Söyleşi
Zahide Ülkü BAKİLER’in Çağ Radyo’da
Cemalnur Sargut Hanımefendi ile yaptığı bir söyleşi:
Z.Ü.B. Aşk dedik, sabır dedik, kader dedik bütün bunları hayatımızın içine ne kadar çok yer ettiğini söyledik ve bütün yaşantımızı ele aldığımızda, bir insan olarak vazifelendirildiğimiz şeyi konuşacağız bugün “İbâdet” diyeceğiz. Ama ibâdetin de bir baş tâcı var: Namaz. Namazı zâhir ve bâtın yönleriyle anlatmaya çalışacağız. Elbette sizin çok güzel kaynaklardan o kendinize özel, o harikulade üslûbunuzla ilminizi bizimle paylaşmayı inşallah en güzel şekilde gerçekleştireceğiz. İbâdetler hayatımızın hemen hemen hepsini kapsıyor aslında. Yaşantımıza bir ibâdet olarak baktığımızda bunu söylemek yanlış olmaz değil mi? İbâdet nedir? Önce dış anlamıyla nedir? Kur”an”da bu kadar anlatılan, Efendimizin bize sürekli söylediği bir insan-ı kâmilden duyduğumuz ibâdet, ibâdet diyebildiğimiz geneli söylersek neler anlatacağız dinleyicilerimize.
C.S.- Çok teşekkürler ediyorum, bir ârifi billâh”a ait bir hikâyeyle başlamak istiyorum müsaade ederseniz. Bir ârif camide vaaz dinliyormuş.Hoca efendi cehennem hakkında bilgi veriyormuş. İnsanın günahlarından dolayı nasıl yanacağını uzun uzun anlatınca ârif üzülerek hocaya demiş ki: “Ey hocam! Allah bunları bize sormayacak, sadece bir tek şey soracak: Bütün bir ömrün boyunca ben seninleydim kulum sen kiminleydin?”. İşte ibâdet, “Ben seninleydim” dedirten hal ve hareketlerin tümüdür. İnsanın sevgilisiyle bir ve beraber olmak isteğinden doğan bir hal bu, fakat neticede suretle de yapılan bütün hareketlere ve hallere ibâdet adı veriliyor. Şimdi Hz. Mevlâna buyuruyor ki “Takva, yani ibâdet ateşi cihanı, masivallahı yaktı, sonra da tecelli şimşeği çaktı, takvayı da yaktı” buyuruyor.İşte bu çok önemli bir noktadır. İş mutlaka takvayla başlar, ne demek? Burada üç derece anlatılıyor. Takvanın, ibâdetin ilk derecesinde Allah”ın yapma dediklerini yapmamak önemlidir. İnsan aşık olur, sevgilisi için nelerden vazgeçer, nelerden, bütün sevdiği şeyleri terkeder öyle değil mi? Ya Allah aşkı insana gelirse onun için namaz kılmak bile çok basit bir hareket olarak kalmaz mı eğer şekliyle kılıyorsan. O halde takva, ibâdetin şekli kısmı insanı önce Allah”ın “Yapma” dediği ve şer”i kaidede haram denen şeylerden uzaklaştırır. Eğer gerçekten bu uzaklaşma sağlanırsa aşk artar, aşk artınca bu sefer Allah”tan başka herşeyden uzaklaşır insan. Sakın yanlış anlaşılmasın bu hal dünyadan el etek çekmek değildir. Hayır bütün güzellikleri görür ve o güzelliğin içinde Allah”ını bulur. Tıpkı benim Hocamın buyurduğu gibi: “Hüsn-ü mutlak değil midir Allah, Niçin temaşa-i hüsn olsun günah, Her hüsn bir delil-i kudrettir, Onun temaşası aynen ibâdettir”. İşte insan bu hale geldiği zaman Allah”dan başka bir şey yok.. Onu Allahtan alıkoyan herşeyi terk eder. Daha sonra öyle bir aşk oluşur ki Allah”ın lûtfu bu aşkı çoğaltır. Bu tecelli yüzü suyu hürmetine ortada hiçbir şey kalmaz, şekil de kalmaz. Yani Allah”la bir ve beraber olur insan. Bu hale Hz. Mevlana istiğrak hali diyor.Ben orada yapılan tarifi acizane çok kullanıyorum, seviyorum ve İnsan-ı Kâmil”in tarifi gibi geliyor bu bana. Hz. Mevlâna diyor ki: “Bal küpünün içine arıyı batır, artık arının kendine ait hiçbir hareketi kalmaz. Hareketi balın hareketiyledir. O halde hareket eden baldır arı değil. Ama arı da şahsiyetini kaybetmemiştir, sadece hal ve hareketini kaybetmiştir.” İşte insan bu hale gelir. Ondan konuşan Allah, ondan gören Allah, ondan iş gören Allah olur. Fakat dikkat ederseniz bu hale gelebilmek için kullukla başladı işe, yoklukla başladı. İşte namaz bütün bu hareketlerin hal diliyle Allah”a “Seni seviyorum” hitabıdır ve bütün bu hareketlerin içinde kurban, tevhid, mirâc ve zekât; halin zekâtı, vaktin zekâtı ,aklınıza gelebilecek bütün ibâdetler gizlenmiştir. Onun için namaz ibâdetlerin en önemlisidir.
Namaza başlamadan önce taharet denen temizlenme olayı vardır ki insan sevgilisini görmeye giderken nasıl makyaj yaparsa Allahının, en sevdiğinin huzuruna da o abdestle çıkar şekilcilik değildir bu ve çok önemlidir. Bir insan pırıl pırıl tertemiz banyodan çıkmış dahi olsa eğer namaza başlayacaksa tekrar o banyoya girer ve niyet ederek abdestini alır. Bu abdestin dış mânâsı; âzâları kirlerden temizlemektir. Fakat birçok iç mânâsı olduğu için temiz de olsak tekrar almak gerekir.
Şimdi iç mânâlarını sıralarsak; âzâların günahlarını temizlemek için yapılan taharet hayrat ve hasenattır. Bir insan ne kadar faydalı ise çevreye haliyle, parasıyla, puluyla, malıyla, mülküyle, sıhhatiyle, herşeyiyle kendisini feda etmişse o ölçüde âzâları günahtan temizlenir.
Nefsin tahareti nefsin temizlenmesiyse Allah”ın ahlâkıyla ahlâklanmak, Peygamberin mânâsını idrak etmek, ahlâkını yaşamak demek ya da devrin mürşidinin mânâsını yaşamak demek ve bolca tövbe etmekle gerçekleşir.
Sırrın taharetine gelince, Allah dışındaki masivayı tamamen terketmekle olur. Demek ki insan namazda abdest alırken bütün bunları yapar ve bütün bunları yaparken de ârifi billâh şu sözlerle kendine bunları yapması gerektiğini hatırlatır, bilmiyorum hiç böyle abdest alan var mı ama işin esası budur;
Ellerimizi yıkarken: Ellerimizi hayra alet et Ya Rabbi deriz.
Ağzımızı yıkarken: Bana Kevser şarabını içir Ya Rabbi deriz.
Sonra burnumuzda: Burnumu cennetin kokularıyla tatyib et deriz.
Sonra yüzümü: Sevgililerinin yüzlerini nûrlandırdığın gibi benim de yüzümü nûrlandır Ya Rabbi.
Sağ kolda: Beni tövbekâr kullarından,
Sol kolda: Beni istiğfar edenlerden kıl Ya Rabbi deriz.
Sonra başta: Bana havf –korku- ve hüznü olmayan kullarından olmayı nasip et.
Ayaklarda: Ayaklarımı münafıkların ayaklarını kaydırdığın gün sırâtımda müstakim eyle diye yıkarız.
Ve Amentü duasını okuruz.
Şimdi yukarıda sayılan bütün taharet konularını kendimize böylece hatırlattıktan sonra.
Z.Ü.B.- Aslında bu bir hatırlatma değil mi?
C.S.- >Tamamen hatırlatma.
Z.Ü.B.– Madem ki buluşmaya gidiyoruz, madem ki işin içinde bir randevu var o zaman en güzel şekilde gidiyoruz ve her âzâmızla bu istekleri de ifade etmeye hazırlıyoruz.
C.S.- Evet, bunu kendimize hatırlatıyoruz yani vücudumuzu, nefsimizi, aklımızı yabancılardan arıtıyoruz, arıttıktan sonra…
Z.Ü.B.- Bir filtre görevi görüyor sanki değil mi abdest Cemalnur Hanım.
C.S.- Çok doğru. Kendi kendimize, zaten namazda âyetleri okurken ne çok kısık sesli ne de bağırarak oku buyuruluyor, her an kendi kendimize hatırlatma var çünkü, Muhiddin-i Arabî hazretleri buyuruyor ki: “İbâdete kul olarak başla ki Allah senden tecellî edebilsin. Kul olarak başlamazsan bu tecellî zuhûr etmez”. Onun için biz kul olarak namaza başlıyoruz mesele bundan ibaret.
Aklımıza belki niçin namaz kılmamız gerektiği gelebilir. Çok iyi bildiğiniz gibi Bismillahirrahmanirrâhim Allah buyuruyor ki: “Biz sana Kevser”i verdik”. Şimdi burada verilen Kevser bize bir lutuf verdiğini hatırlatmak içindir. Tabii lütfun idrâki yine Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin buyurduğu gibi: “Suyun rengi taşıyan kaba bağlıdır” derler. Lütfun idrâki de onu taşıyan kaba bağlıdır ama hangi lütuf? “Biz sana Peygamberden zuhûr eden Kevser Şarabının sarhoşluğunu ve mestliğini nasip ettik”, “biz sana mânâmızdan mânâ aktardık, biz senin ruhunu aydınlattık, gönül vasıtasıyla Allah”a olan irtibatını sağladık.” O kadar çok şey anlaşılır ki ve en sonunda özetlersek “Biz sana Aşk verdik” Peki ne yap bunu hatırlamak için ve teşekkür için “Secde et ve kurban kes” diyorlar.
Şimdi geldik “Secde et ve kurban kes”e; “Secde et” den maksat, ben olarak başladığın namazda hiç olma seviyesine yükselmektir. Çünki Allah secdede bizi alınlarımızdan yakalar. Bir insan hiçliğini idrâk ederse, hiç olmayı bilen aklından Allah onunla irtibat kurar.
Namazın içinde kurban da var zaten değil mi? O halde bir kere namaz ve kurban yan yana anılıyor yani ikisi bir arada olması gerekiyor. O halde kurbandan esas maksat nefsi kurban etmektir tabii namazı nasıl şekliyle kılıp iç mânâsını idrak ediyorsak, kurbanı da şekliyle kesip sonra nefsi kurban etmek daha doğrudur. Fakat iç mânâsı ve esas mânâsı nefsin hazlarını kurban etmek demektir. Eğer bunu yapmazsan ebter olursun, yani Allah korusun soyun sopun, mânân, herşeyin kesilir diyor. Şimdi burada bize çok mesaj var birincisi: Bunları yap ve bunlara devam et mesajı var, bunları yap ki bu mânâ zuhûr etsin. Yani Kevser”in kesiksizliği namazladır, namazın mânâsı da nefsin hazlarını kurban etmekledir, bu ikisi çok iç içe. Peki nefsin hazlarını kurban ne demek orayı biraz inceleyelim. Diyor ki Allah “Sen iki başlı kılıcınla -Hz.Ali”nin zülfikârı – o iki başlı kılıcın bir başı muhalefet yani hayatın boyunca karşına engeller çıkacak, fikirlerine karşı gelinecek,bunların seni yolundan alakoymasına müsaade etmeyecek ve mücadele edeceksin–yani seni sevmeyen, beğenmeyen olacak ki senin nefsinin hazları kesilsin, kılıcın bir başı budur- ikinci başı gayrettir. Sen bütün bunlara rağmen Peygamberin yaptığı gibi gayrete devam edersen işte bu iki başlı kılıç senin nefsinin hazlarını keser ve sen o hale gelirsin ki etin kendine de faydalı olur –tıpkı kurbandan eve aldığımız gibi- çevredeki manevi yoksullara da faydalı olur.
“Bu kesme hadisesinde üç şey rol oynar; şeriatin kılıcı, tasavvufun edebi –yani her yerde Allah”ı görme kabiliyeti- bunlarla nefsin isteklerini kestiğinde ortaya çıkan o muazzam güzellikte çevreye örnek insan olmanı sağlar” diyor Hac Suresi.
Z.Ü.B.- O zaman Hz. Ali”nin mânâsını anlamış oluyoruz biraz değil mi? Hz. Ali boş yere “Ben dünyadan boşandım” demiyor.
C.S.-. Hz. Ali”nin kılıcı hilim kılıcıdır, fütüvvet kılıcıdır. Aslında Hz. Ali Allah”ın aslanıdır ve savaşmıştır yalan değil burası ama biliyorsun yüzüne tükürüldüğü zaman kılıcı bırakan bir Allah aslanıdır. Tüküren kişi o nûrla müslüman olmuş ve “Niye başımı kesmedin Ya Ali” diyince “Ben senin nefsinin arzu ve isteklerini hilmimin ve ilmimin kılıcıyla kestim, bak ne hale geldin buyurmuştur”. Onun için bu kılıç, bu zülfikâr aslında nefsi kurban eden kılıçtır, Hz. Ali bunun mânâsıdır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)”Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır” buyuruyor. Biraz sonra Kâbe”ye geleceğiz hacda, Kâbe”nin kapısı Hz. Ali”dir, kendi gönlümüzdeki Allah”ı bulmak için Hz. Ali”ye ihtiyacımız var.
Namazın içinde kurban, hac, mirâc, zekât ve tevhid var.
Şimdi geldik huzura, biliyorsunuz namazın iki özelliği var: Bir huzurlu olarak namaz kılmak. Huzurlu olarak kılmak demek huzurda kılmak yani kendini Allah”ın huzurunda hissetmek, insan ancak öyle huzurda olur. Allah”ı görmüyoruz ki ! O halde iki şey yapabiliriz: Ya, madem ki bize söz veriliyor mirâc namazdadır göreceksin diye henüz görme devresine gelmemişsek yani ayıksak o zaman ben olarak namaza başlarız ve Allah”ın bizi gördüğünü düşünürüz işte o zaman da huzurda oluruz.
Büyük sûfilerden Ebu Said Harras hazretlerine “Namaza nasıl durulur” diye sormuşlar. O da: “Kıyamette Allah”ın huzuruna çıkıp duracağın gibi. Öyle bir duruş ki senin ile onun arasında tercüman bulunmayacak. O sana bakacak ve soracak, sen O”na cevap vereceksin. Ve öyle bir Padişahlar Padişahının huzurunda bulunduğunu bileceksin ki ,işte zevkten mest olacaksın” diyor.
İkincisi: Allah”ın ondan tecelli ettiği bir gerçek insanı düşünerek namaz kılarız ki o insana “Adem”e secde et”(Bakara,34) emri gelmiş olsun, o kadar yüce bir insan olsun işte bu olaya huzur deniyor. Hazır olanın önünde durmak o insanı huzurlu kılar rahat ve mutlu kılar.
Namaz bir çok yerde Kur”an-ı Kerim”de salât olarak geçiyor, salât sıladan ayrı olmak demektir. Sıla biliyorsun doğduğun yer, elest âleminden ayrı olmak demektir. Esasen insan için namaza başlama vakti yedi yaştır çünkü şeriat ehli der ki yedi sene doğduğu yerden ayrı olan insan hastalanır,içini sıla özlemi sarar, işte insana namaz doğduğu yeri hatırlatan ve onu huzura kavuşturan tek mânâ olduğu için de çok önemlidir.
Şimdi İmam eşliğinde namaza başlarken Allahu Ekber diyoruz çok iyi bildiğin gibi bunun mânâsı şudur: Allahım ben senin huzurunda nefsimi kurban ederim; bunu yapabilmek için ellerimizi iki yana kaldırıyoruz dünyayı ve ahireti terk ediyoruz orada yalnız ben, kul ve Allah var. Bu öyle bir devirdir ki biraz sonra inşallah Elhamın mânâsında göreceğiz. Ahmed, Mahmud, Muhammed, Mustafa halidir. İşte bu namaz yakîn olan ikilik hali ile başlıyor. Hamd edilmesi en yüce olana hamd edilir. Muhammed yani yakîn olarak devam eder, secdede Peygamberin hakikati ortaya çıkar (Ahmed). Mahmud olarak biter. Ve en sonunda seçilmiş olmanın zevkini yaşar (Mustafa)
İşte insanın ben olarak girip, mânâsı ile kılarsa seçilmiş olarak çıktığı tek ibâdet namazdır. Kul Allah”a yakin derecesine ulaşır.
Sonra kurban keserken Allahu Ekber dersin işte öldürülmeye layık olan nefsi kurban ederken de bu sözleri söylersin, o esnada beden İsmail, can da Halil İbrahim gibidir, can bu semiz bedenin heva ve hevesini kesmek için Tekbir getirir. Beden de şehvet ve hırslardan kurtulur ,bu aradan Subhaneke okunur. Subhaneke tenzihtir o yüceliği….
Z.Ü.B.- Cemalnur Hanım biz bütün konuşmalarımızda mutlaka Peygamber efendimizden bahsediyoruz bahsetmemek de olmaz elbette başımızın tâcı, gözümüzün nûru, O”nun da gözünün nâru olan namaz var değil mi aslında. Namazla ilgili pek çok âyet olduğu gibi namazla ilgili çok fazlasıyla hadis de var. İşte Bakara Suresi”nin ilk beş âyeti ittika sahiplerinin vasıflarını sayarken, gayba imân ederler, namazlarını kılarlar ve infak ederler, diyor. Demek ki muttaki olanın da esas şartından bir tanesi namaz. Diğerlerini de inceleyeceğiz tabii ama efendimizin gözünün nûru olmasından biraz bahsedelim dilerseniz.
C.S.- Bildiğiniz gibi hadis-i şerif”te Peygamber (s.a.v.) buyuruyorlar ki; “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, koku, gözümün nûru namaz.”İki dişi article”lı kelimenin arasına erkek article ihtiva eden koku kelimesi girmiştir. Bu normalde Arapça gramere uymayan bir diziliştir. Bu diziliş bu sözün tamamen Allah tarafından Peygambere söylettirildiği, en kul halinde söylettirildiği ve Allah”ın dizişi olduğunu aşikâr eder çünkü Arapça gramere uymayışı ve o grameri çok güzel kullanan Peygamber Efendimizin diğer hadisleriyle de bağdaşmayışı bunu gösterir. Şimdi siz bana soracaksınız, sanki diğer hadislerde farklı mı diye? Mutlaka ki diğer hadisler de aynı fakat bu gayba imanın bir işaretidir, bu diziliş. Burada yaradılış bir şekilde anlatılıyor yani önce Allah kendi ruhundan ruh üfleyerek erkeği, sonra onun parçası olan ,onun eşi olan, onun yarısı olan kadını yarattı. Bu Allah”ın varlığı ondan sonra erkek yaradılışı ondan sonra da kadının yaradılışını Arapça olarak anlatan bir diziliştir. Fakat asıl enteresanı burada dişiyle anlatılan nefistir, ki bu çok kitaplarda, ve Allah”ın kitaplarında dişi vasıf nefsi anlatır. Nefis ruh makâmına erişme gücüne sahip olan vücuttaki en önemli kısımdır ve insanın şahsiyetini belirler. Nefsi hazlardan temizlersek “nefs iken adı Barik Allah oldu Ruh” haline gelir. Onun için nefis çok yüce bir makâmdır, Züleyha makâmıdır.
Z.Ü.B.- Evet, demek ki Züleyha”nın tekâmülü mümkün olduğu gibi kadında da bu potansiyel gücün fazlasıyla olduğunu görüyoruz.
C.S.- Attar bir şiirinde diyor ki: “Züleyha Yusuf”un geçeceği yere oturdu ve Yusuf”u görünce öyle bir ah etti ki, Yusuf atının üzerindeydi, elindeki kamçı o “ah”tan alev aldı ve Yusuf kamçıyı taşıyamadı attı. Atınca Züleyha bağırdı “Ey Allahım şu hale bak! O Yüceler Yücesi Peygamber, ben bir garip kadınım ama benim gönlümde taşıdığım ateşin zerresi onun eline intikal edince taşıyamıyor, atıyor”. Ondan sonra Attar buyuruyor ki: “İşte devrin Züleyhaları olmasa Yusuf”un kıymetini kim bilecek”. Onun için Peygamber olmasa Allah”ın mânâsı nasıl aşikâr olacak demektir. Hatta Anne Marie Schimmel adlı çok sevdiğim Hz. Mevlâna uzmanı o mübarek hanımefendi de Ruhum Bir Kadındı adlı eserinde Sâmiha Ayverdi”ye ithaf ettiği bu eserinde diyor ki: “Ruhun Aşk makâmıdır”. O halde demek ki bu üç mânâda kadın nefsi temsil eder. Peygamber bir kere nefsi sevdirdi demekle nefsin lüzumunu nefis olmazsa tekâmülün olmayacağını bize anlatmıştır. Kokudan maksat herkesin kokusu onun meşrebidir.
Z.Ü.B.- Burası çok önemli değil mi? Hani kadını anlayabiliyoruz namazı da anlayabiliyoruz ama kokuda ince bir ayrıntı var, çok güzel anlaşıldı bu kavram.
C.S.- Çok ince bir ayrıntı var, meşreptir. Meşrep sevilmezse hoşgörü olmaz yani Allah”ın yarattığı her meşrebin, her mânânın lüzumluluğu idrâki gelişmezse insanlara hoşgörü olmayacağı için tevhid yani birliğe gitmekte çok zorlanır insan. İşte bunları yapabilmek için de namaz gereklidir diyor Peygamber Efendimiz çünkü ancak namazda bütün bunların mânâsı aydınlanır, gözün bunları görmeye başlar namaz mirâctır.
Z.Ü.B.- İslam”ın da mânâsı bu değil mi aslında, kelime mânâsına da baktığımızda teslim, müslim, seleme kökünden gelen bir mânâ ile birlikte o zaman İslam”da herşeyden önce teslimiyet var.
C.S.- Çok önemli ,çünkü nefsi kurban etmede çok önemli bir nokta var, hep kaçırıyoruz. Hz. İbrahim”in muazzam güzelliği yani kararı verişi fakat oğlunun da “baba sen emrolunduğun üzere hareket et” demesi nefsin bu kesilişe, bu acı ve ızdıraplara hazır olduğunu ve öyle olmazsa mirâca çıkılmayacağını anlatır yani nefis hazır olmalı. Hani bir psikiyatriste gidersiniz ilk sorusu budur, henüz hastalığınla başedecek durumda mısın, hastalığını kabul ediyor musun, itiraf ediyor mu nefis hastalığı işte Allah bu itirafı istiyor orada bizden. Ondan sonra yükselme başlar.
“Tekbir namaz kılan halkı dünyaya ait düşünceden meneder, nefsin şehvetini haram eder, hakikat ehline ise masivayı haram kılar. Namazda tekbirin mânâsı ben Senin huzurunda kurban oldum demektir. Yukarıda düşündüğümüz gibi yani Hz. İsmail”in teslimiyeti nefsin ruha teslimiyetini gösterir. Ancak o zaman vücut hırslardan kurtulur. Namaz kılmayanlarda bu teslimiyet olamaz. Namaz kılanlar ise temizlenmiş kurbanlar gibidir” diyor ârifi billâhlar. Onun için namaz kılmanın önemi çok fazla. Şimdi gelelim Bismillahirrahmanirrâhim”i dedikten sonra, Allah”ın namazı bir tek onunla dahi kılabilirsiniz dediği o muazzam Fatiha Suresi”ne.
Z.Ü.B.- Evet Fatiha”ya geçeceğiz ama Cemalnur Hanım benim burada size sormak istediğim bir şey var. Dinleyicilerimize tevhidden bahsediyoruz tasavvuf çerçevesinde anlatıyoruz ve aslında gönül, gönlümüzü konuşturmaya çalışıyoruz. Gönlün söylediklerini anlatmaya çalışıyoruz ve bütün bunları düşünürken yüzyıllardır varolan değişik meşrepleri sevmek gerektiğinden bahsettiniz. Kokudaki incelik budur dediniz. Tabii ki her meşrebe saygı duymamız gerekiyor ama ibâdetler konusu bilhassa tasavvufta çok çetrefilli mevzulardan bir tanesi. Özellikle namaz konusunda Halûk Nurbaki”nin söylediği bir şey benim aklıma takıldı Siz de onun kaynaklarından fazlasıyla istifade ediyorsunuz onu tekrar sormak istiyorum namaz gözümün nûru diyor Peygamber Efendimiz ve madem ki biz imam olarak Efendimizi kendimize rehber ediniyorsak o halde O namaz kıldığı halde biz namazı bitirdik diyebilme hakkına sahip miyiz? Halûk Nurbaki diyor ki: “Allaha aşık olup da namaz kılmayı reddedenlerden daha mı az acaba aşıktı ki Fahr-i Kâinat Efendimiz hâşâ o namaz kılmaya bütün ömrü boyunca devam etti.” Buradaki aşktan maksat ne acaba?
C.S.- “Aşk imamdır bize gönül cemaat, kıblemiz dost yüzü daimdir namazımız” daim olabilmesi için insanın bu hale gelebilmesi, hatta bu halde sabit kalabilmesi için “Peygamber dahi olsa sevgilisine vücutla ibadete mecburdur” diyor Allah. Suretin ibadeti bu halin devamıdır, ehlullah namazı çeşitli şekillerde kılmışlardır. Ama benim ârifi billâh olarak acizane görüp tanıdığım kişilerden hiç namazı terkeden olmadı. Devrin sahibi bilakis namazını arttırmıştır, Peygamberin sabahlara kadar namaz kıldığını biliyorum. Benim hocam gecede 100 rekat namazla 1 yaşına kadar olan bütün namazlarını eda etmişler. Dolayısıyla burada namaz sevgiliyle olan irtibatın sadece manevi olmadığını maddiyata da ihtiyaç olduğunu gösterir. Zâhir bâtının aynıdır.
Z.Ü.B.- Bâtında namaz kılabilmek için zâhiren de namaz kılmak gerekiyor demek ki?
C.S.- İbn-i Arabî diyor ki; “İnsandan zuhûr eden Allah”tır” ama o zuhûrun olabilmesi için önce ben kulum diye bar bar bağırması lâzımdır, bu da namazdır. Vahdet-i vücut anlatmış, insan da Allah”ın tecellisini anlatmış bir Sultan için namaz bu kadar önemliyse ,biraz sonra namazı da anlatırken nerelerden geçtiğimiz hangi makâmlara geldiğimizi göreceğiz. Aşkın Sultanı olan Hz. Mevlâna”nın sabahlara kadar namaz kıldığını biliyoruz. Hatta sabahleyin secdede çok uzun kaldığı için, sakalından donmuş vaziyette -çok soğuk Konya malûm- caminin yerine yapıştığını ve sıcak suyla açtıklarını söylerler. Şimdi böyle Sultanlar namazı bırakmamışsa bizim hâşâ namazı bırakmamız abes, bir de “Ben daim olan namazı severim” diyor Allah. Şimdi Bakara Suresi”nin bu ayetini şöyle de yorumluyorlar; kalp namazı, gönül namazı doğru, esası budur ama Allah istikrarı seviyor, sırâtı seviyor, istikrarsız kendine göre hareketi sevmiyor. O zaman bize Kur”an”da şöyle bir emir gelirdi derdi ki sen bu salâtı yap ne zamana kadar? Gönlün daim olarak namaz kılana kadar. Ondan sonra bırak derdi, var mı Kur”an”da yok. O halde Peygamberin halinde de buna katiyen aksi bir şey yok devrin Kutb-ül aktâb”ında da buna ters bir şey göremiyorsun. Şimdi burada bir şey anlatmak istiyorum. Annem benim çok ârif bir hanımefendidir. Bir şeyhle karşılaşıyorlar. Şeyh anneme olan teveccühünü, eserlerini çok beğendiğini anlattıktan sonra diyor ki; “Kızım niye namaz kılıyorsun? Namaz kılarken bir sen bir de Allah var. Sanki sen ayrı, O ayrı gibi ona ibadet ediyorsun, bak ikilik ettin” diyor. Annemin cevabı olağanüstü, diyor ki; “Çok haklısınız ama sizin gözlerinizde de demin sohbette yaş gördüm. Siz Allah”a aşıksınız, bir aşık bir de maşûk var. Bir sen, bir de Allah o halde insan kendi kendine aşık olur mu, niye ağlıyorsunuz” işte işin esası bundan ibarettir. O birlik, ikilikle zuhûr eder. İkilik olmazsa birlik olmaz. Kesret olmasa, vahdet olmaz.
Fatiha”nın ilk ayeti, besmeledir. Bismillahirrahmanirrâhim”deki B harfi, Allah”ın isim ve sıfatlarının bir vücutta tecelli etmesidir. Hangi vücutta? Peygamberin vücudunda. B vücuttur ve zulmani harftir. Eğer B”den geçersek, Hz. Peygamber”e (s.a.v.) âyette dendiği gibi “Attığın zaman sen atmadın ama Allah attı” denecek kadar maddi varlığımızdan temizlenirsek B”nin altındaki nokta oluruz. Bu Hz. Nokta bismillahın mânâsını bize idrâk ettiren Ali makâmıdır. İşte elhamda bu makâma hamd ediyoruz. Bu makâm öğreticidir, bizi tefekküre götürür. Allah peygamberi ile Rahman yağmuru ve Râhim tecellisi ile Bir olur. Râhim tecellisi Peygamber”in mânâsını hâl edip o mânânın içinde korunmaktır. Bu korunma sanki dünya içinde ahirette yaşamak gibidir.
Elhamdülillahi Rabbilalemin; Fatiha”nın sırlarından bir tanesi bu üç kelimenin içindedir. Bir kere Alemlerin Rabbine hamd, hamdla başlıyor iş. Yani aslında burada bana hamdı öğret diye bir niyaz var. Hamdda çok önemli iki nokta var hamd şükrün daha üstünde bir makâm.
Hamd acı, sıkıntı, belâ, Allah”tan her gelenden memnun olma halidir. Ben her gelenden memnun oldum, ey Sevgilim diyor Allah”a ama Allah”ın hangi ismine diyor Rab sıfatına diyor.
Z.Ü.B.- Evet terbiye edene diyor?
C.S.- Hamd kelimesi Allah”tan Allah”a olduğu için, Allah”ın mânâsı ile Rab sıfatı arasındadır. Çünkü hamd bizim tek başımıza becerebileceğimiz bir hâl değildir. İnsanın acı ve sıkıntıyı gönlü ile hoş görmesi hatta bunu sıkıntı ve acı olarak hissetmemesi ancak Allah”ın o insanda tecelli etmesiyle mümkün olabilir. Meselâ hastalığına iyi gelecek acı bir ilacı içmek rahman tecellisi, fakat bundaki acıyı hissetmemek veya “Şifam için lâzımdır” demek tecellisidir. O yüzden burada hamdın kendinden kendine olduğunu, bu hale erişmenin ise Adem”e yani insan-ı kâmil”e secdeden geçtiğini bize öğretir.
Gene Muhittin-i Arabî diyor ki “Ayakta kılınan namazda bütün duvarların, ağaçların sevabını alırsın çünkü onlar da namaz kılarlar halleriyle -işte bu çekiliştir- rukûya vardığında dört ayaklı hayvanların ibadetinin, yere kapandığında sürüngenlerin ve nebatların, bitkilerin ibadetinin mânâsı sana zuhûr eder ve bütün onların sevabını -bak bir namaz süresince- bütün halin ibadetini yüklenirsin” diyor. O halde rahman işte bu sıfattır. Herşeyin ibadet ettiği, herşeyin ona çekildiği, farkında olarak veya olmayarak o mânânın zuhûrudur.
Z.Ü.B.- Evet tek nokta etrafındaki cazibe değil mi?
C.S.- Biz ilimde affinité, çekim gücü diyoruz, makro ve mikro bütün âlemde Rahman tecellisi yani aşk ve cezbe vardır. Demirle oksijenin birbirine çekilmesi de Rahman tecellisidir. Bu çekilişten aslında sadece hareketten ibaret olan bu âlem zuhûr ediyor. Ve Râhim ortaya çıkıyor ,niye çıkıyor? Aşk zuhûr etti Rahmanla,Aşkla yarattığını Râhim içinde korumaya alan Allah dünya ve âlemi koruma altında tutar bu sıfatla. Ama bu sıfattaki koruma hissini yalnız hamd edenler hissedebilirler, ben korunuyorum diye hissederler. Onun için râhim hamdedenler için özel bir ayrıcalıktır, çok yüce bir sıfattır, ana kucağıdır, Allah”ın bize açtığı ana kucağıdır, aşkın kucağıdır râhim. Onun için O Rahman ve Râhimdir diye Allah kendine ait ve Peygamberinde tecelli eden bu iki hakikati bize hatırlatıyor, Fatiha öyle bir sure ki yarısı Allah”ın ağzından yarısı kulun ağzından. Allah”la kulun ortaklaşa paylaştıkları bir sure.
Z.Ü.B.- Evet muhteşem bir şey.
C.S.- Evet geldik din gününün sahibine. Din gününün sahibi olan Allah hangi günün sahibidir? Kıyametin sahibidir. Kıyam nedir? Ayağa kalktığın andır, huzura durduğun andır. Kıyam Allah”ın mânâsının sende zuhûr ettiği andır. Benden zannetme, onun sahibi benim diyor Allah, bizi uyarıyor. Çok önemli bir noktadır evet sorguya çekilecek olan da biziz, bize soracak sana el ve ayak verdim, ziraat yaptın mı, vücudundan ziraat yaptın mı, mânâ zuhûr ettirdin mi, mânâ cevherini ortaya çıkardın mı, o günün sahibiyim ben diyor. Ama o gün hangi gündür. O gün bu dünyada da yaşanabilir o gün insanın “Ben hiçmişim herşey O”ymuş” dediği gündür. “İşte o ancak benim lutfumla olur “diyor Allah, O günün sahibi benim diyor burada şiddetle bize kendi mânâsını hatırlatması var. Buradan sonra çok önemli bir noktaya geçiyoruz.
Z.Ü.B.– Kul konuşmaya başlar.
C.S.- Evet. Fatiha”nın içersinde şeriat, tarikat ve hakikat bu cümlelerde gizli dikkat edersen. Diyor ki Yalnız sana kulluk ederim, burası şeriattir, yani bir ben varım bir de sen varsın, ben sana ibâdet ediyorum ,benden zannederek ben olarak ibâdet ediyorum ama senden yardım isterim orası tarikat ya da tasavvuf yoludur. Ne diyor “Aa ben tek başına hiçbir şey değilmişim, Senden yardım gelirse ancak ben o kulluğu yapabilirim”diyor. Burada kâmil insanlar tir tir titrer. Zira yalnız senden yardım isterim dediğimizde bir de hatırlarız ki sıkıldığımızda bir çok yaradılmışa müracaat etmişiz. İşte o zaman yalancılığımız ortaya çıkar. İnsan-ı kâmil bu korkuyla titrer.
İyyakenağbüdü ve İyyakenestein“de diyorlar ki: Allah o kula “Ey dil benim huzurumda olduğunu söylüyorsun, benden imdat istiyorsun, bana ibâdet ettiğini söylüyorsun. Halbuki seni vekil eden âzâlar iftira ediyorlar, onlar benden gafildirler, sen ancak sana ibadet ederiz, ancak senden yardım isteriz diye bana yalan söylüyorsun”diye yüzüne vurunca ârifi billâh bu noktaya geldiğinde tir tir titrermiş. Namazın bu noktası bize kendimizi hatırlatma noktasıdır acaba namazımız yalan söylüyorsun diye yüzümüze çarpılacak mı diye ârif olanlar ödleri koparlarmış, kendilerini toplayıp ihtinassırâtelmüstakime geçebilirlerse çok bahtiyar addederlermiş kendilerini. Muhittin Arabî bununla, dilin namazda göze, kulağa, el, ayağa, karına, kalbe ve bütün vücuda tercüman olduğunu belirtiyor. Arifler bu sebeple namazın bu devresini son derece tehlikeli olarak addediyorlar. İnsan namazın bu devresinde huzurlu ise bütün mevcudiyeti ile Rabbine döner, dilin dediği gibi bütün varlığıyla ona yönelirse bu devrede o zaman namaz mümin için işte Mirâc oluyor diyor ârifi billâh. Eğer burayı atlar da diğer noktaya gelirsek sırât-ı müstakime o zaman zaten müstakim sırâtta olan bizi devralıyor ve iş kolaya doğru yönleniyor, miracta o demek.
Beni sırâtında müstakim eyle, burası hakikattir. Şimdi sırât-ı müstakim herhangi bir sırât değildir, müstakim devam eden sırâttır. Dünya hayatına bakarsan insanın sırât-ı müstakim üzre olması ancak mürşidinin, peygamberinin ahlâkıyla ahlâklanmasıyla mümkündür, müstakim bu demektir. İkincisi istikrar mucizedir diyor ârifler, sabit kadem olmak, yani vazgeçmemek, adam olamadım ben vazgeçeyim, yapamıyorum dememek gayret kılıcını elden bırakmamak, bu sırât-ı müstakimdir ve sonu tevhiddir. O yüzden Peygamber”in sırât-ı müstakimi tevhiddir. Allah bunu nasip etsin.
Ve sonra biliyorsunuz Fatiha suresi “kendilerine nimet verilenlerin yolu ve yanılmışların yolu değil” diye rica ediyor.Burada dallin hıristiyanlık makâmı yani insan tevhide ulaşamadan yalnız aşkta kalırsa, ilmi bir kenara bırakırsa şekli putlaştırır.Ya da musevi makâmı gibi sadece ilme dönüp aşksız ilimde takılır kalır ki bu da mağdûbindir.
Şimdi bundan sonra da rükûya varır insan. Rükû “Ben sizi nasıl çıplak yarattımsa, size akıl ve idrak verdim ise ya siz bana ne getirdiniz” sorusunun insan tarafından algılanışı ve utancından, eğilişidir Hz. Mevlana böyle anlatıyor. “Gözyaşlarınıı neye akıttınız, hayatı neye sarfettiniz, size beden toprağından mahsul çıkarmanız için el ve ayak çapası verdim ne ziraat ettiniz” diye Allah bize sorar, biz iki büklüm oluruz. Ve subhane rabbiyel azim deriz üç kere söylenen bu muazzam hitapta birincisinde Allah tüm kavramlardan tenzih ediyoruz, sen azimsin bizim kafamızda oluşan kavramlar gibi değilsin ikincisi benzettiğimiz sıfatlardan tenzih ediyoruz, üçüncüsü tenzih ve tesbih ediyorum diyoruz. Hem tenzih ediyoruz hem tesbih ediyoruz. Yani tüm zanlardan uzaksın sen diyoruz. Peki ama Allah için bir hayal kurmayacak mıyız? Tabii kuracağız işte namaz bizim gözümüzle, bizim kabımızla Allah”ın hayalidir, sadece onu bir şekle oturtup onu tek olarak göstermekten edeb ederiz. Onu sonsuzluğun içinde düşünürüz bu an öyle bir andır ki edeb anıdır çünkü rukü vardır. İşte o Peygamber Efendimizin Allah”la benim aramda kıl kadar bir şey yoktu dediği andır.
O halde bu rükû anında kul bu güzelliği tekrarladıktan sonra Allah”ın büyüklüğünü kendi yokluğunu itiraf ettikten sonra Allah başını yukarı kaldır der hamdet diye bağırır. Burada yalnız hakiki namaz kılanlar rabbena lekel hamd:hamd senin içindir derler, ayağa kalkarlar fakat kudretleri olmadığından yüzüstü düşerler ve Allah”ın rahmetine nail olmayı dilerler. Secdeye varırlar ve üç kere subhane rabbiyel âlâ okurlar birincide sıfatlardaki güzelliklerin tümünden âlâ Rabbimizi tenzih ederim der -tenzih bu sefer tarz değiştirmiştir- ikincidebildiğim, kavradığım güzelliklerin tümünden de güzel olan Allahımı tenzih ederim der, üçüncüde sezişteki güzellik kavramlarının tümünden de yüce olan Allahımı tenzih ederim der. Yani kendini yok hisseder bu eğilişte ve Allah ona “Ey kulum sana nimet verdim hani kazancın?” der. İşte bu halde yani oturduğu yerde bu hitapla karşılaşır ve eğer Mirâc yapmışsa (secdede yokluğunu idrâk etmişse o zaman ettehiyyatüyü mânâsı ile okur) Ettahiyyatü nedir? Bütün bu duyduğumuz zevklerden dolayı, bütün bunları bize idrâk ettiren Peygamber”in mânâsını anmak, hatırlamak, şükretmektir. Ettehiyyatüde üç cümle çok önemlidir: Birinci cümle ruhtan söylenmiş bir cümledir. Yani ruh tarafından söylenir yahut ruha söylenir, ruh Allah”ın nefesidir, emridir. İkinci cümle Peygambere yani gönüle hitaptır. Üçüncü cümle nefsimizle söylenmiştir artık bizi dünyaya doğru çeken cümledir. Şimdi dünyaya çekildik yani namazı güzellikle kıldıysak ne mutlu bize ama sorulara cevap veremediysek diyor Hz.Mevlâna -ki kıyamettir namaz diyor Mesnevîdeki bir bölümde- o zaman orada kul başını sağa çevirip evliya ve enbiyadan yardım diler kul evliya da ona der ki eğer bu dünyadaysa tamam yardımım var, bana selâm verdin, aldım kabul ettim, seni ahirete döndürdüm o mirâctan, fakat kıyamet anındaysa o zaman dünyada yardım istemeliydin çok geç kaldın der. O zaman sola döner ona kendini öğretenlerin hepsinden yani dünyada taptığı herşeyden yarıdım diler. Onlar da “Eğer dünyada ise senin vefana teşekkür ederiz ama biliyorsun ki biz sana faydalı olamayız” derler. “Ahirette ise hiç sana faydalı olamayız, bize taptın da ne oldu dünyada” derler. O zaman kul gene Allahıyla baş başa kalır, ellerini kaldırır ve duaya başlar. Anlıyoruz ki secde kendini hükümdar mevkiinde tutan nefse baş eğdirmektir. Kendini hakimi mutlak zanneden nefse secde baş eğdirir. Secde kendini beğenen ve ilâh edasıyla fertleri ve cemiyeti de hizmetkâr eden nefsin vücudu mutlak önünde eğilmesi, yıkılmasıdır. Secdeden murat insanın kendi yokluğunu idrak etmesi Şahı Hakîkinin tecellisine mazhar olan üstâdı kâmili bulmasıdır.
Şimdi secdeyi anlatırken iki secdeden bahsedeceğiz. Müsaade edersen buradan tabii Hz. Adem meselesine girmek istiyorum. Çok iyi bildiğiniz gibi dinleyenlerin de çok iyi idrâk ettikleri gibi Hz. Adem Allah”ın lütfuna sahip bir insan olduğu için onda aşk cevheri vardı ve yasaklanan aşk elmasını yedi, hata yaptı hatası yüzünden çektiği acıdan peygamber makâmına erdi. Fakat hatasını cüzzün hatası olarak gördü ve Allah”a benim, kulunun hatasıdır dedi işte bunun için Peygamberlikle şereflendirildi. Şeytana ise Allah, “Adem”e secde et!”emri vermişti. Ama şeytan “Ben ateşten yaratıldım, o ise topraktan. Ateş topraktan üstündür. O halde ben niye secde edeyim” dedi, kıyas yoluna gitti ve reddedilenlerden oldu. Sonra da Allah”a bende bir güç ve kuvvet yoktur, yapan yaptıran sensin, isteseydin beni secde ettirirdin diyerek suçladı.
Akılla idrâk Allah”ın mânâsını ve emrini anlamaya yetmez. O halde idrâk mutlaka edeble birlikte olmalıdır. Edeb, Allah”ın mânâsını bütün yaradılmışlarda görebilmek demektir. Şeriat ve tasavvuf birlikte olmazsa mânâ zuhûr etmez.
Namaz kişinin haddini bildiği andır. Şeytan gibi diyebiliriz ki namaza ne lüzum var isteseydin yaptırırdın ben seni seviyorum nikâha ne lüzum var böyle ilişkimizi götürelim gibi, çünkü namaz nikâhtır . Namazda biz haddimizi bilip “Kuluz” diyoruz güzel olan tarafı da bu. Onun üzerine bütün melâike Adem”e, devrin sahibine secde ettiriliyor, bu secde de ilk secde emrinin secdesidir. Et emri ile hiçbirşey düşünmeden, melâike Adem”e secde ederler. İlk secdenin mânâsıdır sonra başlarını kaldırırlar ve Adem”in alnında nûru görürler bir daha secde ederler bu ikinci yani hal secdesidir. Birincisi şeriat ikincisi hakikat secdesidir, ruhların bir kısmı birincide emri dinlemediler fakat nûru gördüler ikinci secdeyi yaptılar bunlar önce Allah”ın şeriatını reddeden, inanmak istemeyen gruptur. İkincisi birinci secdeyi yapmış şeriatta kalmış şeklini yapmış mânâyı hiç anlamamış Adem”in yüzünde o nûru göremediği için secde etmemiş onlarda namaz görme makâmına erdirmemiş demektir. Üçüncüsü her iki secdeyi yapanlardır. Arifi billâh evliya ve enbiyadır ne mutlu onlara, Allah onların yanında olmayı nasip etsin bize. O halde namazdaki secde bize taa kalû belâdan belî deyişimizi hatırlatır. Görüyorsunuz ki namazın içinde tevhid secde ve elest bezmindeki belî sırrı var, hepsinin hatırlanışı.
Z.Ü.B.- Evet elesti yaşıyoruz o zaman. Siz önce secdeden bahsederken ne kadar önemli olduğunu söylediniz ve aslında biz namaz kılarken sadece kendimiz namaz kılmıyoruz etrafımızdaki ağaçlar hatta bulunduğumuz mekândaki duvar bile bizimle birlikte namaz kılıyor dediniz. Secde her toplumda en önemli şey değil mi? Eski tarihe baktığımızda biz Allah”a secde ediyoruz ama onlar da taptıklarına bir şekilde mutlaka secde ediyorlar o halde namazın ve hayatımızın ben teslimim demenin kısacası İsmail olmanın ilk kuralı secde sadece secde insanlara da özgü değil malumaliniz Nas Suresi 48. ayette Allah”ın yarattığı şeylerin gölgelerinin dahi nasıl sağdan, soldan sürünüp Allah”a secde ederek döndüğünü görmediler buyuruluyor. Ayrıca göklerde ve yerde bulunan canlıların meleklerin hepsi Allah”a secde ederler, onlar asla büyüklük taslamazlar o zaman secdenin manasına döndüğümüzde hani nasıl namazda nefsi törpülüyoruz kendimizi kurban ediyoruz bir anlamda o halde secde de insanın başına en büyük belaları ören o yedi büyük beladan birini kibri öldürüyor muyuz?
C.S.- Mesela bir artist beyefendinin geçen gün bir konuşmasını dinledim o da diyor ki ben namazı sadece Allah indinde yokluğumu anlatmak ve secdyeyi yapmak için kılarım diyor çok hoşuma gitmişti ne güzel bir idrak evet secde bu hatta namazı terkedenler için işte demin senin buyurduğun gibi bütün dinlerde secde edenden de daha aşağı bir mevkiye düştüğü ve onların Allah”ın indinde bilmeden dahi secde etmiş olsalar bir puta dahi secde etmiş olsalar o terkedenlerden daha makbul olacağını anlatan bir arifi billah sözüyle de karışlaştım bu çalışmayı yaparken.
Z.Ü.B.- Evet siz az önce program başlarında namazın ne kadar önemli olduğundan bahsettiniz ve biz görmüş olduk ki zaten biliyoruz gün namazla başlayıp namazla bitiyor, namazın şekli tarafına geçtiğimizde bir de bizim çok önemli günlerimizin namazla başlaması dikkat çekici geliyor bana iki bayramımız ve iki bayram, bayram varken bir de namazla ayrıca bayram oluyor bunu biraz açıklayalım mı neden bayramlarda biz namaz kılıyoruz?
C.S.- Bayramlarda kılınan aşkın namazıdır, teşekkür namazıdır. Çünkü ben vazifemi yaptım şimdi de vazifemi yapmanın neticesi olarak sana aşkımı ilân ediyorum namazıdır.
Sohbetlerde, bayram namazlarında yani cemaatin oluşturduğu ibâdetlerde Aşk ateşi insandan insana geçer. Meselâ bir hadîs-i şerif okumuştum “Eldivensiz el sıkışınız!” Öğrendim ki avucun içinden geçiyor ,aşka ait mânâya ait kalbe giden damarlar. İşte Aşk ehli biriyle el sıkıştığın zaman Allah”ın aşkı geçiyor sana oradan. Ama eğer sen hakikaten bunun için sıkmışsan eli o zaman ne kadar önemli . Cami de de namaz kılarken “Safları sıklaştırın” hadîsini tekrarlarlar. Bu da o ibâdet zevkinin o mânânın birbirine geçmesi demektir ve daha yavaş kılarak imama tâbi olarak o zevki birlikte yaşamak demektir. Onun için bayramı namazla karşılamak bayram gibi aydınlanma günlerini, kandilleri, namazla karşılamak çok önemli.
Ettehiyatüden sonra namazı bitirmeden şunu da söylemek istiyorum. Ettehiyyatüde ilâhi selâm ümmetimin üzerine olsun dileğinin neticesi olarak kul mânâsı ile namazı kılıyorsa raziye ve merdiye makâmlarına erer diyor insan-ı kâmil. Raziye ve merdiye nedir? Raziye bizim Allah”tan razı olduğumuz, her verdiğine şükür ettiğimiz, bunun karşılığında da merd hale geldiğimiz yani Allah”ın da bizden razı olduğu makâmlardır. Cenâb-ı Hak bu sefer “Ey kulum razı ve merd olduğun halde bana gel “hitabında bulunur. Kul yine çalışmaya devam eder –bak çalışma namazdır işte çok önemli- Ef”al yani şimdi düşün her şey olmuş kul en üst dereceye ermiş, razı olmuş, merd olmuş o zaman ef”al yani fiil mertebesinde tevhide ulaşıyorsa burada kendinden zuhûr eden bütün iş ve sözler Allah”ın oluyor ve bütün mevcudâtı Hakk”ın sıfatlarıyla tanıyor, sıfat mertebesine erişiyor ve devam ederse çalışmaya Zât tecelli ediyor eğer böyle olursa “Ey kulum ben senden razıyım, sen de benden razı mısın?” sözüyle karşılaşıyor ve eskisinden daha çok çalışıyor işte namaz bu demektir.
Z.Ü.B.- Çok teşekkür ediyorum gerçekten çok güzel bir konuydu.Şimdi sizi mest edeceğine inandığımız, hepimizin aklında kalan, hareketlerimize yön vereceğine inandığımız Mesnevî”den hikayeler dinleyeceğiz. Kendi adıma söyleyeyim sizin konuk olacağınız programı ben iple çekiyorum ve bekliyorum çok teşekkürler. Benim elime Osman KEMALİ Efendi”nin Divan”ı geçti açtığımda 124. sayfada birdenbire bana hitaben diyor ki “Zahida Hakkı ararsan Hakka burhandır gönül, Ara bul Hakkı gönülde beyt-i rahmândır gönül”.
C.S- Hz. Ali “Görmediğim Allah”a tapmam” diyor ya işte Allah”ı görmek kabiliyeti namazda zuhûr eden bir kabiliyettir. Ve Hz. Mevlâna buyuruyor ki: “Namaz kalpte bir nûrdur isteyen onunla aydınlansın ve cennetin kapısını açan anahtar namazdır, namaz dinin direğidir kim onu terkederse dinini ve imanını terketmiş olur, kim onu ikame ederse dinini takviye edip ahirete mümin olarak gider”. Kur”an-ı Kerim “Huzur ve huşu ile namaz kılanlar dünya ve ahirette felâh bulurlar” buyuruyor ,”Namazını muhafaza edenler kurtuluşa ererler” diye de müjde veriyor. Yine Kur”an-ı Kerim”de çok iyi bildiğin gibi Allah buyuruyor ki “Ben sana namaz kılıp kılmadığın için derece vermem, ben seni belâlarla imtihan ederim” ama Peygamber Efendimizin bir müjdesi var “Namaz kılanlara ben şefaat edeceğim” bu müjdeden daha büyük bir müjde olmaz o zaman biz kıyamette başımızı çevirdik mi kıldık efendim diyebileceğiz. Şimdi Peygamber Efendimiz O Yüceler Yücesi Sultana sordukları zaman “Ne dersiniz namaz için” dediklerinde diyorlar ki: “Bir kapının önünde bir nehir olsa ve günde beş kere o nehirde yıkansan bedeninde kir kalır mı?” Ashab “Hiçbir kir kalmaz efendim” diyor Resuli Ekrem: “İşte beş vakit namaz da buna benzer Allahü Teala namazla günahları siler” buyuruyor.
Sonra namaz vakit olarak da çok önemli insanı Allah”a davet eder.Sabah vakti insana bütün maddi ve manevi güçlerin hediye edildiği andır o ana teşekkür için kalkar insan, kalkıyorum, halim var, gücüm var sana ibadet ediyorum, bana şeklî güç vermişsin, bir de mânâ gücüyle yüklemişsin der, kalkar ve sevgilisiyle birleşir. İşte o an çok zevkli bir andır, belki de namazların en önemlisi olan sabah namazı Peygamberin o muazzam sıkıntı ve belâlar içinde zuhûr ettiği âna da şükürdür. Aynı zamanda beni karanlıkların gafletlerin içinden mânâya çıkardığın an ona şükrüdür –bak neler hatırlatıyor bir sabah namazı.
Namazın şekil olarak ne kadar iştah açtığını, hazım yaptığını düşünürsek o adeta Bernard Shaw o İngiliz meşhur yazar 21. yüzyılın reçetesi olarak değerlendiriyor namazı o adeta insanı kahvaltıya hazırlayan, güne hazırlayan kuvvettir, öğlen o muazzam çalışmanın içinde dur, yolcu nereye gidiyorsun, bu yaptığın işler, çalışmalar, seni bir yere götürecek mi, hizmet için yapıyorsan ne mutlu, kendin için yapıyorsan vah sana dedirten hatırlatmadır. İkindi için deniyor ki namazın ortasıdır ve çok önemlidir, ikindi tam Allah”tan insanın mahrum kalmaya başladığı, gaflete vardığı andır.
Yorgunsun, güç verilecek sana işte o an kendine hatırlatan bir Allah. Sonra akşam artık kararacak zorluklar başlayacak ona hazırlık güçü gelecek kısa bir akşam namazı. Yatsıda işte ben artık yatmaya hazırlanıyorum ama beni o yatak içinde seninle beraber kıl, ruhumu elest âleminde mânâna aşikar kıl gibi bir duayla güne son veriyoruz böyle bir program hatırlatan bir namaz. Peki bu namazı kılarken neye dikkat etmeli? Şöyle olmamasına Hz. Pir”in Mesnevî”nin II. cildinden bir yalvarışı “Allahım namazda gönlümü tam mânâsıyla sana vermezsem ben bu namazı namaz saymam, ben yüzümü senin aşkından ötürü kıbleye çevirdim, yoksa bana sensiz usanç veren namazı, kıbleyi ben ne yapayım, ben bu riyalı namazdan çok utanıyorum, utancımdan gönlüme inemiyorum, seni bulamıyorum, aslında gerçek namaz kılanın melek sıfatlı, melek huylu olması gerekir, halbuki ben hala bir canavarım. Bir kimse üzerindeki elbisesini köpeğe değdirse orasını temizlemedikçe namaz kılamaz ben ise nefis köpeğini kolumda taşıyıp duruyorum benim namazımı ne olur kabul et, benim namaz kılmaktan maksadım odur ki namazda seni gönlümle öyle bulayım, seninle öyle beraber olayım ki ayrılık derdinden artık hiç bahsetmeyeyim yoksa namaz olur mu seninle oturayım da yüzüm mihrabda gönlüm çarşı pazarda olsun.” İşte bu namazı bize telkin eder ârifi billâhlar. Hani adamın bir tanesi camiye girmiş sultan namaz kılıyor, merhaba sultanım, demiş, sultan son derece kızmış demiş ki, namazdaki birine hitab edilmeyeceğini bilmiyor mu bu ârif, fakat adam hiç oralı değil, namaz bitmiş, sultan selâm vermiş, “Ey gafil!” demiş “Namazda kimseye hitap edilmeyeceğini bilmiyor musun?” “ Aa namazda olsaydınız size de etmezdim” demiş ârif “Ama namaz esnasında sarayın duvarlarını ne renge boyayacağınızı düşünüyordunuz kendinize gelin diye hatırlatayım dedim” Çünkü namaz insanın en çok şeytanla karşılaştığı yerdir ama kendi kendiyle baş başa kaldı, eksikliğini, kulluğunu hiçliğini görüyor musun bak ne derecedeyim, halbuki dışarıda ahkâm kesiyorum, herkese, herşeyi ben öğretmeye kalkıyorum ama bak şurada namazda dahi Allah”la bir birlik kuramıyorum dedirten makâmdır o bakımdan da çok önemli.
Hani şeytan cami kapısı önünde bekliyormuş, adamın biri gelmiş tanımış, “Ya şeytan!” demiş “Ne işin var burada?” “Şurada namaz kılanı kandıracağım”demiş şeytan “Ama giremiyorum” “ Neden?” “Şurada uyuyan ariften korkuyorum” demiş. İşte namazı kılarken namaz gibi değil de o uyuyan ârifin hali gibi kılabilirsek o zaman namaz bizde hâl halinde geçiyor. Muhiddin-i Arabî buyuruyor ki: “Namazı şeklen kılmak derece kazandırır dünya için, ama manen kılmak yakınlık Mustafa derecesine erdirir” işte asıl mesele o derecenin nasib olması demektir .Ben bunu çok sorulduğunda kendi mesleğimle şöyle anlatıyorum: Bir öğretmen günü gününe ödev yapıp da dersi anlamayan öğrencisine acır ve sınıf geçirtir o zaman diyorum ki bari haliyle kılamıyorsak her an mânâsını idrak edemiyorsak şekliyle kılalım ki rûz-u mahşerde “Evet mânâsına eremedim ama ödevimi tam yaptım ben ödevini yapanların hepsine acıdım geçirdim sen de beni geçir Ya Rabbi!” diyecek gücü kendimizde bulalım inşallah. Yani şimdi konuştukça derinliği artan bir ibâdet anlatmaya çalıştık Allah beni affetsin eksiklerimden dolayı ve bana da hallettirsin inşallah namazı ve cümle İslâm”a, müslümanlara hallettirsin. Son bir şey söylemek istiyorum, yalnız İstanbul öyle bir yüce şehirdir ki iki kıbleyi birlemiştir biliyor musun? İstanbul”dan Kâbe”ye doğru namaz kılmaya durduğunda Mescid-i Aksa”dan geçiyor yol ve bu ikisini aynı anda birlemek yalnız İstanbul”a nasiptir, Allah bunun idrâkini de bize nasip etsin inşallah.
Z.Ü.B.- Biz namaz kılarken Kâbe”ye dönüyoruz Cemalnur Hanım dünyanın neresinde olursak olalım bir tek yönümüz var son olarak biraz da bundan bahsedelim mi?
C.S.- Çok önemli, aslında Kâbe biliyorsun üç mânâsıyla tabii ki şekli için Kâbe”ye dönüyoruz o anda Kâbe”ye dönemiz de çok önemli çünkü hakikaten kim ne derse desin birbirimizin gönlüne secde ediyor, şükür oradaki Kâbe”ye dönmek cemaatle namaz kılmak mânâsındadır onun için çok önemli. Fakat iç mânâsına gelirsen aslında daim namaz Bakara Suresi “Ben daimi namazı severim” diyor Allah, daimi namaz gönül namazıdır. Gönül namazının kıblesi ise mürşid-i kâmildir ,yani sana mânâyı öğretenin gönlüdür burada. Demek isteniyor ki namaza durduğun zaman Kâbe”ye döndüğün gibi mürşid-i kâmilin önünde de secde et ki vefa borcunu ödemiş olasın. Allah”ı bu devirde aksettiren O Sultana da secde et ki, Adem”e secde emrini hatırla ki vefa borcunu ödemiş olasın. Burası ne olur yanlış anlaşılmasın secde ettiğimiz, bir adam değildir,insan olursa putperestlik olur, secde ettiğimiz mânâdır o küçücük bedenden zuhûr eden aslanın mânâsıdır, o mânâya secde ediyoruz. Ona secde ediyorsak edelim etmiyorsak insan olarak görüyorsak etmeyelim o zaman küfre götürür bizi, Allah nasip etsin inşallah.
Adem”e secdeden maksat önünde eğilmek değil, söylediklerine imân edip, yap dediklerini yapmak yapma dediklerini yapmamaktır.
Z.Ü.B.- Çok teşekkür ediyorum efendim katıldığınız için, gerçekten büyük bir keyifti.
C.S.- Son sözlerimi iki mısra ile bitirmek istiyorum, namaz iki cümleyle özetlenirse: “Gâh var olup cemâle dururum, gâh yok olup cemâlin olurum”. Allah bu hali bize nasip etsin inşallah.