FİL NEDİR? – Mehmet Demirci

Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 20

FİL NEDİR?

Hintliler karanlık bir ahıra bir fil koyup o güne kadar hiç fil görmeyen insanlara onu göstermek istediler.

Fili tanımak için o yere birçok insan toplandı. Fakat filin bulunduğu yer o kadar karanlıktı ki hiçbir şey görünmüyordu. Onun için insanlar file elleriyle dokunmaya, ellerini filin orasına burasına sürmeye başladılar.

Bunlardan birisi filin hortumunu tutmuştu; dışarıya çıkınca sorduklarında.”Fil kalın bir su hortumuna benzer, bir hortumdur” dedi.

Başka biri filin kulağına dokunmuştu, o da: “Fil bir yelpâzeye benziyor” dedi.

Bir başkası filin bacağına dokunmuştu: “Fil bir direğe benziyor” dedi.

Filin gövdesine dokunan ise: “Fil bir kayaya, büyük bir kütleye benziyor” dedi.

Böylece herkes filin neresine dokunduysa fili öyle ve ona göre anlattı. Her birinin anlattığı başka başkaydı. Fakat ellerinde bir ışık olsaydı, ayrılık kalmaz herkes aynı şeyi görür, aynı şeyi anlatırdı. (Mesnevî, C. III, beyit: 1259 vd. )

 

AÇIKLAMA

Hz. Mevlânâ ilâve eder:

“Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer. Avuç bütün fili birden elleyemez ki.

Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka. Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen!”

Özü aynı olmakla birlikte bu meşhur hikâyenin ayrıntısında bâzı farklılıklar vardır. Meselâ, burada zikrettiğimiz gibi filin karanlık bir mekâna konarak tanıtılmak istenmesi şeklinde anlatılır. Bir başka şık ise, görme özürlü yâni âmâ kimselere dokunma yoluyla filin tarif ettirilmesi söz konusudur. Her ikisinde de konunun mahiyeti değişmemektedir.

Hikâyemiz, insanların sıkça düştüğü bir hatâyı izah için biçilmiş kaftandır. O hata; eksik, yetersiz ve parça bilgi ile meselenin bütünü hakkında hüküm verme kolaycılığına düşmektir. Dînî, sosyal ve siyâsî hemen hemen her alanda, bu yanlış tavrın örneklerine çokça rastlarız. Olaylara sâdece kendi dar penceresinden bakarak değerlendirmelerde bulunmak, hele bunun herkes tarafından kabul edilmesi gereken tek doğru görüş olduğunu savunmak yanlıştır. Böyleleri, fili sâdece kulağı veya hortumuyla târif etmeye çalışan zavallı kimselerin durumuna düşerler.

Buradan çıkacak sonuçlardan biri şudur: Bir konuda doğru hüküm verebilmek için, onun bütününü kavramaya çalışmalıyız. Mesela bir insan sâdece elden ayaktan, gövdeden ibaret değildir. Onun bir de mânevî yönü, yâni bir bedeni bir de ruhu vardır. Sadece bedene veya sâdece ruha bakarsak, insanı eksik tanımlamış oluruz.

Dini konularda bu eksik ve parçacı bakışın zararları daha belirgin olarak görülür. İslam dini; Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygamber’in sünneti ve hadisleri, bunların her ikisinin zâhiri ve bâtınıyla bir bütündür. Dînin özünü, Kur’an’ın künhünü kavramak bu konularda yeterli bilgi ve kavrayışa sâhip olmakla mümkündür.

Bu bakış açısı dini çok zorlaştırmaz mı, anlaşılması hayli güç konuma yerleştirmez mi? Hani söz sırasında Müslümanlığın çok sâde ve kolay olduğunu söyler dururuz.

Evet İslâmiyet gerçekten kolaydır, özü de sâde ve basittir. Ama ayrıntıya girince ihtilaflar çıkar. Mezheplerin varlığı bir gerçektir. Özellikle, din konusunda topluma yol gösterici durumdaki kimselerin, bütünü görebilecek bir bilgi ve kavrayışa sâhip olması gerekir.

Ayrıca bu kimselerin tekelci ve ısrarcı olmamaları beklenir. Evet filin büyük bir kulağı vardır, ama fil kulaktan ibaret değildir. Onun daha büyük bir gövdesi, bacakları ve hortumu da bulunmaktadır.

Mesela dinde sevgi, şefkat ve merhamet çok önemlidir. Aynı zamanda adâlet ve hakkaniyete de dikkat etmek gerekir. Aşırı sevgi adâletsizliğe yol açmamalıdır. Cömertlik iyidir, ama israf etmemelidir. Tutumlu olmak makbuldür, ama bunu cimrilik çizgisine vardırmamalıdır. Bir insan olarak herkese iyi ve insanca davranmakla görevliyiz. Ama göz baka baka bize, vatanımıza, kültürümüze düşmanlık yapanı hoş göremeyiz. Mehmet Akif öyle der:

Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum!”

Tevazu, alçak gönüllü olmak olgun Müslümanın niteliğidir. Bu onun kişiliksiz olması demek değildir. Zira vakar ve izzet de iyi Müslümanın vasfıdır. İşte bunlar arasında dengeyi kurabilenler, filin bütününü görebilenlerdir.

Hz. Mevlâna hikâyenin sonunda bir deniz ve köpük misali verir: “Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka” der. Tasavvuf düşüncesinde bu sembol çok kullanılır. Allah’ın zatına nisbetle kâinat, denize nisbetle dalga ve köpük mesabesindedir. Asıl olan denizdir. Dalga ve köpük O’nun bir tezahür ve tecellîsidir. Deniz kabarıp coştuğu zaman dalgaların ve köpüklerin önünde durulmaz. Ama onlar bağımsız bir varlığa sâhip değildir, sâdece denizin bir görüntüsünden ibarettirler.

Deniz olmasa dalga ve köpük diye bir şey kat’iyyen olamaz. Onun için asl’a, denize bakmalı ve ona îtibar etmelidir. Eşyaya, kâinata, bin bir hâdisâta bakarken onlara takılıp kalmamalıdır. Onlar bizi fazla oyalamamalı, asıl sahibi, gerçek varlığı görmeliyiz.