Gece gazetede oturuyorduk, “yangın var? dediler. Muhabirle ile birlikte arabaya binip yollara düştük, Merkez Efendi tarafına yöneldiğimizde gök yüzünde kızıllığı, yaklaşınca itfaiye arabalarını sonra da ateşleri gördük. Aman Allahım..! “Mevlevihâne yanıyor…? Yenikapı Mevlevihânesi alevler içinde… Gözlerime inanamadım…Yıl 1961, aylardan eylül. Ben Milliyet‘te foto muhabiri. Gazeteciliğimin ilk günleri.
Bir hafta önce iç mekân, dış mekân tüm resimlerini çekmiştim, sanki yanacağını biliyor gibi…Benden birkaç gün önce, orada gençliğinde sema’ etmiş Osman Dede gelmiş, türbeleri ziyaret etmiş, semâhâne’de birkaç çark atmış, sanki Mevlevihâne’nin yakında yanacağını biliyor gibi…
Onu Ceylan bey izlemiş, Ceylan bey dergâhların açık zamanında burada “ihyâ günleri? mutrıba çıkar, naat okurmuş. O da Osman Dede’den sonra camı kırık, kapısı yıkık, döşemesi çökük, harap Tekkenin gıcırtılı merdivenlerinden Mutrıb mahalline çıkarak “naat? okumuş… Sanki Tekke’nin yanacağını biliyor gibi…
Ve Tekke yanıyor… İsmail Dede Efendi’nin, büyük Itrî’nin, Kutbünnayî Osman Dede’nin, Kütahyalı Ebubekir Çelebi’nin, oğulları Ali Nutkî, Nâsır Abdülbâki, Künhi Abdürrahim Dede’lerin, vâkıf sahibi Yeniçeri kâtibi Malkoç Mehmet Efendi’nin Sakız fâtihi Kapudanı Derya Amûcazade Hüseyin Başa’nın, Kemalî Ahmed Dede’nin tekkesi, gecenin karanlığında gökyüzüne alevler, dumanlar savurarak gürül gürül yanıyor… Ortalık mahşer yerine dönmüş, eski kuru tahtalar çıtırdayarak hızla tutuşuyor, kalaslar birbiri üstüne devriliyor, gökyüzünde korlar, kızıl çiviler uçuşuyor, sıkılan sular buhar olup kayboluyor, büyük gürültülerle çatılar çöküyor… Kimsenin elinden bir şey gelmiyor, herkes gözünü felâkete dikmiş öylece bakıyor…
Makinamı çalıştırdım, alevlerin taaa yanına kadar sokularak detay resimleri aldım, sonra Sultan Reşat kapısı denen doğudaki büyük kapının önünden Doğu cephesine bakan büyük girişi, henüz ayaktayken resimledim. Çekmediğim boyut, objektifi çevirmediğim yön kalmadı, “yeter artık yanacaksın…? diye bağırdıkları ana kadar, deliler gibi çalıştım, çırpındım durdum, O yıllarda oturduğum Üsküdar’daki evim yansa bu kadar uğraşmazdım.
Ve Tekke yandı… kül oldu, geriye dümdüz bir arsa kaldı. Bir de mezar çukurları. Ben de içinde onunla beraber yandım… Keşke diyordum, gerçekten kendimi alevlerin ortasına atsaydım da bu belâdan kurtulsaydım. Böyle bir manzarayı seyretmek değil düşünmek dahi gelmezdi elimden…
Gazeteye döndük, filmleri banyo ettik, yazı işleri masasına koyduk, ben tekrar arabaya binerek vakit geçirmeden yangın yerine…
Tekke’nin bu gün yaşı seksenlere varmış, Burhan isimli bir emektarı vardı. Burada kârgir Tekke binasının bir odasında yatar kalkar, hizmet ederdi. Ömrünü bu binaya adamıştı, kimsesi yoktu, Yenikapı Mevlevîhânesi onun vatanıydı. Ruhu burada, bu binanın yosunlu duvarları, uzun loş koridorları, yıkık tavanı, ot bürümüş, dağınık bahçeleri, devrilmiş mezar taşları, selvileri, taşı toprağı arasına sıkışmıştı. Her zaman hızlı ve heyecanlı konuştuğuna ona “polis? lakabını takmışlardı. O sırada Türkiye Çocuk Esirgeme kurumu’na verilmiş ve bir çocuk yuvası olan eski Yenikapı Mevlevîhânesi ile ilgili her konuyu bilirdi, en ufak bir detayı büyütüp şişirerek dik sesiyle dakikalarca anlatır, en ilgisiz kişileri dahi Mevlevîhâne’ye ve onun kültürüne hayran bırakırdı. Cahildi, okumuş yazmışlığı yoktu ama Mevlevîhâne sanki onun adına ayakta duruyordu.
Burhan, yangın gecesi ortalıklarda yoktu. –Kilyos’a gitti… dediler. Artık bir tarih enkazı olan yıkık Mevlevîhâne’nin boş arsasına yaklaşırken içimden diyordum ki: “şimdi bu adam gelip bu hâli görünce herhalde intihar eder…?
Yangın yerine oldukça yaklaşmıştık. Henüz dumanları tüten enkaza vardığımda bir de ne göreyim, Burhan iş elbiselerini giymiş, eline bir kürek almış, moloz kaldırıyor… Yarısı yanmış, yarısı yanmamış sandukaların arasında Dede’lerin mezarlarını arıyor, yanına yaklaşıp yüzüne hayretle baktım, beni görünce gülümsedi… Gözlerinde üzüntü işareti aradım, bulamadım… Bakışlarında en ufak bir sıkıntıya rastlamadım, şaşkına dönmüştüm:
– Burhan dedim, gördün mü bak ne oldu …?
– Olsun dedi… Ne var, hizmete devam…
Konuşmadı benimle… küreği sallamayı sürdürdü, bu ne biçim adamdı yarabbi… Demek ki bu olağanüstü varlık, yıllarca o Tekkenin maddesi değil, manası ile yoğrulmuş, işe devam ediyor… Hizmeti aksatmıyor. Eskiden Tekkeye bakarken, şimdi Tekke’nin küllerine bakıyor… Kazma kürek yangın yeri temizliyor.
Aradan uzun yıllar geçti, Burhan’a yine orada bir yer verdiler. Tekke sonra bir kere daha yandı. İlk yangından sonra Milliyet’in o yıllarda ünlü köşe yazarı Üstadım Ref’i Cevad Ulunay “Yandı da kurtuldu…? diye yazmıştı, demek kurtulamamış…. Bir kere daha yandı Mevlevîhâne… “Yandım Allah Mevlevîhânesi? oldu.
Şimdi Tekke’yi onarmışlar, kim onarmış ? bilemiyorum. Zeytinburnu Belediyesi diyorlar, veya Vakıflar Bölge Müdürlüğü her kim ise ? Allah onlardan razı olsun. Bina yeniden doğmuş oldu, ama benim haberim olmadı, yüklenici işi bitirmiş benden resimleri, istiyor… Sonra da unuttu, açılışa davetiye bile göndermediler…
Hayırlı olsun, Allah devlete millete, kültüre bağışlasın, inşallah bir daha yanmaz… Ama bu defa da ne işe yarayacağı belirsiz, Mevlevî müzesi olacakmış….
Mevlevihâne ortaya çıktı, içine koyacak Mevlevî yok… Müze olursa tennure giydirip karton manken koyarlar, bence “döner sermaye? lerden daha iyidir…