Modern Türk şiirinde Mevlâna etkisi – Halef Nas

Modern Türk şiirinde Mevlâna etkisi

Arş. Gör. Halef Nas

Osmanlı’nın modernleşme sürecinin başlangıcı olarak kabul edilen Tanzimat Dönemi’yle Halk ve Divan şiirleri bir yönüyle ihmal edilmiştir. Batılılaşmanın etkileri askeri, hukuki, idarî, sanatsal ve mimarî sahalarda görüldüğü gibi edebiyat sahasında da görülmüştür. Bu dönemde Divan edebiyatı ciddi bir şekilde eleştirilmiştir. Sert bir şekilde Nâmık Kemâl ile başlayan eski şiir eleştirisi1 daha sonraki dönemlere de kendi damgasını vurmuştur.

Namık Kemal Divan şiirini, insanı terbiye edecek ahlâki dinamiklerden yoksun olarak görmüştür. Kaynağında Mevlâna’nın düşünce ve ahlâk dünyasının bulunduğu Divan edebiyatı gerçekten ahlâktan yoksun mudur?

Namık Kemal’in eleştiri tarzı, Tanzimat Dönemi’nde A. Hamit Tarhan, Samipasazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem; Servet-i Fünun Dönemi’nde Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil; Cumhuriyet Dönemi’nde Nurullah Ataç, A. Hamdi Tanpınar, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı gibi yazarlar tarafından devam ettirilmiştir. Bu eleştirmenlerin eleştiri tarzlarına bakıldığında “Öznel Eleştiri”de birleştikleri görülür. Bu eleştiri akademik bir disiplinden uzak olmuştur. Bazen aşırı hakaretlere kadar vardığı olmuştur. Namık Kemal’in eleştirisinden Abdülbaki Gölpınarlı’nın Divan Edebiyatı Beyanındadır isimli çalışmanın yayımlandığı döneme kadar Gelenek şiiri çok ciddi bir eleştiriye tabi tutulmuştur. Bu dönemden sonra Yahya Kemâl ile mektepten memlekete bir dönüş ve Gelenek şiirine Modernizmin yönelttiği olumsuz eleştiriden uzak bir yöneliş başlamıştır. Dönemin devlet politikası da bu durum için uygundur. Artık her şeyimizi Batı’ya borçlu olmadığımız, kültür ve sanat alanında ihmal edilmeyecek kadar değerli kaynaklarımızın olduğu yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmıştır.

“İkinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı ve onun esasını teşkil eden demokrasi felsefesi Türk hükümetlerini de isteyerek veya istemeyerek bu felsefeden payını almaya zorlamıştır. Böylece devletin müeyyideleriyle yürüyen bir kültür politikasının yerini, tedricen halkın istekleri doğrultusunda demokratik bir görüş almaya başlar. Bilhassa 1946’dan sonra gelişen bu görüş, gittikçe Cumhuriyetten önce de büyük bir millet olduğumuzun, kültür ve sanat alanında ihmâl edilmeyecek bir varlığımızın bulunduğunun bir çeşit itirafına kadar varır.”2

Modern Türk şiir tarihinde Yahya Kemal, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Sezai Karakoç gibi değerli şairlerin gelenekten istifade etmeleri ve bunu kendi şiirlerinde başarılı bir şekilde yansıtmaları geleneğin ihmal edilmeyecek kadar büyük bir kaynak olduğunu göstermiştir. Bu dönemden sonra geleneğe şuurlu bir yönelme başlamıştır. Artık, gelenek modern Türk şirini besleyen büyük bir kaynak konumunda görülmüştür. Mevlâna’da geleneği besleyen büyük bir kaynaktır. Durum böyle olunca modern Türk şiirinde geleneğe dair yönelişlerde Mevlâna’nın ikliminden etkilenmemek imkânsız olmuştur. Bu durumda aşağıda da görüleceği gibi Mevlâna’nın hem geleneğin hem de modern şiirin kaynaklarından biri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Geleneğin modern Türk şiirine getirdiği en büyük faydalardan biri imaj dünyasıdır. Diğeri ise “Ses estetiği”dir.

15. yy’de Hüdai Salih Dede; 16. yy’de Rakmî, Fasih Dede; 17. yy’de Nef’i, Neşâtî, Nâbî, 18. yy’de Şeyh Gâlib, Esrar Dede; 19. yy’de Keçecizade İzzet Molla, Enderunlu Fazıl, Akif ve Pertev Paşalar, Yenişehirli Avnîve günümüze kadar birçok yazar Mevlâna’ya hayran olmuş ve onun etkisinde şiirler yazmışlardır.3 Cumhuriyet Döneminde de Mevlâna etkisinde şiirler yazan şairlerimiz olmuştur. Bu durum Mevlâna’nın modern Türk şiirine etkisinin bir göstergesidir. Şimdi Mevlâna’nın modern Türk şiirini nasıl etkilediğini mısralar arasındaki imaj dünyası ile ses estetiğinden takip edelim.

Mesnevînin asırlarca okunması ve taptaze, dupduru bir şekilde günümüze kadar intikali onun verdiği şevkin bir ifadesidir. Yahya Kemal, “İsmail Dede’nin Kainatında Mesnevî şevkini, içindeki şevki neye üfleyerek feleklere çıkarır. Bu sayede Hazret-i Mevlâna ile haşre kadar aynı nefes üzre devam eder.

Mesnevî şevkini eflâke çıkarmış yız

Haşredek hemnefes-i Hazret-i Mevlâna’yız 4

Böylece bir lahut gecesinde semada, şiirin harika manzumesine benzer intizamla bir araya gelen yıldızlar gibi “Bişnev” lafzıyla bu harika manzumenin ahengine katılır.

Şeb-i lâhûtda menzûme-i ecrâm gibi

Lâfz-ı “Bişnev”le doğan debdebe-i mâ’nâyız

Burada neyin hikâyesinin “dinle” denilerek anlatıldığı Mesnevî’nin başlangıç beyitleri hatıra gelir. Neyin sesi dinlenirken insan kendini yavaş yavaş onun ahengine kaptırır. Yahya Kemal bir lahut gecesinde bize göre sessizce parlayan ahenkli yıldızlar gibi, Ney’in ikliminde “Bişnev” lafzı ile kendi ahengimizi bulacağımızı ifade ediyor. Bunu da “doğan” ifadesiyle kuvvetlendiriyor. Şiirde geçen “eflâk, haşr, şeb, lâhût, ecrâm, Bişnev” sözcükleri Gelenek dünyasının imajlarıdır.

Ferid Kâm “Cenâb-ı Mevlâna” şiirinde Mevlâna’yı hidâyet güneşi olarak vasıflandırır. Saf bir kalp Re Mevlâna’ya intisab edilirse o zaman hakiki aşk yolunda Mevlâna müntesibin rehberi olur. Şiirinin son mısraında da Mesnevî’den, Allah’ın beşinci hak kitabı olarak bahseder.

Yegâne Şems‘i Hüdâdır cenâb-ı Mevlâna

Hulûs-ı kalb ile kıl intisâb-ı Mevlâna

Tarîk-ı aşk-ı hakîykide rehberin olsun

Kitâb-ı pençüm-i Hak’dır kitâb-ı Mevlâna 5

1. Mısrada “Şems” sözcüğü ile Şems-i Tebrîzî”ye bir gönderme vardır. Mevlâna ile Şems arasındaki yakınlığı çekemeyenler Mevlâna’yı anlayamazlar. Onu anlamaları için çok samimi bir kalbe sahip olmaları gerekmektedir. Bu da 2. mısrada “Hulûs-ı kalb ile kıl intisâb” şeklinde dile getirilir. 2. mısra 3. mısra ile anlam ilişkisi kurarsa hakiki aşk yolunda Mevlâna’nın rehber olması için ona tamamen samimi bir kalb ile yönelmenin olması gerektiği ortaya çıkar. Zira eski şiirde ifade edildiği gibi;

Sanma ey hace senden zer ü sim isterler

“Yevme lâ-yenfa’ude” kalb-i selîm isterler

Altın ve gümüşün bir işe yaramadığı günde bakılacak olan ancak ve ancak samimi bir kalptir. Zira, kalp Hûda’nın evidir.

Dil beyt-i Hüdâdır anı pak eyle sivâdan

Kasrına nüzul eyleye Rahman gecelerde

derken Erzurumlu İbrahim Hakkı “Dil” (kalp) sözcüğü ile bunu vurgular. 3. ve U. mısralar arasında bir anlam ilişkisi kurulursa bu sefer Mesnevî’nin hakiki aşk yolunda Cenâb-ı Hakk’ın hak ve bu yolda rehber bir kitabı olacağı ortaya çıkar. 2. 3. ve 4. mısralar arasında bir anlam bütünlüğü kurulursa Mesnevî’nin hakiki aşk yolunda bir rehber oluşu Mevlâna’ya samimi bir kalb ile intisabın sonucunda olabileceği ortaya çıkar. Sebep de 1. mısradın Mevlâna, yegâne bir hidâyet güneşidir. Aynı zamanda son mısrada Kitâb-ı pençüm-i Hak’dır kitâb-ı Mevlâna derken Ferit Kam, Molla Cami’nin;

Nîst Peygamber ve lîdâredkitâb (peygamber değildir, ama kitabı vardır.) sözüne gönderme yapar. Bu göndermenin yapıldığı Molla Câmîye ait kıta şöyledir.

An Ferîdün-i cihân-ı ma’nevî

Bes büved bürhân-ı kardeş Mesnevî

Men çi gûyem vasf-ı ân âlicenâb

Nîst Peygamber ve lî dâredkitâb

Arif Nihat Asya, “Kitâb” şiirinde aynı göndermeyi yapar.

Bir hükümdarsın semavî, mâverâi, ma’nevî

Kadrini isbât için kâfî eserdir Mesnevî

Sen değilsin bir nebî.. lâkin kitabın var senin;

Öyle kudsî, öyle rûhânî hitabın var senin 6

Mevlâna’nın kitabı aşk mezhebinin kitabıdır. Aşk, Mevlâna için Allah’a ulaştıran bir mezhep bir yoldur. Herkes bu yolun yolcusudur. Mevlâna bunu “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler” âyetiyle irtibatlandırır.

“Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes, kurbandır. Aşk, Allah sıfatıdır. (…) Kur’ân’da ‘Onlar Allah’ı severler’ sözünü okudun ya, bu söz, “Allah da onları sever’ sözüne eştir. Şu halde muhabbeti de Allah sıfatı bil, aşkı da.”7

Aşk kitabı Mesnevî için Şefik Can şunları söyler:

Mesnevî hakikate ulaşmak ve Allah’ın sırlarına agâh olmak, akıl erdirmek isteyenler için bir yoldur. Mesnevî, din asıllarının asıllarının asıllarıdır… hakikati arayan gönüller için bir cennettir. Kur’ân gibi gönülleri temiz insanlardan, hakîkati sevenlerden başkasının Mesnevî’ye dokunmalarına müsaade yoktur. Mesnevî âlemlerin Rabbinden gönüle inmiş hakîkatleri ihtiva eder.8

“Şems, Hüdâ, Hulûs-ı kalb, intisâb, Tarîk-ı ‘aşk, pençüm, Hak” sözcük ve terkipleri Gelenek dünyasının imajlarıdır. Şair bu imajlarla şiirinde bir anlam bütünlüğü oluşturmuştur.

Tahir Olgun, bir gazelinde Mevlâna’yı vahdet yolunun vahiy taşıyanı olarak nitelendirir. Mevlâna’nın bütün beyitleri konuşan, idrak eden aşkın anlamıdır.

Tarik-ı vahdetin vahy-âveridir zât-ı Mevlâna

Meâl-i aşk-ı nâtıkdır bütün ebyât-ı Mevlâna 9

Mevlâna, bütün aşktır. Onun için aşk sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir. Bu aşk, hissedilen, halleri görülen, idrak edilen bir aşktır. Bu aşk vahdet yolunun biricik kaynağıdır. Aşkın kitabı Mesnevî’dir. Bu Mesnevî bir ilham ikliminin esintileriyle doludur. Mesnevideki beyitler Kur’ân’ın âyetleri gibidir.

Serâpâ nutku ilhâm-ı Hûda, âyât-ı Mevlâna

Değil mi Mesnevî en rûşenâ âyât-ı Mevlâna

Yeryüzü, gökyüzü, cümle kâinat döndüğü, gibi sema’da da dönülür. Burada kainatın ahengine katılma vardır. Mevlâna’nın şevk veren cezbesine kapılan bir salik (Tasavvufi yolun yolcusu) bu ahenge her daim katılmalıdır. Zira Mevlâna’nın feyiz saçan halleri her zaman devam etmektedir.

Semâyı, arzı, cümle kâinatı, döndüren halet

Kemîne cezbe-i şevk-âver-i cezbât-ı Mevlâna

Kalır mı sâlik-i meczubu devrân u semâ‘ından

Feyz-bahşây-ı peyderpey iken hâlât-ı Mevlâna

Tahir Olgun’un Mevlâna’ya yazdığı bu gazelinden yaptığımız alıntılar eski şiir formunun özelliklerini yansıtır. Bu durum Mevlâna’nın etkisiyle Geleneğin modern dönemlerde de yaşadığının bir göstergesidir.

Eski şiiri istihzaya kaçan bir şekilde eleştiren fakat sonraki dönemlerde hiç de böyle düşünmediğini söyleyen Abdülbaki Gölpınarlı “Mevlâna’ya Gazel” başlıklı şiirinde Geleneğin imajlarını kullanır. Buradaki imajlarda Mevlâna etkisi kendisini çok net bir şekilde hissettirir. Gelenek şiirinin en çok dikkati çeken yönlerinden biri rediftir. Gölpınarlı, “aşk eder” redifi ile şirini örgüler.

Molla ki nev-niyâzına tekbîr-i aşk eder

Dil-beste-i mahabbetini pîr-i aşk eder

Bir kâinât-ı cezbede sâgar-ı bedest olup Hüsn ü kemâl-i vecd ile takrîr-i aşk eder.10

Asırlar öncesinden, bir halk şairi Yunus Emre,

“Mevlâna hüdâvendigâr bize nazar kıldı”

“Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.”11

diyerek Mevlâna’yı anlatırken, yüzyıllar sonra XX. yy’de Halk edebiyatının son büyük simalarından Aşık Veysel de “Mevlâna’yı Ziyaret” şiirinde Mevlâna’nın Allah’ın kulu oluşuna, doğru hakka giden bir yolunun olduğuna değinir ve bu yolda gitmeyi temenni eder.

Mevlâna, mevtanın kulu,

Doğru hakka gider yolu.

Deryası rahmetle dolu

Kabul et Allah aşkına

Yalvarırım akşam sabah

Kul olanda olur günah

Merhamet et halime bak

Kabul et Allah aşkına

Bayrak şairi, Arif Nihat Asya, “Kubbe-i Hadrâ”da Mevlâna’nın gidişine duyulan hüznü anlatır. 11. beyit “kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı” redifiyle sonlandırılmıştır.

Yatırırken bu sedef kakmalı şimşir beşiğe,

Ney‘le kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı?

Perdelerden taşırıp neyleri çığlık

Ney‘le kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı.

……………………………………….

Kıyılardan ovalardan dererek inciyle,

Çiğle kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

Gece, mehtabı elekten geçirip kirpikler,

Ayla kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı13

Şiirdeki redif ve beyitler eski şiir formunun devam ettiğinin bir göstergesidir, “sedef, şimşir, inci (dür), gece (şeb), mehtâb, nûr, esma, Hay, Kevser, Tuba” sözcükleri gelenek dünyasının imajlarıdır. Arif Nihat Asya, Mevlâna ile bütünleşen “Ney”i ilk iki beyitte kullanır. Mesnevî’de ayrılık hikâyesi Ney’le bütünleşmiştir. Burada da Mevlâna’nın gidişinden kaynaklanan hüznün hikâyesi, “Ney’le kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı” ifadesi ile iki defa anlatılmıştır. “Ney” sözcüğüne Mevlâna’nın yüklediği anlam yüzyıllar sonra devam etmektedir.

Geleneğin dünyasını şair için geçilmesi gereken bir yol olarak şart koşan Sezai Karakoç Hızırla Kırk Saatte bu yolun mertebelerini kat’eder. Hızırla Kırk Saat ulu hocalara bir “anlatmadınız” eleştirisi ile başlar. İlerleyen adımlarda babasından ayrı ve nice sıkıntılara maruz kalan Hz. Yusuf’un hüznünü yaşayan Mevlâna’nın Şems’ten ayrılışını ve bu ayrılığın hüznünden sonra kendisine Mesnevî’nin verilişini anlatır. Karakoç, Mevlâna’yı Şam’da İbn Arabi ile buluşturur. Ondan Şems’i sordurur.

Muhyiddin kabrini açarak
Sabır kitabından bir yaprak çevirerek
Şemsin kendisini gösterdi
Sonra yorgun bir Şam öğlesinde
Sıcakta çekirgeler kavrulurken
Çömeldi bir su kıyısında
Hızın gördü alı yeşili gördü suda
Şemsi gördü ve buldu kendini

Sabır kitabından bir yaprak çevrilmiştir artık ve Mevlâna’ya düşen zehirle pişmiş aştan bir sabırdır. Bu sabrın meyvesi Mesnevî olacaktır.

Şam çarşılarında Şems alındı Mevlâna‘dan

Kendisine Mesnevî verildi.14

Halide Nusret Zorlutuna, “Niyaz” şiirinde Geleneğin imaj dünyasıyla Mevlâna’ya seslenir.

Her yaprakta gül nefesi,

Rüzgârlarında ney sesi.

Bu yer Âşıklar Kâbesi

Aşkıma vatan, Efendim

Dalında bülbül olayım

Yanıp yanıp kül olayım

Eşiğinde kul olayım

Gönlüme sultan, Efendim.

Derdime derman Efendim

Gönlüme sultan Efendim

Sana feda can Efendim

Mevlâna... Aman Efendim.15

1. dörtlükteki “gül, rüzgâr, ney, Ka’be, Efendim, sözcükleri gelenek dünyasının imajlarıdır. Rüzgâr sevgiliden haber getirir. Sevgilinin kokusunu aşıka getirir. Bu yönüyle rüzgâr taşıyıcı bir özelliğe sahiptir. Zorlutuna, rüzgarın bu vasfından yararlanır ve rüzgara ney sesini taşıma vazifesini verir. Sevgiliden haber alsa da, onun kokusunu rüzgârda koklasa da âşık her zaman bir hicran ateşi ile yanıp yakılır.

Âşık sevgilinin etrafında her zaman bir bülbül gibi döner. Bülbül, gülün etrafında dönerken gülün dikenlerine çarpar. Bülbülün kanı gülün üzerine dökülünce gül de kıpkırmızı, kan gibi olur. Bülbül nasıl gül için canını verirse Zorlutuna da efendisi M evlâna için dalında bülbül olmak ister ve canını veren bülbül gibi yanıp kül olmak ister. Böylece canını feda etmek ister. Sana feda can Efendim, “gül ve bülbül” divan şiirinin en önemli imajlarındandır. “Derd” ve “derman” sözcükleri de geleneğin imajlarındandır.

Aziz Mahmud Hüdayi bu imajı kullanır.

Dertli dermanın ister, kullar sultanın ister

Âşık cananın ister, bana Allah’ım gerek

Zorlutuna, her kıtanın sonuna getirdiği “Efendim” sözcüğü ile samimiyetini Önce sıfatlarla anlatır. En sonunda efendisinin ismini zikreder.

Aşkıma vatan, Efendim

Gönlüme sultan, Efendim

Derdime derman Efendim

Sana feda can Efendim

Mevlâna… Aman Efendim

Mevlâna “Yalnızlıktan ümitsizliğe düşünce güneş gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir” der. Sevgili güneş gibidir. Burada “Güneş” efendi anlamında da değerlendirilebilir. Nitekim güneş yaydığı nurla yıldızların efendisidir. Burada, Zorlutuna, aşkına vatan, gönlüne sultan, derdine derman, uğrunda kendi canını feda edebileceği güneş gibi bir efendiye aman dilemektedir. Onu da son mısrada sarih olarak zikretmektedir. O efendi, Mevlâna’dır.

“Mevlâna İle” şiirinde Zeki Ömer Defne, gelenek şiirinin ses dünyasından yararlanır. Bu şiirinde ses ve anlam iç içedir.

Ben yıllardır yalvarıp duruyorum böyle sana

Ama hep bir yankı, bir “lâ.. nâ.. lâ.. nâ”

Bilmem ne halettir bu, bu ne türlü tecellâ

Bu devir ne devirdir, döner şeş ciheti sesin?

Oraya koşarım burada, buraya koş arda aksin!

Al hâl eyle, yetti artık kaal Mevlâna!.. Mevlâna!..

Nasılsam öyle geldim işte, yalvarırım sana;

Ama yine o yankı, işte o “lâ.. nâ.. lâ.. nâ”16

Zeki Ömer Defne, içinde bulunduğu bir hayret halindedir. Bilmem ne halettir buderken bunu ifade eder. Bu halin sebebi bir tecellidir. Bu tecelliyi anladığı an içinde bulunduğu hali anlamlandıracaktır. Hali anlamlandırabilmesi için Mevlâna’ya koşar. Zira, şeyhinde fena bulunca bu hali anlamlandıracaktır. ş-Mevlâna’dan istimdat eder. Ona hitap gelir. Öyle bir hitap ki her yerde sesi duyuluyor, döner şeş -ciheti sesin. Bu ses her yerde aksediyor. Onu yakalamak istiyor. Ama o her yönde, onu birden yakalamak ne mümkün. Oraya koşarım burada, buraya koş arda aksin!. Artık irade bitiyor. Bir şey yapılacaksa onu da Mevlâna yapacaktır. Al hâl eyle, yetti artık kaal Mevlâna!.. Mevlâna!. mısrada kaal Mevlâna ile Mevlâna’dan içinde bulunulan durumun ne olduğu bilinmek istenir. Sair ne kadar yalvarsa da aldığı cevap hep o yankı oluyor, “lâ.. nâ.. lâ.. nâ” Bu ifadeler mısralar arasında yankılanır. Arzulayan kişi neticede durumu anlayamamış gibidir. Çünkü aldığı cevap menfidir, “lâ.. nâ.. lâ.. nâ” nın olumsuzluk ifade eden anlamlan düşünüldüğünde bu sonuca varılabilir, “lâ.. nâ.. lâ.. nâ” sesin yankısı olurken aynı zamanda anlamlan yönüyle bir cevabın ifadesi olabilirler, burada ses ve anlamın iç içe olduğu rahatlıkla görülür.

Niyazda bulunan kişi aldığı cevabın olumsuzluğunu başta Mevlâna’dan zanneder. Fakat sonra bunun öyle olmadığının farkına varacaktır, “kim olursan ol gel” diyen Mevlâna neden onu kovsun ki. Aşık bunu düşününce o seslerin aslında kendi nefsinden kaynaklandığının farkına varır.

Anladım ki bu sesler, ama nelerden sonra

Senin nurlu dağlarının cevabı değil, hâşâ!..

Hem çağırasın “gel” deyu hem koğasın nice olur!..

Hangi sevgili sen gibi çağırdı bizi Mevlâna?

Bunlar benim içimde yatan kara dağların,

Bana bir uyanıştan seslenişi olsa olsa.

Şiirde geçen “tecelli” ve “aks” tasavvuf dünyasının sözcükleridir. Gelenek dünyasının temel kaynaklarından biri de Tasavvuftur. Zeki Ömer Defne, burada geleneksel imajları kullanarak şiir örgüsünü kurmuştur, “lâ.. nâ.. lâ.. nâ” ifadeleri de gelenek dünyasının ifadeleridir. Ses ve anlam iç içeliği bu ifadelerle sağlanmıştır.

Nayîlik akımından etkilenen bir şair olan Halit Fahri Ozansoy “Ayinden Sonra” şiirinde piri Mevlâna’ya seslenir. Burada ney, neyzenlerin elinde titremektedir. Ve şair piri Mevlâna’dan ruhuna bir ses sunmasını istemektedir.

Titriyor neyzenlerin destinde ney

Ruha bir ses, mûsik, sun, câ.. nâ!..

Ey bu dergâhın banisi, ey

Pirimiz, yâ Hazret-i Mevlâ..nâ 17

Asaf Halet Çelebi, “Semâ-ı Mevlâna” insan ve kainatın sema’ını mezceder.

Tennure giymiş ağaçlar

         Aşk niyaz eder

         Mevlâna

içimdeki nigâr

Başka bir nigârdır

İçimdeki semâ’a

Nice yıldızlar akar

Ben dönerim
gökler döner

Benzimde güller açar

Güneşli bağçelerde ağaçlar

“hataka’s-semâvâti-ve’lard’h”

Yılanlar ney havalarını dinler

Tennure giymiş ağaçlarda

Çemen çocukları mahmur

Câan

          Seni çağırıyorlar

Yolunu kaybeden güneşlere

Bakıp gülümserim

Ben uçarım

          Gökler uçar 18

Şiirde geçen “Tennure” sema âyini sırasında mevlevî dervişlerin giydikleri geniş etekliktir. “Nigâr”, resim anlamına gelen Farsça bir isimdir. Aynı zamanda resim gibi güzel sevgili anlamına gelir.19 Şiirin devamında geleneksel imajların kullanıldığı görülmektedir. Bu şiirsel imlere dair Hilmi Yavuz şunları söyler.

Mevlâna‘nın, Çelebi tarafından çevrilen,

Biyâ biyâ ki tui cân-i cân-ı cân-ı semâ’

matla’lı gazelindeki “Yüzbin yıldız seninle gönlünü aydınlatır’ dizesi, Çelebi’nin

İçimdeki semâ’a

Nice yıldızlar akar

dizelerini şiirsel ime dönüştüren bir hipogram görevini yerine getirir. Öte yandan Çelebi’nin çevirdiği,

Mesti ve âşıkî vu cîvânî vu cins-i în

matla’lı gazelinde Mevlâna’nın

‘Gönüller, içlerindeki çin dilberlerini gösterdiler’ dizesi Semâ-ı Mevlâna’daki

İçimdeki Nigâr

Başka bir nigârdır

dizelerini şiirsel ime dönüştürür.” 20

Çemen çocukları mahmur dizesinde geçen “Çemen çocukları” Bakînin ‘baharın özellikleri ile kutlu yezir Ali Paşa’nın övgüsü (der sıfât-ı bahar ve midhat-i Ali Pâşâ-yı kâmyâr)’ hakkında yazdığı kasidesindeki şu beyitte geçmektedir.

Çemen etfâlinün uyhuların uçurdı yine

Subh-dem gulgule-i fâhte gülbang-i hezâr 21

beyitte geçen Çemen etfâli(çemen çocukları) ile Çelebi’nin şiirinde geçen Çemen çocukları kullanımındaki benzerlik açıktır. Çelebi, bu şiirde

Tennure giymiş ağaçlar

         Aşk niyaz eder

         Mevlâna

…………………….

Ben dönerim
gökler döner

…………………….

Benzimde güller açar

…………………….

Seni çağırıyorlar

…………………….

Ben uçarım

          Gökler uçar

mısraları ile evrende aynı anda yapılan ahenkli bir “evrensel sema” âyini” resmi çizer. Bunu yaparken de yukarıda gösterilen şiirsel imlerden yararlanır.

Hilmi Yavuz‘un “Mevlâna ile Şems” şiirinde Mevlâna’nın meşhur “kim olursan ol gel” sözüne gönderme yapılır. Bu mısralarda Mevlâna ile Şems hikâyesine de gönderme yapılır. Burada Mevlâna yine anlaşılamamıştır. Bu durum hep gizemli kalmıştır. Tasavvuftaki zıtlık ifadeleri de bu şiirde sen-ben şeklinde kendini belli eder.

aşklardır benim bildiğim

ben oluş’um, sen değişim

hangi kitaptan geldiğin

bilinmez, ama sen yine gel,

yine gel de 22

Öğrencileri Mevlâna’yı anlayamamışlardır. Onun içindeki Şems’e ve Şems’in efendisine iştiyak ateşinin sırrını anlayamamışlardır. Anlaşılmamak ve bunun için garip kalmak ne kadar zordur. Mevlâna’nın bu halini Yunus Emre’nin şu sözleri ne kadar iyi açıklar:

Garipsin bu dünyada

Durma durma ağla gönül

Mevlâna anlaşılamadığı için bu dünyada gariptir. Onu anlayanlar olmuşsa bunlar Mevlâna’nın aralarında garip kalmadığı insanlardır, fakat onun bu durumu yine gizlidir.

ve anlaşılmak

her zaman gizlidir hep ayrı nedende

Eserlerinde, özellikle tiyatro çalışmalarında geleneksel imajları çok kullanan Turan Oflazoğlu, “Sevgi Hakanında “Gel” şiirinde “gel” redifi ile Mevlâna’nın meşhur “kim olursan ol gel” sözüne gönderme yapar.

Haydi gel, çağıran Mevlâna‘dır, gel, gel/

Diyelim senin kasdın canadır, gel.gel/

Yiğit ya da korkak soylu ya da alçak

Kim olursan ol, davet sanadır, gel, gel/ 24

Beşir Ayvazoğlu, “Daha Deniz Daha Dağ” isimli şiirinde “Şems’e, Mevlâna’nın “Kim olursan ol gel’ anlayışına, sema’a” gönderme yapar. Burada “Tennure” ve onun etrafında gelişen “dönüşler” dikkat çekicidir.

Buda’yı bırakırız Nirvana’ya gömülmüş,

Tao bir Çin gecesinde kısa süren düş.

İnce fikirle Buda, ince çizgilerle Çin

Ergeç varır gerçeğe, düş gölgesi gerçeğin.

Gelirlerse soyunur, ak pak olur gelirler,

Kırarlar putlarını kıbleye yönelirler.

Açılır bu boz dağlarda binlerce lâle,

Haçlar birer birer eğilir, döner hilâle.

Açılır tennureler, döner döner açılır

Ve kalkar cümle perde, uyanır ebedî sır,

Şems erişir, vakt erişir, döner Mevlâna 25

Buraya kadar modern Türk şiirinde Mevlâna etkisini yansıtan bazı şairlerin şiirleri üzerinde durulmuştur. Elde edilen veriler ışığında şunlar söylenebilir:

SONUÇ

Mevlâna kültür semâmızın yıldızlarındandır. Eserlerinde her zaman imanı, aşkı, marifeti, şevki soluklamıştır. Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen eserleri dupduru ve taze olarak kalmıştır.

Mevlâna eserlerindeki imaj dünyası ile Gelenek şiirini etkilediği gibi aradan yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen modern Türk şiirini de etkilemiştir. Bu yönüyle Mevlâna’nın eserleri Türk şiiri için büyük bir kaynak hüviyetindir

Metinler arası yapılan çalışmalarda gelenek imajlarının dizeler arasında serpiştirildiği rahatlıkla görülebilir. İmajların bir hayale bir anlama kapı aralaması için önceden oluşmuş kaynak hüviyetinde geniş bir kültürün varlığı şarttır.

Ney sesinin etkisi şiirlerde birmüzikalitenin oluşmasında önemli bir etken olmuştur. Bu durum kendini mısra la rda ses güzelliği olarak göstermiştir.

Mevlâna’nın ayrılmaz bir parçası olan sema’ın geçtiği şiirlerde, insan ve evren birlikteliğinin çoğu zaman birlikte anıldığı görülmüştür.

Aradan yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen Mevlâna etkisinin modern Türk şiirinde görülmesi, “Kültürde süreklilik” ve” Kültürde devamlılık”ın en belirgin bir ifadesi olmuştur.


KAYNAKÇA

Kâzım Yetiş, Namık Kemalin Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, Alfa Yay., İstanbul, 1996.
M. Orhan Okay, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergah Yay., İstanbul, 1990
Mehmet Önder, Mevlâna’dan Güldeste, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990
Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgariyle, İstanbul Fetih Cemiyeti Yay., İstanbul, 2000
Mehmet Önder, Mevlâna Şiir Antolojisi, Ajans-Türk Kültür Yayınları Serisi, Ankara.
Arif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Ötüken Yay., İstanbul, 1999
Mesnevî, Haz.: Abdülbaki Gölpınarlı, MEB. Yay., İstanbul, 1995, c.V., s. 179-180.
Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken Yay., İstanbul, 1997, c.1. s. 11.
Sezai Karakoc, Hızırla Kırk Saat, Diriliş Yay., İstanbul, 1982.
Özgül Kayahan, Halit Fahri Ozansoy, Hayatı ve Eserleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., İstanbul. 1987
Asaf Halet Çelebi, Om Mani Padme Hum, Adam Yayıncılık, istanbul, 1983
Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yay., Ankara, 1997.
Hilmi Yavuz, Yazın, Dil ve Sanat, Boyut Kitapları, İstanbul, 1999
Baki, Haz.: İskender Pala, Timaş Yay., İstanbul 1998,
Hilmi Yavuz, Erguvan Sözler, Can Yay., İstanbul, 1989
Turan Oflazoğlu, Sevgi Hakanı, Dergâh Yay., İstanbul, 1986
Beşir Ayvazoğlu, Şiirler, Ötüken Yay., İstanbul, 1997

DİPNOTLAR

(*) Araştırma Görevlisi, Harran Üniversitesi, Osmanbey Yerleşkesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Merkez/Şanlıurfa, hnas@harran.edu.tr
(*) Araştırma Görevlisi, Halef Nas
1) Kâzım Yetiş, Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, Alfa Yay., İstanbul, 1996, s. 344.
2) M. Orhan Okay, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergah Yay., İstanbul, 1990, s. 83.
3) Mehmet Önder, Mevlâna’dan Güldeste, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 13.

4) Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıyla, İstanbul Fetih Cemiyeti Yay., İstanbul, 2000, s. 95.

5) Mehmet Önder, Mevlâna Şiir Antolojisi, Ajans-Türk Kültür Yayınları Serisi, Ankara, s.73.

6) Arif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Ötüken Yay., İstanbul, 1999, s.299.
7) Mesnevî, Haz..- Abdülbaki Gölpınarlı, MEB. Yay., İstanbul, 1995, c.V., s. 179-180.
8) Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken Yay., istanbul, 1997, c. 1. s. 11.
9) Mehmet Önder, Mevlâna Şiir Antolojisi, Ajans-Türk Kültür Yayınları Serisi, Ankara, s.76.

10) Mevlâna Şiir Antolojisi, s.81.
11 i Mevlâna’dan Güldeste, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 13.
12) Arif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Ötüken Yay., İstanbul, 1999, s. 225.
131 Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat, Diriliş Yay., İstanbul, 1982., s. 63.
14) Mevlâna Şiir Antolojisi, s. 99.
15) Mesnevî, Haz.: Abdülbaki Gölpınarlı, MEB. Yay., İstanbul, 1995, c.ll., s.25.
16) Mevlâna Şiir Antolojisi, s. 104.
17) Özgül Kayahan, Halit Fahri Ozansoy, Hayatı ve Eserleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., İstanbul, 1987, s. 20.
18) Asaf Halet Çelebi, Om Mani Padme Hum, Adam Yayıncılık, İstanbul, 1983.S.40.
19) Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yay., Ankara, 1997.

20) Hilmi Yavuz, Yazın, Dil ve Sanat, Boyut Kitapları, İstanbul, 1999, s.147-148.

21) Baki, Haz.: İskender Pala, Timaş Yay., İstanbul 1998, s.28.

22) Hilmi Yavuz, Erguvan Sözler, Can Yay., İstanbul, 1989, s. 164.

23)a.g.e.,s. 164.
24) Turan Oflazoğlu, Sevgi Hakanı, Dergâh Yay., İstanbul, 1986, s. 18.
25) Beşir Ayvazoğlu, Sürter, Ötüken Yay., İstanbul, 1997, s. 11.