Bir Mûsıkî Ocağı: İzmir Mevlevihanesi
İzmir Mevlevihanesi’nin kurucusu Halil Akif Dede (1803-1888), küçük yaşlarda hâfız oldu, 18 yaşında kıraat ilminde icâzet aldı. Mûsıkî kābiliyeti yüksekti. İstanbul’a gitti, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde Osman Selâhaddin Dede’nin yanında çile çıkarıp, İzmir’e döndü. Sultan Abdülmecid’in yardımıyla o zaman için şehrin en güzel yerinde Mevlevîhâne’yi kurdu. 38 sene şeyhlikten sonra 1305/1888’de vefat etti.[1]
ŞEYH NÛREDDİN EFENDİ
İzmir Mevlevîhânesi’nin en aktif ve renkli sîmâsı, Halil Dede’nin oğlu Şeyh Nûreddin Efendi’dir (1870-1920). Otuz iki yıl postta kaldı. Sultan Abdülhamid ve Meşrutiyet devirlerinde şeyhlik görevi dışında şair, bestekâr, fikir ve sanat adamı olarak da dikkati çekti. Küçük kardeşi Cemal Efendi de neyzenliği ve besteleriyle tanınmış bir mûsiki adamıdır.[2]
Şeyh Nuri zamanında İzmir Mevlevîhânesinin, bu şehrin mûsikî hayatına bir canlılık getirdiği görülüyor. Hâlit Ziya Uşaklıgil’in yazdıkları arasında İzmir Mevlevîhânesi ile ilgili bilgiler yer alır. Uşaklıgil (1865-1945), 12-24 yaşları arasında İzmir’de kalır. Bu döneme ait hatıralarını İzmir Hikâyeleri kitabında yazmıştır. Şöyle diyor:
“Saz âleminin en güzîdelerinden birisi İzmir Mevlevîhânesinin bir dâiresinde aziz muhibbim Şeyh Nuri Bey’in mûsikî toplantılarında vâki olurdu. Pederinin vefâtından sonra postnişinlik makamını alan Nuri Bey henüz pek genç idi. (…) Pek melih, pek halûk olan bu genç çok mümtaz bir mûsikîşinas, pek mâhir bir neyzen idi.”[3]
Bu saz âlemlerinin âyin ve tarîkatle ilgisi olmaksızın, şehrin mûsikî meraklılarını bir araya getiren herhangi bir mûsikî meclisi şeklinde olduğu anlaşılıyor.
BESTELERİ
Şeyh Nûri’nin besteleri de olmalıdır. Ali Rıza Avni, kendisinde notasının bulunduğu tek eseri olduğunu yazarsa da bu notaya ulaşamadık. Devr-i kebir usûlünde, Evç makamında bestelediği ve güftesi de Şeyh’e ait olan bu parçanın sözleri şöyledir:
Neşve-mend-i feyz olan uşşâka bir meyhâneyim
Meclis-i rindân-ı Hak’da devreden peymâneyim
Her gören ahvâlimi Mecnûn kıyas eyler, fakat
Akl-ı küll erbâbını derk eyleyen dîvâneyim[4]
Şimdilik Nureddin Efendi’ye ait iki eserin notasını bulabildik:
HÜSEYNÎ AŞÎRAN İLÂHÎ
Güfte: Esrar Dede-Şeyh Nureddin
Beste: Şeyh Nuri Efendi
Usul: Yürük semâîGören sanır ki safâdan semâ-i râh iderim
Döner döner bakarım kûy-i yâre âh iderim
Sabâ ki can getirir cisme sûy-i dilberden
Dem-i seherde ânı kendime penâh iderim[5]
SEMÂ-I RÂH NEDİR?
İlk mısrâda geçen “semâ’-ı râh” bir Mevlevî tâbîridir, yol semâı, yolda semâ etmek demektir. Bayram namazından dönerken veya mesîre yerlerine giderken bazen semâ yapılırdı.[6]
Eflâkî’nin naklettiği şu meşhur menkıbe yol semâını çağrıştırır: Hz. Mevlânâ kuyumcular çarşısından geçerken, altın varakları incelten çekiç seslerinin ritmine kapılarak semâ etmeye başlar. Tam da Selâhaddin Zerkûb’un dükkânı önündedir. Selâhaddin çıraklara emreder, Mevlânâ’nın semâı sona erinceye kadar altın varaklarını dövmeye devam ederler. Aslında bu çekiç vuruşları sayılıdır, fazlası altına zarar verir ve bir işe yaramaz. Ama dönmekte olan Mevlânâ olunca ne gam! Onun ikindiye kadar devam eden bu semâı için, altın varaklar un ufak olsa da çekiçler inip kalkmaya devam eder.[7]
HÜSEYNÎ AŞÎRAN SEMÂÎ
Güfte: Hüsam-zâde
Beste: Şeyh Nûri Efendi
Usul: Yürük semâîMeclis-i meyde sâkıyâ bana ne gül ne lâle ver
Def’-i gama devâ içün nîmce bir piyâle ver
Sebze-i pây-mâliyim ben de bu gülşenin felek
Değmez isem su vermeğe bir iki katre jâle ver[8]
BAŞKA MÛSIKÎŞİNASLAR
Ailede mûsikî yeteneği irsî olarak devam ediyor olmalı ki, Şeyh Nûreddin Efendi’nin birâderi ve Mevlevî tekkesinin neyzen başı Şeyh Cemal’in oğullarından Nuri Şenneyli (ö. 2006) kanun sanatçısı ve koro şefi olarak yıllarca TRT’de görev yaptı[9]
Neyzen Tevfik Kolaylıoğlu (1879-1953) kural tanımayan bir yapıya sāhipti. Urla’da görevli olan babası, tahsîlini tamamlaması için oğlunu İzmir’e göndermişti. Mûsikî merakı sebebiyle İzmir Mevlevî dergâhına devam etmeye başladı. Burada Neyzenbaşı Cemal Bey’den ve Halil Dede’den ney dersleri aldı. Ney üflemekteki şöhreti yayıldı. 1898’de İstanbul’a gidinceye kadar bu çevrede kaldı.[10]
Neyzen Tevfik’in İzmir günlerini anlattığı “Tercüme-i Hâlim” adlı uzun şiirinde neyzen başı Şeyh Cemal’den notayla mûsıkî dersi aldığını, bir süre sonra mutrib ve semâ heyetine girdiğini söyler. İlgili beyitler şöyledir[11]:
Peyimde mâzî-i ekdâr, önümde âtî-i gam
Şu hâle bak, medet ey çâre-sâz-ı kalb-i elem.Deyip elsiz ayaksız düşünce dergâha
Göründü pîr-i hakîkat hemen bu güm-râhaO zât-ı mürşid-i a’zam ki Şeyh Nûrettin
Harîm-i mahfil-i irfanda câ-nişîn ü metînO anda bertaraf oldu hemen suâl ü cevap
Dedi “Birâderi gör, durma eyle şitâb”Cemal Efendi ki şeyhin birâderi hem de
Birinci neyzeni dergâh-ı pîrin hem deAçıldı bâb-ı füyûzu hazîne-i hünerin
Kapandı perde-i âlâmı ömr-i derbederinNotayla meşke devam etti şöyle birkaç mâh
Semâa, mutribe girdi ney elde, başta külâhFüyûz-ı hazret-i pîre şu en celî bürhan
Ki geçmeden sene nazm ü kavâfî vü evzan
Bestekâr ve Hisar Câmii İmam-Hatîbi Râkım Elkutlu (1871-1948) Mevlevî-Rifâî bir kültür adamıdır. Bekir Sıtkı Sezgin’in beyânına göre, yedi yaşlarında iken İzmir Mevlevîhânesi şeyhi ve amcası olan Emin Dede’den ney meşketti[13].17 yaşında Mevlevîhânede na’than, 28 yaşında kudümzenbaşı oldu. 35 yaşında Karcığar Mevlevî Âyini’ni besteledi. Bu âyin Türkiye çapında icra edildi. Râkım Elkutlu, Şeyh Nûreddin Efendi’nin vefatını müteâkıp bir süre Mevlevî şeyhliğine niyâbet etti.[14]
MÜCÂHİDÎN-İ MEVLEVİYYE MARŞI
Birinci dünya savaşı sırasında, başka tekkelerde olduğu gibi, Şeyh Nuri’nin de bir Mevlevî Gönüllüleri grubu toplayarak cepheye gönderdiği biliniyor. Konuya dair haberlerden birinde, 21 Rebîu’l-evvel 1333 h. (6 Şubat 1915 m.) târihli Âhenk Gazetesinde (sayı: 5676) şunlar yazılıdır: “Zîrdeki manzûme şehrimiz Mevlevî Dergâhı postnişîni Şeyh Nûri Efendi tarafından tanzim olunmuş ve rast makamında bestelenmiş olup, Mevlevî gönüllülerinin yarınki tezahüratı sırasında okunacaktır[15]:
Emr-i cihâd-ı ekbere
Ettik umûmen imtisâl
Yardımcımız ol sen bizim
Ya Hazret-i Monla CelâlEtsin Hudâvend-i Mecîd
Millete nusretler bedîd
Hasm-ı sitemkâr u anîd
Kalsın karîben bî-mecâlİ’lâ-yı dîn âmâlimiz
Şâhid buna ef’âlimiz
Parlaktır istikbâlimiz
Olmaz mı düşman pâymâlAdl ile Rabb-i müsteân
A’dâyı kahretsin hemân
Olsun zaferle kâmrân
Şâhenşâh-ı Hayder-misâlİhrâz edip millet zafer
Düşman desin “eyne’l-mefer”
Dünyâya versin zîb ü fer
Âfâk-ı şevketten hilâlNûrî gelip dîvânına
Dergâh-ı çerh-eyvânına
Lûtfeyle dervîşânına
Ey Pîr-i peygamber-hısâl
NİSYANA GÖMÜLMÜŞ BESTELER
Şeyh Nureddin Efendi’nin besteleri ne yazık ki nisyan karanlıklarında kaybolup gitmiştir. Neyzen Tefvik’in ifâde ettiği gibi Mevlevîhânede o sırada nota ile meşk yapılmaktadır. Yani nota kullanılmaktadır. Buna rağmen elimizde Nuıreddin Efendi bestelerine âit fazla nota bulunmaması üzücüdür.
Sebep ne olabilir? Şeyh Nureddin’den sonra oğlu Mehmet Celâleddin postnişin oldu. Yeni şeyh 13-14 yaşlarında idi. Onun için Râkım Elkutlu şeyh nâipliği yaptı. Bir süre sonra da tekkeler kapatıldı. Yani İzmir Mevlevîhânesi’nin toplam 75 yıllık kısa bir ömrü vardır. Artık bu kültüre rağbet kalmamıştı. Son şeyh de genç yaşında, 25’inde vefat edince dergâh sâhipsiz kaldı ve harâbe hâline geldi. O yıllarda şehrin dokusu değişmeye yüz tutmuştu, bölgenin eski sâkinleri yavaş yavaş buraları terk etmeye başlayınca, şahsî mülk olan tekke ve emlâki vârisler tarafından satıldı. Yeri bilinmekle birlikte, ne yazık ki henüz İzmir Mevlevîhânesi’nin bir resmini bile bulamadım.
Ne diyelim, “Belki hâlâ o besteler çalınır / Gemiler geçmeyen bir ummanda.”
(Kadem dergisi Kış 2014, 14. sayıda çıktı)
[1] Bursalı M. Tahir, Aydın Vilâyetine Mensub Meşâyıh Ulemâ Şuarâ Müverrihîn ve Etıbbânın Teracim-i Ahvâli, haz. M. Akif Erdoğdu, Akademi kitabevi, İzmir, 1994, s. 73; Ömer Faruk Huyugüzel, İzmir Fikir ve sanat Adamları,. Kültür B. Yayını, Ankara, 2000, s. 175
[2] İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal, Hoş Sadâ, İstanbul, 1955, s. 114.
[3] Halit Ziya Uşaklıgil; İzmir Hikâyeleri, İstanbul, 2005, s. 116.
[4] Ö. F. Huyugüzel, age, s. 360; Ali Rıza Avni, “Gizli Kalmış Kıymetler”, Musiki Mecmuası, Nisan-Mayıs 1963, sayı: 182-183, s.38.
[5] Güftenin ilk iki mısraı Esrar Dede (1748-1797)’nin meşhur bir beytidir. Bk. Osman Horata, Esrar Dede Hayatın Eserleri ve Divanı, Ankara, 1998, s. 254. Beytin yer aldığı Müseddesin altında şu not yer alır: “Karşılaştırmaya almadığımız K nüshasında, “Ateşcibaşı Hulûs Dede’nin Matla’-ı Garrâsına Olan Müseddesdir.” başlığı vardır; buna göre Esrar Dede Hulûs Dede’ya ait olan bu beyti tesdis etmiş görünüyor. Şeyh Nuri de bu beyti terbî’ etmiş olmalıdır.
[6] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, 1997, s. 631.
[7] Bk. Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, çev. Tahsin Yazıcı, MEB yayını, İstanbul, 1966, c. II, s. 126.
[8] Bu iki eserin notalarını bulup yazan ve lütfeden Ümit Yazıcı’ya teşekkür ederim.
[9] Şahin Çandar “Namazgâh, İzmir’in Tam Ortası”, İzmir Kent Kültürü Dergisi Sayı: 6, Mart 2003.
[10] Hasan Aksoy, “Neyzen Tevfik”, DİA (Diyanet İslâm Ansiklopedisi), c. 33, s. 72.
[11] Şiirin nesre çevrilmiş şekli için bk. Mehmet Demirci, “Neyzen Tevfik Mevlevîhânede”, Semaen.net sitesi.
[12] Ö. F. Huyugüzel, age, s. 570-571. “Tercüme-i Hâlim” manzûmesinin tamamı için bk. Neyzen Tevfik, Azâb-ı Mukaddes, haz. C. Kırlangıç, İtalik yayını, Ankara, 1998, s. 171-203.
[13] O tarihlerde Mevlevî şeyhi olarak Halil Akif Dede görünüyor. Onun için bu ifadede çözüme muhtaç bir karışıklık var.
[14] Bekir Sıtkı Sezgin, “Elkutlu Râkım”, DİA, c. 11, s. 55. Râkım Elkutlu ve eserleri için bk. Mehmet Râkım Elkutlu, hazırlayan: Ümit Yazıcı, İzmir, 2010
[15] Bu şiirin istinsah edilmiş şeklini lütfeden Ünal Şenel’e teşekkür ederim.