Şerh-i Beyt-i Mesnevî *
Mehmed Emin-i Tokadî[1] (ö.1158/1745)
Haz.: Yard. Doç. Dr. Halil İbrahim Şimşek
آن خيلاتى كه دام اولياست
عكس مهرويان بستان خداست [2]
[42a] Ya‘nî “ol hayâlât ki, evliyâya dâm vâki‘ olmuşdur. Bostân-ı Hudâ mehrûlarının aksidir.” Ya‘nî bostân-ı Hudâ mehrûlarının aksi evliyâya dâm olup, ol hayâlâta firîfte olmalarıyla vusûl-i maksaddan kayd-ı hiss-i mevhûma dilbeste oldukları içün geri kalmışlardır. Hayâlâtdan murâd hakâik-i eşyâ ve a‘yân-ı sâbiteye aks vâki‘ olan vücûd-i unsur-i âdemîdir. Bostândan murâd ilm-i ezelîdir. Cilve eden meh-rûyân-ı dergâh ve mahbûbân-ı İlâh olanların aksi ki, vücûd-i unsur-i âdemîdir. Evliyâya dâm u kayd vâki‘ olup ve ol makâsıddan alıkoyup, ol hayâlât kendilerine hicâb-ı ‘azîm olmuştur. Ve asıl murâd ise hicâbı ref‘ etmektedir. Nitekim Hafız Şirâzî buyurur:
ميان عاشق و معشوق هيچ هائل نيست
تو خود حجاب خودى حافظ از ميان برخيز [3]
Bazıları dahi aks-i külliyet ile aksine anlayıp, mahbûbân-ı zâhirîleri kendilerine mir’ât edinip “ondan müşâhede-i hakâik ederiz” deyü hayâlâta tâbi‘ olup bu müşâhede kendilerine dâm olup tarîk-i ğavâyete sâlik olmuşlardır. Bunlar رايت ربى [4] hadîs-i şerîfine hevâ-yı nefislerine muvâfık ma‘nâ verip ve bir mazmûn-i hadîs ve tecellî ne nev‘i tecellîdir. Fehm ve dirâyet ve ve iz‘ân-ı kâmil ile fehm ve iz‘ân etmeyip, henüz merâtib-i külliyâtdan gâfil ve hakîkatında zâhil iken hayâlât-ı tâhire dilbeste ve mekr-i Hak’ka firîfte olup hâviye-i tabî‘at ve bâdiye ki kirâm-ı velâyetde yâver-i küll kalıp نحن اقرب [5] sözünden bu‘d ve hicrâne olmuşlardır. Nitekim buyurur:
اى كمان تيرها بر ساخته صيد نزديك و تو دوران داخته
Bununla bile velâyet-i kerâmet davası, bunları kemâl-ı mertebe-i vusûl-i Hak’dan iğfâl ve aliha eylediğini bunlar anlamayıp şebânrûz kâh arz-ı kemâlât ve kâh keşf-i esrâr ve kerâmât ile sâde levhân-ı zamîr olan tâlibân-ı Hak ve sâlikânın yollarını urub ol bîçârelere sûret-i Hak’dan görünüp izlâl eylediklerinden mâ‘adâ belki vâsıl-i sırrı Muhammedî ve nâil-i kemâlât-ı Ahmedî [42b] olan erbâb-ı kemâl-i hakîkata dahi hod-fürûşluk eylerler. Bu makûle kimesnelerden bi-gâyet ihtirâz ve ictinâb olunmak lazım olduğunu yine Mevlânâ buyurur:
اي بوستان ابليس آدم روى هست
بس بهر هستى نشايد داره دست
İmdi ma‘lûm olsunki Hz. Mevlânâ, maraz-ı taleb-i Hak’la marîz olan tâlibân-ı Hak’ka ve sâlikâna tabîb-i ilâhî mesâbesinde olan kâmil ü mükemmil ve vücûd-i tecellîyâtdan ‘ârif ve dest-i sâki-i ezelîden şurb-i rahîk-i vahdet-i Hakkânî eden ve cem‘ u fark ve telvîn ü temkîn ve vicdân ve müşâhede-i hakîkatda varlığından külliyetle fânî olup fenâ ender fenâda nice kerre yok olup var olduktan sonra sekr u mahv ahvâline vâkıf ve cemî‘-i atvâr-ı sülûka ‘ârif pîr ve kirve-i muttakîn ve menba‘-i ‘ayne’l-yakîn ve matla‘-i hakka’l-yakîn olmadan mücerred hayâlâta tâbi‘ olan müteşeyyihîn ve hayâlbâz olanlara tâbi‘ olmayın” deyü tenbîh buyurup neşr-i ma‘ârif ve bu beyt-i şerîfi Mesnevî-i müniflerinin cild-i evvelinde padişâh ve câriye menkabesinde yazar. Ahkarü’l-mevcûdât Mehmed Emîn et-Tokâdî en-Nakşbendî.
* Miladi XVIII. (h.XII) Yüzyıl Müceddidiyye şeyhi Mehmed Emin-i Tokadî’nin (1075-1158/1664-1745) bu eseri basılmamıştır. Yazma halinde kütüphanelerde kayıtlıdır. Hazırladığımız metne esas alınıp varak numaraları verilen nüsha Millet Ktp., Ali Emiri-Şeriyye, no: 832’dir. Diğer nüshaları için bk. Çorum Hasanpaşa Ktp., no: 772; Millet Ali Emiri-Şer’iyye, no: 1103.
[1] Mehmed Emin-i Tokadî’nin hayatı ve eserleri için bkz. Halil İbrahim Şimşek, Osmanlı’da Müceddidîlik: XVIII/XII. Yüzyıl, Sûf Yay., İstanbul 2004, ss. 169-224.
[2] Türkçe’ye şöyle çevirilebilir: O hayaller ki evliyanın tuzağıdır, Hudâ’nın bostanı meh-rûlarının aksidir. Bk. Mevlânâ Celaleddîn Rûmî, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, Tercüme ve şerh: A. Avni Konuk, haz.: Selçuk Eraydın, Mustafa Tahralı, Gelenek Yay., İstanbul 2004, c. I, s. 110. Bu beyte ilişkin Ahmed Avni Konuk’un şerhi ise şöyledir: “dâm” tuzak demektir. “Bostân-ı Hudâ”dan murad, ilm-i ilâhî mertebesidir. “Meh-rûlar” dan murâd, sıfât ve esmâ-i ilâhiyedir. Ya’ni, mâdemki cihân hayâl üzerinde cârîdir, şu halde ehl-i cihândan olan evliya dahi bu hayalât içinde yüzerler; fakat evliyânın tuzağı olan hayaller, avâmın tutulduğu tuzaklar olan hayâller değildir. Onların hayâlât tuzağı, ilm-i ilâhî bostânının meh-rûları olan sıfât ve esmâ-i ilâhiyyenin aksinden peydâ olan hayâllerdir ki, bunlara “hakâyık-ı eşyâ” ve “a’yân-ı sâbite” derler. Bu akislerin eseri âlem-i ervâh ve misâl ve şehâdet mertebelerinde zâhirdir. Binâenaleyh avâm sıfât ve esmâ-i ilâhiyyeden bî-haber olup, bu âlem-i kesâfetde ancak ecsâmı görürler. Evliyâ ise, yukarıdaki beyitte îzâh olunduğu üzere Zât-ı Hakk’ı mezâhirde sıfâtı ve esmâsı ilegörürler; ve bu hayallerde cilveger olan hakîkî varlığı müşâhede ederler. Aynı eser, c. I, s. 111.
[3] Şemsüddin Muhammed Hafız Şirazî, Divan-ı Hâfız, tash.: Ekber Behruz, Tahran 1366, s. 274. Türkçe’ye şöyle çevirilebilir: Aşık ile ma‘şûk arasında bir uçurum yoktur/Hafız sen kendi “senlik” örtünü çıkar.
[4] “Rabbimi gördüm”, Buhari, es-Sahîh, Tevhid, 19, 24.
[5] “Biz ona şah damarından daha yakınız.”, Kâf, 50/16.