Bir dağı izleme yöntemleri
Said Yavuz
Büyüklerin hayatlarına, inanç ve duruşlarına kendi sığ muhayyilemizden azade başka büyüklerin penceresinden bakmak isteği hepimizde vardır. Tavır, tavır sahibi biri tarafından daha iyi okunmaz mı? Sanat da böyledir. İyi şiir yazanların başka şairlerle ilgili dediklerine kulak kabartmaz mıyız hemen? Önümüzde bir altın olduğunu ancak sarrafa sorarak biliriz ve kıymet böylece bir makes bulmuş olur. Meselâ Molla Cami’yi Ali Şir Nevai’den gözlemlemekle kendi çağımız ve çapımızdan gözlemek arasında nasıl bir fark vardır? Cevaba mahal bırakmayacak sorular bunlar, ilim ve sanat erbabının aralarında sanki ezelden bir kıymet bilirlik anlaşması vardır. Eser, her şeyin fevkindedir. Akif’e Mithat Cemal’den, Galib’e onun enis i neharı Esrar Dede’den bakmamız, bakmak isteme noktasındaki iştiyakımız ve birinin diğerindeki tecellilerini görmek istemekteki merakımız değil midir birinin gözlerinden diğerine bakmayı kollamamızdaki neden.
Hem anlaşılması için nice fırsatları içinde barındırması nedeniyle hoşnut olduğumuz ve hem de her şeyi popülerleştirerek içindeki anlamları boşaltmakta bir vampir görevi yapan medyanın böylesi eğiliminin hedefi olduğunu gördüğümüz Mevlâna Yılı içinde bulunuyoruz. Mevlevî ayinlerini ibadet neşvesinden bir gösteri sığlığına dönüştüren kapitalist bakış açısı elbette gönlü Mevlâna ile atan dervişanı oldukça rahatsız etti. Biz dahi böylesi iç boşaltmaları acıyla izliyoruz. Acaba bu yolun sahih bağlılarının artık iyiden iyiye sırrolması mı Mevlevî âyinlerini bir sahne ibadetine çeviren? Bunca yanlış tanıtma, özünden yoksun kılma ameliyeleri karşısında tek tesellimiz gerçek Mevlâna severlerin mutlaka onun dizeleri arasında parlayan Nur-i Muhammedi’yi göreceklerine olan inancımızdır. Kendisinin Mesnevîyi yazarken bir Kur’an tefsiri yazdığını ifade edişi de onu okuyanları nasıl bir membaa taşıyacağını haber verir niteliktedir.
Bu yıl münasebetiyle ki ehli hakikatin böyle yıllara ihtiyaç duymayacağı açık, ama bizler bütün olagelenleri elimizin tersiyle itip bir komplo teorisyeni kesilmeden sebepler dairesinde bu olaya Hakkın sahih bir sesi bütün dünyaya duyurması olarak bakmak durumundayız. Çünkü bizler biliriz ki Allah bir kulu sevdiğinde onu gök katlarının sakinlerine sevdirir. Göktekilerin sevgisi biryağmur gibi insanların gönüllerine yağar. Mevlâna Allah’ın yüce adını vezinlerle taşıyıp durdu, şiir onun zikriydi ve sema aşkın bir büyük tezahürü oldu. Böylece Allah onun adını daha hayırlı topluluklarda andı. Bizim her ne vakit adını ansak içimizi titreten şey, kabri önüne geçince bizi oradan ayırmayan, oraya kul eden şey de o topluluğun içimize sirayetinden başka bir şey değildir.
Şimdi biz de yukarda ifade ettiğimiz, bir dağa ancak bir dağdan bakılabileceği ve ancak o zaman bir şeyler görülebileceği gerçeğinden hareketle günümüzün derviş devrimcisi Nuri Pakdil’den Mevlâna’ya bakmak istedik. Baktık ki bir keşf bizi orada öylece bekliyor. Nuri Pakdil denemesinin zirveye çıktığı Bir Yazarın Notları’nda Konya’ya ilk gidişini cevabı soruda içkin anlatım biçimiyle kendisiyle konuşmayı çok özgün bir tarzda ortaya koyduğu yazısında şunları söylüyor. Dikkat edilecek diğer bir husus da “Zübde i âlem” olarak gördüğü insana -kendisine- ikinci çoğulla yani saygıyla seslenmesidir:
Cok sevinçliydiniz; ilk kez mi gidiyordunuz Konya’ya? Bir tuhaf oldunuz değil mi? Şimdiye değin hiç gidemediğinize mi şaşıyorsunuz? Şöyle düşünüyorsunuz; şimdi 68 şubatı, burada kesintisiz oturmaya başlayalı üç yıl olacak, nasıl olmuş da bir gidememişim? Şu düşündüğünüze bakın; Konya’ya gitmek için, ille buraya mı gelmeniz gerekliydi? İstanbul’dan bile gidemez miydiniz, Maraş’tan bile gidemez miydiniz? Nerede olmanızın o denli bir önemi var mıydı? Görevle gidiyorsunuz bakalım yeterince vakit bulabilecek misiniz, gezip görmek için Konya’yı? Çok da hızlı gidiyor otobüsünüz… Bakın işte dingin bir otel odası, haydi haydi beğendiniz, uyumadan biraz okursunuz, lambanın ışığı da iyi, fazla dalıp gitmeyin okumaya, biliyorsunuz erkenden buluşacaksınız arkadaşlarınızla, bir ön toplantınız olacak, sonra hanginizin Konya da kalıp hanginizin ilçelerine gideceği belirlenecek. Çok istiyorsunuz Konya’da kalmayı; okumadınız gene, niçin dönüp duruyorsunuz yatakta, uykunuz mu gelmedi? Ayağınıza da uzatırken çekingen çekingen bir haliniz var; Büyük Mevlâna çok hoşgörülü, haydi ayağınızı uzatın rahatlıkla. Lambayı söndürmeyecek misiniz?
Bütün bunlardan sonra hepimize bir teklifi vardır Usta’nın: Evimizde bir Mevlâna odası bulunsun. Soyut da olabilir somut da. Bu çağrı, bütün Mevlâna makalelerini, akademik kurguları, düetleri, Mevlevîleri palyaçoya çeviren kılıkta tarz ve eğilimleri geçerek sadece asıl esere yönelmeyi içeriyor. Mesnevî’ye yeniden dönmek çağrısı. “Mesnevî’nin devinimli; bitimsiz rüzgârlı; mistik akımlı; insanı eleştirel yaklaşımlarla şeytanlarına baş kaldırmaya çağıran ebedi bildirisi’ne… Ve sonra Mesnevi için kesin yargısını koyar, daha o zamanlar onun başka şeyleri çağrıştırdığı izlenimini uyandırmaya, onun İslâmî motiflerden uzak sadece hümanist bir yaklaşım olduğuna insanları inandırmaya çalışanlara karşı: “İslâmiyet’i algılamayı, yorumlamayı amaçlayan var oluşun romanıdır, bir bakıma Mesnevî.”
Nuri Pakdil, daha o vakitlerde 21. yüzyılın bir Dünya Mevlâna Yılı olacağını, insanların akın akın onu anlamaya yöneleceğini işaret eden çok açık ifadeler kullanır. Onun bu keşf ve feraseti, el aldığı, bağlandığı menfezi bilenler için şaşırtıcı olmasa gerektir:
“Daha çağ olmadan, hemen, o çağın önünde ışır Mevlâna: Yirmi birinci yüzyıla da böyle girilecektir. Yirmi birinci yüzyıla girdiğimizde, bir yanan lamba göreceğiz önümüzde.”
Yedi İklim Dergisi – Mevlana Özel sayısı
#Said Yavuz