HACI BAYRAM SEMPOZYUMU
14-16 Aralık 2012 tarihlerinde Ankara’da Hacı Bayram-ı Velî Uluslararası Sempozyumu yapıldı. Türk Kadınları Kültür Derneği Genel Merkezi ve İstanbul Şubesi düzenledi. Ankara Büyükşehir Belediyesi destekledi. Otuza yakın bildiri sunuldu. Hacettepe Üniversitesi Kültür Merkezi’nin konforlu salonu iki gün boyunca sabahtan akşama kadar dinleyicilerle dolup taştı. Emsalleriyle kıyaslarsak sunulan tebliğlerin büyük çoğunluğunun muhtevalı ve doyurucu olduğunu söylemek gerekir.
İlk akşam Hacı Bayram Camiinde Ankara’nın seçkin hafızları Mevlid-i Şerif okudular. İkinci gün akşam sempozyum salonunda “Lâ Edrî” topluluğu zikir ilâhilerinden oluşan bir konser sundular. Böylece kulaklar ve gönüller de nasibini almış oldu.
Sempozyumun fikir ve muhteva hazırlığını dikkatle yapan, her zaman olduğu gibi seviyeli afiş ve görsel malzemeyi hazırlayan, aksaksız bir teknik hizmet verenCemalnur Sargut ekibine sonsuz teşekkürler. İkinci teşekkürümüz, cömertçe sunduğu maddi hizmetler için Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ve manevî desteği dolayısıyla Nevin Gökçek Hanımefendi’yedir.
Hacettepe Kampüsü içinde, Kültür Merkezi’ne beş dakikalık mesafede yer alanTâceddin Dergâhı; câmisi, türbesi, hazîresi ve Mehmed Akif Müzesi ile bir mücevher gibi ortaya çıkmış. Müze güzel düzenlenmiş; Mehmed Akif’i, İstiklâl Marşımızın yazılışını hissettim. Türbe ziyareti, şirin camide iki rekât namaz, hazîrede yatan eski ve yeni sâkinlerin ruhuna okuduğum Fatiha sonucu içim ferahladı. 1920’lerin yoksul fakat inançlı Ankara’sından, bugünlerin mamur başkentine bir zihin seyahati yaptım.
Hacı Bayram Camii ve Türbesi eskiden beri Ankara’nın manevi merkezidir. Bitip tükenmeyen istimlâk ve yapım çalışmalarıyla hep nâtamam bir görüntü verirdi. Bu defa tamamlanmak üzere olduğunu gördüm. Başkan Melih Gökçek’in ifadesine göre bürokratik engeller tamamıyla aşılmış. Cami çevresinde geniş bir alanda eski Ankara sokakları ve evleri aslına uygun olarak yeniden inşa ediliyor. Biten bölümler çok hoş. Ortaya çıkan tarihi doku insana güzellik ve huzur duygusu veriyor. Sayın Başkanın bu hizmetlerinin bizim teşekkürümüzle birlikte, manevî ecre de vesile olmasını dilerim.
Aşağıda benim hazırladığım tebliğin kısaltılmış şeklini sunuyorum:
TANPINAR’IN BEŞ ŞEHİR’İNDE HACI BAYRAM
Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir adlı kıymetli eserinde Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’a yer verir. Ankara’yı anlatırken, Hacı Bayram-ı Veli öne çıkar.
Tarih şuuru ve sanatkâr hassasiyetiyle konuya eğilir. Roma’dan, Selçuklu ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar Anadolu’daki devamlılığı anlatır. Kültürler arasındaki geçişliliği, bu vesileyle atalarımızın toleransını vurgular.
Bu arada Hacı Bayram’ın rolü ve etkisine temas eder, özetle bazı menkıbelerini anlatır. Veliyyullah’ın o devirde Anadolu’daki yeni oluşumun harcını teşkil ettiğini söyler. Maddî-mânevî yapılanmadaki hizmetini anlatırken “Ben dahi bile yapıldım taş u toprak arasında” mısralarını örnek gösterir.
Yönetimler değişse de millette devamlılık vardır. Toplumlar ancak böyle olursa sağlam kalabilir. Eski irfan, kültür ve mâneviyat hamulemize sahip olduğumuz sürece kimliğimizi koruyabiliriz. Ankara ölçeğinde bunu sağlayanların başında Hacı Bayram-ı Veli gelir. Osmanlı’nın kökleşme ve yükselişinde olduğu gibi, Cumhuriyetin kuruluşunda da, onun milletimizi mayaladığını görürüz.
1920’lerde Kurtuluş Savaşı günlerinde yeni bir oluşum ve silkiniş yaşadık. 23 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Camii’nde hatim ve mevlid okundu. Cuma namazı sonrası, Ulus’taki tarihi binaya gidildi, dualarla TBM Meclisi’nin açılışı yapıldı. Böylece bin yıllık irfan ve mâneviyatımız yeni devletin harcına konmuş oldu. Eskiden olduğu gibi Hacı Bayram, o zaman Ankara’da merkez şahsiyetti. Şimdi de bu şehrin mânevî atmosferinin merkezi olma özelliğini devam ettirmektedir.
*
Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) İstanbul Şehzâdebaşı’nda doğdu. Dârulfünûn Edebiyat Fakültesi’nde Yahyâ Kemal’in öğrencisi oldu.
Tanpınar’ın dînî-tasavvufî cephesi var mıydı? Bu sorunun cevabı karmaşık ve zordur. Her şeyden önce o, Osmanlı’dan Cumhûriyet’e bir intikal dönemi insanıdır ve bunun zorluklarını iliklerine kadar yaşamıştır.
Yenilik, ıslahat ve Tanzimat hareketleri sonucu Avrupa ile yakın ilişkiler içine girdik. O sıralarda Batıda hâkim olan pozitivist ve materyalist dünya görüşü Osmanlı aydınını etkisi altına aldı. Yahyâ Kemal tipik bir örnektir. O bir ara dinden tamâmen uzaklaşmışken, Fransa’da birkaç hocasının etkisiyle vatan fikrine, milliyet ve yerli kültürümüze eğilerek “eve dönme”sini bilmiştir.
Tanpınar’ın fikrî şahsiyetinin oluşmasında Yahyâ Kemal’in etkisi büyüktür. Onun hakkında şöyle der: “Millet ve tarih hakkındaki fikirlerimde bu büyük adamın mutlak denecek tesiri vardır. Beş Şehir adlı kitabım onun açtığı düşünce yolundadır, hattâ ona ithaf edilmişti.”
Ahmet Hamdi Tanpınar Yahyâ Kemal gibi bir “kültür müslümanı”dır. Ancak bu konuda hocası kadar açık değildir. Yahyâ Kemal hiç olmazsa Süleymaniye’de ve Büyükada’da kıldığı bayram namazlarına âit kendi dilinden harika şiir ve nesirler bıraktı. Tanpınar ise mâbetlerimizdeki estetik ve mimarinin hayranıdır, fakat onların içine pek giremez.
Tanpınar tasavvuf inanışının kültür ve medeniyetimize yansımalarını çok iyi anlatır. Ama kendi iç dünyasına ne kadar sızmıştır bilemeyiz, Çünkü o, huzursuz ve mütereddit bir ruh yapısına sâhiptir.
Öğrencisi Mehmet Kaplan şöyle yazar: “Tanpınar’ın başlıca özelliği, kendisini okuyanları iyi bir rehber gibi, büyük kahramanlara, târihe, tabiata, sanata ve Tanrı’ya götürmesidir.”
Bunun örneğini Beş Şehir kitabında görürüz. Tanpınar, 1927’de Ankara Lisesi’nde 1930’dan sonra da Gazi Terbiye Enstitüsü’nde hocalık yapar. 26-27 yaşlarındadır, ama sanatkâr hassasiyetine ve gözlemci bir dikkate sâhiptir. O yıllardaki müşâhedeleri zaman içinde demlenir, 1945’te bunları yazıya döker.
*
Tanpınar Hacı Bayram konusuna Ankara kalesinin eteklerini tasvirle başlar:
“Kalede ve onun eteğine serpilmiş mahallelerde Türk velileri Roma ve Bizans taşlariyle sarmaş dolaş yatarlar. Dedelerimizin mezarlarından çıkan yeşillikler hangi itikatların etrafında yontuldukları belli olmayan çok eski taşları, kendi rahmaniyetleri ile yumuşatırlar.”
Atalarımızın yerleştikleri mekanı her şeyiyle sahiplenmeleri ve oraya rahmaniyet katmalarının en güzel örneklerinden birisi Hacı Bayram Külliyesidir.
Bu külliyenin bünyesinde Roma dönemine ait Augustus Tapınağı’nın kalıntıları da yer alır. Tapınağın milattan önce II. Yüzyılda yapıldığı sanılıyor. İç Anadolu’nun en büyük mabetlerinden biriydi. Bizans çağında kiliseye, Türk döneminde Akmedrese adıyla eğitim-öğretim yapısına dönüştürüldü. Ayrıca bu tapınak Hacı Bayram-ı Veli’nin hemen yanı başında kurduğu tekkenin haziresiyle kuşatıldı ve tesisin bir parçası haline geldi. Böylece günümüze kadar kısmen korunmuş oldu.
Tanpınar’dan takip edelim:
“Hacı Bayram’ı Roma kartalının bu mermer yuvasında çilehanesini seçmeye götüren gizli tesadüf nedir? Camiinin altındaki dar çile odasında geçirdiği ibadet ve murakabe saatlerinde, yanı başında güneş vurdukça yaldızlı akislerle pırıldayan o sert ve kibirli Roma çehreleri acaba onu rahatsız etmiyor muydu? Bu velinin rahmani rüyasına, komşularının mağrur sükûtundan sızan düşünce ve duyguları bilsek ne kadar iyi olacaktı.”
“Roma şan ve şevketinin içinde maddî hazlarla sarhoş, fütuhatlarını yaptı, müesseselerini kurdu, yapılar bina etti. Aradan asırlar geçti. Ankara şehri, büsbütün başka bir milletin eline geçti. Kadîm medeniyetin eserleriyle örtülü toprakta yeni bir nizam çiçek açtı, küçük, mütevazi mabetlerde başka bir Allah’a ibadet edilir oldu. Ankara kalesinin üstünde başka türlü hasretlerin türküleri söylenmeye başlandı.”
Tanpınar, Hacı Bayram’ın “çok başka bir hakikatin sırrını açtı”ğını söyler. Bu yeni hakikatte ledünni, yani öteler aleminden gelen manevi hazlar vardır. Ahiret saadeti vardır, sevgiden beslenen ruh vardır, nur tufanı gibi bir iştiyak, özlem vardır, kendi iç derinliklerinde Allah’ı bulma, O’nu bulmanın yolu vardır:
“Ve günün birinde bu toprağın yeni sahipleri içinden yetişen saf yürekli bir köylü çocuğu, Roma’nın zafer mabedi ve biraz sonra da Bizans bazilikası olan bu âbidenin yanı başına muhacir bir kuş gibi yerleşti. Ve insanlara kadîm imparatorluğun ayakta durmasını sağlayan hakikatlerinden çok başka bir hakikatin sırrını açtı. Bu ledünnî hazların, âhiret saadetlerinin hakikatiydi. Kendisini sevgide tamamlayan ruhun, bir nur tufanı gibi iştiyakın, kendi derinliklerinde Allah’ı bulan bir murakabenin hakikati idi. Hacı Bayram, eriştiği bu hakikatin şevkiyle:
Bilmek istersen seni
Can içre ara canı,
Geç canından bul anı
Sen seni bil, sen seni.
diye haykırır.”
Hacı Bayram’ın Ankara’da faaliyette bulunduğu sıralarda Anadolu’da siyasi otorite boşluğu yaşanıyordu. Fetret devri denen bu zaman diliminde halk büyük sıkıntılar içindeydi. Bu dönemde Ankara’ya gelen Hacı Bayram, mürşidi Somuncu Baba’nın yanından ayrılırken sordu: “Sultanım, ne amel üzerine olalım, sanat bilmem, ne işleyelim?”
-”Ekin ek, burçak ek” cevabını alır.
Ankara’ya gelen Hacı Bayram’ın başlangıçta tekke inşa etmeyip çiftçilikle meşgul olduğu söylenebilir.
Tasavvuf kurumlarının özelliklerinden biri şudur: Toplumun ve devrin ihtiyaçlarına göre hareket etmek. Bu fütuhat olur, çiftçilik olur, zenaatkârlık olur. Bu arada manevi eğitim devam eder.
Bütün bu faaliyetler sırasında “el işte gönül Hak’ta olmak” ilkesi vazgeçilmez prensiptir.
O sırada ihtiyaç o yönde olduğu için, Hacı Bayram çiftçilik yapıp, el emeğiyle geçindi. Müridleriyle birlikte imece usulü ekin işledi. Esnaf arasında “Ahi Baba” diye tanındı. Çarşı pazarda dolaşıp sadaka ve zekât toplayarak ihtiyacı olanlara dağıttı. Böylece halkla bütünleşmiş oldu.
Onun döneminde Bayramiyye daha çok köylü ve esnaf zümreleri arasında yaygınlık kazandı. Hacı Bayram ve Bayrami şeyhlerinin, Anadolu halkı arasında birlik ve bütünlüğün sağlanması ve manevi hayatın şekillenmesinde büyük katkıları oldu.
Tanpınar bütün bunlara kısaca değinir:
“Fakat Hacı Bayram sade Hakla Hak olan bir veli değildir. Türk cemiyetinin bünyesinde gerçekten yapıcı bir rol de oynar. Kurduğu Bayramîye tarikati esnaf ve çiftçinin tarikatidir. Böylece Anadolu’da Horasanlı Baba İlyas’la başlayan geniş köylü hareketiyle ahilik teşkilâtı onun etrafında birleşir.
Daha sağlığında hareket o kadar genişler ki ikinci Murat yanı başında gelişen bu manevî saltanattan ürkerek Şeyhi Ankara’dan Edirne’ye getirtir. Ve ancak niyetlerinden iyiden iyiye emin olduktan sonra onu geriye göndermeğe razı olur. Hakikatte bu telâşa hiç lüzum yoktu. Hacı Bayram imparatorluğun iç nizamını yapıyordu.”
“Çok defa Ankara ovasına bakarken Hacı Bayramın ömrünün sonuna kadar müritleriyle ekip biçtiği tarlaları düşünürüm. Acaba hangi tarafa düşüyordu? Belki de kendi yattığı camiin bulunduğu yerlere yakındı. Bütün ova onun zamanında imece ile işleniyordu. An’ane Hacı Bayramla İstanbul fethinin manevî ve nuranî yüzü olan Ak Şemşeddin’i bu ovada karşılaştırır.”
Sonra Akşemseddin ile Hacı Bayram ilişkilerini tarihi-menkıbevi şekliyle özetler:
“Akşemseddin Ankara’ya geldiği zaman Hacı Bayram’ı müritleriyle ovada mahsul toplarken bulur. Yanına yaklaşır; fakat iltifat görmez. Aldırmayarak işe girişir; yemek zamanına kadar Şeyhin müritleriyle beraber çalışır. Yemek vakti olur, Hacı Bayram kendi eliyle aş dağıtır. Fakat Ak Şemşeddin’in çanağına ne burçak çorbası, ne de yoğurt koyar; artan aşı da köpeklerin önüne döker. Ak Şemşeddin darılıp gideceği yerde şeyhin kapısının köpekleriyle ve onların çanağından karnını doyurur. Bu alçak gönüllülük, bu teslim üzerine Hacı Bayram onu yanına çağırır, müritliğe kabul eder. Ölünce de kendisine halef olur.”
*
Hacı Bayram’dan bize dört manzume kalmıştır. Ama her biri bir kitaba bedeldir. Bunları birden çok kişi şerhetmiştir. Tanpınar bu şiirlerden birinin en güzel beytine dikkati çeker. Zahir manaya bakarsak, inşa halinde bir şehir söz konusudur. Binaları teşkil edecek olan taş ve toprak arasında, onlarla birlikte yapılmak ne muhteşem bir tasavvurdur. Ankara’nın, Osmanlı’nın, Türkiye’nin yapılışında Hacı bayram inanç ve düşüncesinin, bir maya, bir manevi harç olduğunu veciz bir şekilde gösterir:
“Hacı Bayram’ın kâinatı ve insanı beraberce oluş halinde gösteren bir manzumesi vardır ki, bilhassa bir beyti bu on beşinci asır Türkiyesinin âdeta manzarasını çizer:
Nâgehan ol şâra vardım, ol şârı yapılır gördüm,
Ben dahi bile yapıldım, tâş ü toprak arasında.”
Sonuç olarak Tanpınar’ın gözüyle Hacı Bayram-ı Velî’yi daha iyi tanımış oluruz. Onun medeniyetler arasında bir bağ olduğunu görürüz. İrfan hayatımızın köşe taşlarından bir olan Hacı Bayram’ın 1930’lu ve 40’lı yıllar Ankara’sının çorak atmosferinde, bilinçli bir münevverin ruhunda uyandırdığı güzellikleri hissederiz. Böylece Hacı Bayram’ın her devirde Ankara’nın manevî havasının odak noktalarından başlıcası olduğunu anlarız.
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
medeci42@yahoo.com