5. MİLLİ MEVLANA KONGRESİ
MEVLÂNÂ GELİNCE BABASI AYAĞA KALKTI MI?
Dr. Erdoğan EROL
Ben Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı bölümü 1968 yılı mezunuyum. Mezuniyetimden hemen sonra Konya Müze Müdürlüğü’ne bağlı Mevlânâ Müzesi’nde asistan olarak göreve başladım. Aradan 23 yıl geçti. Bugün Konya Müzelerinin Müdürüyüm.
Müze Müdürlüklerinde çalışan memurların görevlerinden birisi de “Müzelerimize gelen yerli ve yabancı gruplara rehberlik etmektir.” Ben de yıllarca bu işi severek yaptım ve halen de yapmaktayim. Ancak bu görev sırasında bir yerde oldukça zorlandığımızı itiraf etmek mecburiyetindeyim. Mevlânâ Müzesi’nde Huzur-ı Pir dediğimiz bölümde, Mevlânâ, babası ve oğlu Sultan Veled’in mezarlarının bulunduğu yere gelince, neyi nasıl söylememiz gerektiğine bir türlü karar veremiyoruz. Soru yağmuruna tutuluyoruz. Ayağa kalkan sanduka hangisi? Oğlu mu ayağa kalkmış? Ve benzeri sorular.
Bu olayı araştırmak istedik. Maddi veya manevi kalkış olur mu? Olursa nasıl olur? Yoksa bu rivayetin kaynağı neresidir?
Bildirimizde bu konuyu incelemeye çalışacağız. Belgeler sunacak ve yorumlar getirecegiz. Her halde kesin sonuca da ulasamıyacağız. Ancak bu bildirimizde en azından konu ile ilgili bilgi ve belgeleri bir araya getirmiş olacağız.
Mevlânâ’nın babası Sultanü’l-Ûlema Bahaeddin Veled 12 Ocak 1231 tarihinde Hakk’a yürüdü. Sağlığında “Benim ve benim çocuklarımın ve onların evlat ve ahfadının mezarları burada olacaktır.”1 sözleri üzerine o günlerde Sultanların gül bahçesi olan bugünkü yerine defnedildi.
Mesnevîsinde;
“MEZARIN ÜSTÜNE TÜRBE YAPMAK, KUBBE KURMAK, YÜCE DUVARLAR ÖRMEK, MANA ERLERİNCE MAKBUL BİRŞEY DEĞİLDİR.”2
Diyen Mevlânâ, babasının mezarı üzerine türbe yapmak isteyen dostlarının isteklerine “gök kubbeden iyi türbe mi olur?” gerekçesiyle karşı çıktı, türbe yapımına müsaade etmedi. Halen Mevlânâ”nın babası Bahaeddin Veled”in kabri üzerinde Horasan çamurundan 78 cm. eninde, 2.36 cm. boyunda ve 86 cm. yüksekliğinde mermer kitabeli bir sanduka vardır. Kitabenin Türkçesi şöyledir;
“Tanrı bakidir. Burası, ulumuz, efendimiz, şeriat sadrı, hikmet kaynağı, sünneti dirilten, bid”atı kökünden söküp atan, kendisine uyulan, Rabbe mensub âlim ve âmil, bilginler padişahı, doğunun, batının müftüsü, şeriatın ve dinin Bahâ”sı, İslâmın ve Müslümanların şeyhi Belhli Ahmet oğlu Hüseyn oğlu Muhammed”in yattığı topraktır. Tanrı ondan da razı olsun, geçmişlerinden de. Altıyüz yirmisekiz yılı rebüilâhırının onsekizinci Cuma günü kuşluk çağında göçtü.”3
Aradan yıllar geçer. Bu defa da 17 Aralık 1273 tarihinde Mevlânâ sevdiğine kavuşur. Muhteşem cenaze töreninden sonra, bugünkü türbesinin bulunduğu yere, babası Bahaeddin Veled’in mezarının baş tarafına defn edilir.
Mevlânâ”nın Hakka yürüyüşünden sonra, onu sevenlerden Alemeddin Kayser, Mevlânâ”nın oğlu Sultan Veled’e müracat ederek “Mevlânâ”nın üzerine bir türbe yaptırmak istediğini, bu is için otuz bin dirhem ayırdığını” söyler. Sultan Veled babasının mezarı üzerine türbe yapımına karşı çıkmaz. Bu fikir 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kızı ve Müineddin Pervane’nin karısı Gürcü Hatun tarafından da desteklenir. Kendisi de 80 bin dirhem verir, ayrıca Kayseri malından da 50 bin dirhem tahsis eder. Mimar Tebrizli Bedreddin’in denetiminde türbe kısa zamanda tamamlanır.4 (Resim: 1-2)
Yine aynı tarihlerde Selim oğlu Abdülvahid ve Konya’lı Genak oğlu Hümameddin Muhammed tarafından bir ahşap sanduka yapılır. Sanduka üzerinde ustaların adlarının yanında, Kur”ân-ı Kerîm”den ayetlere, Mesnevî ve Divan-ı Kebîr’den özellikle ölüm ve ahiret temalarını işleyen seçme beyitlere yer verilir. Selçuklu ahşap işçiliğinin emsalsiz numunelerinden olan sanduka, ceviz ağacından yapılmış olup, normal sanduka ölçülerine nazaran oldukça büyüktür. Sanduka 2.91 cm. uzunluğunda, 1.15 cm. eninde, baş tarafta yükseklik 2.65 m. ayak tarafında ise 2.13 m.dir5 (Resim 3-4).
Konu ile ilgili 3, kişi, Mevlânâ”nın oğlu Sultan Veled’dir. Mevlânâ”nın oğlu Sultan Veled de 11 Kasım 1312 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Sultan Veled’de, Mevlânâ”nın hemen yanına, sağ tarafına (güney) defn edildi.6
Sultan Veled’in Mevlânâ”nın hemen yanına defnedilmesinden sonra, Mevlânâ için yapılmış tek bönbeli (tek kişilik) yüksek sandukanın altında iki mezar yer almıştır. Başka bir deyişle iki mezarın üzerinde, tek kişilik bir sanduka bulunmaya başlamıştır. Her halde bu durum sıkıntı vermiş olmalı ki, Kanuni Sultan Süleyman gök mermerden yeni bir sanduka yaptırmıştır (Resim: 5-6-7-8). Eni 310, boyu 380 ve yüksekliği 89 cm. olan bu sandukada kitabe yoktur. Kitabe özellikle konulmamış olmalıdır. Bu yeni sandukaya eğer kitabe konulacaksa, üç adet kitabe birden konulmalıydı. Birinci kitabede Mevlânâ”nın, ikinci kitabede Sultan Veled’in ölüm tarihleri, üçüncü kitabede ise sandukanın yapım tarihi olmalıydı. Bir sanduka üzerinde üç kitabenin fazla olacağı görüşüyle olsa gerek, yeni yapılan mermer sandukaya hiç kitabe konulmamıştır. Mevlânâ ve Sultan Veled’in ölüm tarihlerini günleriyle bildiğimize göre, sandukaya kitabenin konulmayışı bizim yalnızca mermer sandukanın tam yapılış tarihini öğrenmemizi engellemiştir.
Ancak Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından çıkartılmakta olan “Etnoğrafya Dergisi” için hazırladığımız “Padişah III. Selim’in Mevlânâ’nın Türbesi için yaptırdığı Pûşide” (*) adlı makalemizi hazırlarken, bu tarihi tesbit ettiğimizi zannediyoruz.
III.Selim’in Mevlânâ”nın Türbesine hediye ettiği Pûşide halen, Mevlânâ Müzesi 658 envanter no’da kayıtlıdır. (Resim 9-10). Pûşide 107*160cm. ebadında olup yeşil renkli atlas kumaş üzerine Sarma ve Maraş İşi Teknikleri ile ve gümüş sim ile işlenmiştir. Pûşidenin üzerinde iki kayıt vardır. Birinci kayıt III. Selim’in bu Pûşideyi Mevlânâ’nın Türbesine hediye etmesi münasebetiyle Şair Şeyh Galib’in yazdığı 7 bendlik Terci-i Bend’in7 nakarat beytini ve H. 1205 (M.1790) tarihini ihtiva ediyor. (Resim: 11).
MÜCEDDİD OLDUĞI SULTÂN SELİM’İN DÎN Ü DÜNYÂYA
NÜMÂYÂNDIR BU NEV-PÛŞİDESİNDEN KABR-İ MUNLÂYA
“Sultan Selim’in hem dini hem dünyayı yenileyen bir padişah olduğu,
Mevlânâ”nın kabrine hediye ettiği bu yeni örtüden de bellidir.”
İkinci kayıt ise Kanunî Sultan Süleyman’a ait ve H. 973 (M.1565) tarihini ihtiva ediyor. (Resim: 12)
EMARA Bİ-‘AMELI
HÂZA’L-MAKÂM VA’L-MENÂZİLİ Lİ-MEVLÂNÂ
KUDDİSE SIRRIHÛ ŞÂH SULTÂN SÜLEYMÂN
973
“Allah onun sırrını mukaddes eylesin! Şah Sultan Süleyman
Mevlânâ”nın bu makamını ve menzillerinin yapımını emretti.”973 M.1565
Kanunî ile III. Selim arasında 200 yıldan fazla zaman aralığı vardır. Öyle ise nasıl oluyorda, III. Selim, Kanunî’nin 973 tarihini hediye ettiği Pûşidenin üzerine yazdırıyor.
Mevlânâ Müzesi’nin ilk Müdürü M. Yusuf AKYURT yazdığı rehberde8Kanunî”nin bu kaydına işaret ederek “Semahane ve Mescidi şerifin Kanunî tarafından inşa olunduğu bu vesikadan anlaşılıyor.” diyor.
Şahabettin UZLUK ise eserinde9 “Binaenaleyh Y. AKYURT’un semahane ve mescit hakkında kitabe olarak aldığı üç satırlık Arapça ibare, mimarî bir gövdede mevcut olan kitabe değildir. Belki 973 de hediye edilmiş bir örtü üzerinde bulunan sırmadan yazılan şiirin ikinci kıtası idi. O halde kitabenin yapı ile kat’i suretle alakası yoktur” diyor. Bizde Şahabettin UZLUK ile aynı görüşteyiz. Zira bir binanın kendisinin de, ilavesinin de kitabeleri, binanın kendi üzerinde olur. Hem Pûşide ile Semahane ve Mescit bölümlerinin ne gibi bir ilgisi vardır ki, bu bölümlerin kitabeleri Pûşidenin üzerine yazılsın. Ancak bu kayıt, bir başka örtüden de buraya nakledilmiş olamaz. Çünkü Pûşideye söyle bir göz atmak bile, bu iki kaydın aynı tarihte, aynı malzeme ile, aynı ustanın elinden çıktığını anlamak için kâfidir. Öyle ise bu kaydın, bu Pûşidenin üzerine yazılma sebebi nedir? Kayıt üzerinde yazılan “Makam ve Menazil” kelimelerinde kasdedilen yerler neresidir?
Kanunî”nin kaydına geçen “Makam ve Menazil” kelimelerinin manası bellidir.10 Durak ve konak yerlerinden kasıt, son durulacak yer, yani mezar olmalıdır. Kanunî”nin yaptırdığı mezar da bizim düşüncemize göre şu andaki mermer sandukadır. Yapılış tarihi H. 973 (M.1565) dir.
Padişah III. Selim, mermer sandukanın Kanunî tarafından 973 H. yılında yaptırıldığını biliyordu. Bu kaydı Mevlânâ”nın Türbesi için yaptırdığı Pûşidenin üzerine koydurdu. Böylece “Dedem Kanunî mermer sandukayı H. 973 (M.1565) yılında yaptırdı, ben de H. 1205 (M.1790) yılında örtüsünü yaptırıyorum” demek istemiş olmalıdır.
Görüldüğü gibi Mevlânâ”nın ölümünde, Sultanü’l-Ûlema Bahaeddin Veled’in mezarı üzerinde bahsettiğimiz yüksek ahşap sanduka yoktur ki, ayağa kalkmış olsun. Kaldıki böyle bir maddi kalkış da söz konusu olamaz.
Mevlânâ”nın milliyeti halen tartışma konusudur. Bizler, Mevlânâ”nın milliyeti için Türk derken, 12. asırda yaşadığı yer olan Horasan vilayetinin İran’a bağlı olması ve Farsça söylemesi nedeniyle İranlılar, İranlı diyorlar. Afganlılar, Mevlânâ’nın doğduğu şehir olan Belh’in, şu anda kendi sınırları içerisinde bulunması nedeniyle, Afganlı diyorlar. Nihayet Araplar, Mevlânâ”nın soyunun Peygamberin soyundan geldiğini iddia ederek, Arap diyorlar. Ayrı bir tartışma konusu olan Mevlânâ”nın milliyetini bir yana bırakırsak “Mevlânâ bir şarklıdır.” İslam örf ve adetlerinde olduğu gibi, şark örf ve adetlerinde de “Babanın oğula ayağa kalkması” söz konusu değildir. Hepimiz gayet iyi biliriz ki, evlerimizde büyüklerle birlikte otururken sedirden eşige doğru boy sırasına göre değil, yaş sırasına göre otururuz.
O halde olayın kaynağı neresidir? Hangi rivayetin mahiyeti değiştirilmiş, bu şekle getirilmiş olabilir. Şimdi de olayın bu tarafına bakalım.
Elimizde konu ile ilgili rivayetler çok ve çeşitlidir. Ancak biz bu rivayetlerden daha çok bilinen sadece üçünü sizlere sunacağız.
- Rivayet şöyledir: Horasan’ın Belh şehrinden çıkıp Larende’ye oradan da Konya’ya kona-göçe gelen Mevlânâ ve babası, Nişabur’da Şeyh Attar ile de karşılaşırlar. Birlikte olurlar. Şeyh Attar Mevlânâ’nın olgunluğunu görür ve ona Esrâr-nâme adlı eserini hediye eder ve babasına da;
“Çok geçmeyecek ki, bu senin oğlun âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır” der.11
- Rivayet şöyledir:
Sultanü’l-Ulemâ, Hac farizasından dönerken Şam’a uğradı. Orada Muhyiddin İbnü’l- Arabi ile de görüştü. Muhyiddin İbnü’l- Arabi bir gün Sultanü’l-Ulemâ’nın arkasından yürüyen Mevlânâ”ya bakarak “Sübhânallah! Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor!” dediği söylenir12.
- Rivayet işe şöyledir:
Bir gün Sultanü’l Ulema Bahaeddin Veled oğlu Mevlânâ”dan bahsederken;
“Biz arkamızda öyle bir yiğit bırakıyoruz ki, ona güneş, ay ve yıldızlar secde eder, ölüler kıyam (ölümden sonra dirilip, ayağa kalkma) ederler.“13
Biz bu üç rivayet ile birlikte kendisini sevenlerin Mevlânâ hakkındaki düşüncelerini aksettirmesi yönünden şu 4 rivayeti de nakletmek istiyoruz.
Bir gün Müineddin Pervane kendi sarayında;
“Hüdavendigâr (Mevlânâ) Hazretleri, eşi olmayan bir padişahtır. Onun gibi bir hakikat sultanının asırlar boyunca bir daha Dünya’ya geleceğini zannetmiyorum.”14
İşte bu ve benzeri rivayetler, Mevlânâ için yapılan yüksek ahşap sandukanın, Mevlânâ’nın babasının kabri üzerine nakledilmesinden sonra, yeni görünümü ile birleşerek;
“Mevlânâ defn için mezarına getirildiginde, babası Bahaeddin Veled onun ilmine hürmeten ayağa kalkmış ve ona baş ucunda yer vermiştir.” şeklini almıştır.
Şimdi de rivayetleri bir yana bırakalım ruhi kalkış olur mu? Olursa kimler tarafından görülebilir. Konunun bir de bu yönüne bakalım.
Kur”ân-ı Kerîm”de ruh ile alakalı ellinin üzerinde ayet tesbit ettik. Ancak konu ile irtibatlandıramadık. Hadis-i Şeriflere yöneldik. Bunlardan birisi şu mealdedir;
Ebu Hureyre, Peygamberden rivayet ediyor…Peygamberimiz dedi ki;
“Ölülerinize iyilik ediniz. Yani onlar için sadaka, hayır ve hasenad ediniz. Müslümanların ruhları her Cuma gecesi semadan Dünya’ya gelir. Evlerin damı ve kapılarında durur. Akraba ve ev halkına seslenir. Benim için de birşeyler bağışlayın. Dün bende sizin gibiydim.“15
Kısacası demek ki müslümanların ruhları, fatiha istemek için Cuma geceleri akraba ve ev halkının damlarına geliyor ve kapılarında duruyorlar. Yani ruhlar hareket edebiliyorlar. Öyle ise ruhi kalkış da olabilir. Burada asıl sorun ruhi kalkış olmuşsa görülebilir mi? Görülebilirse kimler görebilirler.
İnancımıza göre ermiş dediğimiz kimseler böyle bir kalkış olmuşsa görebilirler. Ancak gördüklerini naklederler mi?
Yine Hadisi Şeriflerden çıkarttığımız neticeye göre, bir ermiş kişi böyle bir şey görmüş olsa bile, gördüklerini söylemiyeceği ve nakletmeyeceği doğrultusundadır.
Netice olarak diyebilirz ki maddi bir kalkış yoktur. Ruhi kalkış olabilir. Onu da görecek bir göz gerekir.
Ancak eğer Mevlânâ”nın babası, İslam ve Şark ananelerine rağmen, oğlunun ilmine hürmeten ayağa kalkmışsa, ben şahsım adına anlayışla karşılıyorum. Hangi baba yokki, çocuğu ile gurur duyup öğünmüyor. Allah bizlere de Mevlânâ gibi bir evlat verse de, bizler bırakınız yalnızca yerinden kalkıp buyur etmeyi, onu karşılamak için kapılara çıkalım, sokaklara dökülelim.
Dipnotlar
[1] Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, (Çev. Tahsin Yazıcı) Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, Cilt, 1, sah.54
[2] Mevlânâ Mesnevi, cilt. 3, sah, 13, Beyit 130.
[3] Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1989, sah. 37.
[4] Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, (Çev. Tahsin Yazıcı) Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, Cilt, 1, sah. 151-153
[5] Mehmet Önder, Mevlâna Müzesi şaheserlerinden Mevlâna”nın sandukası, Ülkü Basımevi, Konya 1958
[6] Abdülbaki Gölpınarlı Mevlâna”dan sonra Mevlevilik, İnkilap Kitabevi, İstanbul 1953, Sah. 43
[7] Şeyh Galib, Divan-ı Galib, Mısır-Bulak Basımevi, 1252, s.63-64.
*Dr. Erdoğan Erol, Türk Etnoğrafya Dergisi, Sayı 19, Ankara 1991.
[8] Mehmet Yusuf Akyurt, Konya Asarı Atika Müzesi Muhtasar Rehberi, Alaeddin klişe Fabrika ve Matbaası, İstanbul, 1930
[9] Şahabettin Uzluk, Mevlâna”nın Türbesi, Yeni Kitap Basımevi, Konya, 1946.
[10] A) Makam: Kıyam edilen, durulan, durulacak yer, durak. Ermişlerden birinin mezarı sanılan yer.
B) Menazil: Yollarda konak yerleri. Duraklar
[11] Devletşah, Devletşah Tezkiresi (Çev. Necati Lügal) Tercüman 1001 eser; 112, İst. 1977, s.249
[12] Midhat Bahari Beytur, Mesnevi Gözüyle Mevlâna, Şiirleri, Aşk ve Felsefesi, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul, 1965, s.91.
[13] Son Postnişinlerden Bâkır Çelebi”nin oğlu Celâleddin Çelebi”den nakil
[14] Ahmet Eflakî, Ariflerin Menkıbeleri, (Çev. Tahsin Yazıcı) Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989, Cilt, 1, s.137
[15] Rumuz Al- Ahadis, Hulusi Matbaası, 1326, Sah. 113-114.