ÖLEN OĞUL – Mehmet Demirci

Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 21

ÖLEN OĞUL

Bir zamanlar çok meşhur bir bilge kişi vardı. Herkes ona koşup gelir, sözünden sohbetinden faydalanırdı.

Bir gün ânîden oğlu öldü. Tanıyan tanımayan herkes bu olaya üzüldü ağladı. Fakat Şeyh bir damla olsun gözyaşı dökmedi. Bunu gören hanımı:

-Herkes bizim çocuğumuz için ağlayıp üzülürken sen neden ağlamıyorsun, yoksa katı kalpli biri misin. Eğer katı kalpli isen insanlara nasıl acıyıp şefaat ede­ceksin mahşer günü, dedi.

Bilge, bunu söyleyen eşine:

-Ey benim hayat yoldaşım ağlamadığıma bakıp beni merhametsiz, katı yürekli sanma. Ben kâfirlere acıyor, onlara îman nasip olması için duâ ediyorum. Köpeklere bile acıyorum, hatta beni ısıran köpeğe bile: Yarabbi bu zavallının huyunu değiştir ki insanlardan taş, sopa ye­mesin diye duâ ettim.

Bu sözleri duyan eşi:

-Madem böylesine sevgi ve merhamet dolusun o halde neden oğlumuz için ağlamıyorsun? dedi.

Bilge sözlerine şöyle devam etti:

-İnsan bir şeyi kaybettiği veya ondan ayrıldığı için ağlar, üzülür. Hiç temmuz ayı kış mevsimine benzer mi? İster bütün çocuklarımız ölsün, ister diri kalsınlar onlar gönül gözünden kaybolmuyorlar ki. Onlar gözü­mün önünde gezip oynarken neden senin gibi ağlayıp üzüleyim. Oğlumuz zamanın devranından çıktı, kaybolmadı ki etrafımızda gezinip duruyor, dedi. (Mesnevî, c.III,beyit: 1772 vd.)

AÇIKLAMA

Hikâyenin devâmında bilge şeyh şunları söyler:

“Ağlayış ya elemden olur, ya ayrılıktan. Halbuki ben sevdiklerimle ve tabiî ki ölen çocuğumla da vuslattayım. Onunla koşup duruyorum. Halk onları rüyâda görür, bense uyanık iken kendilerini ap âşikâr görüyorum. Bu dünyada kendimi gizledim mi, duygu yaprağını varlık ağacından silktim mi onlarla berâberim.”

Buradaki bilge şeyh; kemale, olgunluğa ermiş, Hak dostu velileri temsil etmektedir. Onlar nefislerini eğiterek ruhi-mânevî kemâle ermişlerdir. Gönül gözleri açık olduğu için ölenlerin mânevî varlıklarıyla kolayca buluşabilirler. Dünyevi, beşeri, maddî âlemin etkilerinden kurtulmuşlardır. Çocuğunun fiziki varlığı ile mânevî varlığı onun nazarında eşit hale gelmiştir. Ölümle kaybolan sâdece çocuğunun bedenidir. Mânevî dünyasında bilge kişi oğluyla birliktedir. Onu kendi içinde yaşatmaktadır. Bu yüzden başkaları gibi ağlayıp sızlamaz, üzüntüsünü belli etmez.

Burada tasvir edilen çok üst seviyede bir olgunluk örneğidir. Herkesin bu noktaya gelmesi gerçekleşemez. Ama ortalama müslümandan beklenen bir olgunluk ve soğukkanlılık ölçüsü de vardır. Nedir bu?

Evet ölüm bir gerçektir, buna üzülmemek mümkün değildir. Ama inancımız gereği, bunu imkân ölçüsünde tevekkül ve teslimiyetle karşılamaya çalışmalıyız. Ölümle sâdece bedenimizin hayatı sona ermektedir. İnancımıza göre bir de rûhumuz vardır. Ölümle o son bulmamaktadır, o ebediyete kadar yaşayacaktır.

İnançlı insan şöyle düşünür: Çocuğum öldü, çok sevdiğim yavrum hayatını kaybetti. Veren de Allah alan da.  Her şey bir emânettir, vakti gelince geri alınacaktır. Bana düşen, bunu soğukkanlılıkla karşılamaktır. Bu kayıp benim Allah’a olan inancımı ve güvenimi sarsmamalıdır.

Her konuda olduğu gibi, böyle acılı durumlarda da Hz. Peygamber’in tavrı bizim için örnek olmalıdır. Bir buçuk yaşlarında ölen oğlu İbrâhim’in kaybı sırasında Peygamberimiz inançlı bir insanın davranışını sergilemiştir. Bu hem beşeri hem de mü’mince bir tavırdır.

Oğlu İbrahim’in ölümü sırasında Peygamber Efendimizin gözlerinden birkaç damla yaş dökülür. Şöyle buyururlar: “Göz ağlar, kalb hüzünlenir, yâni bu, tabiî beşeri bir şeydir. İbrahim’in ayrılığıyla biz gerçekten kederliyiz. Ama asla Rabbimizin rızasına ters düşecek bir şey söylemeyiz.” (Müslim, Fedail, 62). İşte müslümanca ölçü bu olmalıdır.

Hikâyemizdeki bilge kişinin hali ise daha bir üst seviyedir. Asr-ı saâdette buna uygun bir örnek de vardır. Rumeysa adlı sâhabî kadın anlatır:

Çocuğum ağır hastaydı. Babası dışarıda iken çocuk öldü, onu bir kenara yerleştirdim. Akşam eşim gelince çocuğu sordu, iyidir, dedim. Mümkün olduğu kadar şirin görünmeye çalıştım. Yemeğimizi yedik, lâf arasında dedim ki:

-Şu komşunun yaptığına bakar mısın?

-Ne oldu ki?

-Benden bir emânet almıştı, bugün onu geri isterken ağlamaya başladı. Kocam:

-Hiç öyle şey olur mu? Ne tuhaf! deyince ben hemen konuya girdim:

-İşte Allah Taâlâ da bize verdiği emâneti geri aldı, diyerek yavrumuzun ölümünü haber verdim. O da “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” (Biz yalnız Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz) dedi. Hz. Peygamber bu durumdan haberdar olunca, onları tebrik etti ve daha sonra, Rumeysa adlı bu kadını cennette gördüğünü müjdeledi. (İhya, c. IV, “sabır” bahsi; Müslim, Fedailü’s-sâhabe, 105)

Ateş düştüğü yeri yakar, bilhassa genç yaştaki ölümler elbette ki çok üzücüdür. Ama ölenle ölünmez, hayat devam edecektir. Geride kalanlar rûhen ve bedenen sağlıklı olmaya mecburdur. Ümitsizlik, karamsarlık, rûhî çöküntü inanmış müslümana yakışmaz. Bu, inanç zayıflığının bir göstergesidir. Yüce Allah inananlar ve sabredenlerle berâberdir.