MEVLÂNA’YA GÖRE AŞKIN GÜCÜ
Mevlâna, on binlerce beyitten müteşekkil eserlerinde aşkı anlatırken, onun gücünü tasvir ederken pek çok metaforlar yapar. Aslında bu husus, büyük düşünürlerin sık sık baş vurduğu bir yöntemdir. Zira metaforik anlatımlarda esas olan; soyut kavramların somut örneklerle anlatılmasıdır. Aşk, bilindiği üzere, son derece soyut bir kavramdır. Onu yaşayan âşığın halleri, psikolojisi, ve aşkın insanda ve evrende tezâhür edişi, gücü ve etkisi gibi bir çok hususta Mevlâna, çok çeşitli benzetmeler yaparak metaforik anlatıma baş vurur. Bu anlatımlarda onun, bir takım kinâyeler, mecazlar ve mübalağalı ifâdelerle dolu bir üslûp kullanması, hem muhâtabın ilgisini ve dikkatini çekmek hem de konunun önemini vurgulamak ve düşündürmek için olduğu açıktır.
Konu aşk olunca Mevlâna, onu yere göğe sığdıramaz. Çünkü o, öyle bir iksirdir ki, onsuz vuslat olmaz, Hakk’a ulaşmanın yegâne yolu ve aracı aşktır. Evren’in var oluş sebebi de aşktır. Çünkü Tanrı sıfatıdır. Bu sebeple ezelî ve ebedîdir. Her varlıkta tecelli eder. İşte âşık, Ma’şuk’un hallerini yaşarken derin bir aşk psikolojisi içinde bulunur. Yine ona göre, Aşktan daha güçlü bir şey olamaz. Onun gücü her şeyi kuşatmıştır ve her şeyde tecelli etmektedir. Mevlâna aşkın gücünü, evrende, fertte ve toplumda yankılarını açıklarken aynı zamanda insanın ferdî ve sosyal ahlâk gelişiminin temelinde aşkın tezâhürlerini görür. Dinin temel kavramları ve ana kıssalar aşk odaklı anlatımlara konu olur. Bütün bu hususları burada ele almak gerekmektedir.
Aşkın Gücünün Tabiat Varlıklarıyla İfâdesi:
Mevlâna aşkın gücünü ifâde ederken denizden dağlara, yerden göklere kadar, insan oğlunun ilgi alanı içinde bulunan tabiattaki pek çok varlığa atıfta bulunur. Benzetmeler yapar. Mesela şu mısralarda aşkın büyüklüğünü anlatırken deniz-köpük benzetmesi metaforuna baş vurur. Ayrıca ona göre, gönüllerin ve dünyanın dönüşü, nebatın topraktan çıkıp büyümesi vb. her şey aşkla olmaktadır.
“Aşk bir denizdir; gökyüzü bu denizde bir köpük…”(Mesnevî, V, 3853)
“Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı.
Aşk olmasaydı nerden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu.
Büyüyüp yetişen nebatlar, nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi”(Mesnevî, V, 3854-3855)
“Aşk söze sığmaz bir denizdir ki, dibi görünmez. Denizin damlalarını saymaya imkan yoktur.
Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır”(Mesnevî, V, 2730)
Mevlâna aşkı sadece deniz tasviriyle anlatmakla yetinmez. Aşkın gücünü şu sözlerle anlatır:
“Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer eritir.
Aşk gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir” (Mesnevî, V, 2735
Mevlâna’ya göre aşkı gizlemek mümkün değildir. Bunu dış âlemden örneklerle anlatır. Nitekim ona göre;
“Dil, aşkın sırlarından, nazından bahsetmeye kalkıştı mı, gökyüzü “Ey hakikatini güzelce örten Tanrı” demeye başlar.
Fakat aşkı örtmek nedir?. Ateşi yün ve pamuk içinde gizlemek!. Ne kadar örtersen o kadar meydana çıkar!. Ben onu örtmeye çalıştım mı o, bayrak gibi baş kaldırır, işte buracıktayım der.” (Mesnevî, III, 4731-4734).
Mevlâna aşkı bazen kuşa benzetir, aşkı olmayanlar kanatsız kuş gibidir. Bazen de aşk aydınlatan bir mumdur. Cihanın sıcaklığı bile aşktandır. Hatta aşk mevsimlerden bahardır.
“Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!”(Mesnevî, I, 31)
Fakat aşk mumu, o muma benzemez ki. Aşk aydınlıklar içindeki aydınlıkların aydınlığıdır.
“Cihandaki sıcaklıklar aşk ateşindendir” (Rübâiler, 1)
“Aşk bahardır. Ben o baharda yetişmiş bir gül bahçesiyim” (Rübâiler, 985)
Mevlâna aşkı ağaç metaforuyla da anlatır:
“Aşk üstünlükte, bilgide, defterde, kitap sahifelerinde değildir(…). Aşk öyle bir nur ağacıdır ki, dalları ezelde, kökleri de ebeddedir. Bu ağaç, ne Arşa dayanır, ne de yeryüzüne, bu ağacın gövdesi de yoktur…” (Divân-ı Kebir, I, 359)
Aşkın Gücünün Dini Kavramlarla İfâdesi:
Mevlâna, eserlerinde her ne kadar beşerî aşka vurgu yapsa da onun asıl üzerinde durduğu İlahî aşktır. Ona göre her şeyin özü aşktır. Aşkın özü Allah’tır. Evrende her zerre aşk ile hareket etmektedir ve âlemin meydana gelişi de aşk iledir. Mevlâna’ya göre:
“Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Tanrı’nın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olma, geçici bir hevestir” (Mesnevî, 971)
Aşkı Tanrı sıfatı olarak gören ve bunu yeri geldikçe dillendiren Mevlâna, kâinatın oluşumunu da yine aşk odaklı dini terminolojiyle izaha çalışır. Bu açıklamalarında aşkın gücünü takip etmek kâbildir. Ona göre aşk ledün sırlarından biridir. Kâlem her şeyi yazsa da aşkı yazamaz, Aşk, arzdan arşa kadar her şeyi kaplamıştır. Nahifî’nin tercümesinden Mevlâna’yı dinleyelim:
“Bu söz her kulağa lâyık değildir. Onun için yüzlerce ledün sırrından ancak biri söylenildi”(Mesnevî, I, 1826, Nah.)
“Aşkı, her ne şekilde açıklasam da anlatsam da onu tarifte insan, dilsiz kalır.
Gerçi dil tefsire âşinâdır. Lakin dilsiz aşk daha aydınlıktır.
Kâlem, gerçi her şeyi yazar ama, aşka gelince başı döner(…)(Mesnevî, I, 117-119, Nah)
Eğer ben, aşkı şerh etmeye devam edecek olursam bu mevzu, yüz kıyamet geçse de yine tamamlanamaz!
Çünkü kıyametin bir hududu vardır. Ama Hakk’ın sıfatı sınırsızdır.
Aşkın beş yüz kanadı vardır ki her bir kanat, Arştan tâ yer altına kadar her şeyi kapsar” (Mesnevî, V, 2197-2199, Nah)
Kâinatın var oluşu gibi, yok oluşu da aşkladır. Hatta tevhidin sırrı da mecazen burada yatar.
“Aşk, o bir şuledir, parlayınca Ma’şuk’tan gayri her şeyi yakar!
Lâ kılıcı, Hakk’tan başka her şeyi keser atar. Bir bak, Lâ’dan sonra bir şey yüz gösterebilir mi?
Geride sadece illallah kalır, diğer hepsi gider. İkiliği yakan aşk onları tertemiz eder.” (Mesnevî, V, 593-595, Nah.).
Aşkın gücünü ifâde ederken Mevlâna, kıyamet motifine atıfta bulunur.
“Aşkın sıfatını söylemeye koyulursam yüz kıyamet kopar da yine noksan kalır.
Çünkü kıyametin kopacağı bir zaman, dünyanın bir sonu vardır. Fakat Tanrı sıfatına son nerde?
Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, Arştan yer altına kadar bütün kâinatı kaplar” (Mesnevî, V, 2189-2191)
“Aşk’tan başka ne varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki âlem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir” (Mesnevî, V, 2726
Mevlâna, “aşkı tariflere sığdıramaz; ama tesirini, aşkın gücünü anlatmadan edemez. Ona göre kâinatın yaratılış sebebi olan aşk, yine kâinatın intizamı ve devamı konusunda sonsuz cazibesiyle birleştirici bir güçtür” (E.Yeniterzi, s. 62) Nitekim:
“Aferin üstat Akl-ı Küll’e yüz binlerce zerreye birlik bahşetti.”(Mesnevî, II, 3765 ) demektedir.
Mevlâna kâinatın oluşumunda aşkı ifâde ederken, İslâm literatüründe çok tutunmuş ama, kaynağı zayıf veya mevzu olan hadis-i kutsilere de yer verir. Bunlardan biri “Levlâke..(sen olmasaydın)’dir. Onu da uygun bir konteks içinde zikreder.
“Pak aşk, Muhammed’le eşti. Tanrı aşk yüzünden ona ‘Levlâke(=sen olmasaydın’ dedi.
Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Tanrı, onu Peygamberler içinden seçti.
Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim?
Ben, aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim”(Mesnevî, V, 2735-2740)
Burada Hz. Peygamber’in aşk konusunda diğer peygamberlerden üstün olduğuna da vurgu yapılırken, göklerin aşkla var edildiği de belirtiliyor.
İlahî aşkın yüceliğini ve ebedîliğini ifâde ederken Mevlâna, bütün peygamberlerin ve velilerin o aşka talip olduklarını belirtir.
“Fâniye olan aşk ebedî değildir…Ruhun sefası olan ilahî aşk bakidir
Daima diri ve bakî olana âşık ol. Sırrını o nura kavuştur.
O’nun aşkını iste, Zira peygamberler, veliler bu aşkı, iksirin ta kendisi bildiler.” (Mesnevî, I, 214, 226-230, Nah.)
“Külle âşık olanlar, cüz’e itibar etmez. Cüz’e meyleden, küllün müştakı değildir” (Mesnevî, I, 2904, Nah)
Kur’anda adı geçen bazı peygamberlerle diğer mümtaz şahsiyetler, aşkın önemi ve gücüne konu edilmiştir.
“Ey Âşık! Aşk; Tur’un canı oldu. Tur sarhoş. Musa da düşüp bayılmış!” (Mesnevî, I, 25-26)
“Aşk Yusuf’un havasına kapılan Züleyha gibi, insanı hayran eder”(Mesnevî, V, 3753)
“Aşk olmasaydı(…)büyüyüp yetişen nebatlar nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi
Ruh nasıl oldu da o nefese feda olurdu, onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?” (Mesnevî, V,3855)
Hz. Ebu Bekir’in diğer sahabelere tercih edilmesinin tek sebebi ondaki ilahî aşkın kuvvetidir. Bu konuda Mevlâna şunları söyler:
“‘Hz. Ebu Bekir; namazı, orucu ve sadakası ile diğer ashaba tercih edilmedi. O, kalbindeki iman ile tekrim olundu’ hadisinde bildirildiği gibi, Hz. Ebu Bekir’in başkalarına üstünlüğü çok namaz kıldığı ve oruç tuttuğu için değildir; Cenab-ı Hakk’a duyduğu muhabbet sebebiyledir. Kıyamette namazları, oruçları, sadakaları getirip teraziye koyarlar. Fakat sevgiyi getirdikleri zaman bu İlahî aşk teraziye sığmaz. Bu yüzden asıl olan aşktır” (Fihi Mafihi, s. 325-326) Mevlâna burada hem Hz. Ebu Bekir’i aşk hususunda tarif ederken, aynı zamanda aşkın ahiretteki teraziye sığmayacağını belirterek, onun gücüne ve büyüklüğüne vurgu yapmıştır.
Mevlâna’ya göre aşk cehennemi söndürecek yegâne iksirdir. Bu konuda Sırat köprüsü üzerinden mü’minler geçerken cehennemin: “Ey Mü’min çabuk geç; çünkü senin nurun benim ateşimi söndürmede” diye seslendiğini belirten hadisten hareketle şunları kaydeder:
“Aşk mekansızlık âleminde kızgınlık madenidir.
Yedi cehennem onun kıvılcımından bir dumandır.
Ey temiz adam, bu yüzden cehennem; âşığın ateşinden zayıflar, söner.
Cehennem der ki; ‘Ey ulu er, çabuk geç. Yoksa ateşlerinden ateşim sönecek’(…)
Cennet de ona, yel gibi geç, yoksa neyim varsa mahvolup gidecek
Ondan cehennem de titrer cennetler de. Ondan ne buna aman vardır, ne ona” (Mesnevî, VI, 4607-4614)
Mevlâna’da din, mezhep, şeriat ve ibâdet gibi kavramlar da aşk odaklı izahlara konu olurlar. Aşkın etkin gücünün temerküz ettiği bu kavramlar kendi içinde yeni yorumlar kazanır.
“Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır. Âşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de” (Mesnevî, II, 1770)
“Âşığın günü de odur, rızkı da. Âşığın gönlü de odur, gönlünün yanışı da” (Mesnevî, VI, 4046)
“Bizim peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşkın çocuğuyuz, aşk da bizim annemiz” (Rübâiler, 49)
“Aşk mezhebinde aşkın yolu yoktur. Aşk ucu bucağı görünmeyen bir denizdir.
Onda boğulanların feryat ve iniltisi, yalvarışı olmaz” (Rübâiler, 216)
“Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır. Aşk Tanrı sıfatıdır. Fakat korku, şehvete kapılmış, kulun sıfatıdır”
Kur’an’da ‘Onlar Tanrı’yı severler sözünü okudun ya, bu söz, ‘Tanrı da onları sever’ sözüne eştir”(Mesnevî, V,2184-2186)
“Bir yerde aşk fazlalaştı, derdi artırdı mı orada ne Ebu Hanife bir ders verebilir, ne Şâfî ?” (Mesnevî, III, 3832)
“Aşkın beşle altıyla işi yoktur. Onun maksadı ancak sevgilinin kendisini çekmesidir” (Mesnevî, VI; 5)
“Be serkeş herif, din kazancı aşktır, gönül cezbesidir. Hak nuruna kabiliyettir.” (Mesnevî, II, 2602)
Mevlâna ibâdet konusunda aşkı esas alır. Aşksız yapılan ibâdet ona göre ibâdet değildir. İbâdetten beklentileri konusunda insanları üçe ayırır. Kimi, cenneti elde etmek için ibâdet eder, bunlar, karlı bir işe önceden yatırım yapan tüccar gibidirler. Kimi cehennem korkusuyla ibâdet eder. Bunlar da korku sebebiyle itaat eden köle gibidirler. Asıl olan âşığın ibâdetidir. Ma’şuku olan Tanrı ister onu cennete isterse cehennemine koyar, fark etmez o, sadece O’nun için, O istediği için ve O’nu sevdiği için O’na ibâdet eder.
Mevlâna, tasavvuf literatüründe sıkça başvurulan kadeh, şarap, meyhane motiflerini sembol olarak kullanmada diğerlerinden geri kalmaz. İlahî sarhoşluğu, ibâdet konusunda da metaforik bir form içinde sunar.
Mevlâna’ya göre, kişi, ilahî sarhoşluğu, tefekkür ederken, ibâdet halindeyken de yakalayabilir. Kulun ibâdetinden zevk alması Tanrı’nın aşkıyla sarhoş olmasındandır. Ona göre şarap gayb âleminden, testi bu cihandandır.
“Şarap içmeye alışmış olan, şaraba doyamaz. Arap, onun için şaraba müdam adını taktı
Hakikat şarabını aşk, kaynatır, coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü âşıka gizlice sâkilik eden aşktır.
Tanrı inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden!
Hidayet şarabı çoğaldı arttı mı şaraptaki kuvvet, sürahiyi kırar”(Mesnevî, III, 4741-4744)
Aşkı dinin temeli gören Mevlâna, Rübâiler’inde yine onu meyhane tasviriyle tanımlar. Aşkın gamında bile ilahî huzuru gerekli gören temel ibâdetler vardır.
“Aşk meyhanesine girmeyenler kısırdır.
Çünkü o meyhane dinin temelidir.” (Rübâiler, 382)
“Ey sevimli can! Aşkın gamından uzak kalma!
Çünkü onun her nefesinde bin oruç ve namaz vardır.” (Rübâiler, 703
Mevlâna, aşkın gücü ve önemi konusunda dini terimleri kullanırken Şeytan’ı da ihmal etmez. Ona göre aşkın en büyük düşmanı şeytandır. O, İnsanı mümkün mertebe aşktan uzaklaştırmaya çalışır. İnsan şehvete, maddî nesnelere âşık olsun oralarda kalsın ister. İnsan da bir aşkı elde edince başka bir aşkı unutur. Maddî nesnelere âşık olan Allah’ı, Allah’a âşık olan da bu dünyayı unutur.
Aşkın mahiyeti ve gücünün evrenselliğini açıklarken, dini terminolojiyi kullanma hususunda Mevlâna’yı izleyenler de olmuştur. Özellikle kendisini Mevlâna’nın sesinin yankısı gören, Pakistanlı ünlü düşünür Muhammed İkbâl bunlardan biridir. Nitekim o da üstadı Mevlâna gibidir. İkbâli dinliyoruz:
“Aşk, Cebrail’in nefesi; aşk, Mustafa’nın kalbi,
Aşk, Allah’ın Resulü; aşk Allah’ın kelâmıdır
Aşkın kıvamıyla yaratıkların yüzü parlar
Aşk cömert bir kadeh; aşk halis bir şaraptır.
Aşk, haremin fakihi; aşk ordunun rehberi;
Aşk, bir yolcu; onun binlerce uğrak yeri vardır!
Hayat telindeki melodi aşk mızrabıyladır
Aşk, hayatın harareti; aşk hayatın ışığıdır (İkbâl, Aşk ve Tutku, s.108)
Aklın, kalbin, nazarın birinci mürşidi aşk
Aşksıza şeriat ve din, tefekkür puthanesidir!
Sıdk-ı İbrahim’de aşk, sabr-ı Hüseyin’de aşk!
Bu varlık savaşında Bedir ve Huneyn de aşk!
Ey aşk, ey kâinat ayetinin geç kavranmış meâli
Senin peşindedir renk ve koku kafileleri (=zahir ve batın inanç grupları)(s. 102)
Görüldüğü üzere, tıpkı Mevlâna’da olduğu gibi İkbâl göre aşk, hayatın ve dinin özüdür. Aşkın özü de benlikte gerçekleşir. Onun için dinin ve hayatın özünü yakalamak isteyenler, kapsamlı bir benlik eğitiminden geçerek İlahî aşka kavuşmalıdırlar. (s. 104)
İlahî aşkla müjdelenen ve yüce padişahın huzuruna varan kişi,maddî varlıklarından sıyrılmış kişidir. Bu hâl üzere öyle bir mertebeye ulaşmıştır ki, onlara “felek de secde eder, güneş de, ay da” (Mesnevî, I, 3003)
Aşkın İnsandaki Tezâhürü:
Aşkın insanın bedeni ve ruhunda bir takım değişikliklere yol açtığını belirten Mevlâna, insanın psikolojik ve ahlâkî değişim ve gelişiminin aşkla gerçekleştiğini savunur. Eserlerinde bu hususu çeşitli perspektiflerden ele alır.
Aşk insana hayat verir:
“Aşksız gönüle sahip olan, padişah bile olsa kefene bürünmüş, mezara gömülmüş ölüden başka bir şey değildir” (Divan-ı Kebir, V, s. 20)
“Aşk bengisudur. Bu suya gel!
Bu denizden gelen her damla başka bir hayattır” (Rübâiler, 53)
“Aşk öyle bir iksirdir ki, içinde şark kimyası vardır” (Rübâiler, 1265)
“Bana aşktan başkası yoldaş olmadı. Ne dünyaya gelmeden önce, ne de daha sonra aşksız yaşadım.” (Rübâiler, 38)
“Kurt, ayı ve aslan bile aşk nedir, biliyor. Artık aşktan kör olan kişi köpekten de aşağıdır” (Mesnevî, V, 2002)
“Aşksız ömrü hesaba sayma; O, sayıdan dışarıda kalacaktır çünkü”(Mecâlis-i Seb’a, s. 43)
Aşk insanın gıdasıdır:
Bu hususta hem mecazi anlatımlara hem metaforik üsluba yer verildiği görülmektedir. Aşk, hem insanı besler hem de insandan beslenir.
“Canlıların gıdası aşktır. Bundan dolayı, ruhların gıdası açlıktır”(Mesnevî, V, 3034)
“Aşk büyüklere baldır, çocuklara süt. O, her gemiye yüklenen ve geminin ağırlığından fazla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür”(Mesnevî, VI, 3998)
“Âşık çocuğa benzer. Memeden süt emer durur. O iki âlemde de sütten başka bir şey bilmez” (Mesnevî, VI, 4048)
“Âşıkın gıdası, ekmeksiz ekmeğe âşık olmaktır. Aşkında doğru olan kişi varlığa bağlanmaz.” (Mesnevî, III, 3020)
Aşk insanı ilahî Varlık’a götürür:
“Hakikat şarabını aşk, kaynatır coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü aşığa gizlice sâkilik eden aşktır.
Tanrı inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden!” (Mesnevî, 4742-4743)
Sarhoşlukla ilgili beyitlerde geçen şarap, can suyu; sürahi veya kadeh, beden; sâkilik eden, aşk; sarhoşluk da Tanrı’ya olan yakınlıktan dolayı kişinin içinde bulunduğu haldir. Kişi bu halde, benliğinden uzaktır. Aşk bir nevi sarhoşluk olduğu için bu benzetme yapılmıştır.
Bazı filozoflar gibi, sufiler de aşkı ikiye ayırır: Gerçek ve geçici aşk. Geçici aşk, her hangi birine duyulan aşktır. Bu da makbuldür. Çünkü seven kişi, mahbûbuna karşı sevgisi nispetinde kayıtlı olduğu şeylerden vaz geçer. Böylece hürriyete doğru yol alır. Aslında geçici aşk, gerçek aşka bir köprüdür. Gerçek aşk ise Tanrı’ya olan aşktır.İnsandaki cezbeyi, Tanrı’nın kulunu çekişini meydana getirir. Cezbe de sâlikin varlığını eritir (Gölpınarlı, Mevl. Cel., s. 164) İşte Mevlâna da bir mutasavvıf düşünür olarak aynı fikirleri paylaşır.
Mevlâna’ya göre aşk, yalnız ebedî olan bir Varlık’a yönelmelidir. Ölümsüz bir hayat hakkına sahip olan, her varlığa can veren aşk, ölümlü, sonlu bir şeye yönelirse hem güzelliğini, hem de anlamını yitirir. (Rüstemov, s. 128)
Aşk ızdırabı insanı mecnun eder:
“Aşk ızdırabına hiçbir yâr, hiçbir ortak yoktur.
Âşıka âlemde bir tek mahrem bulunmaz.
Âşıktan daha deli kimse yoktur. Akıl, onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.
Çünkü bu, herkesin deliliğine benzemez ki,
Hekimlik bilgisinde bunu iyileştirecek hükümler yoktur” (Mesnevî, VI, 1978-1980)
Mevlâna’nın burada delilikten kastettiği şey, patolojik bir rahatsızlık anlamında bir delilik değil fakat, Allah’a ulaşmada aşırı arzunun girdabında olmaktır. Nitekim Türkçemiz’de çok çalışanlara, aşırı gayret gösterenlere “işinin delisidir” dediğimiz gibi. Zaten bu durumda olan kişinin çevresiyle pek diyalogu da olmaz.
Aşk insanı dünyaya bağlanmaktan korur:
Kişinin, dünyaya gönül vermesi, kendini mal, mülk ve makam sevgisinin esiri kılması, onun yükselmesine, Allah’a ulaşmasına engel olan ve onun ruhuna sarılmış bir nevi zincirlerdir. Kişi bu gibi maddî ve dünyevî kayıtlardan kurtulmalıdır. Nitekim Mevlâna diyor ki:
“Aşkında doğru olan kişi varlığa bağlanmaz. Âşıkın varlıkla işi yoktur.
Âşıklar kârı sermayesiz elde ederler. Kanatları yoktur âlemin etrafında uçarlar.
Elleri yoktur topu meydandan kaparlar (Mesnevî, III, 3020)
“Akıllı adam, şarabı üzümde görür…Âşık varı yokta bulur” ( Mesnevî, III, 3753)
“Âşıklar her nefeste bir yanış vardır. Yıkık köyden haraç, öşür alınmaz.” (Mesnevî, II, 1763)
“Dünyaya bağlanan insan âleme sultan olsa da, gerçekte ölüdür”(Rübâiler, 196)
“Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan, senden başkası değildir. (Mesnevî, VI, 1983)
Aşk insanı olumsuz sıfatlardan arındırır:
Aşkın kuru bir sevdadan ibaret olmaması gerektiğini telkin eden Mevlâna’ya göre:
“Âşık sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır.
Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar”(Mesnevî, V, 586-588)
“Be serkeş herif, din kazancı aşktır, gönül cezbesidir. Hak nuruna kabiliyettir.
Bu aşağılık nefis, senden fâni kazanç ister. Fakat niceye kadar aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık, yeter!
Aşağılık nefis eğer senden yüce bir kazanç dilese bile bu dilekte hile ve düzen vardır” ( Mesnevî, II, 2602-2604)
“Vesvesenin ağzını bağlayan, ancak aşktır. Yoksa vesveseyi kim bağlayabilmiş ki.” (Mesnevî, I, 2645)
Mevlâna’ya göre insan, kendi özündeki güzelliğe doğru yol alıp, hamlıktan olgunluğa geçmelidir. Bunu gerçekleşmesi için, nefsin olumsuz sıfatlardan ve her türlü ahlâki kötülükten arınmış olması gerekir ki, onun Tanrı’yla irtibatı söz konusu olsun. Yani kişi, kendi egosuyla mücâdelesinde gâlip gelmeli ki, kalbini ilahî ilhamlara açık tutabilsin. (Yakıt, Aşk Metaf.,s. 35)
Mevlâna’ya göre, insanın nefsindeki hırs, kin, nefret, kıskançlık ve bencillik gibi olumsuz sıfatlar, ancak sevgiyle, aşkla ortadan kalkar. Bilhassa bencillik, insanın mutlu olmasını engelleyen bir zafiyettir. Aşk ve sevgi kişinin bencilliğini ortadan kaldırır. İnsanı diğergam yapar. Mutluluğun önündeki engeller sevgiyle birer birer ortadan kalkar.
Aşk insanı olumlu sıfatlar kazandırır:
Aşk, insanı güzel ahlâk sahibi yapar, kendisindeki sevgi, saygı gibi duyguları kuvvetlendirir. Sevgi ve saygı da karşılıklı hizmet duygusunu kuvvetlendirir. Seven, sayar ve hizmet eder. Sayan da sever ve hizmet aşkına kavuşur. İnsan vefa sahibi olur. Olumlu sıfatlar kazanan insan beşerî sevgiden ilahî sevgiye, beşerî aşktan ilahî aşka yükselir. Tıpkı, Leyla’ya olan aşkıyla yola çıkan Mecnun’un sonunda ilahî aşka ulaşması gibi.
İlahi aşka ulaşmış kişide gönül temizliği tam anlamıyla gerçekleşmiştir. Tanrı, işte bu temiz gönüllere nazar eder. Mevlâna’yı dinliyoruz:
“Peygamber ‘Tanrı suretlerinize bakmaz, kalbe bakar.
Kalp işlerinizi düzene koyun’ demiştir.
Tanrı, Ben sana, bir gönül sahibinden bakarım.
Secdene, altın vermene bakmam bile demektedir
Sen, gönlünü gönül sandın da gönül sahiplerini aramayı bıraktın.
Gönül öyle bir varlıktır ki, bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya koysan kaybolur gider…
Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Tanrı, altı cihetten de o aynada nazar eder durur” (Mesnevî, V, 869-874)
İşte insanoğlunu gönül temizliğine kavuşturan aşktır. Eğer insan çevresindeki suretlere gönlünü kaptırırsa, Mevlâna’ya göre, Yaratanı’nı düşünmez olur. Hakiki nuru da fark edemez.
Aşk insanı belalara cefalara karşı dayanıklı yapar, insandaki sabır yeteneği gelişir. Böylece insan güçlü ve dayanıklı olur.
“Aşk dâvaya benzer, cefa çekmek de şâhide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki!
Kadı senden şahit isterse incinme. Yılanı öp ki hazineyi elde edesin!
Zaten o cefâ sana değildir ki ey oğul… sendeki kötü huyadır.
Sopayla kilimi vuran, kilimi dövmez, tozlarını silker!
Kızıp atı döven, hakikatte atı dövmez, aksak yürüyüşünü döver”(Mesnevî, III, 4009-4013)
Burada, Mevlâna’nın kötü huyların terk edilip, güzel huyların kazanılması hususunda eğitim anlayışını görmekteyiz.
Mevlâna’ya göre aşk insanı uyumlu ve mutlu eder. Zira seven ve sevilen olabilmesi için bir insanın önce kendi özüyle, sonra çevresiyle ve nihayet Tanrı’yla uyumlu olması gerekir. Zaten bu uyumluluklar mutluluğun özüdür.
Aşk ruhun hürriyetini gerçekleştirir:
Mevlâna’nın beşeriyeti aşka çağırmada bu kadar ısrarlı olmasının sebebi, onları özgürlüğünü elde etmiş birer “ben” olmaya, ahlâki gelişimini tamamlamış ve gerçek Varlık’a erişmiş birer insan olmaya çağırmak içindir. Bu çağrı, başta insanın kendi nefsi olmak üzere, kişisel özgürlük ve gelişimini engelleyecek ölçüde, başka şeylere bağımlı olmaktan koruma çağrısıdır.
Bu bağımlılık, bazen yeme, içme, zevk ve sefa gibi nefsanî; bazen mal, mülk, para vs. Gibi maddî; bazen de makam, şöhret ve itibar gibi sosyal içerikli şeylere duyulan aşırı hırs ve tutkulardır(Yaran, s. 22). Kötü olan bunların varlığı değil, insanın bunlara esir olmasıdır. Bu durumda, insanın ebedî Varlık’a vuslatını engelleyen aşırı birer tehlike oluştururlar. Bundan kurtulmanın yegâne yolu sevgidir, aşktır. Zaten o aşk için: “Bütün hastalıklarımızın hekimidir” (Mesnevî, I, 24) demektedir.
Dolayısıyla insan-ı kâmil olmanın yolu, ruhun hürriyetinden geçmektedir. Ruhunu özgür kılan insan, kendini gerçekleştirmiş insandır. Buna engel olan şey maddî varlıklara, heva ve heveslere tutku ve bağımlılıktır. Bundan kurtulmanın en emin yolu aşktır.(Yakıt, Batı Düş. Ve Mevl., s. 38 vd.)
Aşkın Toplumsal Etkisi:
Mevlâna’ya göre, kendini aşkla keşfeden insan, kendinde bulduğu birtakım değerleri, güzellikleri başkasında da görmeye başlar. Gönülde, Hakk sevgisiyle insan sevgisi birleşir. Toplumdaki kırgınlıklar, hakaretler, küslük ve dargınlıklar kalkar. İnsanlar arası yardımlaşma çoğalır, bencillikler, nankörlükler çeşitli varoluş krizleri ve akla gelebilecek diğer bütün engeller ortadan kalkar ve vefalı insanların sayısı artar. Toplum hayatındaki anlaşmazlıklar minimum düzeye indirilir. Böylece toplumda fertler arası sosyal ahlâk tesis edilir. Tıpkı hadiste Hz. Peygamber’in “Mü’min mü’minin aynasıdır” dediği gibi, fertler toplumda birbirini ahlâki denetime tabi tutarlar.
Mevlâna, sevgi ve aşkla, insan nefsinin kontrol altına alınabileceği ve böylece toplumda ben merkezcilikten biz merkezciliğe geçilebileceği, başkalarının acıları paylaşıldıkça azalacağı, sevinçlerinin paylaşılmasıyla da çoğalacağı kanaatindedir. Bencil nefislerin sevgi eğitimiyle diğergam ve cömert birer fert olmaları, her konuda birbiriyle yardımlaşan ve sağlam bir duvarın birbirine kenetlenmiş tuğlaları gibi, mutlu bir toplum oluşturmalarının teminatıdır. Kısaca sevginin halledemeyeceği bir şey yoktur. Mevlâna diyor ki:
“Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.
Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hâle gelir, sevgiden dertler şifa bulur
Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.
Bu sevgi de bilgi neticesidir…” (Mesnevî, II, 1529-1532)
Mevlâna toplumsal hayatın akıl ve bilgiyle tanzim edildiği ve aşk ve sevgiyle devam ettirildi kanaatindedir. Sevgiden soyutlanmış bir toplumda, insanların birbirine güveni kalmaz. Fertleri birbirine güvenmeyen bir toplumun payidar olması mümkün değildir.
Netice
Mevlâna’nın aşkın ve sevginin gücü konusunda binlerce beyitten mürekkep eserlerinde vermek istediği mesaj, aşkın ve sevginin her şeyin temelinde var oluşudur. Çeşitli, temsiller, benzetmeler, semboller, anekdotlar ve metaforlarla vurgulamak istediği budur. Ona göre, Aşk, Tanrı’nın bir sıfatıdır ve yaratılmışların özünde vardır. Kâinat aşk’tan var edilmiştir. Dinin temeli, ibâdetin özü, kişinin dünyevî ve uhrevî mutluluğu hep aşkladır. Kişinin ilahî tecellilere mahzar olmasının toplumdaki barış, huzur ve kardeşliğin esası aşktır, sevgidir. Aşk, sadece mutasavvıf ve sufîlerin yaşayacağı bir hal değil, her insanın tecrübe edebileceği bir gerçektir. Mevlâna’ya göre, insan, insan olma şuuruna ancak aşkla, sevgiyle ulaşabilmektedir. Aşk, varoluşun ve hayatın devamının yegâne sebebi ve kaynağıdır ve onun gücüne sınır yoktur.
Kaynaklar
Gölpınarlı, A., Mevlâna Celâleddin, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1985
Mevlâna C. R., Mesnevî-i Ma’nevî: terc. A. Gölpınarlı, “Mesnevi ve Şerhi” (I-VI), 2. Baskı, MEB, İstanbul, 1985; Veled İzbudak terc.,”Mesnevî”, 2. Baskı, MEB, İstanbul, 1990; Manzum Nahifî Terc., “Mesnevî-i Şerif”, Haz. A. Çelebioğlu, 2. Baskı, MEB, İstanbul, 2000;
Mevlâna Fihi Mâfihi Terc. M.Ü.. Anbarcıoğlu, 3. baskı,.M.E.B. İstanbul 1969
Mevlâna, C. R. Divân-ı Kebir, (I-VII), Haz., A. Gölpınarlı, Kültür Bakanlığı, 1383, Klasik türk Eserleri, 17, Anadolu Üniversitesi basımevi, Eskişehir, 1992
Mevlâna, C. R., Mecâlis-i Seb’a (Yedi Meclis), Haz., A. Gölpınarlı, Konya, 1965
Mevlâna, C. R., Mevlâna’nın Rübâileri, çev. M. Nuri Gençosman, Şark-İslâm Klasikleri, MEB, İstanbul, 1994
Rüstemov, Y., Mövlana Celaleddin Ruminin Sufilik Felsefesi, Baki, 2006
Yakıt, İ., “Aşk Metafiziği” Türk Kültürü, Edebiyatı ve Sanatında Mevlâna ve Mevlevîlik Ulusal Sempozyumu, Bildiriler, Konya, 2007
Yakıt, İ., Batı Düşüncesi ve Mevlâna, 2. Baskı, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2000
Yaran, C. S.,“Mevlâna ve Evrensel Çağrısı”, Diyanet Aylık Dergi, S. 192, Aralık, 2006
Yeniterzi, E., “Mevlâna’nın Sevgi Anlayışı”, Mevlâna Panellerinde Sunulan Bildirile, I, Konya, 2000
(Bu yazı, 26-28 Ekim 2007 tarihinde Şanlıurfa Harran Üniversitesinde “Uluslararası Mevlana ve Mevlevilik Sempozyumu”da bildiri olarak sunulmuştur.)