Mesnevî’nin kültürler arası ilişkiler üzerindeki etkisi

 

Mesnevî’nin kültürler arası ilişkiler üzerindeki etkisi

Mevlâna”nın (ö. 1273) Farsça telif ettiği meşhur Mesnevî-i Manevî isimli klasikleşmiş eseri bir çok dile tercüme edilmiş ve daha iyi anlaşılması için de defalarca şerhleri yapılmıştır.(1) Şerh ve tercümelerin yanı sıra Mesneviden etkilenerek telif edilen birçok eser bulunmaktadır. Biz bu bildirimizde; Türkçe konuşulan iki farklı coğrafyada kaleme alınan iki eser arasındaki benzerlikten yola çıkarak klâsik bir eserin aynı dil ve kültür dairesinde olan milletler üzerindeki etkisini göstermeye çalışacağız.

Yazımıza konu olan eserlerden biri olan Kitâb-ı Mebde-i Nûr, XVII. Yüzyılda Orta Asya’da yetişmiş, Çağatay edebî sahasının önemli mutasavvıf şairlerinden Babarahim Meşreb’in manzum bir eseridir. İşân Şâh Meşreb olarak da bilinen Babarahim Meşreb, Çağatay edebiyatının gerileme ve çöküş devri (XVII-XVIII) şairidir.(2) Apak Hoca tekkesinde yetişen Babarahim Meşreb, aynı zamanda Orta Asya, Afganistan ve Doğu Türkistan’da çok iyi tanınan gezgin bir Melâmî dervişidir. Doğum tarihi konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Biri 1641, diğeri 1657’dir. Genel kabul gören tarih ikincisidir. Andican’da doğan ve tahsilini tamamlamak için Nemengân’a giden Meşreb’in hayatı Orta Asya’yı dolaşmakla geçmiştir. Rind-meşreb olan Meşreb, dolaştığı yerlerde hep halkla beraber olmuş, onlara eğitici ve din konusunda uyarıcı şiirler söylemiştir. O bu şiirleri söylerken kendinden geçtiği zamanlar da olurdu.(3) Hakkında XVII. Yüzyıl kaynaklarında pek fazla bilgi bulunmayan Meşreb, Belh hakanı Mahmud Han’ın huzurunda okuduğu hicviyelerden dolayı 1711 yılında idam edilmiştir.(4)

Mebde-i Nûr, Meşreb’in Divan’ından sonra Kimya ile birlikte en çok okunan ve tanınan eseridir. Bunların yanı sıra Hac-nâme isimli bir eseri daha vardır.(5) Mebde-i Nûr”un bir çok yazma nüshası ve baskısı bulunmaktadır.(6)

Kitabın baş tarafında yer alan Mebde-i Nûr, Mesnevî gibi ‘fâilâtün fâilâtün fâilün” vezni ile yazılmıştır. Meşrep bu eserinde, Mesneviden seçtiği beyitlerde geçen kavramları, ahlâkî ve didaktik hikâyelerle zenginleştirerek anlatma yolunu seçmiştir. Mesnevi”den alınan beyitler baş tarafta bulunmasaydı, eserin Mesnevî ile ilgisi ilk bakışta anlaşılmayabilirdi. Eserde Mesneviden otuz dokuz beyit seçilmiştir ve eser Mesnevînin de ilk beyti olan “Bişnev ez ney” ile başlamaktadır. Mesneviden alınan beyti, bazen birkaç beyti bulan tercümesi izlemektedir. Daha sonra ise beyitte geçen bir kavramın açıklamasından yola çıkılarak konu derinleştirilmekte, metin salt Mesneviden alınan beytin açıklamasından çıkarak, seçilen konunun didaktik tarzda anlatıldığı bölüme geçilmektedir. Bu bölümde, anlatılan görüşü desteklemek için bir veya birkaç evliya menkıbesi nakledilmekte ve müellifin görüşlerini özetleyen bir gazel ile bitmektedir. Sonra bir başka Mesnevî beytine, dolayısıyla da bir diğer konuya geçilmektedir. Eserin son bölümünde bir kısmı Arapça olan müstezâdlar yer almaktadır. Eserde, sadece hikâyet, gazel ve müstezad başlıkları verilmektedir. Fakat bunların konu değişiklikleri ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

Eserin hikâyet başlıklı bölümlerinde menkıbesi anlatılan mutasavvıflara bakıldığında ilk dönem sûfîlerinin ağırlıkta olduğu dikkat çekmektedir. Zünnûn-ı Mısrî, Hâce Emir Devlet, Beyâzîd-i Bistâmî, Behlûl-i Dânâ, İsmâil-i Şâmî, Hâce Abdâl-i Nişâbûrî, Hâce Abdullah Mağribî, Şeyh Süheyl, Yûnus-ı Nişâbûrî, Hâce Sâbir menkıbeleri anlatılan mutasavvıflardan bazılarıdır. Bazen hikâyenin kahramanı; adamın biri, bir şehzade, bir karga, bir öğrenci, bir şeyh ve bir derviş gibi sıradan bir şahsiyet veya varlık da olabilmektedir. Bu hikâyeler, hem menkıbeleri anlatılan zevatın biyografisi, hem de tasavvuf tarihi için incelenmeye değer görünmektedir.

Eserde sadece Mesnevinin I, II, III, V ve VI. Defterlerde geçen 38 beyit yer almaktadır. Birinci defterden 12, ikinci defterden 17, üçüncü defterden 3, beşinci defterden bir ve altıncı defterden 2 beyit yer alırken 4 beytin hangi defterden alındığı tespit edilememiştir. Eserdeki en kısa açıklama 113. sayfada yer alan 22 beyitlik Mûsâ peygamber ile ejderha kıssasıdır. En uzun açıklama ise 28 sayfa ile 85. sayfadaki beyittir. Bu beytin altında 15 hikâye anlatılmaktadır.7 Hikâye sayısı beyte göre değişmektedir. Mesneviden alınan her bir beyitten sonra, genellikle birden fazla hikâye yer almaktadır.

135. sayfanın sonunda “Temam boldı defter-i evvel-i Mesnevî-i Ma’nevî bi-avni’l-lâhi teâlâ ve fazlihîve keremihî.” İbaresi vardır. 285. sayfanın sonunda “Temmeti’l-kitâb bi-avni’l-meliki’l-vehhâb” ibaresi vardır. 286. sayfa Mesnevînin üçüncü cildinin ilk beytiyle başlamaktadır. 340. sayfanın ortasında “Temmeti’l-kitâb vi avnihi’l-meliki’l-vehhâb” ibaresiyle kitabın ilk kısmı sona ermektedir. Bu satırın hemen altındaki satırda “Kimyâ-yı evvel Bismillahirrahmanirrahim” ibaresiyle Meşreb’in çok bilinen diğer eseri Kimya yer almaktadır. Mefâîlün mefâîlün fâilün vezninde yazılan ve her bir bölümün ‘Kimya’ olarak adlandırıldığı bu eserde 22 kimya yer almaktadır. 448. sayfada eser sona ermektedir. Kimyalarda, İslâm ahlâkı, itikadı ve ilmihali ile ilgili 22 ayrı konu işlenmektedir. Önce konu bir kaç beyitle özetlenmekte, daha sonra anlatımdaki tesiri artırmak için konuyu destekleyen bir veya birkaç evliya menkıbesi anlatılmaktadır. Ancak bu eserin, Mevlâna”nın Mesnevî”si ile ilgisi yoktur.

Yazımıza konu olan diğer eser Ebu Said Muhammed b. Mustafa b. Osman Hadimî Efendinin Türkçe’ye Tuhfetü’l-Mülûk fi İrşâdi Ehli’s-Sülûk adıyla çevrilen Risâletü’n-Nakşıbendiyye isimli eseridir (İstanbul: Dâru’t-Tıbaati’l-Amire, 1830,264 s. ikinci baskısını; sadeleştiren Hasan Alakese, İstanbul: İnsan Yayınları, 2002).

Ebu Said Hadimi, Buhara’dan Anadolu’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak 1701 ‘de Hadim’de (Konya) doğdu. Babası müderris Fahrürrûm Mustafa Efendidir. Soyu Hz. Muhammed’e kadar ulaşmaktadır. İlk öğrenimini babasının yanında yapan Ebu Said 1720’de Karatay Medresesine, 1725’te de İstanbul’da Kazovalı Ahmed Efendinin medresesine devam etti. Sekiz yıllık bir tahsil hayatından sonra Hadim’e döndü ve babasından boşalan Hadim Medresesinde ders vermeye başladı. Ünü kısa sürede yayıldı ve padişah I. Mahmut tarafından İstanbul”a davet edildi. Padişahın huzurunda dersler takrir etti ve padişahın arzusu üzerine kısa bir dönem Ayasofya vaizliği yaptı. Ebu Said, padişahın İstanbul”da kalması konusundaki ısrarına rağmen memleketine döndü. 1762 yılında vefat edene kadar memleketinde kendi adına bina edilen medresede talebeler yetiştirdi. Hadimî medrese geleneği içinde yetişen seçkin alimlerdendir, İslâm”ın özüne bağlı bir kişi olan Hadimî’ye göre şeriatın temel ilkeleri ve sırat-ı müstakim dairesi dışında kalan birtakım görüşler tarikat sayılmaz. Bununla birlikte İbn Arabî’nin küfrüne dair fetva verilmemesinin daha doğru olduğunu düşünür. Tefsir, fıkıh, hadis, tasavvuf ve akaid konularında yazılmış 23 eseri vardır.(8)

Arapça kaleme aldığı eserlerden Er-Risâletü Nakşıbendiyye, Dervişzâde Zeynel Abidin Karamanî tarafından Esmâ-i Hüsnâ ilâvesiyle şerh edilmiştir. Bu şerhi, Hadimî’nin oğlu Mehmet Münip Efendi 1830 yılında Tuhfetü’l-Mülûk fi İrşâdi Ehli’s-Sülûk adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir. Ağır bir lisanla tercüme edilen bu eser Ömer b. Abdullah el-Akşehirî (ö. 1830) tarafından yeniden şerh edilerek sadeleştirilmiştir. Akşehirî sadeleştirme esnasında bazı menkıbeleri esere ilâve etmiştir.

Hakikat ehlinin adabını ve halis tarikatın şartlarını ihtiva eden bu eser bir mukaddime ve 70 bölümden oluşmaktadır. Mütercim Akşehirî tarafından kaleme alınan mukaddimede; devrin padişahı Abdülmecid’e dua edilmekte ve eser hakkında bilgi verilmektedir. Eser besmelenin fazileti ile başlamakta, şârih Zeynelâbidin tarafından ilâve edilen Esmâü’l-Hüsnâ ile sona ermektedir. Aradaki 69 bölümde, iman, itikat, tarikat, özellikle Nakşıbendiyye’nin esasları, güzel ahlâk, dervişliğin gerektirdiği haller üzerine bilgiler ile bazı tasavvufi ıstılahların açıklamaları yer almaktadır. Müellif, konu hakkında görüşlerini desteklemek üzere âyet ve hadislerin yanı sıra “eşsiz” diyerek övdüğü Mesneviden aldığı beyitleri de örnek olarak vermektedir. Örnek olarak aldığı kimi beyitleri, Ankaravî’nin Şerh-i Mesnevisinden yararlanarak şerh etmektedir. Bunların yanında kime ait olduğunu zikretmediği Arapça ve Farsça şiirler de bulunmaktadır.

Eserde örnek olarak alınan 90 beytin yetmiş üçü birinci ciltten, üçü ikinci ciltten, beşi üçüncü ciltten, beşi altıncı ciltten olup dördü de tespit edilememiştir. Her bölümde Mesnevf den örnek bulunmamakta, bazı bölümlerde ise birden fazla beyit alınmaktadır.

Hadimi, anlattığı konunun daha iyi anlaşılması için Mesneviden aldığı örnekleri zaman zaman Ankaravî şerhinden faydalanarak şerh etmiştir. Bundan da Hadimî’nin, Ankaravî’nin şerhini çok beğendiği anlaşılmaktadır. Bir yerde Ankaravî’den “Kutbü’l-Arifîn gavsu’s-vâsılîn aşık-ı Mevlâ ve Mevlanâ şârih-i Mesnevî Şeyh İsmail Ankaravî” şeklinde bahsetme ve şerhinden kısa da olsa kimi bölümleri ilgili beytin sonunda iktibas etmektedir. Bunun yanında Molla Cami’nin Nefâhatü’l-Üns isimli eserinden de istifade etmiştir.

İki eser ve müellifleri arasındaki benzerliklere gelecek olursak;

Mesneviden beslenen bu iki eser ve müellifleri arasında kimi benzerlikler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1- Her iki eser de Türkçe’dir.

2- Müelliflerin ikisi de aynı yüzyılda yaşamış mutasavvıf şairlerdir.

3- Her iki müellif de bulundukları ülkelerin edebiyatlarının gerileme döneminde yaşamışlardır.

4- Her iki eser de müntesiplerine öğüt vermek ve adap öğretmek üzere didaktik mahiyette kaleme alınmıştır.

Bunun yanında iki eser arasında kimi farklılıklarda bulunmaktadır. Bunlar;

1- Eserlerden Mebde-i Nûr Doğu Türkçesi, Tuhfe ise Batı Türkçesi ile yazılmıştır.

2- Mebde-i Nûr manzum, Tuhfe mensurdur.

3- Mebde-i Nûr genel olarak tasavvufi yaşam biçimini konu edinirken, Tuhfe münhasıran bir tarikatın adabını anlatmaktadır.

4- Eserlerden biri diğerinden daha çok ayrıntılıdır. Tuhfe, müellifin mensubu bulunduğu tarikatın ilmihal kitabı gibidir.

5- Müelliflerden biri müderris ve alim (Hadimî) iken diğeri gezgin ve âşık bir ozandır (Meşreb). Yaşantıları bakımından da farklıdırlar. Bu durum eserlerin üslubuna da yansımıştır.

6- Müelliflerden biri Melami dervişi (Meşreb), diğeri ise Nakşî şeyhidir (Hadimî). Tarih içinde bu iki tarikat mensuplarının birbirlerine ters düştükleri zamanlar olmuştur.

7- Müelliflerden biri eceliyle ölürken (Hadimî) diğeri idam edilmiştir (Meşreb).

8- Mesnevî’den alınan beyit sayıları, birinde (Tuhfe, 90) diğerinden (Mebde-i Nûr, 38) daha çoktur.

Sonuç

Klâsik eserleri klâsik yapan özelliklerden biri de, bunların farklı dillerde ve kültürlerde olan insanlar tarafından okunmalarıdır. Bu yönüyle Mevlâna Celaleddin Rûmî’nin Mesnevî’si Doğu edebiyatının klâsiklerinden biridir. Şüphesiz Mesnevî, bir çok Batı diline de çevrilmiş veya ondan ilham alınarak şiirler söylenmiştir. Mesneviden mülhem Batı’da yazılan eserlerle Doğu’da yazılan eserler arasındaki fark, okuyucular üzerinde bıraktığı etkide ortaya çıkmaktadır.

Birbirine yakın bir zaman diliminde ve birbirine uzak iki coğrafyada yaşayan, farklı tarikata mensup yukarıda da belirtildiği gibi birbirinden çok farklı iki mutasavvıfın öğretilerini kaleme aldıkları eserlerinde, Mesneviye bağlı olmaları ve ondan alıntılar yapmaları, onların tarikat, devir ve mekân farklı olsa da aynı kültür ailesine mensup olduklarını ve aynı kaynaktan beslendiklerini göstermektedir. Mesnevî, bu haliyle de Türkçe konuşulan toplumlar arasında kültürel ilişkinin devam etmesini sağlayan büyük ve önde gelen eserlerden biri olmuştur.

DİPNOTLAR

* Sakarya Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Öğretmenliği Bölümü, Öğretim Üyesi..

1 Mesnevinin tercüme ve şerhleri için bk. İsmail Güleç, “Türk edebiyatında Mesnevi tercüme ve şerhleri” Journal of Turkish Studies Türklük Bilgisi Araştırmaları, yay. haz. Zehra Toksa, 27/II, 2003, s. 161-176, ve Franklin Lewis, Rumi Past and Present, East and West The Life, Teaching and Poetry of Jalal al-Din Rumi, 3. bs., Oxford: Onevvorld Publications, 2003, ss. 467-612.

2 Fuad Köprülü, “Çağatay Edebiyatı” İslam Ansiklopedisi III. İstanbul: MEB, 1945, s. 316.

3 Babarahim Meşreb, Mebde-i Nûr, yay. haz. Hacı İsmetullah Abdullah, Taşkent, 1994, s. 3-10.

4 Mahmut Fidancı, Şâh Meşreb Menâkıb-nâmesi (İnceleme-Metin-Sözlük), İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi İstanbul, 1994, s. XIII.

5 A. e. XXI.

6 Daha fazla bilgi için bkz. Babarahim Meşreb, a.g.e., s. 22-24. Hakkında bilgi verdiğimiz nüsha, 1898 yılında, bugün Özbekistan’ın başkenti olan ve o dönemlerde önemli kültür merkezleri arasında yer alan Taşkent’te Kimya ile birlikte basılmıştır. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesinde, K43 numarada kayıtlı olan bu kitabın cildinin kenarları bez, üstü mukavva olup ortasında salbekli şemse vardır. Şemse vişne çürüğü rengindendir. Salbekler ise kırmızı, mukavva cilt laciverttir. Sırtı meşin olup, yıprandığından rengi değişmiştir. Orijinal renginin bordo olduğu tahmin edilmektedir. Ebadı 27 x 17,5’tur. Kağıt rengi sarıdır. Çok iyi korunmuş olan kağıtta ufak bir kurt yeniği bile yoktur. Kağıt ebadı 26,5 x 17’dir. Yazı ebadı 23 x 13.5’dur. 448 sayfa olan bu eserin her sayfasında, başlıklar hariç, her satırda bir beyit olmak (çift sütun] üzere 23 beyit vardır. Eserin dili Çağatayca’dır.

Kapağın en üstünde “Fetebârekellâhu ahsene’l-hâlikîn” (Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne kadar yücedir. Kuran, 23/14) cümlesi yer almaktadır. Onun altında kitabın adı “Kitâbu Mebde-i Nûr” bulunmaktadır. En altta ise “Der-vilâyet-i Taşkend be-ihtimâm-ı Molla Abdullah Hacı ibn-i Esedullah Hacı Taşkendî” (Taşkent ilinde, Taşkentli Hacı Esedullah oğlu Molla Hacı Abdullah’ın gayretiyle.) ibaresi yer almaktadır. Onun altında ise Rusça “Doz. Tsenz. S. Peterpurg 11 Maya 1898 g. Tipo-lit V. M. Ilina vı Taşkent” (Yayın izni 11 Mayıs 1898 St. Petersburg Edebi tür, V. M. İlin. Taşkent) ibaresi yer almaktadır.

7 Örnek olarak, Hz. Musa’nın yolda karşılaştığı, şeytan tarafından kendisinin yenmesi istenen ejderhayı Cebrail’in yardımıyla öldürdüğünün anlatıldığı, 113-114’teki beytin açıklamasını veriyoruz.

Çün şeved me’kûl-ı tu me’kûl-ı nûr

Ey ciğer-bendim işitgil zâtnı

Bir küni Mûsâ idiler reh-güzer

Her kişi bir vaktdın tapdı huzur

Gark tolgan bendeler divâne-vâr

Bâr idi yol üstige bir ejdehâr

Senge ey Mûsâ sırrımni aytayın

Hak teâla menge yetgûrdi seni

Kördü Musa ejder-i dil-rîşni

Kırk gez irdi ağzıdın burnı anı

Kildi şeytan ejdehâga ol zaman

Ejdehâga Mûsâ’ni yutgin didi

Aydı, ey Mûsâ biri kilgin bükün

Men işitdim vâsıl-ı esrar imiş

Sen kötergin men küdûretdin çıkay

Tüşdi Mûsâ könlige bir rahm bâz

Bes köterdi kolu birle marnı

Urdu şeh-per birle Cibril ol zaman

Ejdehârın nefs u rûhungdur Mûsâ

Ejdehârın simirmey fikringni kıl

Kel sivâ bolgin cihanda hûşyâr

Musa’nı ser tâ kadem kim eyledi

Hâk-rîzî ber ser-i nân-ı tenûr

Hem makâm-ı sâhibu’l-isbâtnı

Râz-ı mahfîdin velîalgay haber

Bes uşal vaktini yâdını kılur

Lokmaî könglige kilse ihtiyar

Aşık-ı sermest irdi bî-karâr

Arzu kıldım seni bir köreyin

Yol ara kördüm bolung lokmam meni

Havf-ı ejderdin unutdı hîşni

Havf itip Mûsâ yanığa bârmadı

Def(aten yoldın çıkardı nâgehân

Köp lezîzdür lokmaî kilgin didi

Yerge yanım yapuşupdur gark-ı hûn

Her nebîge zûr-ı ming kes bâr imiş

Hem temamı za(f-ı illetdin çıkay

Ejdehâ Mûsâ’ga aydı anda râz

Yutdı Musa’nı uşal mâr-ı kavi

Ejdehâ öldü Mûsâ kaldı emân

Cibreîl aşk u cefâ kılmas vefa (?)

Efsun eylep ejdehârnı bend kıl

Tâ senge kim zârîkılsun ejdehâr

Özgeni hâlini ma(lûm eyledi (s. 113-114)

8 Mustafa Yayla, ‘Hadimi Ebu Said” TDVIA, c. 15, İstanbul; TDV, 1997, s. 24-26.