NEYZEN TEVFİK BEKTAŞİ DERGÂHINDA
Bir evvelki yazımda Neyzen Tevfik’in İzmir Mevlevîhânesi’ndeki günlerine değinmiştim. Burada 19 yaşına kadar, dört yıl Mevlevî terbiyesi ile yetişir. Mevlevîhâne’de rehberi Halil Efendi’dir. Medrese öğrenimi için -İstanbul’agittiğinde Yenikapı, Galata ve Bahâriye Mevlevîhânelerine devam eder. Ancak,kurallara uymadığı için oralarda tutunamaz. O bir yerde karar kılabilecek sebat ve mizâca sâhip değildir, serâzat bir yapıya sâhiptir.
Neyzen Tevfik’in bir de Bektâşîlik yönü vardır. “Meşrebim Mollâ-yı Rûmî,mezhebim Bektâşîdir” ifâdesi ona âittir. Yolu bir ara İstanbul Sütlüce BektâşîTekkesi’ne düşer. Merak sâikiyle gitmiştir. Ancak gördüğü sıcak ilgi ve Bektâşîgeleneklerini beğenmesi bu tekkeye sık sık uğramasına vesîle olur.
Tahsil için girdiği medreseden uzaklaştırılmıştır. Mevlevîhânelerdetutunamamıştır. İzmir Mevlevîhânesi’nde gördüğü mânevî atmosferi de özlemektedir. Bu özlemini gidermek için Sütlüce Bektâşî Tekkesi uygun biryerdir. Tekkenin şeyhi Münir Baba’dan nasip alır.
Sütlüce Dergahı, Karaağaç Bektaşi Tekkesi, Münir Baba Tekkesi diye de anılır. Haliç’in karşı kıyısında Sütlüce’de Karaağaç Caddesi üzerinde bulunan tekke III. Mustafa zamanında yapıldı. Neyzen Tevfik’in de intisab ettiği Münir Baba (ö.1330 /1912) bu tekkenin ünlü şeyhlerinden biridir. Onun zamanında buraya seçkin kimseler devam ederdi. Tekkelerin kapanmasından sonra harap halde idi. 2008 yılında aslına uygun şekilde yeniden yapılmıştır.
Neyzen Tevfik (1880- 1953) 1904 yılında Mısır’a kaçar. Orada da sıkıntılar peşini bırakmaz ve Kaygusuz Sultan Bektâşî Tekkesi’ne canını atar, bir süre bu dergâhta saklanır. Ancak, burada da kurallara uyamaz ve îkaz edilir, sonunda tekkeden ayrılır.
Neyzen Tevfik’in ilâhî menbaın ilham ve feyzinden kana kana içtiği muhakkaktır. Bu feyzin dünya planındaki şûbeleri olan tarîkatlere de yolu düşmüştür. Ne var ki tarîkat demek; âdap, erkân ve disiplin demektir. Neyzen’in mizâcı ise bunlara hiç de uygun değildir. Onun hayâtı kural ve disipline sığmaz. Onun serâzat ruhu, Mevlevîlik ve Bektâşîlik’te sebat etmesini engellemiştir. Ancak bu tarîkatlardan aldığı terbiyedir ki, onu Neyzen Tevfik yapmıştır.
Merhum Fethi Gemuhluoğlu’nun Neyzen Tevfik için söylediklerine katılmamak mümkün mü: “Bana şâribul leyli vennehar (gece gündüz içen) biri için evliyâdır dedi diye darılmayın. Vallahi veliyullahtandı billâhi veliyullahtandı.”
Neyzen Tevfik’in İzmir Mevlevîhânesi’ndeki günlerini anlatan şiirinden sonra bu defa da Bektâşîlik’e girişini anlattığı “İkrarnâme” adlı manzûmesini ve nesre çevrilmiş şeklini sunacağız.
Kubbealtı Lugatı’nda “İkrar” şöyle tarif edilir: “Tarîkata intisap etme, bir şeyhe bağlanma,, bîat etme.” “İkrarnâme” ise bunu anlatan şiir demektir.
Neyzen Tevfik İkrarnâme’yi 23 yaşlarında yazdı. Kendisinin Hak vergisi kuvvetli bir istîdâdı vardı. Ama o nisbette derbeder, dağınık ve serâzad bir ruh yapısına sâhipti. İleri derecede içki düşkünlüğü de bunlara eklenince toplum içinde tutunması zordu. Onda cevherle cüruf bir aradaydı. Cevheri görenler onu sevdi, cürûfa takılanlar reddetti. Deli dolu mizâcının sonucu ortaya koyduğu taşkın hareket ve sözler göze battı. Sıkı istibdat yönetimine takıldı. Nezârette yattı. Çıkınca eski dostları ondan kaçar oldu. İşte bu ümitsizlik ve karamsarlık günlerinde yolu Sütlüce Bektâşî dergâhına düştü.
Neyzen’in İzmir Mevlevîhânesi günlerinde mûsikî ile birlikte iyi bir edebî kültür ve birikim elde ettiği görülüyor. Mevlevîhâne çevresinde İzmir’in tanınmış şâir edip ve entellektüellerinden oluşan bir topluluk vardı. Onlardan istifâde etti.
İstanbul’a geldikten sonar edebî ve seviyesinin yükselmesinde Mehmet Âkif’in payı büyük oldu. Ondan Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Âkif onu İstanbul’un seviyeli mûsikî çevreleriyle tanıştırdı. Şöyle anlatır:
Hazret-i Âkif ki sâhib-i fazl u üstâd-ı güzîn
Her cihetle hâl-i dervişânemde oldu muîn
Bir çok üstâdân-ı ilm-i mûsıkîye intisâb
Eylemiştim sâye-ı lutfunda ki ni’mel meâb
Kendisi bizzat okutmuştur fakîre Bostan
Hem Fransızca, Arapça, Fârisî bir çok zaman
Neyzen Tevfik “Tercüme-I Hâlim” adlı uzun şiirinde çocukluğundan itibaren hayatının önemli noktalarına temas eder. Bir evvelki yazıda onun İzmir Mevlevîhânesi’ndeki günlerini konu edinmiştik.
Bu meşhur şiirde Sütlüce Bektâşî dergâhına gidişi ve ikrar vermesinden nedense hiç söz etmez. Neyzen Mevlevî mi yoksa Bektâşî mi idi? Kendisi “Meyde Bektâşî göründüm, neyde oldum Mevlevî” şeklinde esprili bir ifade kullanır. Aslında yol/tarîkat çoksa da varılacak hakikat birdir.
İkrarname “Münir Baba Tekkesi’nden dönerken” üst başlığını taşır. Sonunda yazıldığı mekân ve târih olarak da “İstanbul/Çukurçeşme, Ali Bey Hanı, 12.12.1318 (25.02.1903)” ibâresine yer verilir. İkrarnâme ve nesre çevrilmiş şekli şöyle:
İKRARNÂME
Vâdi-i sevdâya düştüm, pür-gamım şâhım Ali,
Kimsesiz kaldım karanlık günde gümrâhım Ali,
Doğmuyor mihr-i ümîdim, çıkmıyor mâhım Ali,
Gelmiyor mu gûşuna bu âh u eyvâhım Ali?
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Neyzen Tevfik Bektâşî Dergâhına intisâbını müteakip ulvî duygular içinde, tarîkatin serçeşmesi olan Hz. Ali’ye (kv) hitab eder:
Ey benim şâhım olan Ali! Sevda vâdîsine düşmüş durumdayım. Gam ve kederle doluyum, kimsesizim, karanlık günlerdeyim, yolumu şaşırmış vaziyetteyim. Ya Ali, ümit güneşim bir türlü doğmuyor, ay’ım meydana çıkmıyor. Ey Ali, benim âh ü vahlarım, iniltilerim kulağına gelmiyor mu? Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Rû-siyâhım, pür-günâhım yok yüzüm Peygamber’e
İstemem bir türlü gitmek böyle rûz-i mahşere,
Eylerim belki tesâdüf der iken bir rehbere,
Düşmüşüm elsiz ayaksız Âstân-ı Hayder’e.
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Ben yüzü kara biriyim, günahım çok; bu hâlimle Hz. Peygamber’e varmaya yüzüm yok. Bu şekilde mahşer gününe gitmek istemiyorum. Belki bir yol göstericiye tesâdüf ederim diye düşünürken, elsiz ayaksız yani çâresiz bir şekilde yolum Hayder-i Kerrar olan senin dergâhına düştü. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Tuttuğum râh-ı şekāvetten hacîl oldum, hacîl.
Çeşm-i im’ânım kapandı, bâtınen kaldım alîl,
Hâlimi hoş görmemek de sence şimdi müstehîl,
Nazra-ı affında çünkü “İnnehû şey’ün kalîl”
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Tuttuğum şekāvet ve kötülük yolundan dolayı utancımdan kimsenin yüzüne bakacak durumda değilim. Basiret gözüm kapandı, manen hasta düştüm. Ya Ali, benim hâlimi hoş görmemenin sence imkânsız olduğunu düşünüyorum. Çünkü senin affedici bakışına göre benim durumum basit bir şey sayılır. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Adetâ çıldırmışım sahbâ-yı lâ’l-i yârdan,
Giymişim bir pîrehen ki nescolunmuş nârdan.
Beldeki zünnâr-ı teslîmiyyetimse mârdan.
Çektiğim gamsa sayılmaz yârdan, ağyârdan.
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Sevgilinin kırmızı şarabını içmekten dolayı adeta çıldırmış gibiyim. Sanki ateşten dokunmuş bir gömlek giymişim. Teslîmiyeti temsil eden zünnâr (kuşak) olarak belimde bir yılan bağlı. Dost olsun, yabancı olsun, insanlardan çektiğim gam ve kederi ise saymak mümkün değildir. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Çıkmıyor bir an ciğerden derd-i sevdâ hançeri,
Pençe-i aşkın esîri olduğum günden beri.
Tâ süveydâ-yı dilimde hecr-i yârın ahkeri,
Ol kadar yandım, yakıldım ki unuttum her yeri.
Merhamet et hâlime her şeye âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Ciğerimdeki sevdâ hançeri bir an bile çıkmıyor. Aşkının pençesinin esîri olduğum günden beri bu böyle devam ediyor. Yardan ayrı kalmanın kor ateşi gönlümün tâ derinlerinde yanıp duruyor. O kadar yanıp yakıldım ki her yeri, her şeyi unuttum. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Cinnet-i sevdâ ile bir anda yaptım bir günâh,
Pîş-i çeşm-i halkda oldum hacîl ü rû-siyâh.
Taş çıkardım âdetâ, şeytâna giydirdim külâh.
Pek yazık oldu bahâr-ı ömrüme, ettim tebâh.
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var-mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Sevda cinnetiyle bir anda nasılsa bir günah işledim. Böylece halkın gözünde utançlı ve yüzü kara hâle düştüm. Bu arada şeytana külâh giydirecek ve ona taş çıkaracak işler yaptım. Sonunda ömrümün baharını mahvettim, doğrusu pek yazık oldu. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Çok gönül kırdım, gücendirdim cevân ü pîrden,
Her nasılsa saptı bir kerre yolum tedbîrden.
Gerçi dönmez muktezâ-yı tâliim takdîrden,
Himmetin hâlî değil lâkin buna te’sîrden.
Merhamet et hâlime her şeye âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Çok gönül kırdım, genç yaşlı çok kimseyi gücendirdim. Her nasılsa bir kere yolumu sapıttım, tedbirim şaştı. Gerçi talihim dönmez, ilâhî takdir ne ise olur, kaderim değişecek değildir. Lâkin senin himmetin bu kadere tesir etmekten hâlî değildir, onu iyi yönde değiştirebilir. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
İktibâs-ı feyz için mihr-i Münîr’inden senin,
İşte ettim âsistân-ı aşkına vaz’-ı cebîn.
Dergehinden boş çevirmezsin beni, kalbim emîn.
Dâimâ ağlar, yanar bir bendenim zâr u hazîn.
Merhamet et hâlime her şeye âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Senin güneş gibi aydınlatıcı olan Münir evlâdından feyz alabilmek için aşk eşiğine alnımı koydum. Dergâhından beni boş çevirmezsin. Kalbim bundan emindir. Ben senin dâimâ Ağlayan yanan, inleyen, hüzünlü bir kulunum. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Pençe zed şehbâz-ı husnet gerdenemrâ ez kemîn,
Der dilem peydâ şud ângeh sad hezar âh u enîn.
Mondeem bî-hod zi la’l-i yâr-i sevdâ-âferîn
Çün şodem bidâr kez men mîreved imân ü dîn
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Senin güzellik şahinin pusudan çıkarak boynuma pençe vurdu. İşte o zaman gönlümde yüz binlerce ah ve inleme peyda oldu. Sevginin sevdalar yaratan dudağından dolayı kendimden geçmiştim. Uyanınca bir de ne göreyim bende ne iman kalmış ne de din! Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Ahsen-i takvîm-i hilkat levh-i dîdârındadır,
Reng-i rahmet, bûy-ı şefkat varsa gülzârındadır.
Her hakiykat, ma’rifet, esrâr-ı âsârındadır.
Merhem-i zahm-ı dilim dest-i şifâbârındadır.
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Hilkatin en güzel yaradılışı senin cemâlindedir. Rahmet rengi, şefkat kokusu diye bir şey varsa senin gül bahçendedir. Her hakîkat ve mârifet senin sırlarında gizlidir. Benim gönül yaramın merhemi de senin şifâ saçan elindedir. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
Olmayanlar kâşif-i esrâr-ı ders-i “men aref”
Anlamaz can vermeyi uğrunda ey Şâh-ı Necef.
Kâinâta nûr-ı şemsindir veren şân u şeref,
Teşne-i sahbâ-yı affım defter-i isyan be-kef
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
“Men aref” dersinin sırlarından haberdar olmayanlar, Necef şâhı olan senin uğrunda can vermeyi anlamazlar. Kainata şan ve şeref veren senin güneşinin nurudur. Elimde isyan defteri ben senin af şarabına susamış bekliyorum. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
İşte benden yüz çevirdi âşinâlar büsbütün,
Bir enîsim kalmadı endîşeden başka bugün.
Destgîrim, Neyzen-i bîçâreyi bir dem düşün,
Nûr-ı çeşmin ol İmâneyn-i güzîn başı içün
Merhamet et hâlime her şey’e âgâhım Ali.
Var mı senden başka söyle ilticâgâhım Ali?
Tanıdıklar benden büsbütün yüz çevirdi. Bugün endişe, gam, kederden başka dostum kalmadı. Ey elimden tutanım. Gözünün nuru olan iki seçkin İmam Hasan ve Hüseyin’in başı için ne olur çaresiz neyzeni bir an düşün. Benim her şeyimi bilen Ali, ne olursun bu hâlime acı. Ya Ali, senden başka sığınağım var mı benim?
(Şiirin metni için bk. Neyzen Tevfik, Azâb-ı Mukaddes, Haz. Celal Kırlangıç, İtalik Kitaplar, Ankara, 1998, ss. 158-160)
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
NOT:
20 Kasım tarihinde e-posta ile, sayın Mehmet Akif Köseoğlu’ndan aşağıdaki nazik hatırlatma yazısını aldım:
Neyzen Tevfik hususunda yazmış olduğunuz 17 Kasım 2012 tarihli yazınızı okudum. Bu yazıda şöyle bir paragraf bulunuyor.
“Sütlüce Dergahı, Karaağaç Bektaşi Tekkesi, Münir Baba Tekkesi diye de anılır. Haliç’in karşı kıyısında Sütlüce’de Karaağaç Caddesi üzerinde bulunan tekke III. Mustafa zamanında yapıldı. Neyzen Tevfik’in de intisab ettiği Münir Baba (ö.1330 /1912) bu tekkenin ünlü şeyhlerinden biridir. Onun zamanında buraya seçkin kimseler devam ederdi. Tekkelerin kapanmasından sonra harap halde idi. 2008 yılında aslına uygun şekilde yeniden yapılmıştır.”
Eğer hürmetsizlik olarak telakki etmezseniz bu paragrafa ilişkin bazı tashihleri iletmek isterim. Karaağaç Bektaşî Tekkesi ile Sütlüce Münir Baba Tekkesi farklı yerler. Karaağaç Tekkesi sözünü ettiğiniz şekilde Sultan III. Mustafa zamanında tesis edildi. 1826’da harabeye çevrildikten sonra 1870’te Hasib Baba tarafından tekrar faaliyete başladı. Daha sonra ise Hüseyin Zeki Baba postnişin oldu ve 1916 sonrasına kadar irşadını sürdürdü. 1925 sonrası yıkıldı, haziresi 1996 yılına kadar mevcuttu. Bu tarihten sonra ortadan kaldırılan hazire alanı imara açıldı ve maalesef buraya yapılan binayı geçen yıla kadar AK Parti il başkanlığı binası olarak kullandı. Arsanın bir kısmına ise Alevi vatandaşlarca bir yapı inşa edildi. Münir Baba ise Beyoğlu, Sütlüce, Bademlik, 2. Hamam Sk.ta m.1886/h.1303 yılında Fodlacıbaşı Konağı’nı satın alarak Bektaşî tekkesi haline getirdi. Münir Baba m.1899/h.1317 yılında Hakk’a yürüdü. Tekkenin arazisi, 12 Haziran 1936’da satışa çıkarıldı ve 1940 yılında yıkıldı. Karaağaç Bektaşi Tekkesi hususundaki Müfid Yüksel Bey’in kapsamlı yazısına Keşkül Dergisinin Bektaşilik özel sayısından ulaşabilirsiniz. Aynı sayıda fakîrin de bir yazısı bulunuyor. – Mehmed Akif Köseoğlu
CEVAP
M. Akif Köseoğlu’na teşekkür ederim. Bu yazıdaki asıl amacım Neyzen Tevfik’in İkrarname’sini açıklamaktı. Orada ismi geçen Münir Baba hakkında kısa bilgi vermek istedim.
a) Bektaşilik, benim alanım değil. Yılmaz Soyyer dostumun yardımıyla, Münir Baba ve vefat tarihiyle ilgili bilgiyi, Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba’nın kitabından aldım; (Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, Ardıç Yayınları, Ankara, 2002, c. V, s. 185). Münir Baba’nın vefat tarihini m. 1899 kabul edersek, Neyzen Tefvik’in onunla görüşmesini ve intisabını izah zorlaşır; çünkü o tarihlerde İstanbul’a henüz yeni varmış görünüyor.
b) Münir Baba ve Sütlüce Bektaşi Dergahı hakkında bilgi ararken, Yılmaz Soyyer’in hatırlatmasıyla, kendisinin “kanalkultur.com”da çıkan “Karaağaç Bektaşi Tekkesi” adlı yazısını okudum. Orada aynı yerin “Sütlüce Tekkesi” olarak da anıldığını gördüm.
Ayrıca “http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=25200 ” sitesinde, “Şahkulu Gençliği adına Barış Güven” imzalı “Karaağaç Bektaşi Tekkesi” başlıklı bir yazı bulunmaktadır. Orada aynen şu ifade yer alır: “Tarihte Karaağaç Bektaşi Tekkesi, Karaağaç Tekkesi, Münir Baba Tekkesi, Sütlüce Dergâhı olarak adlandırılan bu dergâh …”
İnternet sitelerinin her zaman doğru bilgi kaynağı olamayacağı bilmekle birlikte, isimlendirme konusunda benim dayanaklarım bu iki yerdir.
Bilgilendirici yönde konuya dahil olmak isteyen çıkarsa, Semazen.net’in müsaadesi nispetinde açıklamalarına yer verebiliriz. MD
#Mehmet DEMİRCİ