EY İNSAN!
Filiz Konca
Hz. Mevlana mürşid kitap olan “Mesnevi” sinde şöyle bir hikaye anlatır.
“…O köle, nazenin padişaha savaşla, varlıkla, kinle dolu bir mektup yazıp gönderir.
Kalıbın, cesedin mektuptur, ona dikkat et, padişaha layık mı, değil mi? Bir anla da sonra gönder! Bir bucağa git, mektubu aç, oku… Bak bakalım, içindeki sözler, padişahlara layık olan sözler mi? Layık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!
Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü! Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir bu, çocuk işi değil!
Hepimiz, fihriste kani olmuş kalmışız… Çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!
Halbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.
Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah, doğruyu daha iyi bilir! Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer… Halbuki sen gönül mektubunun metnini sına! Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!
Ağır bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki! Asıl içine bak…Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse taşı! Yoksa çuvalındaki taşları boşalt… Kendini bu saçma işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin! Çuvala aklı erer padişahlara, sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!”
Hz. Mevlana; heva, heves ve hırstan kurtulmanın gerektiğine dikkat çekiyor. Başka bir yerde Hz. Mevlana şöyle der:
“Haktan gayri olan herşey tatlı bal bile olsa yılan zehridir.”
Ötelerde sap ve saman birbirinden ayrıldığında inci veren sedefler gibi insana da yakışan hakiki insan olmaktır.
Hz. Mevlana “Mesnevi”sinde şöyle bir hikaye anlatır:
Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Allah (c.c), yapıp düzdün, neden yine bozar yıkarsın? Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın… Sonra bunları yıkar, mahvedersin; neden?
Allah dedi ki: Bu suali inkar yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun, biliyorum. Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim. Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun… Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun. Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın. Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz. Sual de bilgiden doğar, cevap da… Nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş… Nitekim acı da rutubetten hasıl olur, tatlı da! Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir… Hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
Allah Kelim”i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı. Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim. Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine adeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
Allah buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy.
Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel! Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti… Orağı alıp biçmeye başladı.
Gaybtan kulağına bir ses geldi:
Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun?
Musa dedi ki:
Yarabbi, burada tane de var saman da… Onun için kesiyorum. Çünkü tanenin saman ambarına konması layık değil… Saman da buğday ambarına konursa yazık olur! Bu ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka elerken ayırt etmek lazım.
Allah dedi ki:
Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun?
Musa:
Allah”ım bana bu temyizi sen verdin dedi…
Allah dedi ki:
Öyleyse bende nasıl olur da temyiz olmaz? Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da.
Bu sedeflerin hepsi bir değil… Birisinde inci var, öbüründe boncuk! Buğdayları samandan ayırmak nasıl lazımsa bu iyiyi de kötüyü de ayırmak vacip. Bu alem halkı, hikmet hazineleri gizli kalmasın, meydana çıksın diye yaratılmıştır. Ben bir hazineydim dedi Allah, hem de gizli… Bunu duyda cevherini kaybetme, meydana çıkar!
Ehlullah bu beyitleri şöyle açıklıyor:
“ …Hz. Pir diyor ki; halk arasında saf ve temiz ruhlu insanlar mevcut olduğu gibi kara ruhlular da vardır. Samandan buğdayı ayırır gibi bunlar ayrılacak, müstehak oldukları yere götürülecektir. Dünya, ahiretin bir mezrası, bir ekim yeridir…Amellerine göre mücrimler, muhsinlerden seçilip ayrılacaktır. Çünkü her sedef inci vermez. Ondan boncuk ta çıkar. Nitekim “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, halkı da bilinmek için halk ettim.” hadis-i kudsisi, bütün mahlukatın, Allah” ın hikmet ve sıfatları gizli kalmasın, meydana çıksın diye yaratıldığına ve bu hikmetler hazinesinin bilhassa bizim varlığımızda gizli olduğuna işaret buyurmaktadır.
İşte hakiki insan bu zati cevheri zayi etmez, arar ve mümtazlar sınıfına geçer.” İnsanın değerini Hz. Mevlana ne de güzel anlatır: “Bütünden ayrılan her parça ölür, yok olur. Vucuttan kopan her organ murdar olur.”
Hz. Mevlana “Mesnevi” sinde şöyle bir hikaye de anlatır:
Gazneli Sultan Mahmut bir gün divana gittiğinde bütün memleket büyüklerinin orada toplanmış olduklarını gördü. Beylerini ve vezirlerini denemek istedi. Işık saçan bir inci çıkararak vezirine uzattı: “Bu nasıl bir incidir, değeri ne olabilir?” diye sorunca, Vezir: “Bu çok kıymetli bir incidir, yüz eşek yükü altın eder.” Dedi.
Padişah: “Bu inciyi kır.” Dedi.
Vezir: “Efendim, dedi. Ben bunu nasıl yapabilirim, ben padişahımın iyiliğini dileyen bir kişiyim, eğer kırarsam, bu size kötülük olur.” Dedi.
Padişah vezirin bu davranışını takdir etti ve ona çok değerli şeyler hediye etti.
Padişah bir müddet konuştuktan ve bu bahis unutulduktan sonra aynı inciyi perdecinin eline verdi. Ve: “Bunun bir müşterisi çıksa acaba buna ne verir?” Dedi.
Perdeci: “Bu inci ülkenin yarısı değerindedir.” Dedi.
Padişah ona da: “Bu inciyi kır, parçala.” Dedi.
Perdeci: “Ey sultanların sultanı bunu kırmak çok yazık olacak, böyle değerli bir inci ancak sizin gibi eşsiz bir padişaha layıktır, onu kırmak olmaz. Bunu yapmak padişaha ve hazinesine düşmanlık olur.” Dedi.
Padişah perdecinin bu söylediklerini de çok beğendi ona da çok değerli hediyeler verdi.
Biraz sonra inciyi başka birine verdi, o da benzer şeyler söyledi. Padişah ona da değerli hediyeler verdi. Böylelikle birçok kişiyi sınayan padişah sonunda sadık bendesi Eyaz”ı çağırdı. Ona da inciyi vererek değerini sordu, sonra da:
“Kır bunu.” Dedi.
Eyaz hiç düşünmeden inciyi paramparça etti.
Etrafındakiler acıdılar:
“Ey Eyaz ne yaptın öyle değerli bir inciye kıyılır mı? Bu padişahın hazinesine ve padişaha hıyanettir. Nasıl yaptın bunu?” Dediler.
Eyaz dedi ki:
“Ey ünlü büyükler! Kıymetçe padişahın buyruğu mu daha iyidir, inci mi? Allah hakkı için! Size göre padişahın emri mi daha iyidir, yoksa bu güzel inci mi? Ey bakışı inciye olan, padişaha olmayan sizler! Kıbleniz gulyabanidir, yol değil. Ben gözümü padişahtan çevirmiyorum; ben müşrik gibi taşa yönelmem. Renkli taşı seçen değersiz ruh, benim padişahımı sonraya bırakır…..
Padişah eski cellada emir verdi:
“Bu aşağılık kişileri makamımdan uzaklaştır. Bir taş için bizim emrimizi kıran bu alçaklar benim makamıma nasıl layık olurlar. Bizim buyruğumuz, böyle kötülük sahiplerince renkli bir taş için hor ve değersiz oldu… ”
Eyaz padişahın yakınlığına kavuşmuştur. Eyaz bir dünya padişahının emir incisini kırmaktansa dünyayı ellerinde paramparça ediverdi.
Bir dünya padişahının emir incisini kırmaktansa dünyayı kırdı. Bir dünya padişahının bir emri bu kadar kıymetli olursa, ya Allah (c.c)” ın emri nicedir? Allah (c.c.)” ın bir emrini kırmaktansa dünyayı hiçe sayanlara selam olsun. Allah (c.c.)” ın bir emir incisini kırmaktansa bütün hayatını hiçe sayan “insan” lara selam olsun.