MEVLÂNÂ’NIN GÖNÜL SARAYINI İNŞÂYA DAVETİ – Kadir ÖZKÖSE

MEVLÂNÂ’NIN GÖNÜL SARAYINI İNŞÂYA DAVETİ

Kadir ÖZKÖSE

“Kalb temizliğinin en önemli göstergesi kalbi kırık olmaktır.

Kalbi kırık olanlar haddini bilenler¸ kendi gerçekliğini görenler¸ tevâzu ve alçakgönüllü şahsiyetlerdir. Allah’ın fazlı ve lutfu kalbi kırık kişilere inzâl olacaktır.”

İnsan yeryüzündeki varlığı ile hem fizikî hem de rûhî yapıya sahip bir varlıktır.[1] Ancak insanın yapı­sındaki temel ve belirleyici unsur¸ fizikî yapısından ziyade rûhî yönüdür.[2] Zira insan ruhu nefs¸ kalb ve akıl gibi güçlü ye­teneklere sahiptir.[3] Ruhun kavrama ve düşünme boyutu akıl; bedeni yönetme hâli nefs; sezgisel aydınlanma boyutu da kalp kavramıyla ifade edilir.

Lügatte¸ bir şeyi bir yönden öteki yöne çevirmek anlamına gelen kalb kelimesi¸ çeşitli kullanım biçimleriyle Kur’ân’da 132 kez geçer.[4] Türkçede gönül anlamında kullanılan¸ bu kelime genelde iki mânâ taşır. Birincisi¸ bedendeki yeri ve işlevi belli olan¸ anotomi ilminin alanına giren kalptir. İkincisi de gözle görül­meyen¸ insanın mânevî âleminin merkezini oluşturan ve onun anlama kaynağı olan kalptir. Bu kalp¸ insanın bütün âzâlarını¸ maddî-mânevî varlığını sevk ve i­dare eden öz benliğidir. İnsanı¸ ilâhî âyetleri ve diğer hakîkatle­ri anlamaya muktedir kılan bu yetenektir. Bundan dolayı gözün bakışına “basar”¸ kalbin bakışına da “basîret” denmiştir.

Hakîkati Yakalayan Eriş ve Seziş Kudreti

Kur’ân’da kalb¸ insanın öz benliği¸ hakîkati yakalayan eriş ve seziş kudreti olarak tanımlanır.[5] O¸ kavrayıcı ve geliştirici bir şuur¸ varlık ve oluşun düğümlendiği bir sırdır. Kur’ân¸ bu kud­reti yitirenlerin hakîkati anlayamayacaklarını¸ gerçeği görmeyi engelleyen körlüğün¸ gözlerin körlüğü değil¸ kalplerin körlüğü olduğunu dile getirir.[6]

İnsanın kavrama yeteneği diyebileceğimiz kalbin görevini tam olarak yapabilmesi¸ onun her bakımdan sağlıklı olmasına bağlıdır. Hasta kalb gerçek görevini tam ve doğru olarak yapa­maz. Kur’ân’ın belirttiğine göre kalbe musallat olan en önemli hastalıklar; nifak ve riyakârlık[7]; rics¸ yani iğrençlik¸ pislik¸ sefihlik ve şeytan fitnesine yataklık[8]; zeyğ¸ yani denge noktasından sapmak[9]; inkâr ve kibir[10] gibi durumlardır.

Kur’ân¸ insanın ilâhî huzura selîm bir kalple gelmesini ister.[11] Kalbe bu vasfı kazandıran temel değer¸ kişinin doğru imanıdır. Kalb-i selîm; inkâr¸ şirk ve isyandan uzak kalan¸ evlât ve mal fitnesinden arınan¸ imânî ve ahlâkî noksanlarını gideren¸ kendisinde hiçbir kötülük bulunmayan kalp demektir.[12] Selîm kalbe geçişin basamağını ise münîb kalb oluşturur. Münîb kalb; Allah’a yönelen¸ O’nu her zaman hatırda tutan ve her durumda Allah’a saygı duyan kalbdir.[13] Kur’ân’ın gayesi¸ insana selîm bir kalp kazandırmaktır. Çünkü böyle bir kalbin olmadığı benlikte¸ İslâm¸ sadece sözde kalan kuru bir iddia olur. İşte bunun için Allah (c.c.) Kur’ân’ın gafletle değil dikkatle ve açık bir zihinle okunması ve kalbin Kur’ân’la diri tutulması gerektiğine dikkatimizi çekmektedir.[14]

Korkmayan Gönülden Duyarlı Kalbe

Kasvetli kalbden selim kalbe¸ korkmayan gönülden duyarlı kalbe¸ ölü kalblerden diri gönüllere¸ gaflet içerisinde ömür tüketen kalblerden zikirle diriliş sağlayan kalblere dikkatimizi çeken Mevlân⸠Mesnevî’nin ilk hikâyesinde gönül sarayını yabancılardan ve her türlü havâtırdan temizlemeye davet eder.[15] Kalb hastalıklarını dikene benzeten Mevlân⸠ayağa batan dikeni çıkarmadan rahat edilemeyeceği gibi gönüldeki dikeni çıkarmadan¸ yani kalbi hastalıklardan korumadan da huzur bulunamayacağını dile getirir.[16]

Mesnevî’nin takip eden beyitlerinde insan kalbini ambara¸ sıdk ve ihlâsı buğdaya ve şeytanı da fareye benzeten Mevlân⸠şeytanın tesir halkasından kurtuldukça gönül ambarında ibadet hazinesinin barınabileceğini söyler. Gönül ambarının deliği vesvesedir. Delikler kapanmadan buğdayın birikmesi düşünülemez.

Sâlih amellerden müteşekkil maneviyat buğdayını gönül ambarında biriktirmeye davet eden Mevlân⸠bir başka benzetmeyle insan vücudunu ve sâlih amelleri çakmak taşına¸ gönlü fitile¸ sâlih amellerden hâsıl olan nûrâniyeti kıvılcıma benzetmektedir. İnsanın gönül fitili ne zaman sâlih amel kıvılcımlarını husule getirirse karanlıklar giderilecek ve aydınlık hâsıl olacaktır.[17]

Kalb temizliğinin en önemli göstergesi kalbi kırık olmaktır. Kalbi kırık olanlar haddini bilenler¸ kendi gerçekliğini görenler¸ tevâzu ve alçakgönüllü şahsiyetlerdir. Allah’ın fazlı ve lutfu kalbi kırık kişilere inzâl olacaktır. Akıl sahibine Allah’a giden doğru yolu gösterir ama Allah katına yükseliş ancak kırık gönülle sağlanır.[18] Kırık gönüller hak ve hakîkate ermenin yolunu aşk olarak görürler. Aşka giriftar olan gönüller her türlü kaygıdan azade olurlar¸ Hak ile ünsiyet kesbederler. Muhabbet ve aşktan yanmış bir âşık hakkında konuşulurken “kalbi tutuşmuş” denir.[19]

Basar¸ basîret ve firâset boyutuyla idrak derinliğinden bahseden Mevlânâ bizleri baş gözünün ötesinde gönül gözünü görür kılmaya davet etmektedir. İnsan gözünün sağlıklı oluşu ve göz nurunun yerinde olması sayesinde görme melekesini gerçekleştirir. Gördüklerimizin bir anlama dönüşmesi ise nûr-ı dil¸ yani gönül nuru sayesinde olur. Gördüklerimizin bir anlam kazanması¸ insandaki zihinsel nurla gerçekleşir. Nûr-ı dil¸ bir şeyi anlamlı kılma ve düşünme yeteneğidir. Buna göre göz nurunun nuru¸ nûr-ı dildir.[20]

Selim Bir Kalb İle

Gönül¸ tasavvufî hayatın merkezini teşkil eden mefhumlardandır. Bütün içsel faaliyetler gönülde meydana gelir. Kur’ân-ı Kerim’e göre¸ Kıyamet günü Allah’ın huzuruna¸ “Selim bir kalb ile gelenler¸ müstesnâ bir yere sahip’tirler.”[21] Yine Kur’ân’da¸ Hz. Musa¸ “Rabbim göğsümü aç!”[22] diye dua ettiği halde; Hz. Peygamber (s.a.v) “Senin göğsünü açmadık mı?”[23] hitabına mazhar olmuştur. Yûnus Emre’nin ilâhîlerinde belirttiği üzere gönül¸ Allah ile bilişir ve buluşur. Bu cihetle gönül¸ Kâbe’dir. Gönül inciten¸ kalb kıran gerçekte Allah’ı incitmiştir. Gönül yıkanın namazı da yoktur. Kılsa bile kabul edilmez. Gönül yapmak¸ hacca gitmekle beraberdir. Hatta hacdan da üstündür.

Yûnus Emre dir hoca gerekse var bin hacca

Hepisinden iyice bir gönüle girmekdür. [24]

Mukaddes¸ harem ve mübarek olan Kâbe¸ zâhiren beytullah¸ bâtinen gönül anlamında bir mefhum olmaktadır. Beytullah¸ İbrahim Peygamber tarafından yapıldığı halde¸ gönül¸ Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı ve seyrangâhıdır. Yere ve göklere sığmayan Allah¸ mü’min kulun kalbine sığmıştır. Beyitlerde Kâbe kavramı¸ zatî tecellî mahalli olmaktadır.

Gönül mi yığ Ka’be mi yig eyit bana ‘aklı iren

Gönül yigdür zîrâ ki Hak gönülde tutar turagı.[25]

Yunus bir başka şiirinde¸ mücerret ge­nişliği ve madde ötesi âlemleri de kaplaması sebebiyle gönlü “Arş”a ben­zetir. Rahman’ın istîlâ ettiği geniş ‘Arş’tan kasıt da¸ kâmil insanın gönlüdür:

Cân gözi anı gördi dil andan haber virdi

Cân içinde oturmış gönlümi ‘Arş eyledi. [26]

Gönül¸ on iki hücreli yedi dervaze/pencereli¸ iki dilberli bir sa­raydır. İçinde şah oturur. Fakat gönül paslı olursa¸ içindeki sultan gö­rülmez. Gönlün saraya benzetilmesi¸ sevilenin saraya lâyık olmasındandır. Gönül¸ Çalab’ın tahtıdır. Sultan burada otu­rup Kaf’tan Kaf’a hükmeder. Gönlün saraya ve tahta benzetilmesi¸ se­vilenin padişah olarak düşünülmesindendir:

Gönül Çalab’un tahtı gönüle Çalap bahtı

İki cihan bed-bahtı kim gönül yıkarısa

Gönül oturur tahta hükmider Kaftan Kafa

Nefis durmış ırakda meyli ‘işret içinde.[27]

“Su ile gönül yunmaz” diyen Yûnus¸ gönül temizliğinin “vahdet yolundan yürümekle” mümkün olacağını belirtir. Şaire göre gönül¸ “iç ben”den başka bir şey değildir. İç ben¸ hakikî mâbûda ula­şınca¸ eşyanın sırlan açılır. [28]

Bâyezîd-i Bistâmî Allah’a kavuşturacak ameli; Hak dostlarına hürmet ve muhabbet beslemek¸ onların kalbine girmeye ve gönüllerini elde etmeye çalışmak olarak nitelemektedir.[29] Konu ile ilgili olarak ariflerden biri şu mısraı dile getirmiştir:

Cennet Hakk’ın bahçesidir¸ ârif onun bağbânı¸

Bağbânla bilişi gör¸ tâ giresin bağçesine.

Allah’ın bahçesi olan cennete girmek için oranın bahçıvanı olan âriflerle bilişmek ve onlara muhabbet beslemek gerekmektedir.[30]

Özetle gönül kirden ve süsten temizlenirse¸ Hak güneşinin nuru orada parıldar. [31] Duyarlı mü’mine düşen gönül aynasının pasını temizlemek ve gönül aynasını cilalamaktır.[32] Her şeyin bir cilası vardır. Kalblerin cilası ise zikrullahtır.[33]

[1] 15/Hicr¸ 26¸ 28¸ 33
[2] 32/Secde¸ 9
[3] El-İsfehanMufredât¸ s. 681; İbn Manzur¸ Lisânu’l-Arab¸ c. I¸ s. 685.
[4] Abdülbâkel-Mu’cemu’l-Mufehres¸ s. 549-551.
[5] 50/Kâf¸ 33¸ 37
[6] 22/Hacc¸ 46
[7] 2/Bakara¸ 10; 5/Mâide¸ 32; 8/Enfâl¸ 49; 24/Nûr¸ 50; 33/Ahzâb¸ 12¸ 32
[8] 9/Tevbe¸ 125; 22/Hacc¸ 53
[9] 3/Âl-i İmrân¸ 7; 61/Saff¸ 5
[10] 23/Mü’minûn¸ 35
[11] 26/Şu’ar⸠89; 37/Saffât¸ 84
[12] İbn Kesir¸ Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm¸ c. V¸ s .191; Zemahşerel-Keşşâf¸ c. III¸ s.118.
[13] 50/Kâff¸ 33
[14] Kur’an’ın kalbe yüklediği anlam konusunda detaylı bilgi için bkz. Yıldız¸ Kur’ân Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak¸ s.75-78.
[15] Mevlân⸠Mesnevc. I¸ b. 150.
[16] Mevlân⸠Mesnevc. I¸ b. 158.
[17] Mevlân⸠Mesnevc. I¸ b. 385-386.
[18] Mevlân⸠Mesnevc. I¸ b. 530-533.
[19] Mevlân⸠Mesnevc. I¸ b. 534.
[20] Mevlân⸠Mesnevc. I¸ b. 1126.
[21] 26/Şuar⸠89
[22] 20/Tâh⸠55
[23] 94/İn­şirâh¸ 1
[24] Yunus Emre¸ Dîvân¸ c. I¸ s. 320.
[25] Yunus Emre¸ Dîvân¸ c. I¸ s. 323-324.
[26] Yunus Emre¸ Dîvân¸ c. I¸ s. 324.
[27] Yunus Emre¸ Dîvân¸ c. I¸ s. 328.
[28] Yunus Emre¸ Dîvân¸ c. I¸ s. 323.
[29] AnkaravŞerhu’l-Mesnevî¸ c. I¸ s. 511
[30] Tâhiru’l-MevlevŞerh-i Mesnevc. IV¸ s. 1265-1266.
[31] Mevlân⸠Mesnevî-i Şerîf Nahifî Tercümesi¸ s. 69.
[32] Mevlân⸠Şerh-i Mesnevc. I¸ s. 89.
[33] Mevlân⸠Şerh-i Mesnevc. I¸ s. 89.
 

Somuncu Baba Dergisi