Mevlevilikte Semâ”
Süleyman Uludağ
İşitme ve dinleme anlamına gelen semâ”, tasavvufta, güzel sesle okunan Kur”ân”ı ve dinî konularla ilgili şiirleri, dinleme anlamına gelir. İlk sûfîlerden itibaren güzel sesle Kur”an ve teması din olan şiirlerin okunmasına, bu tarzda okunan Kur”an-ı Kerim”i ve bu nitelikteki şiirleri dinlemeye, büyük önem verilmiştir. Burada güzel sesten maksat, kulağa hoş gelen, insanın hoşuna giden ahenkli, tenasüplü ve ölçülü seslerdir. Ahenkli ve hoş nağmelerle terennüm edilen Kur”an-ı Kerim”den manevî ve derunî bir haz alındığından Hz. Peygamber: “Kur”an”ı seslerinizle süsleyiniz.” buyurmuş, Ebu Musa el-Eş”âri”nin güzel sesiyle tilavet ettiği Kur”an”ı manevî bir hazla dinlemişti.
Dînî konularda yazılan şiirlerin bestelenip okunması ve okunan bu tür şiirlerin dinlenmesi de insan ruhunu etkiler. Estetik değeri olan şiir ve bestelerden haz alma insanın doğasında var olan bir özellik olduğundan bütün dinler kutsal metinlerin terennüm edilmesine önem vermişlerdir. Hz. Davud özellikle güzel, hoş ve ahenkli nağmelerle ilâhî okuyan ve dinleyenlere örnek olmuştur.
Ölçülü ve âhenkli sesleri genellikle ölçülü ve âhenkli hareketler izler. Bu nitelikteki hareketlere devr, deverân, hareket, raks ve semâ” gibi isimler verilmiştir. Semâ” hem işitme ve dinleme hem de dinlenen âhenkli ve hoş sadanın tesiriyle hareket ve raks etme anlamında kullanılmıştır. Genellikle dervişler döne döne raks ettiklerinden de semâ”a devir ve deveran (dönmek) da denilmiştir. O yapılan yere de Semâhane denilir.
Sûfîler sohbet ve zikir için bir araya geldiklerinde sohbet edilir, yapılan nasihatler dinlenir, bu arada konusu Allah sevgisi ve aşkı olan şiirler ve ilâhîler okunurdu. Kavval ve goyende denilen güzel sesli kişiler tarafından terennüm edilen şiirleri ve okunan ilâhîleri büyük bir zevkle dinleyen dervişler duygulanır, heyecanlanır, galeyana gelir, coşar, vecde kapılır gayri ihtiyari yerlerinden fırlar dönmeye başlarlardı. Dönme, derviş sakinleşinceye kadar sürerdi. Dervişlerin ferdî olarak ta toplu olarak ta döndükleri olurdu. Bazen dönen derviş üstündeki hırkayı atar, bu hırka kapanın elinde kalır, bazan da hırka parçalara ayrılarak dervişlere dağıtılır ve bu parçalar teberrüken muhafaza edilirdi. Buna tarh-ı hırka/remy-i hırka, temzik-ı hırka denirdi. Kuşeyri Risale”de bu tarzdaki sema ve hırka atma konusunda bilgi verir. (bkz. Kuşeyri, Risale, Kahire, 1966, s. 637/746-50) Kuşeyri”nin çağdaşı ünlü sûfî Ebu Said Ebu”l-Hayr (ö. h. 440) düzenlediği sohbet meclisinde bu şekilde sema yapmıştı. Mevlâna”nın yapmış olduğu semâ” işte bu geleneğin devamıdır.
Mevlanâ, Şems-i Tebrizî ile tanışmadan önce zâhidâne bir hayat yaşıyor, sema ile ilgilenmiyordu. Şems ile tanışıp O”nun etkisine girdikten sonra yanıp tutuşan ve coşup taşan Hz. Mevlâna, mutrib ve goyendelerin güzel sesleriyle okudukları şiirleri ve ilâhîleri büyük bir derûnî-manevî hazla dinliyor, bazı hallerde coşuyor ve gayr-i ihtiyarî (spontane) olarak kalkıp dönmeye başlıyordu. Salahaddin-i Zerkûb”un kuyumcu dükkanının önünden geçerken çekiç seslerinin âhengine kendini kaptırmış, coşmuş öğleden ikindiye kadar semâ” etmiş ve şiir okumuştur. (bkz. Câmi. Nefahatül-Üns, Trc., İst. 1289, s.523)
Çeşitli vesilelerle coşan ve vecde gelen Mevlâna bazan tek başına döne döne semâ” ediyor, semâ” ederken şiirler söylüyor, bazan da çevresindeki dostları ve müritleri de bu hususta ona eşlik ediyordu. Mevlâna için, semâ” için, belirlenen belli bir zaman, mekan ve ortam yoktu. Ne zaman içinden gelse, etkilense, duygulansa ve galeyana gelse kalkıp semâ” ediyor, çoğu zaman semâ” esnasında şiir de inşad ediyordu. Oğlu Sultan Veled ve Emir Arif Çelebi döneminde de devam eden bu semâ” anlayışı daha sonraki dönemlerde belli bir düzene girmeye başlamış, aldığı son şekle de mukabele denilmiştir. Mukabele asırlar boyu sürdürülen bir Mevlevî zikri veya âyîni/ritüeli dir. Bugün izlemekte olduğumuz semâ”, Mevlâna”dan epey sonra bu şekli almıştır.
Mevlâna gerek Mesnevî”de gerekse Divân”ında Sema”ın önemini belirtir, hatta Mesnevî”sine : “Bişnev ez ney/ dinle neyden” cümlesiyle başlar.
Pes gıda-yı âşıkan âmed semâ”
Ki-derû bâşed hayal-i ictimâ
(Semâ” aşıkların ruhları için gıdadır.
Zira onda Hakk”la beraber olma tasavvur edilir.)
Mevlâna”nın tasavvufunda ve manevî hayatında semâ”nın yeri önemlidir. Vecde gelmesine ve kalkıp dönmesine sebep olan semâ”, Mesnevî ve Divân-i Kebir gibi eserlerini vücuda getirmesini de sağlamıştır. Mevlevîlikte Hazret-i Şârih diye meşhur olan İsmail Ankaravî Minhacu”l-Fukara ve Huccetu”s-Semâ” isimli eserlerinde (Bulak, 1256, s. 60-76) “Pes Sühreverdî, Necmüddin Dâye, İbn Fârız, Ebu Talib Mekkî, Kâşânî, Gazalî ve Mevlâna gibi kâmil muhakkikler: Raks ve semâ”ı caiz görüp ibadet ve fazilet addetmişlerdir.” (Huccetu”s semâ”, s.4; Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkanı, İstanbul, 1963, s. 40, 78-109; İslam Ansiklopedisi, VIII/165-170)
Semâ” esnasında okunmak üzere çeşitli makamlarda bestelenen mevlevî ilâhîlerine âyin bunları okuyana âyin-hân denir. Söz konusu bestelerin güfteleri çoğu zaman Mevlâna”nın gazel ve rubailerinden seçilir. Bu anlamda Mevlevîlikte pek çok âyinler/ilâhîler vardır.
Devr-î kebir, Devr-i veledî, birinci, ikinci ve üçüncü selamlar, garipler semâ”, niyaz âyini, ayn-ı cem, şeb-i arûs Mevlevîlikte önemli kavramlardır.
Niyâz mukabelesinde okunan niyaz âyini/ilâhîsi şöyle başlar:
Şem-i ruhuna cismimi pervâne düşürdüm
Evrâk-ı dili âteş-i sûzâna düşürdüm
Bir katre iken kendümi ummana düşürdüm
Hayfa yolumu Vâdi-i hicrâna düşürdüm.
Takrir edemem derd-i derûnum elemim var
Mevlâ”yı seversen beni söyletme gamım var.
Mevlevî mukabelesi olarak ta bilinen Mevlevî sema”ı şiir, mûsikî, raks, edeb ve erkan gibi bir çok estetik sanat unsurlarını içerir, bunlar ruhu şaha kaldırıp yüceltmek ve böylece Hakk”a yaklaşmak için birer önemli ve vazgeçilmez vasıtalar olarak kullanılır. Bu anlayışın neticesinde Mevlevîlikte zengin bir edebiyat, mûsikî âdâb ve erkan kültürü oluşmuştur. Bu kültür yüksek zümrenin hem estetik zevki, hem de manevî hayatı bakımından büyük önem taşır.
Mevlevîlikte semâ”ın benzerlerine Halvetîlik, Kâdirîlik, Rufaîlik, Sühreverdîlik, Celvetîlik gibi tarikatlarda da rastlanır ve bu tarikatlarda buna daha çok devr veya deverân denir. Melamet ehli ve Nakşbendiyye gibi hafî zikri tercih eden bazı tarikatlar, tasavvufî ve manevî hayatlarında semâ”a ve deverâna yer vermezler.
İmam Rabbânî Mektûbât”ta (285. mektup, I /306-311) bazı hallerde sülûk ehli için semâ”ın faydalı olabileceğini kabul etmekle beraber 279. mektupta (I/266) cehrî zikrin bid”at olduğunu vurgulayarak Nakşbendiyye tarikatına girenlerin semâ”dan uzak durmaları gerektiğinin de altını çizmiştir.
Her semâ” sanma kim şeytânîdir
Bil semâ”ı ehl-i dil rahmânîdir.
Şeyh Sinan