ŞİİRDE CÂMİLER

Şiir ve Din: 14

ŞİİRDE CÂMİLER

Dînî duyguyu harekete geçiren unsurlardan biri de dînî mekânlardır. Câmîlerimiz en önemli dînî yapılarımızdır. Kutsal mekânlarda insanlar kendilerini Allah’a daha yakın hissederler. Maddî dünyâyı unutup, Yaradan’la hemhal olma fırsatı bulurlar. Anlayan gözler için câmilerin mîmârîsi de ilham kaynağıdır.

Yahyâ kemal Süleymâniye Câmii için şöyle der:

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabâh anlıyorum;

Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;

Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi.

Ahmet Hamdi Tanpınar çok güzel bir tesbîti var, der ki: “Cedlerimiz, inşâ etmiyorlar, ibâdet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve îmanları vardı.”

Mîmârîde bu ruh ve îmânı görmek için, gelişmiş bir estetik zevke sâhip olmak gerekir. Tanpınar’ın “Bursa’da zaman” şiiri meşhurdur. Orada bu zevk ve şuurun yansımalarını görürüz:

Bursa’da eski bir câmi avlusu,

Küçük şadırvanda şakırdayan su.

Orhan zamanından kalma bir duvar…

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

İçinden gülüyor bana derinden.

Yüzlerce çeşmenin serinliğinden

Ovanın yeşili göğün mâvisi

Ve mîmârilerin en ilahisi.

….

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,

Duyduk Bir mûsikî gibi zamandan

Çinilere sinmiş Kur’an sesini.

Fetih günlerinin saf neşesini

Tanpınar, câmileri sâdece dışarıdan seyretmiş biridir. Ama, “Çinilere sinmiş Kur’an sesini” duymak ve duyurabilmek, bu şiirin en başarılı ifâdelerindendir.

*

Bu arada bir Nâzım Hikmet şiirine ne dersiniz. Şiirin adı “Ağa Câmii”. Ağa câmiini bilenleriniz çoktur. İstanbul Beyoğlu’nda, İstiklâl Caddesinin ortasında yer alır. Beyoğlu’nun eski hâli daha farklıydı. Burası, dînî havanın en az hissedildiği yerlerden biriydi. Bir yazarımıza göre: “Orası nefsânî arzûların harman olduğu yerdir. Orada görünüş ve gösteriş hâkimdir.” Geleneksel Türk yaşayışına ve kültürüne yabancıdır. Daha çok bir eğlence ve bedenî zevkler muhîti diye bilinir.

Ama bir câmisi vardır: Ağa Câmii. Üstelik ta 16. yüzyıldan kalmadır, bugün de hizmete devam etmektedir. “İstiklâl Caddesi’nin ortasında, çölde bir vâha” gibidir ve semte bir mâneviyet kattığı da görülür.

“Ağa Câmii” Nâzım’ın ilk şiirlerinden olup, henüz 20 yaşında ve inançlı biri iken 1921 senesinde yazılmıştır. Şâir, işgal yıllarının verdiği hüzünlü duygular içinde, Ağa Câmii’nin şahsında İstanbul için üzülür. Câmiyi, işgalcilerin etkisinin en fazla hissedildiği o çevreye çok yabancı olarak görür: “Bu îmansız muhitte öyle yalnızsın ki sen” diye hayıflanır. Câminin rûhundan bir mûcize bekler, o mülevves çevrenin yanıp yok olmasını diler.

Nazım Hikmet’in Ağa Câmii şiiri şöyle:

Havsalam almıyordu bu hazîn hâli önce
Ah, ey zavallı câmi, seni böyle görünce

Dertli bir çocuk gibi îmânıma bağlandım;
Allah’ımın ismini daha çok candan andım.

Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,

Işıklı kahvelerde kendi öz evlâdı var…
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,

Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük rûhun ağlıyor.

Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken rûhunu

Bu îmansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir tesellî bulurdun rûhumu görebilsen!

Ey bu câminin rûhu: Bize mûcize göster
Mukaddes huzûrunda el bağlamayan bu yer

Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!

*

Şâir Nüzhet Erman İstanbul câmilerinin “Allah’a doğru uzanan minâreleri”ni seyrederken şöyle der:

Biraz sonsuzluğa, biraz Tanrı´ya
Bir kapı açılır, yarı yarıya

Ona göre câmiler, ustası, sanatkârı ve cemaatiyle Allah’a ulaşılan mekânlardır

Câmi kubbesinden pek farkı yoktur
Bir dua, bir ezan, bir şarkı yoktur
Ki, bu kubbede durulmamış olsun,
Sonunda Allah’ı bulmamış olsun.

*

Başka bir câmi şiiriyle devam edelim. Değerli şâirimiz Yavuz Bülent Bâkiler’in “Cebeci Câmii”ne bakalım. Bu şiir, daha ince duygularla yüklü. Şâirimiz sevdalıdır, ama Ankara’da Cebeci Câmiinde okunan ezanlara da kayıtsız kalamaz. Ezan sesi onu öteler âlemine götürür. İçindeki nefis, benlik erir, âdetâ bir güvercin hafifliğine bürünür. Ve bu hâlin sürekli olmasını diler.

Yavuz Bülent Bâkiler’in şiiri şöyle:

CEBECİ CÂMİİ

Cebeci Câmii’nde ezan okunur.

Kapısı önünde fakir fukara..

Al git bu sevdâyı başımdan rüzgâr

Al git uzaklara.

Bir âlem düşünürüm ezan sesinde

Bir âlem: Ötenin çok ötesinde.

Kimseler görmese, gidip diz çöksem;

Ağlasam câminin bir köşesinde…

Cebeci Camii’nde Kur’an okunur

Ve büyür içimizde bir bilinmez yerimiz.

Çiniler, kubbeler, mermer sütunlar…

Yanar kandil kandil yüreklerimiz.

Kandillerde ışık, kubbelerde ses

Renk olsam çinilerde.

Bir beyaz taş olsam Cuma günleri

Mü’minlerin gelip geçtiği yerde.

Bir küçük güvercin gibiyim şimdi

Eridi içimdeki benlik

Ne olur bitmesin bir ömür boyu

Gönlümde yer eden serinlik

Her gün yeni baştan iri ve güzel

Bir beyaz gül açar gibi gönlümde şafak

Ne güzel ya Rabbim ne güzel

Türk-İslâm yaratılmak…