Muhabbet Merkezli Bir Dünya İçin
Hüseyin Algül
Hz. Mevlânâ, “Bu denizde ne ölmek var bize / Bu denizde ne gam, ne dert ne keder / Bu deniz, alabildiğine muhabbet / Bu deniz, iyilikten cömertlikten ibaret” diyor ve öyle devam ediyor:
“Sevgiden acılar tatlılaşır / Sevgiden bakırlar altın kesilir / Sevgiden, tortulu bulanık sular arı duru hâle gelir / Sevgiden, tatlılar safileşir / Dertler sevgiyle derman bulur / Ölüler sevgiden dirilir / Sevgiden padişahlar kul olur.”
Sevgi, güzel hislerin (hiss-i selîmin), iyi eğilimlerin (fıtrî güzelliklerin) beslenip geliştirilmesi ve sosyal hayatta örnek davranışa dönüştürülmesi için, Yüce Allah tarafından insan ruhuna ihsan edilmiş bir cevherdir, ulvî ve kutsî bir duygudur. Sevgi, insan için, insanlık için sanıldığından daha önemli bir değerdir ve önemli bir manevî güç kaynağıdır.
İlâhî bir lütuf olan bu sevgi, Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, insan sevgisi, vatan sevgisi, canlı-cansız bütün varlıklara beslenen muhabbet halkaları hâlinde birbirini tamamlayan bir bütünlük içindedir. Bu sevgi rüzgârının esintilerini hissedenler, bütün sevgi katmanlarında gezinirler, sevgi ile yaşarlar.
Ruhuna ihsan edilmiş sevgi cevherini (fıtrattaki muhabbeti) işleterek üretime dönüştürebilenler, allı, güllü, mor sümbüllü çiçekler gibi güzelliklere açılırlar, güzel düşünürler, güzel konuşurlar, güzel işler yaparlar, güzel hizmetlere imza atarlar.
Aziz Mahmud Hüdâî Hazretlerinin dediği gibi:
“Esip muhabbet yeli / Vecde getirsin dili / Söylesin can bülbülü / Hardan olsun gülümüz.”
Muhabbet rüzgârı esince gönül vecde gelir. Can bülbülü söyleyince de dikenlerden güller açar.
Allah ve Peygamber sevgisi İslâm”ın özüdür, imanın özünde de irade ve sevgi vardır. Bu anlamda iman, gönülden severek Allah”a ve Peygamber”e bağlanmaktır.
Kur”an ve hadislerde de kulların Yüce Allah”ı ve Peygamber”ini sevmeleri gerektiği belirtilir. Allah”ın isimlerinden biri “el-Vedûd” dur ve “kullarını seven, onları lutuf ve ihsanına erdiren, sevilmeye de en layık olan” anlamına gelmektedir. Yüce Allah genel olarak bütün müminleri, özel olarak da peygamberleri, dine duyarlı ve saygılı olmayı ilke edinen ve güzel hizmetler yapan dürüst kişileri (velîleri, salihleri, müttakileri) sever. En çok Hz. Peygamber”i sevdiğinden ona,“Habîbullâh: Allah”ın sevgilisi” denilmiştir. Müezzinler salâ verirken, “es-salâtü ve”s-selâmü aleyke yâ Habîballâh!” diyerek, onun “Allah”ın sevgilisi” olduğunu yüksek sesle ilân ederler. Buna göre Allah”ı seven, O”nun sevdiğini de sever. Demek ki, Habîbullah”a beslenen sevgi, tüm sevgileri mayalar ve uygun gelişme yollarında yürütür.
Nitekim Ashâb-ı Kiram”ın şairlerinden Hassan b. Sâbit (r.a.) onun hakkında şöyle diyordu:
“Ve ahsenu minke lem tera kattu aynî / Ve ecmelu minke lem telidi”n-nisâu / Hulikte muberraen min külli aybin / Keenneke kad hulikte kemâ teşâu.”
Eski zamanda bir şairimiz bunu Türkçe”ye şöyle çevirmiş:
“Görmedi senden güzel bir cism-i âlî gözlerim / Etmedi senden güzel tevlid, evlât bir ana / Ayb u noksandan berîsin yâ Rasûlallah sen / Sanki arzu ettiğin surette halketmiş Huda.”
Günümüz şairlerinden bir zat-ı muhterem ise, Hassan b. Sabit”in Rasûlullâh”a söz konusu bu hitabını günümüz Türkçe”sine şöyle taşıyor:
“Akla sen gelirsin güzel denince / Senden daha şirin doğmadı bence / Bütün kusurlardan arıtılmışsın / Sanki yaratıldın kendi gönlünce.”
Hz. Mevlânâ o sevgi ile dolu olup, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)”in yolunun tozu olduğunu belirtir:
“Yaşadığım müddetçe Kur”an”ın kölesiyim ben / Hakk”ın seçkin Peygamberi Hz. Muhammed Mustafâ”nın yolunun tozuyum/toprağıyım ben / Her kim benden, bundan başka bir söz naklederse / O kimseden de, o sözden de bîzarım ben (çok üzülür ve bundan büyük üzüntü duyarım ben.)”
“Yolunun tozu/toprağı olmak” muhabbette zirveyi simgeler. Dolayısıyla Hz. Mevlânâ, bu ifadesiyle sevginin tepelerinde seyrettiğini göstermektedir.
Gerçekten de Hz. Peygamber sevgisi, insan için iki cihete çıkışı olan çok önemli bir manevî köprü durumundadır. Bu köprüden geçenler hem Yüce Allah”ın muhabbet, rıza, mağfiretine/sevgi, hoşnutluk ve bağışına erişirler, hem de O”nun yaratıklarına, evrendeki her varlığa sevgi, şefkat, merhamet ve ilgi beslerler ve yaşadıkları çevrede muhabbet merkezli tüm yararlı hizmetlerin içinde yer alırlar.
Melül Meriç Hoca, bu sevgiyi şöyle dile getirir:
“Her zerrede şevk-i sermediyyet görünür / Mahz-ı ezeliyyet ebediyyet görünür /Dikkatle bakınca âlem-i hilkatte / Mahbûbiyyet Muhammediyyet görünür.”
Habîb-i Hudâ, Habîbullâh ve Habîb-i Kibriya olan Hz. Muhammed”e (s.a.s.) beslenen muhabbet, gönle/ruha haz veren diğer bütün muhabbetleri mayaladığına göre onu sevmek, gerçekten sevebilmek, sevdikleri arasına girebilmek sıradan bir iş değildir. Böyle bir derece / aşama kat edebilmek bir muhabbet eğitimini gerektirir. Muhabbet merkezli bir dünya kurmadan, gönlü muhabbet neşvesiyle doldurmadan bunu gerçekleştirmek mümkün değildir. Şair ne güzel terennüm etmiş:
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed”siz muhabbetten ne hâsıl.”
Mevlânâ”nın çağrısı da muhabbete çağrı değil mi.
Madem ki sevgi, insana verilmiş en büyük manevî güçlerden biridir, bu takdirde gönülleri sevgiye açmak gerek. Zira insan, Yüce Allah tarafından mükerrem (şan ve şeref sahibi) bir varlık olarak en güzel şekilde yaratılmıştır.