Mesnevî”de Söze ve Konuşmaya Dair Konular
Zahitlik nedir? Kötü söylemeyi bırakmak. Âşıklık nedir? Kendi varlığından, benliğinden söz etmemek.
(Mecâlis-i Seb”a, 60)
Özet
İletişimin en yaygın aracı konuşma; konuşmanın da malzemesi sözlerdir. Hem İslam ve Doğu âleminin, hem de kültürümüzün en önde gelen mistik şairi, bir söz sultanı olan Mevlâna, Mesnevî”sinde, iletişimin bu değerli malzemesinin önemine, söylemeye ve dinlemeye dair ilginç tespitlerde bulunur. Bu tespitlerini; konuşma, dinleme ve susmaya ilişkin ayet ve hadis iktibasları yanında konuşma ve sözün konu edildiği hikâyelerle örneklendirir. Ayrıca sözün kaynağı, gücü, zamanı, genişliği yanında yetersizliği, susmak, az ve çok konuşmak, hâl ve gönül dili, söyleme adabı, söyleyenin ve dinleyenin özellikleri gibi konularda çok zengin bilgiler ve görüşler sunar. Makalede bu hususlar ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mevlâna, Mesnevî, söz, konuşmak, dinlemek
Topics About Word and Talking in Mathnavi
Abstract
Talking is the most common means of communication and words are the material of talking. Rumi, the sultan of words and the premier mystical poet of both Islam and east world, and our own culture, make interesting findings on the significance of this valuable material of communication, talking and listening in his Mathnawī. He points out these findings by giving quotes from verse of the Koran and hadith about talking, listening and remaining silent, and moreover by giving examples of stories about talking and word. Furthermore, he indicates information and opinions about topics such as the word”s source, it”s power, time, wideness and also it”s inadequacy, and remaining silent, talking less or too much, language of heart, speaking manner, the characteristics of speaker and listener. In this paper, these subjects are discussed.
Key Words: Rūmī, Mathnawī, word, talking, listening
Söz karşılığında kullanılan kelimeler, sözün muhtevası, nitelikleri, sö-ze dair terkipler ve sözle ilgili benzetme ve istiareleri bir bildiri hâlinde ele almış ve Mevlâna”nın manayı taşıma görevini yüklenen bu önemli iletişim ve şiir malzemesini; barındırdığı manadan kaynaklanan ifade zenginliği, insanın hâlini anlatan bir tercüman oluşu ve muhatap üzerindeki tesirleri yönüyle çok sayıda teşbih ve istiare ile verdiğini tespit etmiştik.1
Mevlâna sözü ayrıca; acı, kötü ve zararlı gibi nitelikleri yanında çok-luğu, doğruluğu, manalı veya manasız oluşu, anlaşılmasının kolaylığı veya zorluğu, düşünceyi ifade edip etmemesi, tam veya eksik oluşu, insa-nın hâlini aksettirmesi veya hâline uymaması gibi özellikleriyle de ele alır ve sözün insanların birbirini anlamaktaki önemli yerine işaret eder. Mes-nevî”nin; dinle, işit, duy gibi karşılıklarla ifade edilen “bişnev” kelimesiyle başlaması da bu hususa dikkat çeker mahiyettedir. Eserin tamamında da sözün kaynağı, önemi ve tesirine sık sık işaret edilmekte, bu değerli ileti-şim aracını nerede ve nasıl kullanmak gerektiğine dair bilgiler verilmekte-dir. Makalemizde bu tespitler; ayet ve hadis iktibasları, söz söylemeye dair hikâyeler ile söz, konuşma ve dinlemeye dair diğer konular şeklinde tas-nifle ele alınmaktadır.
Ayet İktibasları
“Kur”an okununca dinleyin ve susun da rahmete erin.” (A”râf, 7/204)
“Susun, dinleyin” emrini işit, sükût et. Mademki Tanrı dili olamadın, kulak kesil.(II/3456)
Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden değil, Tanrı, kulaklara “Ansitû” buyurdu. (I/1622)
“O, arzusuna göre de konuşmaz.” (Necm, 53/3)
Çünkü peygamber, kendi heva ve hevesinden söz söylemez. Tanrı masumundan heva ve heves doğar mı hiç? (VI/1603)
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff, 61/2)
Bedevi karısının, kocasına; “Lime tekulûne mâ lâ tef”alûn denmiştir. Had-dinden fazla söz söyleme. Bu sözler doğru olmakla beraber bu tevekkül makamı, senin makamın değildir. Makamından ve işinden yukarı söz söylemek, sana ziyan verir. Kebüre makten indallah hükmü zuhur eder” diye nasihat vermesi (I/başlık–2314)
“Onları (münafıkları) gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır…” (Münâfıkûn, 63/4)
Tanrı, söz geliminde Peygambere dedi ki: “Münafıkların anlaşılması için en kolay ve görünür delil şudur:
Münafık iri yarı, korkunç, zahiren babayiğit görünse bile sen onun sesinin tonundan ve sözünden tanır, anlarsın.”
Testi aldığın zaman o testileri sınar, o testilere vurursun, değil mi?
Neden vurursun? Sesinden kırık testiyi anlamak için.
Kırık testinin sesi daha başka türlü olur. Ses, çavuşa benzer, önde gider.
Ses gelir de o şeyin ne olduğunu anlatır, onun ahvalini sayar, döker. Ses mastara benzer, fiil de o mastarı tasrif eder! (III/790–795)
Hadis İktibasları
“Biz Peygamberler topluluğu, insanlarla akılları miktarınca konuşuruz.”
Halka, kendi aklınız miktarınca değil, onların akılları miktarınca söz söyleyin ki Tanrı”ya ve Peygamber”ine yalan demesinler (IV/başlık–2577)
Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden söylemekteyim. Bu, ayıp değil, Peygamber”in işidir. (I/3811)
“Gerçekten de söz söyleyişte büyü vardır.”
O güzel yiğit, o Peygamber; “Sözde sihir hassası var” dedi, doğru da söyledi.(III/4079)
“Önce selâm, sonra söz.”
Elçi, Ömer”i tazim etti, ona selâm verdi. Peygamber “Önce selâm sonra söz” demiştir. (I/1427)
“İnsan dilinin altında gizlidir.”
Peygamber insanları ayırt etmek hususunda “İnsan, sözünde gizlidir” dedi. (I/1270)
Ahmed; “Erlerin güzelliği, dillerinin altında gizlidir” mealinde bir söz söyledi.(III/1538)
“Ya hayır söyle ya da sus.”
Sözün faydası yoksa söyleme, varsa itirazı bırakıp şükretmeye çalış! (I/1524)
“Dileklerinizin olmasına, onları gizleyerek yardım edin; çünkü her nimet sahibine haset edilir.”
Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hâsıl olur.
Peygamber demiştir ki: “Her kim sırrını saklarsa çabucak muradına erişir.”
Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir.
Altın ve gümüş gizli olmasalardı… Madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi? (I/175–178)
“Ya Ali insanlar, çeşitli hayırlarla, ibadetlerle yaratıcılarına yaklaşmak isterler; sen de çeşitli akılla yaklaşmaya çalış da dünyada insanları, dereceler ve yakınlık bakımından geç, ahirette de tanrı katında yücel.”
Peygamber (SAV)”in, Ali (RA)”ye; “Herkes bir çeşit ibadetle Tanrı”ya yaklaşmayı diler, sen akıllı ve Tanrı”ya ulaşmış kulla sohbet yüzünden yaklaşmaya çalış ki o kulların en ileri gideni olasın” diye nasihat etmesi (I/2960-başlık)
“Gösteriş için tespih etmek, külhanda biten yeşilliğe benzer.”
“Riya ile tespih, külhanda biten yeşilliğe benzer” mealinde bir hadis vardır, bunu böyle bil ey ulu kişi! (II/1018)
“Allah”tan çekinen kişinin öfkesi yatışmasa bile dili tutulur, bir şey söyleyemez.” “Allah”ı tanıyanın dili tutulur.”
Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber; “Tanrıyı bilenin dili tutulur” dedi. (II/3013)
“Kul, farzlardan başka ibadetlerle (nafilelerle) meşgul oldukça bana yaklaşıp durur. Nihayet ben, onun kulağı, gözü, dili, eli ayağı olurum. Benimle duyar, benimle görür, benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür.”
Tanrı”ya ulaşmış arifin Tanrı”dan isteği, Tanrı”nın kendinden bir şey istemesine benzer. Çünkü “Ben, onun kulağı, sözü, dili ve eli olurum” ve “O taşları attığın zaman sen atmadın, Allah attı” denmiştir. (V/başlık–2242)
“Gerçekten de yüce Allah, her söyleyenin dili katındadır (bilgisiyle); kuldan sakının ve söylediğine dikkat edin.”
Peygamber AS; “Şüphe yok Tanrı, dinleyenlerin himmetince, vaaz edenlerin diline hikmet telkin eder” buyurdu.
Birisinin sözü güzelse dinleyicidendir. Öğretmenin heyecanı ve işe iyi sarılması, çocuğun tesiriyledir. (VI/başlık–1656)
“Eğer demek münafıklık alametidir.”
Böyle yap ki “Eğer” illetine uğramayasın, “Eğer şunu yapsaydım yahut bunu yapsaydım” deyip tereddüde düşmeyesin.
Çünkü halkla hoş geçinen Peygamber, “Eğer” demeyi menetti; “Onu söylemek münafıklıktandır” dedi. (II/736–737)
Diğer İktibaslar
Ayet ve hadis iktibasları dışında Mevlâna, Hz. Osman”dan; İşle öğüt veren, sözle öğüt verenden yeğdir. (IV/ başlık–487) sözünü ve Hakîm Senâî”nin; Seni yoldan alıkoyan, geri bırakan söz, ister küfür olsun, ister iman/Seni dosttan uzaklaştıran, ister çirkin olsun, ister güzel… [İkisi de birdir] (I/başlık–1763) beytini iktibas eder.
Hikâyeler
Mevlâna, Mesnevî”de; konunun anlaşılmasını kolaylaştıran, okuyanı etkileyen ve zihinde yer eden hikâyelerle anlatma ve öğretme yolunu tercih etmiştir. Hikâyelerin hemen hepsinde insanlar arası iletişim dolayısıyla konuşmaya dair konular mevcuttur. Ancak bazı hikâyelerde bu hususlar daha belirgindir, bir kısmında da verilen mesajın özünde yer alır. Buradan hareketle, Mesnevî”de konuşmak, söz söylemek, dinlemek, susmak, sohbet etmek ve benzeri konuları ele alan hikâyeler şunlardır:
* Papağanın başına vuran bakkal (I/247–263)
* Papağanına Hindistan”daki kuşlardan haber getiren tacir (I/1547–1848)
* Hz. Musa”nın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi (II/1720–1815)
* Bir delinin Calinus”a yaltaklanması, Calinus”un bundan korkması (II/2095–2102)
* Dört Hintlinin birbirlerinin ayıbını kınaması ve aynı ayıba düşmeleri (II/3027–3045)
* Hâl diliyle söz söyleyiş ve anlaşılması (II/3625–3640)
* Birbirlerinin dediğini anlamayan dört kişinin üzüm için kavgaya tutuşmaları (II/3681–3712)
* Yemeyin öğüdünü dinlemeyip fil yavrularını yiyen yolcuların hikâyesi (III/69–171)
* Hz. Musa”ya; “Beni günah etmediğin ağızla çağır” şeklinde vahiy gelmesi (III/180–188)
* Yalvaranın “Allah” demesi, Hakk”ın “Lebbeyk” demesinin ta kendisidir (III/189–199)
* Bir yalancının her sabah bir kuyruk parçasıyla dudağını, bıyığını yağlayıp “Ben şunu yedim, bunu yedim” diye dostlarının arasına çıkması (III/731–746)
* İşin sonunu gören kuyumcunun, kendisinden ödünç terazi isteyene, muhatabının durumuna uygun sözler söylemesi (III/1624–1633)
* Bir adamın, Hz. Musa”dan hayvanların dillerini öğrenmeyi istemesi (III/3266–3398)
* Şerefini korumak için medihlerde bulunan, fakat içinden dert ve elem kokusu duyulan, hırkasının eksikliğinden o şükürlerin laftan, yalandan ibaret olduğu anlaşılan övücü (IV/1739–1793)
* Bir boşboğazın Resul AS”ın huzurunda fasih söz söylemesinin ve çok konuşmasının sebebi (IV/2154–2187)
* Kuş ve üç öğüdü (IV/2245–2265)
* Papağanın ayna karşısında söz söylemeyi öğrenmesi (V/1430–1444)
* Hz. Yusuf”un Tanrı”dan başkasından yardım istemesi ve “Beni efendine söyle” demesi yüzünden zindanda beş küsur yıl kalması ve bu sözünün cezasını çekmesi (VI/3400–3419)
Söze Dair Hususlar
Mesnevî”de iktibaslar ve hikâyeler yanında; Mevlâna söze ve sözün söyleyenle dinleyen tarafından dikkat edilmesi gereken yönlerine dair bil-giler verir, ikazlarda bulunur. Bu hususlar aşağıda belirtilmektedir.
Sözün Kaynağı
Sözün kaynağı akıl, gönül, kulak veya görüştür:
Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar? (II/837)
Ya sen aklına geleni söyle, ya ben gönlüme doğanı söyleyeyim. (I/3758)
Anadan sağır doğan ise hiç dinlemediği için dilsiz olur, nasıl dile gelsin?
Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerektir. Söze, kulak verme yolundan gir.(I/1626–1627)
Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif. (III/1267)
Gözün görüşü, söz söyleme kabiliyetini artırır. Gözdeki aşk da doğruluğu. (II/3238)
Sözün Mecrası
Söz dilden kulağa, oradan da akıl ve anlayışın kaynağı olan ruha ulaşır:
Bu dil denen et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta…
Kulak denen deliklerden akıp, meyvesi akıl ve anlayış olan can bağına kadar gitmekte. (II/2452–2453)
Sözün Zamanı ve Sahibi
Doğru zamanda, doğru kişinin söylediği söz rahmet; zamansız ve ehli olmayan kişinin sözü ise lanet sebebidir. Mevlâna bu konuda Firavun ve Hallac-ı Mansur”u örnek verir:
Bu “Ene” sözünü vakitsiz söylemek; lanete düşmektir. “Ene”yi vaktinde söylemek rahmettir.
Mansur”un “Ene” deyişi, şüphe yok ki rahmetten ibarettir; fakat Firavun”un “Ene” deyişine bir bak, lanetin ta kendisi!
Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için başını kesmek gerekir. (II/2522–2524)
“Ene”l-Hak”” sözü, Mansur”un ağzında nurdu. “Ena”llah” sözü, Firavun”un ağzında yalan! (II/305)
Sözün Tesiri/Gücü
İyi veya kötü her söz, muhtevasına göre dinleyen üzerinde olumlu veya olumsuz bir tesire sebep olur. Ancak akıl ve gönülden gelen feyizli söz güçlüdür; öyle ki bir tek söz bütün dünyayı etkisi altına alır:
Artık yeter… Eğer bu sözü uzatırsam ciğer ne oluyor? Mermer bile kan kesilir. (I/3820)
Söylesem uzun sürer. Ciğer de ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir. (III/91)
Şeyhin sözü, insana cemiyet-i hâtır verir, hasetçilerin nefesi ise tefrika. (II/3699)
Onları [helal rızık] yedim, sözümde öyle bir feyiz, öyle bir tesir hasıl oldu ki sözlerim, akılları hayran etmeye başladı. (IV/683)
Çünkü köle bir sözle sahibinin kulluğundan çıkar, hür olur. Şehvete kul olansa tatlı dirilir, acı ölür. (I/3816)
Bir söz, bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder. (I/1597)
Senin sözünle yüz binlerce kişinin can gözü açıldı, gayb âlemine hazırlandı. (III/2500)
Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin?
Can, sen ne dersen onu yapmakla beraber gizlice senin elinden feryat etmektedir.
Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin! (I/1700–1702)
Sözün Çokluğu/Yetersizliği
Söz çoktur, ne kadar söylense yine de bitmez. Ama Mevlâna sözün çokluğuna rağmen manayı anlatmaktaki yetersizliğiyle, sonu olmamasına rağmen mana yanında dar kalmasıyla ele alır. Sözün anlatamadıkları; aşk ve âşığın hâli, gözün bir anda gördüğü ve idrakin kavradıklarıdır.
Bağ, orman baştanbaşa kalem olsa bu söz, yine eksilmez.
O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biter de sonu olmayan bu söz yine kalır. (II/3545–3546)
O iki deve değildir ki. Bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber; “Tanrıyı bilenin dili tutulur” dedi.
Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki? (II/3012–3014)
Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim… Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. (I/112)
Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez. (V/2731)
Aşkın sıfatını söylemeye koyulursam yüz kıyamet kopar da yine noksan kalır. (V/2189)
Şimdi benim hâlim, söze sığmaz. Zaten bu söylediğim de benim ahvalim değil. (II/ 1791)
Gözün bir an içinde gördüğünü dil, yıllarca söylese anlatamaz.
Kulak idrakin bir an içinde gördüğü şeyleri, yıllarca dinlese bitmez. (III/1994–1995)
O nuru gören kişinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina”nın harcı mıdır?
Yüz kat kuvvetli bile olsa bu dil, kim oluyor ki eliyle görüş perdesini oynatmaya kalkışıyor? (IV/506–507)
Ağaçların yapraklarını kim sayabilir? Sonu olmayan şey, nasıl söze sığar? (III/1904)
O küllün kesilmesi, ulanması söze sığmaz ama misal için (zaruri olarak) nakıs bir şey söylüyoruz. (III/1940)
İnsan Sözünden Tanınır
Ayet (Münâfıkûn, 63/4) ve hadis (İnsan dilinin altında gizlidir) iktibaslarında belirtildiği gibi, söz insanı tanıtır. Bu yüzden Mevlâna, söz için ayna ve terazi benzetmelerini kullanır (I/3545–3547). Bu konuda kullandığı ilginç bir benzetme de hasta-hekim-teşhis ilişkisinden hareketle “idrar”dır (V/237–238). Zira söz de; söyleyenin bilgi seviyesini, duygularını, ahlakını ve meşrebini yansıtır:
Sözlerini duymadıkça hâllerini ne bileceksin. Hâlleri senden gizli kalır. (III/4767)
Kokusunu da alamadıysan onu konuştur; yeni sözden eski sırrı anla! (IV/247)
Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır. (II/3639)
Bu şuna benzer: Herkes marifet hususunda gayb mevsufunu bir sıfatla över.
Filozof onu başka bir çeşitte anlatır. Mübahase eden, onun sözünü cerh eder. (II/2923–2924)
Susmak (hamûş, sükût)
Konuşmaya kabiliyeti olduğu hâlde susmak, söylemektense dinlemek olgun insanın tavrıdır. Aynı şekilde âşıkların da konuşması abestir. Ayrıca ahmaklarla konuşmanın faydası yoktur, onlara verilecek en iyi cevap susmaktır:
Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki sûsen gibi yüzlerce dili olduğu halde dilsizdir. (III/21)
Söz söylemeden yücelik aramayın… Bekleyen kişiye dinlemek söylemekten yeğdir. (IV/3316)
Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma, bu helvayı yeme! (I/1600)
Yemek yemek ve nükte söylemek, kâmile helâldir; mademki sen kâmil değilsin yeme ve sükût et!
Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden değil, Tanrı, kulaklara “Ansitû” buyurdu.
Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde doğar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir.
Lakırtı söylemeyi öğreninceye kadar bir zaman dudağını yumması, söz söylememesi gerekir.
Kulak vermezse “ti ,ti” diye manasız sözler söyler; kendisini âlemin dilsizi yapar.(I/1621–1625)
Ayık olmayan kişinin [aşk sarhoşunun] her söylediği söz, dilerse tekellüfe düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın; yaraşır söz değildir. (I/129)
Bu alamet, Yahya”nın babasına da gösterilmiş, ona da “Üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye muktedir olamazsın.
Üç geceye dek iyiden kötüden bahsetme, sus. İşte bu senden Yahya adlı bir çocuk olacağına alamettir.
Üç gün konuşma. Bu susmak senin maksadına erişeceğine delalet eder.
Kendine gel, bunları dile getirme. Bu sözü gönlünde gizli tut” denmişti. (II/1675–1678)
Bahsetme de asıl bu âlemden bahse muktedir olanlardan dile gelmez, söze sığmaz bahisler işit!
Bahsetme de o güneşten kitaba yazılmaz, hitaba girmez sözler duy!
Bahsetme de sana bu âlemden ruhun bahsetsin… Nuh”un gemisinde yüzgeçlik bahsini bırak! (III/1305–1307)
Ulular bunun için; “Dünyada insanın rahatı, dilini korumasındadır” dediler. (II/1017)
Az Konuşmak
Mevlâna Fîhi Mafih”te az konuşmanın, sözü kısa tutmanın faydasına işaret eder: “Bazı kimselere az söz, belki çoktan daha fazla faydalı olabilir. Meselâ bir tandırın ateşi çok kızgın olunca, ondan faydalanamazsın ve yanına yaklaşamazsın. Hâlbuki zayıf bir çırağdan binlerce fayda elde edersin. İşte bu bakımdan, maksadın fayda olduğu anlaşılıyor. Bazıları için bizzat faydalı olan, bir sözü işitmemeleridir. Onların sadece görmeleri kâfi ve faydalı olur. Eğer bir söz duyarsa, bunun ona zararı dokunur” (Fîhi Mâfih, 345). Aynı görüşler Mesnevî”de de verilir:
Ham, pişkinin hâlinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm. (I/18)
Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arz edeyim. Kısa söylemek daha iyidir. (I/1215)
Hizmetçi; “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi. (II/215)
Çok Konuşmak
Az konuşmak fazilet; çok konuşmak, insan için bir kusurdur:
Yoldaşına pek yüklenme, çok söz söyleme, onu pek övme, çünkü bu, nihayet ayrılığa sebep olur.
Musa”nın sözü, kendince haddindeydi ama o iyi dosta fazla geldi.
O fazlalık da Hızır”la arasının açılmasına sebep oldu. Musa”ya “Haydi, git, sen çok söylüyorsun; gayri ayrılık geldi, çattı!
Musa, sen ne fazla konuşuyorsun, git, uzaklaş. Yahut da benimle olunca kör dilsiz kesil.” (II/3514–3517)
Fazla sözü sat da can, mevki ve para pul bağışlamayı satın al.
Bu suretle de Tanrı seni övsün, rütbene gök bile haset etsin. (III/2728– 2729)
Neşesinden çok konuşmaya başladı. Sarhoş, edebi bırakır, baş aşağı düşer!(IV/2155)
Hâl Dili (zebân-ı hâl)
İnsanın kendisini tek ifade tarzı konuşma değildir. Kâl (söz) yanında bir de hâl dili vardır. Mevlâna, lisan-ı hâli, daha çok tabiatın dili olarak verir:
Her meyve ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Tanrı”nın şükrünü terennüm eder. (I/1344)
[Ağaçlar]Halka doğru yüz türlü işaretlerde bulunurlar, duyana söz söylerler.
Yeşil dilleriyle, uzun elleriyle toprağın içindeki sırları anlatırlar. (I/2015– 2016)
Ağaç da cennet ehliyle konuşur, söz söyler; meyve de, akan duru sular da! (IV/474)
Ölümün sırrını haşredilmen söyler, yaprağın hikmetini meyveler anlatır! (II/1825)
Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malum olur. (I/932)
Gönül Dili
Mevlâna, lisan-ı kâl ve lisan-ı hâl yanında asıl anlaşma zeminini gönül dilinde görür. Onun “zebân-ı mahremî” olarak adlandırdığı gönül dili; birbirlerini iyi tanıyan ve sevenlerin dili, dostluk dilidir. Aynı dili konuşan insanlar gönül dilinden habersiz iseler; dost değil, yabancıdır; ama gönül diliyle anlaşan iki kişi birbirinin lisanını anlamasa da dost olabilir. Ya da kimsenin gönül dilini anlamadığı yerde, yüzlerce dil bilen dilsiz kalır:
Dildeşinden ayrı düşen, yüz türlü nağmesi olsa bile dilsizdir. (I/28)
Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer.
Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler.
Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir.
Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder. (I/1205–1208)
Duygular, senin duyguna dilsiz, dudaksız, hatta hakikatten de öte, mecazdan da öte sırlar söyler. (II/3246)
Aralarında sözden eser yok, fakat bülbülle gülün macerasını dinle!
Mumla pervanenin başından geçenleri duy, bunların manasına vâkıf ol güzelim.
Aralarında bir söz yok ama sözün sırrı, manası var ya. Agâh ol, yücelere uç, baykuş gibi aşağılarda uçma. (II/3624–3626)
Harfsiz ve Sessiz Söz
Mevlâna, gönül dilinden gelenleri söze dökerken gönlün uçsuz bucaksızlığı yanında sözün ve veznin dar kalıplarına girmekten bunalır ve bu sıkıntısını dile getirir:
Harfi, sesi, sözü birbirine vurup parçalayayım da seninle bu üçü de olmaksızın konuşayım! (I/1730)
Tanrım, harfsiz söz beliren o makamı, canımıza sen göster. (I/3092)
Söz ve Gönül İlişkisi
Söz kulağa söylense de, kabul edecek olan gönüldür veya söz dilden çıksa da gönülden geleni makbuldür. Bu yüzden Mevlâna, gönül dili yanında söz ve gönül arasındaki bağlantıya büyük önem verir. Çünkü gönülde kabul gören sözler dinlenir, gönülden gelen sözler gerçekleşir, söz yanlış bile olsa, gönülde doğruluk varsa makbuldür:
Bu seslerden birini kabul ettin mi öbürünü duymazsın bile… Çünkü seven kişi, sevgiliye aykırı olan kişilerin sözlerine sağır olur! (IV/1626)
Ah ne olurdu bu sözleri gönülden söyleselerdi de muratları olsaydı. (II/2839)
[Allah;] “Biz; dile, söze bakmayız; gönle hâle bakarız.
Kalp huşu sahibiyse kalbe bakarız, isterse sözünde kulluk ve aşağılık olmasın!
Çünkü gönül cevherdir, söz söylemekse araz. Bu yüzden araz, ariyettir, maksat cevherdir. (II/1759–1761)
Hatalı söz söylerse bile ona hatalı deme. Kanına bulanıp şehit olursa yıkamaya kalkışma.
Şehitlere kan, sudan yeğdir. Bu yanlış sözde yüzlerce doğrudan yeğ! (II/1766–1767)
Söz, Öz veya Davranış Birliği
Sözlerin altın bile olsa, işlediğin işler soğuksa; bu yüzden kimsenin yanında bir pula bile değmezsin. Değeri, bir eğere değmeyen atı, yola koşamazsın ki sen… (Rubaîler, 43) sözlerinde de belirttiği gibi Mevlâna iş ve söz birliğine önem verir. Bu yüzden insanı yansıtmayan, gerçek hâlini gizlemek, kendisini farklı göstermek için kullandığı sözleri iğreti elbiseye benzetir (II/670). Sözün değerli olması için insanın hâline uygun olması gerekir. Kendisinden yıllarca sonra söylenen; Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz mısralarında da dile getirildiği gibi, insan sözünde ve özünde tutarlı olmalı, sözüyle işi birbiriyle çelişmemelidir:
Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin.
Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz. Gündüz dikiyorsunuz, gece söküyorsunuz!
Peki, sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğerki Tanrı kendi lutfu ile bir hilim göstere.
Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır. (V/255–258)
Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Tanrıya makbuldür. (III/171)
Sözde Kalmamak
Mevlâna bilginin ve sevginin sözde kalmamasını, hayata uygulanmasını tavsiye eder. Bilgi ve sevgi pratikte yaşanmıyorsa, bunlara ait kuru sözlerin bir önemi yoktur:
Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hasıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma.
Yanmadıkça o bilgi, ayne”l-yakîn değildir. Bu yakîni istiyorsan ateşe dal.
Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönle tesir etmez. (II/860–862)
Hikmet Sözleri
Hikmete, bilgiye dair sözler; ehline yakışır. Hikmetten nasibi olmayanlarda böyle sözler iğreti durur:
Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa; şeytanın efsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
Hikmeti istediğin kadar tekrarla. Ona ehil değilsen, hikmet senden ne kadar uzak.
İster yaz, belle; ister bahset, söyle. (II/316–319)
Ey hicapsız nurları kabul etmeye istidadı olmayan kişi, hiç olmazsa harflerde gizlenmiş bir nur olan hikmet sözlerini duy, onları ye! (III/1286)
Muhatabın Durumu
Konuşma, bir paylaşımdır, en az iki kişi arasında gelişen karşılıklı bir eylemdir. Her iki tarafın sağlıklı bir iletişim için emek harcaması gerekir. Dolayısıyla konuşan, muhatabın anlayış seviyesine göre söylemeli; muhatap da dikkatle dinleyip anlamaya çalışmalıdır. Yine de muhatapların tam anlaşması için denk olmaları gerekir. Çünkü konuşan tam söylese de, karşısındaki ancak kendi miktarınca anlar:
Bu söylediğim sözler yok mu? Senin anlayışın miktarı ancak. Öldüm iyi ve doğru anlayışın hasretinden! (III/2098)
Konuşan, söz söyleyen iki kişi bile birbirinin hâlinden haberdar olmazsa duvarla kapı, nasıl birbirini anlar, duyar? (III/1499–1500)
Baba, küçük çocuğuna onun dilince “Ti, ti” der, aklı, âlemi ölçüp biçse bile!
Üstat “Elifte bir şey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düşmez.
Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk etmek,
Onun dilince konuşmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen öğrenebilir.
Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdiği zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım. (II/3315–3319)
“İki kişi birbiriyle uzlaştı, birbirine sataştı mı, hiç şüphe yok, aralarında bir kadr-i müşterek vardır.
Kuş ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet âdeta mezara girmedir” diye cevap verdi. (II/2101–2102)
Bu söz, kargaya göre laftan, kuru iddiadan ibarettir. Nitekim sineğe göre dolu tencere ile boş tencere birdir. (II/3567)
Birisi, “Burası satrançta ruh hanesi” demiş. Bu sözü duyan; “O, evi nereden elde etmiş?
Satın mı almış, yoksa mirasa mı konmuş?” diye sormuş. Ne mutlu mana anlayana!
Nahivcilerden biri “Zeyd, Amr”ı dövdü” diye bir misal getirmiş. Dinleyen; “Suçu yokken neye dövmüş?
Amr”ın ne suçu varmış ki o çiğ Zeyd, onu köleler gibi suçsuz dövüyor?” der.
Nahivci, “Bu, mana ölçeğinden ibaret. Sen buğdayı almaya bak, ölçeğe lüzum yok.
Zeyd”le Amr, i”râb için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan olsa bile sen i”râbı düzeltmeye çalış!” derse de,
Öbürü “Ben onu, bunu bilmem. Zeyd, Amr”ı suçsuz, sebepsiz nasıl dövdü” deyince,
Nahivci naçar kalır, alaya başlar: “Amr, fazladan bir “vav” çalmıştı.
Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım!” (II/3627–3635)
Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına sevenlerin yanına var. (II/3521)
Anlatılanı anlamaya, söyleneni dinlemeye liyakatin yoksa söz söyleyenin söyleme kabiliyeti seni görür anlar, yatar, uyur! (III/3207)
Fakat söz söylerken de nefes öldüren bir pezevenk olsa gönüldeki nükteler hırsız gibi kaçar. (IV/1320)
Aşağılık kişiler, her söz söyleyeni hor hakir bir hâle getirirler. Sözü yüceyse, değerliyse bile o sözün kadrini düşürürler. (VI/1240)
Taşa istersen tam yüzyıl boyunca lâl olsana de. Eskiye tam yüzyıl yenilen diye söyle dur.
Toprağa yüz yıl, su gibi arı duru ol desen; suya bal ol, süt kesil desen ne fayda! (III/2903–2904)
Dinleyen susuz ve arayıcı olursa vaaz eden ölü bile olsa söyler.
Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir. (I/2379–2380)
Ahmaklarla Sohbet
Mevlâna ahmaklarla dostluğun, onlarla sohbetin insana vereceği zarara çok sık işaret eder, konuyu değişik hikâyelerle ele alır. Gafile kelam, nafile kelam atasözünde belirtildiği gibi ahmak, anlayışsız, bilgisiz insan karşısında konuşmaktansa, susmak gerekir:
Bu takdirde, öyle adama verilecek cevap susmaktan ibarettir. Ahmakla konuşmak deliliktir. (II/2717)
Artık, böyle kişiye bir şey söylenemez, ona karşı susmak daha iyidir… Çünkü ahmaklara verilecek cevap sükûttur. (IV/3297)
Aptalın sevgisi şüphesiz ayının sevgisidir. Kini sevgidir, sevgisi kin.
Ahdi gevşek, zayıf ve bozuk. Sözü büyük, vefası artık.
Ant içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da bozar.
Mademki yeminsiz sözü yalan. Hilesine yeminine de inanma. (II/2130– 2133)
İptilâ, acınacak bir illettir, ona kul da acır, Tanrı da… Fakat ahmaklık, öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla konuşana da!
İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice kanlar döktü! (III/2593, 2595)
Söz Söylemeye ve Anlamaya Engel Olan Hâller
Ahmaklık, açgözlülük ve kötü niyet doğruları dile getirmeye de, duymaya ve kabul etmeye de engeldir:
Tamah, ona bu âleme ait sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir. (III/68)
Kimde tamah varsa dili tutuk bir hâle gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı? (II/579)
Bu sözü akşama kadar söylediler de devecinin kulağı tamahla dolu olduğundan duymadı. (II/678)
Bu sözler, erin kulağına girmedi. Suizan adama kuvvetli bir settir. (II/2024)
Söylenmemesi ve Dinlenmemesi Gereken Sözler
İnsanın gideceği yolu, parasının miktarını ve mezhebini açıklaması zarardan korunmak için tavsiye edilmez. Ayrıca; sırların ve başkalarına ait kusurların söylenmesi; dostluğu bozan nifak sözlerinin de dinlenmesi doğru değildir:
Şu üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de mezhebin.
Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur. Düşman bildi mi, sana pusu kurar.
Bir iki kimseye söyledin mi, artık o sırra veda et. İki kişiyi aşan, bir başkasına da söylenen her sır, yayılır. (I/1047–1049)
Tanrı kulunun aybını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına. (II/3477)
Seni dostundan ayıran sözü dinleme. O sözde ziyan vardır, ziyan! (III/419)
Hepsinin de gönlü şeytan evidir. İnsan şeytanının lafına pek kulak asma! (II/252)
Diğer Konular
Sözün uzaması dostluk belirtisidir:
Sözün coşması, ulanıp gitmesi, dostluk nişanesidir. Söz söyleyememek de ülfetsizliktendir. (VI/2638)
Söz bir bilgi edinme aracıdır:
Bilgi sahibi olmanın yolu sözledir. Sanat bellemenin yolu işle. (V/1062)
Söz söyleme kudreti, öğretmek için ağza gelir; yoksa o sözün ayrı bir mecrası vardır.(I/3090)
Büyüklerin huzurunda konuşmak edebe sığmaz, mutlaka konuşmak gerekirse Mevlâna saygılı olmak yanında, soru tarzını seçmeyi tavsiye eder:
Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa. (I/1222)
Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla edepli konuş! (II/3457)
Tanrı haslarıyla edepsizce konuşmak gönlü öldürür amel defterini kapkara bir hâle koyar. (II/1740)
Doğru söz acıdır, yalan söz gönülde şüphe uyandırır, önemli sözler de; Doğru laf geri kaçar atasözündeki gibi geri kalır:
Bundan sonra tahsisattan ümidini kes. Ben doğru söylüyorum, doğru söz acıdır.(I/1179)
Parlak ve açık doğru söz, gönle rahatlık verir. Gönül, yalan sözle yatışmaz. (VI/2576)
Mühim sözler geri kalır. Peygamberler bunlara “Doğru olun, doğruluk yapın!” demişti.(III/2668)
Acı, mutlaka acılara katılır. Batıl söz nasıl olur da Hakk”a ulaşır? (II/276)
Kim söylerse söylesin olmayacak söze inanmamalıdır:
Elindeyken vereceğim öğüt şu: Olmayacak söze kim söylerse söylesin inanma. (IV/2251)
İnsanlar tenkit edilmekten ve kusurlarının dile getirilmesinden hoşlanmaz:
Kafana ululuk yerleşmiş, onun için kim seni kırarsa onu ezelî düşman sayarsın.
Birisi huyuna aykırı söz söylerse ona bir hayli kinlenirsin. (II/3466–3467)
Abes sözler bilgisizliğin ürünüdür:
Fakat efendim, padişahlar padişahı sultanım, onları ben söylemedim, bilgisizliğim söyledi.
Bir parçacık olsun bu hâli bilseydim, böyle abes sözler söyleyebilir miydim? (II/1903–1904)
Dünyaya ait sözler daima eksiktir, diğer yandan insanların konuşmaları hep yemeğe ve üstünlük kazanmaya dairdir:
Bu söz de noksandır, bu sözün de bir neticesi yoktur. Noksan olmayan söz o tarafa, hakikat âlemine ait olan sözdür. (III/1277)
Çünkü Âdemoğullarının bütün sözleri, suya, ekmeğe, şana, şerefe ait.(III/3268)
İnanmadığı, benimsemediği konuları dile getirenler taklitçidir, sözleri de sahtedir:
Kıldan ince söz söylese bile gönlünün, o sözden haberi olmaz.
Kendi sözüyle sarhoş olur ama onunla şarap arasında ne kadar yol var! (II/486–487)
Mukallit, söz söylerken ağlasa bile habisin maksadı, ancak tamahtır.
Ağlar da yanık sözler söyler. Fakat kendisinde yanan yürek nerede, yırtılan etek nerde?
Muhakkikle mukallit arasında çok fark vardır. Bu Davut gibidir, öbürü ses gibi!
Bunun sözleri yanıklıktan doğar, öbürüyse söylenmiş köhne sözleri belleyip nakleder.(II/491–494)
Çocukların masalları saçma sapan sözler gibi görünse de, her masaldan bir öğüt çıkarmak mümkündür:
Hani çocuklar masal söylerler ya… Fakat masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır.
Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma sakın… Bütün viranelerde define aramaya koyul! (III/2602–2603)
İstişare faydalıdır, kötü sonuçlara ve kötü sözlere engel olur:
Çünkü bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur. (II/20)
Geçmişte söylenmiş sözlerden ibret alınmalıdır:
Her devirde söz söyleyen bulunur; bulunur ama geçmişlerin sözleri daha faydalıdır. (III/2538)
Sonuç
Bir söz sultanı olan Mevlâna, Mesnevî”de dinî, tasavvufî ve ahlakî konular yanında; günlük hayat, sağlıklı iletişim ve bilgi alış verişinin en önemli malzemesi olan söze dair konuları çok geniş bir bakış açısıyla ele almıştır. Onun konuşmaya ve dinlemeye dair tavsiyeleri bugün de geçerliliğini koruyan cinstendir.
KAYNAKÇA
MEVLÂNA Celâleddin, (1985); Fîhi Mâfih, (çev. Meliha Ülker Tarıkahya /Anbarcıoğlu), İstanbul.
____ , (1965); Mecâlis-i Seb”a – Yedi Meclis, (hzl. Abdülbaki Gölpınarlı), Konya.
____ , (1964); Rubâîler, (hzl. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul.
____ , (1971); Mesnevî, (çev. Veled İzbudak), C I-VI, İstanbul.
ÖZEK, Ali [vd.], (1993); Kur”ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Ankara.
The Mathnaım of Jalâlu’ddln Rüml, (ed. and trans. Reynold A. Nicholson), Text Vols. I, III, V, London, 1925-1940.
1 Emine Yeniterzi, “Mesnevî”de Söze Dair Benzetme Unsurları”, SÜ Fen-Edebiyat Fakültesi-Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2007 UNESCO Mevlâna Yılında Uluslar Arası VII. Dil, Yazın, Deyişbilim Sempozyumu, Konya 02–05 Mayıs 2007.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
MEVLÂNA ARAŞTIRMA ve UYGULAMA MERKEZİ
MEVLÂNA ARAŞTIRMALARI DERGİSİ’nde yayınlanmıştır.