MEVLÂNÂ VE NEY
Süleyman Erguner
Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (v.1273 ) 13. asırda çökmeğe yüz tutan Selçuklular idaresinde Anadolu’da meydana gelen siyâsî olaylarda ileri görüşü ile Osmanoğullarını korumuş, îmânı, felsefesi ve sanat kudreti ile birleştirici bir rol oynayarak Türk Anadolu’da yeni bir düzenin kurulmasında etkili olmuştur.
Mevlânâ, Orta Asya baksılarında görülen semâa yeni bir anlayış getirmiş, şiir ve mûsikî ile insanları mânevî âleme çekmiştir. Vecd ânında, semâ etmiş, mûsikîyi ilâhî aşka ulaşmada vasıta kılmıştır. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled (1226-1312) babasından devraldığı halîfeliği otuz yıl kadar sürdürmüş, Mevlevî tarikatını yaymış ve usûllerini kurmuştur. Mevlevîlerin semâ âyinleri, giyiniş tarzları Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi (1212-1320)’ den îtibâren zamanımıza kadar, giderek teşkilatlanmış, semâ ve mûsikî, Mevlevîlik’in birbirinden ayrılmayan önemli unsurları olmuştur.
Mevlevî semâ’ı esnâsında icrâ edilen, güfteleri genellikle Mevlânâ’nın şiirlerinden meydana gelen eserlere “Mevlevî Âyîn-i Şerîfi” denilir. Mutrıp heyeti tarafından icrâ edilen ayînler, saz ve söz mûsikîmizin çeşitli formları, Mevlevî Mûsikîsi olarak bilinmektedir. Türk mûsikîsinin yegâne üflemeli sazı olan ney, bu mâneviyat ve sanat güzelliğinin en önemlisi ifâde vasıtası olup, esas mânâsını Hz. Mevlânâ ve Mevlevîlik ile kazanmıştır. Mevlânâ, şiirlerini topladığı, Mesnevî adlı eserine;
Bişnev ez ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned
mısrâları ile başlamış, devam eden on sekiz beyitte neyi sembol haline getirmiştir. Neyi dinle; “Çünkü ney birşeyler anlatmakta, ayrılıklardan şikâyet etmektedir. İçi boşalmış, başı kesilmiş, yüzü sararmış, neyzenin nefesine terkedilmiş olduğu halde Allah’ı söylemektedir.” Aslında, buradaki neyden maksat; “İnsan-ı kâmil”dir. İnsan-ı kâmilin içi ve gönlü ney gibidir.Her iki vücutta ortaya çıkan hareketler ve sadâlar ancak Allah’ın tasarrufu ile olur. İçi boş neyi üfleyen, ilâhî sesler çıkaran da neyzen değil midir? Fuzûlî, bu hissiyâtımızı ne güzel dile getiriyor:
Ney kimi her dem ki bezm-i vaslını yâd eylerem
Tâ nefes vardır kuru cismimde feryâd eylerem
Mevlânâ, Mesnevî’nin ilk on sekiz beyitinde insân-ı kâmil ve ney bağlantısını kurmuş ve bunu tasavvufî neşe içinde açıklamıştır.
NEY HAKKINDA RİVAYET
Neyin var oluşu ile ilgili hikâye, Feridüddin Attar’ın Mantıkü’l-Tayr adlı eserinden şöyle nakledilmektedir: (18.Yüzyılda Türk Müziği, Charles Fonton , çeviren ve yayınlayan: Cem Behar, İst., 1987, sh. 80) ” Neyin îcâdı, Şarkta çok eskilere dayanır. Birçok güzel eserin yazarı olan ve Attar lakabıyla anılan Feridüddin, Mantıkü’l-tayr adlı eserinde neyin kökenini, Hz. Muhammed’in zamanına kadar götürür. Feridüddin’e göre bir gün müslümanların peygamberi olan Hz. Muhammed, damadı Hz. Ali’ye bir sır açıklamış. Bir kuyunun başındaki Hz. Ali, başını kuyunun içine eğerek Hz. Muhammed’in esrarlı sözlerini tekrarlamış. Daha sonra, Allah, o kuyuda son derece uzun bir kamış yaratmış. Oradan geçmekte olan bir çoban da bu kamışın ucunu keserek kendine bir kaval (ney) yapmış. Bu çobanla günün birinde karşılaşan Hz. Muhammed, Hz. Ali’ye açıklamış olduğu sırların çobanın kamışından çıktığını duymuş. Hz. Ali, yaratılan mûcizeyi görünce de Peygamber’e olan sevgi ve bağlılığına şükretmiş. O zamandan beri müslümanlar kamışlara büyük îtibar gösterirler. Belki de neylerin, hâlâ Hz. Muhammed’in kutsal sözlerini tekrarladığı sanıyorlardır. Bunun içindir ki ney, öncelikle dinsel, mistik ve ahlâkî bir nitelik taşır. Celâleddin’in Mesnevî’si baştan sona bu konudadır. Dönerek ibâdet eden dervişler, tarikatlarını doğrudan ilgilendiren ve pirleri tarafından yazılmış bu kitabı kutlu sayarlar.”