GAM VE KEDER

GAM VE KEDER 

(DER ĞAM MA RUZ HA BİGAH ŞOD)

Gam ve kederlerimizle günler vakitsiz geçti.

İnsan bu dünya zindanında hep derde, gama, kedere, acı ve ızdıraba düçar olmak üzere bulunur. Bu dünya aslen, hasret yurdudur. O yüzden bu dünya hayatında mutlu ve huzurlu olmayı beklemek ham hayaldir. Aslı acı ve gözyaşı olan bir ortamda bulunuyorsun. Madem ki buradasın acı çekmek, ağlamak, keder ve elem içinde yaşamak zorundasın. Bir gün mutlu olacağının hayalini kurmak ne kadar abes ise mızmızlanıp şikayetlenmek, ağlayıp sızlamak da o kadar abestir. Günlerimiz bu acı ve keder içinde akıp geçecektir. Günlerimiz geçip gidecek biz o günlere bize ait değilmiş gibi adeta bir yabancıymışız gibi bakıp duracağız.

(RUZ HA BA SÜZ  HA HEMRAH ŞOD)

Günler ateşe yoldaş oldu

Öyle zamanımız geçmekte ki sanki bir ateş çemberinin içindeymişiz gibi. Kederlerimiz ciğerimizi yakıyor. Hasretini çektiğimiz mutluluk, huzur, zevk ve safanın yerini acı almış. Keder hüküm sürmekte her anımızda. İşte bütün bunlardan anlamamız gereken ilk ders gam ve kederin kaçınılmaz olduğu gerçeğidir. Ondan kaçmak, ondan kurtulmak, onun yerine zevk ve neşe ümidetmek çekilen acıyı katlayacaktır. O halde, keder ve acıdan kaçıp kurtulmaya çalışmaktan, şikayet etmekten vazgeçip bir lahza doğru düşünmen gerekir. Doğru düşünerek gerçeği bulmaya çabalaman en doğru yol olacaktır. Gerçek şudur. Bu dünya hasret yurdudur.

Bu gerçeğe ulaştığın anda durumu lehine çevirmeye başlamış olacaksın. Acı ve kederi dirençli bir kişilikle karşılayabilmeye ilk adımı atmış olacaksın. Bir yumuşakca tavrı tepkin olmayacak. Dış etkenlerden gelen darbelere göre şekillenip biçimlenmeyeceksin. Sen bir varlık olduğuna göre iç donanımın sağlam olmak zorunda. O sağlamlık ise kendi içini gerçek elementlerden oluşturabilmene bağlı. Direnç ve dayanıklılığın tam adının “sabır” olduğunu öğreneceksin. Sabır sadece “tahammül” anlamı içermez. Sabrı bilen ve sabrı iç yapısına yerleştirenlerden olabilmek için Cenab-ı Hakk’a dayanmış ve güvenmiş olman gerekir. İşte bütün bunlardan sonra artık acı ve keder sana tat ve lezzet olacaktır. Bunu başarabilirsin. Fuzulî, “Severim ben belayı çün sever bela beni” diyebildiğine göre sen de diyebilirsin. Yunanlı stoacılar, kederleri ve belayı hiç saymayı başardıklarına göre sen de başarabilirsin. 

(RUZHA GER REFT KEVR U BAK NİST)

Günler gittiyse söyle, gidiniz, korku yoktur.

Günler acı ve kederle geçip gidiyormuş. Gitsin. Uğurlar olsun. Zamanın geçmesi, ne gam. O var. O’na dayanmış, O’na güvenmiş biri için kederin, acının, belanın önemi mi kalır? “Senin gibi yüce, senin gibi kâdir-i mutlak bir Rabbim var” diyebilene korku mu kalır? “Senden gelen sana dönecektir” diyebilen artık her acı ve kedere olgun, ergin bir tebessümle karşılık verebilecektir.

(TU BEMAN EY ANKİ ÇÜN TU PAK NİST)

Sen kal ey ol zat ki senin gibi pâk yoktur.

Yeter ki  sen kal yanımda ey yüce Rabbim. Sen varsan gam yoktur. Sen varsan, acı keder, bela hiçtir. Seninle bağım sabit kaldıkça hiçbir fırtına hiçbir rüzgar ayaklarımı yerden kesemez. Duruşumu bozamaz. Sabit kadem kalırım. Direnirim. Düçar olduğum her acının her kederin bana isabet eden her belanın günler gibi gelip geçeceğini bilirim. Bu da geçecek der, sabrın tadına, direnebilmenin sonunda bana ulaşacak yardım ve kurtuluşun lezzetine varırım. Duyacağım huzur ve mutluluğun yanında çektiğim acının hiçbir öneminin olmadığını bilirim. Her acı beni bir merhale yukarı taşır. Her acı da biraz daha sana yakın olmanın, annesinden yediği tokata, anne diyerek ağlayan ve yine annesinin eteklerine yapışan çocuğun sığınma duygusuna ererim.