İBRAHİM EDHEM’İN HİKÂYESİ – Mehmet Demirci

Mesnevi Hikâyelerinden dersler: 25

İBRAHİM EDHEM’İN HİKÂYESİ

İbrahim Edhem bir gece vakti tahtında otururken sa­rayının damında ayak sesleri duydu. Damın üstünde bir kaç insan sert adımlarla yürüyorlar, oradan oraya geziniyorlardı.                      

İbrahim Edhem başını pencereden çıkardı:

“Kim o? Sarayımın damında ne işiniz var, neden oraya çıktınız?” diye seslendi.

Yukarıdan cevap verdiler: “Develerimizi kaybettik onları arıyoruz,” dediler. İbrahim Edhem hayretler içinde kalarak sordu:

“Gecenin bu vaktinde sarayın damında deve aranır mı, böyle bir yerde deve arandığını kim görmüş?”

Damdakiler cevap verdi:

“Peki sen tahta oturmuş, lüks içinde pâdişahlık ederken Allah’ı arıyorsun, bulmayı umuyorsun da, bizim burada deve aramamıza mı şaşırıyorsun?”

Bunun üzerine İbrahim Edhem tahtı tacı bırakarak ermişlik yolunu seçti. (Mesnevî, c. IV, beyit: 829)

 

AÇIKLAMA

İbrahim bin Edhem, bizim din ve tasavvuf kültürümüzde adı çokça geçen biridir. Menkıbelerle süslü ilgi çekici bir hayat hikâyesi vardır. İdealleri uğruna yöneticiliği terk edip olgunlaşma yolunu seçmesi dolayısıyla merak ve ilgi konusu olmuştur. Edebiyatımızda nesir ve nazım şeklinde yazılmış bir çok İbrahim Edhem menkıbeleri vardır.

İbrahim Edhem bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Belh şehrinde doğmuştur. Sekizinci yüzyılda yaşadı. 778 tarihi civarında vefat ettiği kabul edilir. O zamanlar Belh bölgesi önemli bir ilim ve kültür merkeziydi. İbrahim Edhem bu bölgenin hükümdarı veya hükümdarın oğlu olarak görünüyor. Tacı tahtı bırakıp zühd ve takva yoluna yönelmesi herkesin ilgisini çekmiş, bu konuda çeşitli menkıbeler oluşmuş, hayatı destanlaşmıştır. Menkıbeler birbirini tamamlar mahiyettedir. Bunlardan birini Mevlâna’nın Mesnevî’sinden naklen bu yazımızın başında sunduk.

Bir takım mânevî ikazlarla İbrahim’in kafasında ukdeler oluştuğu anlaşılıyor. Yine bir gün avlanmaktayken saatlerce bir ceylânın peşinde koşar. Bu sırada gaipten birkaç defa şu sözleri işitir: “Ey İbrahim sen bunun için mi yaratıldın?” Sonunda “Vallahi sen bu iş için yaratılmış değilsin!” denir.

Peşinden koştuğu ceylân bir ara dile gelir: “Ben seni avlamak için gönderildim, senin beni avlaman için değil. Zavallı bir hayvanı okla öldürmek sana yakışır mı? Bundan başka işin yok mu?”

Bütün bunları şöyle yorumlayabiliriz: İbrahim Edhem memleketinde yönetici veya şehzâdedir, madden iyi bir konumdadır. Fakat huzurlu değildir ve mânevî arayışlar içindedir. Bu hal onun çevresindeki olayları o yönde değerlendirmesine yol açar. Ve sonunda kesin bir karar verir: Bütün ihtişâmıma rağmen tacı tahtı, yöneticiliği ve sâhip olduğu maddî imkânları bırakacak ve mânevî olgunlaşma yoluna girecektir. Aslında bu zor bir karardır. Ama sonu hayırlı çıkmış, İbrahim Edhem’in adı bu sûretle ebedîleşmiştir. Ondan bize çok değerli sözler ve renkli menkıbeler kalmıştır.

Belhi terk edip yolara düşen İbrahi Edhem çobanlarından birine rastlar. Kendi üstündeki kıymetli elbiseleri çobana verir. O da çobanın basit, kaba-saba elbiselerini giyer. Bunun anlamı şudur: Artık bundan sonra şekle, süse, ziynete, maddî görüntüye önem vermeyecektir. Daha çok iç dünyasına yönelecek, ahlâkını güzelleştirecek, öteler âlemine adım atmaya çalışacaktır.

İbrahim Edhem aylarca seyahat etti. Pek çok belde ve şehri dolaştı. Şam, Irak, Hicaz, Anadolu, Beyrut, Basra, Kufe, Mekke, Medîne, Kudüs, İskenderiyye, Antakya, Tarsus bunlardan bir kısmıdır. Menkıbeye göre bir gün çölde kendisine bir adam “ism-i azam” duâsını öğretti. Bu kişinin Hızır olduğu söylenir.

Bu arada geçimini mevsimlik işlerle, bağ bekçiliği, ırgatlık, değirmencilikle sağlamıştır. Yani elinin emeğiyle geçinmeye önem vermiştir. Bazı kara ve deniz seferlerine katıldığı da söylenir.

İbrahim Edhem takva konusunda çok titizdi. Şöyle derdi: “Yiyeceğini temiz tut, yâni şüpheli ve haram olanı yeme, geceleri namaz kılmaktan ve gündüzleri oruç tutmaktan sorumlu değilsin.”

Herhangi bir şekilde yoldan çıkmış, kötülüğe bulanmış kimseleri reddetmek doğru değildir. Asıl olan, insanı bir şekilde kazanmaya çalışmaktır. İyi niyetle uzatılan el, yapılan güzel bir davranış çok defa karşılık bulur ve güzel sonuçlar doğurur. İbrahim Edhem’de bunun ilgi çekici bir örneğine rastlanır:

İbrahim b. Edhem yolda giderken bir sarhoşa rastlar. Adam yere yıkılmış, üstü başı perişan, ağzı yüzü bulaşık ve kir pas içindedir, sarhoşluktan bu hâle gelmiştir. Onun, insan haysiyetiyle bağdaşmayacak bir şekilde, böyle bir görüntü içinde kalmasına gönlü râzı olmadığı için, gidip su getirir, sarhoşun elini yüzünü güzelce yıkar, üstüne başına çeki düzen verir ve uzaklaşır. Durumu görenler, ayıldığı zaman adama olup bitenleri anlatırlar.

Meşhur bir kimse olan İbrâhim b. Edhem’in sarhoş ağzı yıkamak gibi bu ince davranışı karşısında çok etkilenen o alkolik insan, tevbe eder ve bir daha içki içmemeye kesin karar verir. Bir müddet sonra İbrâhim rüyâsında Tanrı’nın şöyle bir hitâbıyla karşılaşır:

“Ey İbrâhim, sen bizim için bir ağız yıkadın, biz de senin için onun gönlünü yıkadık, yâni ona tevbe nasip ettik!”

Fiil-uygulama-amel üzerinde çok dururdu. Derdi ki: “İlmi amel için, yâni uygulama için öğreniniz. Bir çokları bu konuda yanıldı, ilimleri dağlar gibi arttı, ama amelleri, işleri, zerre kadar kaldı”.

Attar’ın Tezkiretü’l-Evliya’sında şu menkıbe yer alır, İbrahim bin Edhem anlatır:

“Mekke’de Harem-i şerifte iken bir gün Kâbe’nin hademeleri beni dışarı çıkarmasınlar diye kendimi hasra sardım ve içeride kaldım. (Demek ki o günkü şartlar altında oralar şimdiki gibi kalabalık değildi ve böyle bir şey mümkün oluyordu. İbrahim anlatmaya devam eder): Gece yarısı oldu, harem-i şerifin kapısı açıldı, bir pir içeri girdi. Yanımda kırk kişi daha vardı. Pir mihraba geçti, iki rekat namaz kıldılar. Nasılsa içlerinden biri benim varlığımı fark etti:

– Burada bir kişi yatıyor, bizden değildir, dedi. Pir gülümseyip:

– İbrahim Edhem’dir, kırk gündür kıldığı namazın manevi tadını bulamaz, dedi.

Durumum gerçekten öyleydi. Hemen huzuruna vardım, selam verip eteğine yapıştım ve sordum:

– Allah aşkına söyle bunun sebebi nedir? İbadet zevkim nden kayboldu? Dedi ki:

– Falan gün hurma satın alırken tartı sırasında yere düşen bir hurmayı sana âit zannıyla alıp yediğin içindir. Oysa bu hurma satıcıya âitti. Bu yüzden manevi derecen düştü.

İbrahim anlatmaya devam eder: Sabahı zor ettim. Gidip hurmacıyı bularak helâllik diledim.

Bu konunun dini terim olarak adı vera’dır. Şüpheli şeylerden sakınmak demektir. Büyük, küçük, önemli önemsiz demeden, saf helâl ve temiz olanın peşinde bulunmak iyi müslümanlığın gereğidir. Yiyip içtiğimiz şeylerin manevi hayatımız üzerinde etkisi olduğu kesindir. Zengin bir ruh dünyasına sahip olabilmek için helâl kazanç ve temiz rızıkla beslenmek şarttır.