Ebedi Kurtuluşa Can Soluğu
Bir Kur”an Hâdimi
Mesut Kaya
Hazret-i Mevlânâ: “Kur”an”ın hikmeti müminin yitiği gibidir.” (Mevlânâ, Mesnevî, II, 2895. beyit) der, Mesnevî”nin bir beytinde. Kendisi bu hikmeti bulmuş mümin bir hakîm olarak söyler şiirlerini. Onun gönül ikliminden taşan hikmetler, Kur”an”ın kendine açtığı hakikatlerin bir tezahürüdür. Çünkü ona göre Allah”ın kelâmı herkese kaldırmaz nikâbını. Onun tarlasına varır, ekinine su verir, hizmetini görür, rızası olan işte çalışırsan, o zaman gösterir sana yüzünü. (Mevlâna, Fîhi Mâfih, çev. M. Ülker Anbarcıoğlu, MEB yay., s. 349) İşte, Kur”an”ın kendine örtüsünü kaldırdığı bir Kur”an âşığıdır Hazret-i Mevlânâ. Kendini Kur”an hizmetine adayan nadide bir gönül insanıdır.
Sezai Karakoç bu hakikati şöyle dile getiriyor: “Her yöne ve her alana, Kur”an-ı Kerim”den çıkan ışık okları ulaşmış ve o yön ve alanı aydınlığa kavuşturmuştur. Mevlânâ da, İmam-ı Gazalî de, Muhyiddin-i Arabî de, İmam-ı Rabbani de, daha nice bilgin, mutasavvıf, şairin eserleri de yalnız ve yalnız Kur’an-ı Kerim”in bitip tükenmeyen bilgi, hikmet, aşk ve lirizm kaynağından fışkırmışlardır. Tüm değerler, birbirlerine tesbih gibi bağlanarak Kur’an-ı Kerim imamesinin etrafına dizilmişlerdir.” (Sezai Karakoç, Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi, II, s. 52)
Hazret-i Mevlânâ meşhur bir rubaisinde: “Ben Kur”an”ın bendesiyim” diyor. Yani ben Kur”an”ın kulu, kölesi, hâdimiyim. Bu ifadesiyle aslında açıkça kimliğini ortaya koyuyor. Kendini Kur”an”ın hizmetkârı, Hazret-i Peygamber (s.a.s.)”in yolunun mütevazı bir takipçisi olarak görüyor.
Ona bundan başka bir kimlik biçmek; onun eserlerinde ortaya koyduğu değerleri farklı noktalara çekmek, abesle iştigalden başka bir şey değildir. O”nun çağrısı İslâm”ın, Kur”an”ın aşkla yaşanmasına; Peygamber”in yolundan aşkla yürünmesine yöneliktir. (Mevlânâ hakkında, Batı”da oluşan yanlış telakkilerle ilgili bir değerlendirme için bakınız: T.J. Winter (Abdülhakim Murad), Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s.74, 154)
Şark edebiyatında, mesnevî tarzında çeşitli eserler kaleme alınmıştır. Bu eserler ahlâkî prensipleri öğretmek, fazilet duygusunu aşılamak gibi pek çok amaç gütmektedirler. Bunlar arasında Hz. Mevlânâ”nın Mesnevî”si ayrı bir öneme haizdir. Gerek muhtevasının çok yönlülüğü, gerekse üslubundaki etkileyiciliği ile bu eser, İslâmî-tasavvufî edebiyatta zirve noktayı teşkil etmektedir. Asırlardır, elden ele gönülden gönüle ulaşan bu kitap, her geçen gün haklı şöhretini daha da artırmaktadır.
Hz. Mevlânâ, Mesnevî”de asırlardır süre gelen şark edebiyatının formlarını kullanırken, aslında Kur”an”ın hakikatlerini gün yüzüne çıkarmakta, bir nevî Kur”an ayetlerini tefsir etmektedir. Mesnevî”yi Mesnevî-i Şerif yapan, ona bu değeri kazandıran en belirgin özellik de bu olmalıdır. Nitekim Mesnevî”nin birinci defteri için söylediği mukaddimede Hz. Mevlâna: “Gerçekten Mesnevî gönüllere şifadır, hüzünlere ciladır ve Kur”an”ı açıklayıcıdır…” demektedir.
Seyyid Hüseyin Nasr, bunu şöyle dile getiriyor: “Mesnevi”de şiir, insanı manevî bir sarhoşluğa sevk eden bir araç değil, aksine hakikati idrak ettiren bir uyanıklık ifşa etmektedir. Kur”an”ın batınî bir tefsirinden başka bir şey olmayan bu uzun şiir, içinde teorikten pratik tavsiyelere kadar tasavvuf geleneğinin bütün unsurlarını barındıran büyük bir irfan okyanusudur.” (S. Hüseyin Nasr, Tasavvufi Makaleler, s. 201)
Bir hikaye, Mesnevî”de bütün çarpıcılığı ile beyitlere dökülürken; sık sık ayet ve hadislere atıflar yapıldığı görülür. Bir teşbih yapılırken, bir mesel tasvir edilirken, Kur”anî bir hakikat gün yüzüne çıkarılır. Kur”an”da anlatılan peygamber kıssaları veya diğer kıssalar şiire dökülürken, Mevlânâ”nın Kur”an”ın bu hikâyesini tefsir ettiği, çok daha belirgin hâle gelir. Mesela, Hazret-i Musa ve Firavun”un mücadelesi nasıl ki Kur”an”da sıklıkla anlatılıyorsa; Mesnevî”de de sık sık gündeme geliyor. Zira onların mücadelesi hakla batılın mücadelesinin bir remzidir.
Bunun yanında Hz. Mevlânâ olayı şu noktaya çeker ve evrensel bir mesajla bitirir binlerce beyitte anlattığı hikâyeyi: “Musa da senin varlığında, Firavun da; birbirine düşman olan bu iki kişiyi kendinde ara. Musa kıyamete dek vardır; ışık hep o ışıktır, başka ışık değil; değişen kandildir ancak.” (Bkz. Mesnevî, III, 858-1259. beyitler) Bu ifadelerle Kur”an”ın neden Musa ve Firavun kıssasını bu denli zikrettiği de izaha kavuşmuş olmaktadır.
İnsanları, hayvanları, farklı canlıları büyük bir ustalıkla konuşturan Hz. Mevlânâ, Kur”an”ı da konuşturuyor: “Kur”an kıyamete dek seslenir; a kendilerini bilgisizliğe feda eden toplum, der; beni masal sandınız; kınayış tohumunu, kâfirlik tohumunu ektiniz durdunuz.
Ama gördünüz ya, kınadığın durup durmada; sizse yok oldunuz, masala döndünüz. Ben Allah kelâmıyım, Allah”ın zatıyla durmadayım; canın canına gıdayım, tertemiz, apaydın bir yakutum ben.
Size vurmuş güneş ışığıyım, fakat güneşten de ayrılmış değilim. İşte buracıktayım; âb-ı hayatın kaynağıyım ben; aşıkları ölümden kurtarmak için coşmuş, kaynamışım ben.” (Mesnevî, III, 425-4290. beyitler)
Hz. Mevlânâ, Kur”an”ın asırlardır muarızlarına nasıl meydan okuduğunu anlatıyor bu beyitlerde. Bunu Kur”an”ın diliyle söylemekle çok daha çarpıcı bir biçime sokuyor. Kur”an”a masal diyenler masal olup gitmişlerdir. O ise hâlâ ruhlara gıda olmaya, güneş gibi ışık saçmaya devam etmektedir. Onu ruhlarında sindirenlere âdeta ab-ı hayat; ebedî kurtuluş için can soluğu olmaktadır.
Yine Hz. Mevlânâ, Kur”an”ın harflerinin ve mânâsının ötesinde, pek güçlü bir iç mânâsının olduğunu düşünür. Hatta bu iç mânâ daha ileri boyutlara varır; bunda insan aklı artık yitip gider. Ve şu öğüdü vermekten kendini alamaz Mevlâna: “Ey oğul, sen Kur”an”ın görünen, bilinen dış yüzüne bakma; Şeytan da Âdem”i ancak toprak olarak görür!” (Mesnevi, III, 4248. beyit)
Herkes Kur”an”dan zâhirî bir tad alır ve sütünden gıdalanır. Yalnız kâmiller için Kur”an”ın mânasında ayrı bir zevk vardır ve onlar başka türlü anlarlar. (Mevlânâ, Fîhi Mâ Fih, s. 253)
Kur”an şuurlu bir şekilde okunmalıdır ona göre. Okumak kadar, mânâların fevkinde olarak okumak da önemlidir. Kur”an okuyucusu, okurken bir zevk duymalı, mânâsını anlamaktan dolayı şevk ve heyecanı artmalıdır. Eflâkî”den rivâyet edildiğine göre, müritlerinden biri, yapmacık bir edayla Mevlânâ”ya: “Bu gün Kur”an”ı Mevlânâ aşkına hatmettim” dedi. Mevlânâ: “Nasıl olur da infilak etmedin.” dedi. “Sen daha önce bu âyetleri okumadın mı. Evet, defalarca okudun lâkin mukallit- çe okudun, annene ve babana gönderdin, fakat mânâlarından bîhaberdin.” (Eflâki, Menâkıbü”l-Ârifîn I/409)
Mevlânâ burada Haşr suresindeki: “Biz bu Kur”an”ı bir dağa indirseydik, muhakkak onun Allah korkusundan paramparça olduğunu görürdün. Biz bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.” ayetine işaret etmektedir. Mevlânâ bu konuyu sohbetlerinde de gündeme getirmiştir: Bu hafız: “Allah onların yüreğine mühür vurdu.” buyrulduğu gibi ne kadar hoş dinliyor, hatmediyor. Ama anlamıyor. Ondan söz ediyor fakat yine kavramıyor… (Mevlânâ, Fî-hi Mâ Fih, s. 213) Bu okuyucu Kur”an”ı doğru okuyor. Evet! Kur”an”ın suretini doğru okuyor. Fakat manasından haberi yok..! Rivayet etmişlerdir ki: Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında ashaptan bir kimse yarım veya bir sure öğrense ona büyük adam derler ve bir yahut yarım sureyi biliyor diye parmakla gösterirlerdi. Çünkü onlar Kur”an”ı âdeta yerlerdi (iyice hazmederlerdi.)” (Mevlânâ, Fîhi Mâ Fih, s.129. Mesnevî, III, 1388-1400. beyitlerde de aynı konu işlenmiştir.)
Mevlânâ, altı asır önce bir soluk üflemiştir yeryüzünün damarlarına. Bu soluk hâlâ diriliğini ve dirilticiliğini sürdürmektedir. Doğudan Batıya insanlar bu solukla varlığı, hayatı, insanı yeniden yorumlamaktadırlar. İslâm”a, Kur”an”a, Sünnet”e daha zengin bir mâna penceresinden bakmaktadırlar. Bunun da ötesinde; bu mânâ zenginliğini yüreklerinin taa derinliklerinde hissetmekte, derûnî bir İslâmî hayata yönelmektedirler.
Hiç kuşku yok ki, Mevlânâ”ya bu ruhu veren; ona can suyu olan Kur”an-ı Kerim”dir. Kur”an”ı yeryüzüne bahşeden Yüce Yaratıcı”ya duyduğu coşkun muhabbet ve aşktır. Kur”an”da ışık saçan bir kandil olarak vasfedilen Hazret-i Peygamber (s.a.s.)”den aldığı nur ve ışıktır.