Din adamı modelimiz Yunus Emre olsaydı
Bazılarının bu başlığa istihza ile yaklaşacağını ve yazının devamını okumayacaklarını tahmin ediyorum. Biz işte bu kibirli ve alaycı tavrın nedenlerini tahlil etmeye çalışmalıyız diye düşünüyoruz. Çünkü bu tavırda bugünkü Müslümanların din felsefeleri ile ilgili ciddi problemlerin ipuçlarını görmekteyiz. Yapılacak analizlerin bir çıkış yolu bulmamıza vesile olacağı ümid edilir. Şimdi duruma bir bakalım. Kuvvetle muhtemel şu gerekçeyi ileri süreceklerdir. O da Yunus’un bir din adamı kapasitesinde olmayıp sadece bir halk ozanı, bir şair olduğunu ileri sürmeleridir. Bu ise, bir hatadır. Hakikat öyle değilidir. Tıpkı medresesinde ders veren bir âlim olan Molla Hüdavendigar yani Mevlana gibi Yunus Emre de bir âlimdir. İrfan ehlinin kendilerini tarif ederlerken kullandıkları ve mütevazilik, hiçlik, fanilik karşılığı sembolleri olan “Ümmi”, “Miskin”, “Fakir”, “Lâ-şey” tabirlerini bu maddi alemde aynen karşılığı olan şeyler zannetmek bazı sorunlara yol açmaktadır. Bu paradoksal ifadeler Pisagor’dan bu yana irfani edebiyatın hususiyatındandır. “Bir şey biliyorsam o da hiçbir şey bilmediğimdir” sözü cahillik demek olmadığı gibi “Varlığım yokluğumdadır” sözü de lâ-şeylik ifade etmez. Bilakis çok şey ifade eder. Bu sembolik anlatım şeklinin Yunus’un kendi hayatındaki karşılıklarına baktığımızda aynı sonuçları görmekteyiz. Son araştırmalar ışığında Yunus’un medrese eğitiminden geçmiş bir alim olduğu ve de varlıklı bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Yeni neşrolan İbrahim Has (v. 1762) Tezkiresi’ne göre Yunus Emre Konya’da önce medrese tahsili gördükten sonra fetva makamına kadar çıkarak müftülük yapan bir zattır. Benzerini Gazali’den bu yana pek çok zahiri ilimler mütehassısının hayatında gördüğümüz o olay Yunus’ta da gerçekleşir ve karşısına Taptuk Emre’ye diye bir gönül çelen çıkar ve entellektüel tekamülünde artık tasavvuf ilmi diye bir ilme yer açılır. Zaten bir şiirinde “Mescid ü medresede çok ibâdet eyledim” ifadesinden ve Hafız-ı Şirazi’den alıntı yapacak kadar Farsça’sının olmasından da bu sonuç çıkarılmaktaydı. Diğer taraftan “Miskin”, “fakir” gibi tabirlerine bakarak onun yoksul birisi olduğunu zannetmek de doğru olmaz. Zira yine son araştırmalar ışığında Yûnus’un Karamanoğlu İbrâhim Bey’den Lârende’de Yerce denilen araziyi satın aldığı ve daha sonra Tapduk dergahına bu araziyi bağışladığı bilgilerine ulaşılmıştır. Yani sonuçta Yunus Emre medreseden geçmiş bir din âlimidir. Bu durumda onu din âlimi modelimiz olarak alsak İslam anlayışımız nasıl olurdu? Esas üzerinde durmak istediğim mesele budur. Der ki;
Şeriat, tarikat yoldur varana
Hakikat, marifet andan içeru
Yani bir İslam âlimi olan Yunus dini 4 dereceli olarak algılar ki bugünkü Müslümanlar bunun 3 derecesini kaybetmişlerdir. Bugünkülerin ellerinde kalan sadece ilk derece olan Şeriat derecesidir. Onun da bir alt dalı olan Ceza Hukuku (hadler) kısmıdır. Yunus’ta ise Şeriat izlenecek yolun, formel yapısını belirleyen mühim bir zemindir. Zira hakikat bu zeminin içerisindedir. Fakat varılacak hedef Hakikat’tir. Yani gaye Hakikat’e ermektir. Bütün diğer ilimler, çabalar, gayretler bu kutsal hedefe yönelik olarak konumlanmaları gerekir. İşte bu da bize bu bilgilenme sürecinin bir vetire, bir yolculuk olduğu gerçeğini hatırlatır. O zaman bu gaye için yola koyulan Hakikat yolcusu form düzeyinden hakikat düzeyine doğru ilerleyen bir yola koyulma ihtiyacı karşısında Tarikat mertebesi ile karşılaşır. Yolculuğa çıkar. Ama bu iki mertebe de hala ‘Yol’dur âlim Yunus’a göre. Bu durumda her ikisi de izafi mertebelerdir. Daha henüz mutlaklık içermezler. Bunları şu iki makam izlemelidir ki bunların yöntemlerinin doğruluğu anlaşılsın. Bunlar da Marifet ve Hakikat’tir. Demek ki ilk iki mertebe bu son iki mertebe için vardırlar. Yani bizatihi varoluşları yoktur. Kendileri için var değillerdir. Ancak son ikisi varsa onlar da vardır. Onlar yoksa bunların var oluşları perdelerden bir perde, engellerden bir engel olmaya başlarlar ve akış durur, pıhtılaşma başlar.
Adımız miskindir bizim, düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız, kamu alem birdir bize
Ben gelmedim dava için, benim işim sevgi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim
Diyen bu âlimin din anlayışını incelemeye haftaya da devam edeceğiz. Belki bizim elimizden tutar da bugünkü perişan halimizden kurtuluruz.
#Mahmud Erol Kılıç