞÂN EZ BAD BAŞED DEMBEDEM
HAMLE ŞÂN PEYDA VÜ NA PEYDAST BAD / AN Kİ NA PEYDAST HERGİZ KEM MEBAD
Hepimiz şekilde aslanlarız, ancak sancaklardaki aslan resmi gibiyiz, o aslanların hepsi rüzgâr estikçe kıpırdar.
Görünen kıpırdayan aslan resmi, görünmeyen rüzgârdır, o görünmeyen rüzgar bir dem bile eksik olmasın.
Varlığımız öylesine bir hiçlik içindeki, varlıklar arasındaki biri diğerine göre hiç sayılacak katmanlar gibi. Gerçek bir aslanla bir aslan arasındaki fark gibi. Bir aslan resmi ile gerçek bir aslan aynı şey midir? Gerçeğine nispetle resim hiç gibidir. Hani o bazı bayraklarda bazı sancaklarda yapılmış aslan resimleri olur. Bayrağı rüzgar kıpırdattıkça üzerindeki aslan resminin bir yerleri kıpırdar. Rüzgar bayrağı sallar, bayrağın üzerindeki aslan resminin başı sağa sola döner. Göz yanılır, resimde ki aslan gerçek bir aslan da başını sağa sola oynatıyor zannedilir. Hatta belki küçük bir çocuk gerçek aslanı hiç görmemiş, resimle gerçek arasındaki farkı anlayamayacak kadar zekası gelişmemiş birisi resimdeki aslanın kafasını sallayışından üzerine doğru gelen bir tehlike sanrısıyla korkuya düşebilir. Aslında biz tıpkı o resimde ki aslan gibiyiz. Hareket edebilmemiz bizi hareket ettirecek bir rüzgara bağlı olmasına rağmen rüzgarın varlığını unutup kendi başımıza hareket edebilirmişiz yanılgısına düşmekteyiz. Bize hareket etme gücünü sen vermeseydin, kaslarımızı, sinirlerimizi, kemiklerimizin oynar başlıklarını üreten hücrelere ne yapacaklarını öğretmeseydin bizim resimdeki aslandan ne farkımız olacaktı? Ama aslan resmini görene ve fakat ona hareket etme kabiliyetini bahşedeni yani onu oynatan rüzgarı göremeyene ne söylesek nafile. Çünkü resim görünür, rüzgar görünmez. O rüzgarı bizden bir dem eksik eyleme. O rüzgar olmasaydı hiçliğimizi idrak edemeyecek kadar hiç olacaktık. O rüzgarı bir dem bizden uzaklaştırma. Uzaklaştırma ki hiç olduğumuzu unutmadan seni tesbih edelim.
BAD-İ MA VÜ BUD-İ MA EZ DAD-İ TÜST / HESTİİ MA CÜMLE EZ İCAD-İ TÜST
İlâhî! rüzgârımız da varlığımız da senin ihsânın, gayretimiz senin merhâmetin, ahvâlimiz senin icadın.
Bizi var eden bütün sebepler, varlığımızın sebep olduğu bütün sözler, bütün gayretler bütün fiiller senin merhametinin eseridir. O sonsuz ve sınırsız merhametin olmasaydı yokluk âleminden varlık âlemine geçemezdik. Varlık âlemine geçtikten sonra sahip olduğumuz bütün yeteneklerimiz ve becerilerimiz senin bağışlamanın ve cömertliğinin sonucu. Aklımız, elimiz, ayağımız, muhakeme gücümüz, adım atışımız, iyilik eden ve iyiliğe vesile olan bütün davranışlarımız, sana niyaz eden dilimiz, seni zikreden, seni tesbih eden gönlümüz bildiğimiz bilmediğimiz bütün güzelliklerimiz senin icadındır. Bunları meydana getiren her kıpırdanış senin lütfün ile olur.
LEZZET-İ HESTİ NÜMUDİ NİST RA / ÂŞIK-I HOD KERDE BUDİ NİST RA
İlâhî! Yokluğa varlığın lezzetini tattıran senin kudretin, yoku var eden senin aşkın.
Senin mutlak varlığına nispetle bütün mahlukat yoktur. Ama senin sanatın, senin sonsuz kudretin hiç mesabesinde olan mahlukata varlık lezzeti göstermiştir. Aşk nimeti ile mukaddes kılmıştır. Yok senin aşkınla var olmaya hamle kılmıştır. Yoku var eden senin aşkındır.
LEZZET-İ İNAM HOD RA VA MEGİR / NAKL Ü BADE CAM-I HOD RA VA MEGİR
İlâhî! Aşkını, varlığının lezzetini bizden uzaklaştırma, muhabbet sofranı, kadehini, mezeni eksik etme.
Sadece yok iken var olmak değil, var olduktan sonra da verdiğin nimetleri saymak istesek sayamayız. Ruh, akıl, beden, bunların varlığını devam ettirecek her türlü imkan, hava, ateş, su, toprak, ışık, sağlık ne varsa hepsi senin çeşit, çeşit nimetlerindir. Sayılamayacak kadar çok, kavranamayacak kadar çeşitli, ihata edilemeyecek kadar geniştir. Her bir nimetin senin merhametinin senin cömertliğinin eseridir. Nimetlerini fark edebilmek dahi bir başka nimetindir. Nimetlerini, merhametini, aşkını, şükrünü eda edecek iman nurunu eksik eyleme bizden. Azaltma. Karanlıkların içine atma.
VER BİGİRİ KİST CÜST Ü CU KÜNED / NAKŞ BA NAKKAŞ ÇÜN NİRÜ KÜNED
MENGER ENDER MA MEKÜN DER MA NAZAR / ENDER İKRAM Ü SEHÂY-İ HOD NİGER
İlâhî! Eğer uzaklaştırırsan kimin gücü yeter uzanıp da almaya, hangi nakış nakkaş ile savaşa tutuşabilir?
İlâhî! Bize, bizim kusurumuza bakma, kendi ikramına, cömertliğine, merhâmetine bak.
Biz sadece nakkaşın resmettiği bir nakış hükmündeyiz. Nakkaş olan sensin. Sen en büyük sanatkâr, sen hangi desenin nerede olacağına karar veren hâkim-i mutlaksın. Biz kainatın büyüklüğü içinde küçük bir nakış iken nasıl nakkaşın neyi nasıl yapacağına karışabiliriz? Eğer sen nimetlerini bizden kesersen, biz nasıl uzanıp da onları geri alabiliriz? Hangi kulun gücü, kesilmiş nimeti tekrar almaya yetebilir? Senin merhametin bu nimetleri asla kesip atmaz, asla bitirmez, asla yoksun bırakmaz. Eğer biz nimeti kesecek bir yanlışa düşmüş isek, bizi bağışla, kesilmesin nimetlerin üzerimizden. Sığınmayı nasibet bizlere, cömertliğine, merhametine.
MA NEBUDİM Ü TAKAZA MA NEBUD / LÜTF-İ TU NA GÜFTE-İ MA MİŞÜNUD
İlâhî! Biz yoktuk, talebimiz takazamız da yoktu ama senin lütuf ve merhametin söylemediğimiz duayı işitirdi.
Bizi yoktan var etmenin öncesinde ne varlığı bilirdik, ne nasıl var olacağımızı, ne de neyi nasıl isteyeceğimizi. Ey söylemediğimiz duayı işiten! Ey istemeyi bilmediğimiz nimetleri istemeden bahşeden! Arsızlığımıza, nankörlüğümüze, doymayan gözümüze, sürekli didişen, kavga eden tarafımıza bakma bizim. Lütfün ve merhametin yeter bize.
NAKŞ BAŞED PİŞ Ü NAKKAŞ Ü KÂLEM / ACİZ Ü BESTE ÇÜ KÛDEK DER ŞİKEM
PİŞ-İ KUDRET HÂLK-I CÜMLE BÂRGEH / ACİZAN ÇÜN PİŞ-İ SÜZEN KÂR GEH
GAH NAKŞ-İ DİV Ü GEH ÂDEM KÜNED / GAH NAKŞ-İ ŞÂDİ VÜ GEH ĞAM KÜNED
Nakkaşın önünde nakış anasının karnındaki çocuk gibi aciz.
Bütün mahlukat kudretinin önünde, iğnenin karşısındaki gergef gibi aciz.
İğne gergefe batar, bazen şeytan deseni çıkar ortaya, bazen insan, bazen neşe ve mutluluk, bazen keder ve elem.
Biz şu anda hayat katmanlarından bir tanesindeyiz. Annemizin karnında bir cenin iken de bir hayatımız vardı. Işıktan, yiyecekten, içecekten, solumaktan yoksun bir hayattı. Ama vardık ve canlıydık. Orada ne kadar aciz, ne kadar yoksun ne kadar bir başka varlığın varlığına muhtaç idiysek şimdi de öyleyiz. Her ne kadar ışık, ses, teneffüs ve irade imkanımız var ise de her halükarda varlığımızın devam etmesi yine bir çok bizim dışımızda başka varlığa bağlı. Yine aciz yine zavallı durumdayız. Bundan sonraki hayatın nimetleri ve imkanlarıyla kıyaslarsak ana karnındaki ceninden pek de farkımız yok.
Senin kudretinin sonsuzluğu karşısında bir hiçiz.
Senin kudretinin karşısında olsak, olsak iğnenin işlediği gergef gibiyiz. Anne karnındaki o cenine, şekil ve biçim veren, ses, koku, kan, beden ve güzellik veren senin sonsuz kudretindir. O kudret eli bir iğnenin gergef üzerindeki kumaşa desen çizmesi gibi bizi biçimlendirdi. Bize şekil verdi, hareket kabiliyeti bağışladı. Gergef üzerinde gerilmiş duran kumaş; şekiller biçimler desenler çizen iğneye direnebilir mi? Ben o şekli değil bu şekli istiyorum demek gibi bir seçme hakkı olabilir mi? İğnenin karşısında gergefe gerilmiş kumaş nasıl aciz ise biz de senin kudret elinin altında öylesine aciz ve kudretten yoksunuz. Hiçiz.
Eğer hiçliğimizi idrak edebilirsek senin kudret elin gönlümüze ne desenler çizer, nasıl süsler, nasıl güzelleştirir. Manevi desenlerle bezenebilmek için hiçliğimizi idrak edecek kadar idrak ver bizlere.
Hangi desenin ne için çizildiğini her birinin sebep ve hikmetini anlamaktan da aciziz. Desenlerin bazılarından insan sureti bazılarından şeytan deseni çıkar. Bir desen mutluluk ve sadettir. Bir başkası elem ve kederdir. Hangisi neden öyledir, bilmekten aciziz. Bazen bir mutluluk deseni bir sevabın mükafatı olur. Bazen bir elem ve keder deseni muhtemel bir günahın önünde set ve engel içindir. Hırsızlık yapacak adamın ayağının kırılmasına sevinmesi lazım gelirken üzülür. Bunları bilemeyeceğimiz için, gergefteki kumaşın iğnenin yapacağı desene teslim olması gerekir. Sen Kur’an-ı Kerim’de hiçbir kuluna zulmetmeyeceğini beyan buyurduğuna göre her elem ve keder deseninde dönüp kendimize bakacak, istiğfar edecek izan ve irfan ver bizlere.
DEST Nİ TA DEST CÜNBANED BİDEF / NUTK Nİ TA DEM ZENED DER DÂRR U NEF’
Mahlukun itiraz edecek gücü, zarar veya fayda için söz söylemeye nutku yoktur.
Senin iraden bir defa tecelli etti mi, artık onun karşısında hiç kimse duramaz, söz söyleyemez, itiraz edemez, direnemez, karşı çıkamaz. Bunları yapacak ne gücü vardır, ne kudreti, ne de söz söylemeye nutku olur. İktidarı, iradesi, aklı, nutku bitenin aczi hiçliktir. O hiçlik içinde varolur insan, o hiçlik içinde senin sonsuz kudretine, sonsuz merhametine, sonsuz rahmetine sığınır ise aklı ve iradesi, nutku ve iktidarı olan birisi olur. Tevekkül makamına erer, yakın tuttuklarının arasına girmiş olur.
Bizi onlara yakın eyle Allah’ım!