RÜYA
Hazret-i Âdem (a.s.)’in dünyaya kadem basmasıyla beraber zâhir olan ve maruf birçok hâdisatla beraber rüya hâli de zâhir olmuş, hâlihazırda hakîkatiyle ve zuhûruyla ehemmiyetini devam ettirmekte. Rüyanın sahasını tayin ederken sadece kelime mânâsı olan “rüyet” lafzından yola çıkarsak Hazret-i Âdem’in mahluk cihetinden var oluşundan evvel de rüya hâlinden bahsetmemiz icab edecek. Lâkin gayemiz bu değil. Rüya hakkında eskilerin tâbiriyle “hurda-i tarîk” diyebileceğimiz temel bazı malumatı zikrederek sadra şifa olmasını ümit ediyoruz. Bu sebepten, günümüzdeki, rüya denildiğinde akla gelen malum tarifler çerçevesinde kalmakla iktifa edeceğiz.
Allah Teâlâ’ya yaklaştıran makbul ilimleri talim ve tahsil eden zevât, bu yakınlık ve ilimden insanlara da aktarmak gayretinde bulunmuşlardır. İlmin derinliklerine vâkıf oluşlarının alâmeti olarak insanlara suhuletle (kolaylıkla) anlayabilecekleri şekliyle malumatı aktarmışlar, ilim satmaktan ziyade ilmin güzelliklerine özendirmişlerdir. Rüya ve rüya ilmi hakkında muhtasar (özetlenmiş) bazı bilgileri burada zikretmek de bu çerçevede doğru olacaktır. Klasik tarifler üzerinden yürümek tabii ki faydalıdır ve hatta kaçınılmazdır. Ama birkaç sayfa atlayarak hemen rüya hakkındaki söylenmiş sözleri nazarlara vermek de en az o kadar faydalı olacaktır.
Rüya, Cenâb-ı Hakk’ın, kullarıyla irtibatını gösteren varlığına ve yakınlığına, dünyasına ve dinine, ölüme hayata ve hayattan sonraki her türlü âleme işaret eden en önemli ve kapsamlı burhan’larından (delillerinden)dır. Hazret-i Âdem’le başlaması ve insanlığın efendisi olan peygamberlerdeki zuhûru rüyanın bizzat insanı alâkadar ettiğine en güzel işarettir. Şöyle hızlıca insanlık tarihini düşünürsek Hazret-i Âdem (a.s.)’in tövbesinin kabul oluş müjdesi, Hz. Havva (a.s.) ile buluşması, Hz. Nuh (a.s.)’a gemiyi nasıl inşa edeceğinin talimi, Hz. İbrahim (a.s.)’in oğulları Hz. İshak ve Hz. İsmail (a.s.)’in doğum müjdesi, Hz. İsmail (a.s.) ile Hz. Hacer Validemiz’in Mekke civarındaki yerleşimleri, Kâbe-i Muazzama’nın ve Hacerü’l Esved’in yerlerinin Cenâb-ı İbrahim (a.s.)’e gösterilmesi, İsmail (a.s.)’in kurban edilmesi hususundaki emrin tebliğ olması gibi birçok vakıanın rüya vesilesiyle olması bu hâlin ehemmiyetine işaret etmeye kâfidir. Kaldı ki rüya ilmine işaret eden âyetler ve hadîsler, hatta müstakil bir sûre olan Sûre-i Yusuf bu ilmin tefekkürüne sevk etmektedir. İki hadîs-i şerîfi zikrederek mevzua başka cihetlerden de bakmaya gayret edelim. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz “Nübüvvet gidicidir fakat mübeşşerat kalıcıdır.” buyurunca Sahabe-i Kiram “Mübeşşirat nedir ya Resûlallah?” diye sordular. Efendimiz (s.a.v.) “Salih rüyadır.” diyerek tebşir ettiler. (Buradaki salih rüya tâbirine dikkat çekmek isteriz.) Bir başka hadîs-i şerîflerinde Fahr-i Âlem saadetle buyurdular: “Nübüvvet kırk altı kısımdır, nübüvvetin kırk altı bölümünden biri de Salih rüyadır.” (Âlimler bu hadîs-i şerîfi şerh ederken Kur’ân-ı Kerîm’in nüzülunun yirmi üç senede oluşuna ve bu zaman zarfında altı aylık bölümün rüya ile ikmaline (tamamlanmasına) işaret ederek, yirmi üç senenin kırk altıda birinin de altı ay oluşuna dikkat çekerek tarifin tesadüfî olmadığını vurgulamışlardır.) Hülâsâ Cenâb-ı Hakk’ın vahyine mazhar olan peygamberlerin dahi rüya ile birçok güzelliğe, tebşirata ve malumata erdirilmesi, mü’minlerin yine rüya ile birçok müşküllerinin hâlline ve tebşirata mazhar olmalarına kapı açmıştır. Bu açılan kapıdan sayısı ancak Cenâb-ı Hakk’ça malum olan sayısız kişiler nasibdâr olmuşlardır ve olmaktadırlar.
Kâinatta hiçbir zerre Cenâb-ı Hakk’ın tasarrufatı olmadan, izni ve müsaadesi olmadan mevcut olamaz. Rüya bizim idrak edebileceğimiz âleme gelmeden evvel hangi âlemden zuhûr etmişse o kaynağa göre şekil alır. Başka bir deyişle derler ki: “Menşei itibarıyla rüya üç kısımdır.”
Hakk Teâlâ tarafından bizzat kuluna gösterilen rüya. Bu nev’î rüyalar tâbire muhtaç değildir. Olduğu gibi çıkar. Filanca yerde filanca kişiyi gördüm dersiniz, sonra o rüyanın aynen çıktığını görürsünüz. Bazen böylesi rüyaları unuturuz, günlük hayatımızda yaşadığımız hâdiselerde “Aaa, ben bunu daha evvel yaşamıştım!” dediğimiz hâller hafıza kaymasından başka Allah Teâlâ tarafından gösterilen rüyaların unutulup sonra yaşadığımız bir hatıraymış gibi dimağımızda yer etmesinden kaynaklanır. Bu nev’î rüyaları Müslim-gayr-i Müslim herkes görebilir. Bazen ikaz bazen de yakınlık alâmetidir.
Cenâb-ı Hakk’ın melekleri vasıtasıyla gösterdiği rüya. Bu nev’î rüyaların farklı farklı tâbiri, tefsiri, terkibi veya te’vili olabilir. Erbabı bu rüyaları gördüğünde veya dinlediğinde anlayabilirmiş.
Adğâsü Ahlâm denilen nefsin, şuuraltının, bedenî rahatsızlıkların, şeytanî ve nefsanî vesvese ve vehimlerin dimağımıza yansımasıyla şekillenen rüya zannettiklerimiz vardır. Bunların ne tâbiri olur ne tefsiri olur. Ancak insanın düştüğü derekeleri ve hastalıkları ortaya koyması açısından belki tabiplerin ilmî sahasına giren mevzuattandır. Bazı ruhî ve aklî hastalıkların tedavisinde yol gösterici olabilir. Günümüzde de hastalıkların tedavisinde hekimler hastalarının rüyalarını dinlerler. Fakat bu nev’î rüyalar dinî açıdan bakıldığında mânevî ve ruhî terakkiye basamak teşkil etmez.
Kişiye rüya gösterildiğinde fizikî olarak üç hâlden biri üzerinedir. Hâlbuki biz çoğu zaman rüya gördüm dediğimizde uykudaki hâlimizi kastederiz. Oysa rüya 1. Uykuda 2. Uyku ile uyanıklık arası hâlde 3. Göz açık yani uyanık hâlde gösterilebilir. Yine örnek vermek gerekirse, bazı kimselerin “Ben şöyle şöyle gördüm fakat rüya değildi, uyanıktım.” sözleri esasında tam olarak durumu anlatmaz. Zîrâ rüya denilen hâl kişi uyanık iken de ona gösterilebilir. Yani o görülen de rüyadır. Efendimiz (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerinden olan “istihare” için uyumak şartı da yoktur. Yani istihare yapan kişi neticeyi ille de uykuda alacak diye bir kaide yoktur. Biz uyku hâlini de lâyıkıyla idrak edemediğimiz için rüyayı da hiç anlamıyoruz. Zîrâ uykunun ârif insanlar ve kalbi uyanık mü’minler için çok farklı bir vechesi vardır. İnanmış kalpler uyku hâliyle kendi benliklerinden sıyrılıp ilâhî hüviyete sahip olan benliklerini vahdet denizine daldırıverirler. Böylece nefsin kayıt ve meşguliyetlerinden bir müddet âzade olup tecelliyi herhangi bir karışıklık olmaksızın berrak bir şekilde seyretmek için uyku elbisesine bürünürler. Tasavvuf edebinde böyle uyuyanlara “mihman” olanlar (yani Cenâb-ı Hakk’ın birlik âlemine misafir olanlar) denir. Yoksa uyanıkken de vahdet hâlinden uzaklaşmayan, teşvişe (karışıklığa, bulanıklığa) düşmeyenler için istihare ve benzeri durumların neticesi alınır. Buradan anlaşılıyor ki vahiy, ilham, feraset ve rüya aynı kökten kaynaklanır. Kulların derecelerine ve hâline göre zuhûr eder. Güzel Salih ve sahih rüyaları görmek tabii ki tamamıyla insanın elinde değildir. Fakat güzel işler yapan, ibadet taatle meşgul olan, zikrullaha, tesbihata devam eden kulların rüyalarında da güzellik ve farklı bir inkişaf kendisini gösterir. Kaide değildir belki amma hayırlı amellerle geçirilmiş bir günün akşamı da güzel olur, rüyası da. Aynı kişinin ibadet taat ederkenki teriyle, makbul olmayan işlerle meşgul olduğunda çıkan terinin dahi aynı kokmaması gibi. Salih rüya tâbirine dikkat çekilmesinin bir sebebi de şudur: -İki Cihan Serveri(s.a.v.) Efendimiz’in “Sadık kişilerin rüyaları da sadıktır.” meâlindeki sözleri işaret etmektedir ki- Salih ve doğru insanlar doğru haberlerle, faideli ilimlerle teyit edilir.
Rüyanın tâbiri kitaptan öğrenilmez. Rüya tâbir ilmi hiç öğrenilmez. Cenâb-ı Yusuf(a.s.)’un Hazret-i Allah’a hamd ederken bu ilmi kendisine bahşettiğini de ifade etmesi rüya ilminin ilm-i ledün olduğuna delâlet eder. Rüya tâbirnameleri ve rüya hakkında birçok eser yazılmıştır. Bu nev’î eserler rüyanın ciddiyetine işaret etmek veyahut tâbirden nasibdâr olmadıkları hâlde insanlığı ifsad eden sahtekârlara karşı ilmî bir dağarcık olsun diye kaleme alınmıştır. Resûlullah(s.a.v.) Efendimiz’in, bilhassa sabah namazlarından sonra Ashâb-ı Kiram Hazerâtına “Suali olan var mı, rüya gören rüyası olan var mı?” diye sordukları kitaplarda açıklanmıştır. Kendilerinin de bazen rüyalarını anlattıklarını yine rivayetlerden bilmekteyiz. Günümüzde rüyaya itibar edilmemesi gerektiğini, bunun lüzumsuz olduğunu, kişiyi aldattığını hatta dinî hayatımızda çok da lâzım olmayan bir şey olduğunu söyleyenlere cevap olarak Peygamber(s.a.v.)Efendimiz’in hayatından ve gördüğü rüyalardan örnek verildiğinde onlar da buna karşılık “Yahu onlar peygamber, tabii ki gördükleri rüya çıkacak! Biz nasıl buna güvenebiliriz?” gibi sözler sarf etmekteler. Öncelikle şunu söylemek lâzım ki: Bu sözleri sarf edenlerden bir kısmı Ümmet-i Muhammed’i tembellikten sakındırmak ve Salih amellere teşvik etmek ve dikkatlerini günlük hayatlarındaki hâl ve harekâta çekmek için yapmaktadırlar. Rüyaların peşine takılarak namazsız, abdestsiz, gayretsiz yaşayan kimseleri gördükçe bu uyarıların çoğu zaman yerinde olduğunu düşünmemek elde değil. Mamafih bazı kimseler tamamıyla bu sahayı yok kabul ederek günümüzde rüyanın ehemmiyetinin olmadığını iddia etme cüretine kadar işi tırmandırmışlardır. Bunu yaparken de -demin de arz ettiğimiz gibi- “Sen peygamber misin ki senin rüyan çıkacak?” diyerek bu ilimden ve bu ilim hakkındaki âyet ve hadîslerden ne kadar uzak düştüklerini göstermişlerdir. Yüzlerce delilden sadece bir tanesini delil getirerek müşkülü halletmek mümkündür. Hakk Celle ve Ala Hazretlerine kullukta gayret eden ve ona gönül verenler için rüya bir sevk-i ilâhîdir. Yani Cenâb-ı Hakk’ın kulunu yönlendirmesidir. Böyle olduğu için ille de rüyanın gösterilen şekilde çıkması şartı yoktur. Burada nazar-ı dikkatimizi bizlerin rüya ile Cenâb-ı Hakk’ın rızasına uygun sevk edilmemiz yönüne sarf etmemiz gerekmektedir. Vuku bulan şeyde hayır vardır.
Rüya hususunda tartışanlar, Enfal sûresindeki bir âyeti gözden kaçırıyorlar. Bu âyette Cenâb-ı Hakk, peygamberi ve kulu olan Efendimiz’e hitap ederek “Allah onları uykunda sana az gösteriyordu.(Şayet müşriklerin adedini ve ordusunu) çok göstermiş olsaydı yılacak ve bu hususta çekişmeye başlayacaktınız. (Sen ümmetine kıymak istemeyip onlar üzerine ziyade merhamet ettiğinden ve onlar da büyük bir orduyla karşılaşacaklarını öğrenmelerinden dolayı çözülmeler olacaktı.) Fakat Allah sizi kurtardı. Çünkü o kalplerde olanı bilir.” Enfal sûresi âyet 43’te buyurmuştur. Demek ki peygamberlere gösterilen rüyalar Allah Teâlâ’nın muradı cihetinden salihtir ve sadıktır. Fakat tecelli etme şekillerine bakılırsa farklılıklar arz edebilir. Müşrik ordusunun sayının az gösterilmesi, rüyanın sadık olmadığını göstermez. O hâlde “Sen peygamber misin ki gördüğün rüya aynen çıkacak?” diyenlere cevap hakkı doğar. Şöyle ki: Bu âyetin de işaret ettiği gibi peygamberlere farklı farklı tecelli ve rüyalar gösterilmiştir. Buna göre rüyayı inkâr etmelerine sebep olarak öne sürdükleri mazeret kendiliğinden bertaraf olur. Öteki türlü, âyetin ifadesini izah etmekten âciz kalırlar. Avamın tâbiriyle: “Demek ki böyle de oluyormuş.” Hülâsâ edersek Cenâb-ı Hakk murad-ı ilâhisini sadece kendisini murad edenlere bir şekilde ilham ediyor ve onları bu murada yakîn kılacak şekilde sevk ediyor. Efendimiz (s.a.v.)’e müşriklerin az gösterilmesiyle Ashâb-ı Kiram’ın cihâda sevk edilmesi buna ne kadar güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Efendimiz(s.a.v.), tâbiri yapılmayan rüyanın kıyamete kadar Allah Teâlâ’nın arşında asılı kaldığını beyan ederek rüya tâbirinin basit bir hâdise olmadığını idraklerimize sunmuştur.
En az rüya kadar rüyanın tâbiri ehemmiyet arz eder. Hatta bazı tâbirler ehil ağızların tefsiriyle vücut bularak ziyade kıymet kazanırlar. Sûre-i Yusuf’ta işaret edilen hapishanedeki rüya tâbiri, durumu apaçık ortaya koyar. Hatırlanacağı üzere hapishanedeki iki kişi Yusuf(a.s.)’a rüya anlattılar. Tefsirlerde, bu iki kişinin sadece Hz. Yusuf’un rüyaları nasıl tâbir ettiğini merak ettiklerinden dolayı rüya uydurdukları rivayet edilmektedir. Hz. Yusuf(a.s.) onların anlattığına göre tâbir yapınca o iki kişi “Biz buna anlattık ama rüya olduğundan emin değiliz.” diyerek işi hafife aldılar. Bunun üzerine Yusuf Peygamber “Belki öyle ama ben artık tâbir eyledim. Allah Teâlâ benim dediğim gibi çıkartacak.” buyurdu ve öyle de oldu. Bu da gösteriyor ki rüya tâbiri en az rüya kadar ehemmiyetlidir. Boş, değersiz zannedilen birçok rüya ehil tâbir edenler vesilesiyle değerini bulur. Birçok mânâlı ve kıymetli rüya ehli olmayanlar tarafından tâbir edilince ziyana uğrayıp boşa çıkabilir.
Rüya tâbirinin kitaptan olamayışının bir sebebi de aynı rüya bile olsa farklı kişilerde, farklı tâbirlerinin olmasındandır. Düşünün ki, aynı rüyayı hanım görse tamamıyla farklı, erkek görse tamamıyla farklı tâbiri vardır. Eskilerin tâbiriyle “Aynı rüyayı sultan görse, fakir görse tâbirleri değişiktir.” dolayısıyla tâbir edilmiş rüyalar ancak gören kişi itibarıyla ve o zamanla sınırlıdır. Başka bir zamanda, başka kişilerin gördükleri rüyalar aynı da olsa tâbirleri değişiktir. Şöyle bir kıssa ile mevzuu açabiliriz: Halveti şeyhlerinden birisi ihvanıyla sohbet ederken bir zât çıkagelir ve rüya gördüğünü, tâbirini istediğini arz eder. Şeyh anlatmasını istediğinde orada bulunanların da duyabileceği şekilde rüyasını anlatır. Bunun üzerine o mürşid “Hayırdır inşallah, anlaşılıyor ki Hacc’a niyet etmişsiniz; inşallah Cenâb-ı Hakk size bu niyetinize uygun güzel bir Hac ihsan edecek. Allah mübarek etsin.” diyerek bu zâtı müjdeler. Gelen kişi gerçekten de böyle bir niyeti olduğunu beyan ederek sevinçle oradan ayrılır. Bundan hemen sonra gelen başka bir zât da rüyası olduğunu söyleyerek şeyhten tâbir etmesini ister. Mürşid müsaade edince anlatmaya başlar. Ondan az evvel gelen kişinin anlattığı rüyanın aynısını ama tamamen aynını anlatıverir. Fakat şeyh efendi üzgün bir vaziyette yeni gelen kişiye “ Evladım, âhirette rezil olmaktansa dünyada rezil olmak yeğdir, sen hırsızlık yapmışsın git kimden çaldıysan ya çaldığını iade et özür dile ya da helâllik iste. Bu günahından da tövbe et ki felâh bulasın.” diyerek tâbirde bulunur. Adamcağız utanarak, sıkılarak ve ağlayarak meclisten ayrılır. Lâkin bu duruma şahit olan meclistekiler hayrete düşerler. Bu işin sırrı sorulduğunda şeyh efendi onlara hitaben “ İzahı tam olarak mümkün değil ama şu kadarını söyleyeyim ki: İlk gelen kişi rüyasını anlattığında Hac ile alâkalı âyetler gösterildi. Sonraki gelen zât rüyasını anlattığında da ise sirkatle (hırsızlıkla) alâkalı âyetler gösterildi. Biz de bu şekil üzere rüyalarını tâbir eyledik. Allah Teâlâ en doğrusunu bilir.” diyerek mukabelede bulunur.
Rüyanın hâli de tâbiri de Cenâb-ı Hakk’ın katındaki ilme ait mevzuattandır. Yani ilm-i ledündür. Tasavvuf ilminde ve tarîkat terbiyesinde asırlardır rüya ile salikler (dervişler) ders okumakta ve eğitim görmektedirler.
#Mehmet Fatih Çıtlak