DERVİŞ GÖNÜLSÜZ GEREK
Yunusumuz öyle der: “Dövene elsiz gerek, / Sövene dilsiz gerek, / Derviş gönülsüz gerek; / Sen derviş olamazsın!”
İnsan, kendi iradesinin fethine çıkacaksa, evvela bu dört mısranın içinde barındırdığı sırra ulaşması gerekir. Şairimiz, nasıl bir olayla karşılaştı ki acaba, yakıcı bu ifadeyi kullandı?
Gelin meseleyi anlamaya çalışalım biraz: ‘Sen derviş olamazsın!” derken, niye olunamayacağının sebeplerini de hemen söyler. Anlaşılan bir kavganın, bir kavga yangınının içinden bakıyor meseleye. Peygamber ahlakının ölçülerine vuruyor bunu:
Allah’ın Resulünün hayatında sayısız acılı günlerine rağmen, insanları nasıl bağışladığını bilirsiniz herhalde… Mesela, birisinde, kendisi ibadet ederken, Ebu Cehil hemen bir deveyi keser ve işkembesini getirir o secdede iken ensesine bırakır. Allah’ın Resulü bunun altından kalkamaz. Tesadüf bu ya, kızı Fatıma görür, gelip devenin işkembesini üzerinden alır ve, “Babacığım, beddua et de, Allah bunların belasını versin”, der. İşte dövene el kaldırmayan Peygamber ahlakı burada çıkar ortaya ve kızına; “Evladım, bunlar cahil,yaptıklarını bilmiyorlar, Allah onları ıslah etsin ve hidayete erdirsin”, şeklinde karşılık verir.
Vahşi adında bir müşrik, Peygamberimizin çok sevdiği yol arkadaşı Hz. Hamza’yı şehit eder, sonra da Kabe’nin fethinde Müslüman olur ve affedilmesini ister. Peygamberimiz onu bağışlar ve bir de ricada bulunur; “Seni gördükçe Hamza kardeşimin acısını hatırlatma bana, çadırı uzak bir yere kuruver lütfen!”
Dövmek fiziki bir acıtma olayıdır, insanlar en çok bunun intikamını almaya kalkarlar. Peygamberimizin hayatından yukarıdakiler gibi yüzlerce örneğinden birkaçı işte bunlar.
Sevmek’ dururken, ‘Sövmek’ de, manevi bir kıyımdır. Bakın mesela bu konuda da yine sarsıcı örnek Hz. peygamberdendir; “Kaab bin Züheyr, Arapların çok büyük şairlerinden birisidir,Peygamber efendimize öylesine ağır hakaretlerde bulunmuştur ki, Peygamber, onun öldürülmesi gerektiğini söyleyebilmiştir. Ama, bu şaid zamanla yaptıklarına pişman olarak gelip, İslam Tarihinin en muhteşem Hz. Peygamber’in karşısında Naat’ını okuyarak af dileyince de, bağışlamakla da kalmamış, üzerindeki hırkasını çıkarıp ona giydirmiş ve onu böylece yüceltmiştir. Yine bir etkili örnektir; döneminin en tehlikeli münafıklarından birisi olan, Abdullah bin Ubey Bin Selül, ölünce, samimi bir Müslüman olan oğlu, Peygamberimizden, babasına kefen olarak kullanmak üzere hırkasını ister, Peygamber de,’bu adam yüzümüze Müslüman gözüküp arkamızda bizim aleyhimize çalıştı’, demeyerek çıkarır böyle bir adama kefen olmak üzere elbisesini verir.
Bunları dikkate alınca, gönülsüz bir dervişin vasfı nedir acaba? Diye sorabiliriz. ‘Gönülsüzlük’ burada enaniyeti olmayan, yani kendi menfaatini, kendi gururunu, kendi kibrini put yapmayan insan tavrını anlamak lazım. Başkaları hakkında dedikodu yapmamak bile ona yardım etmektir. Onun kusurunu teşhir etmemek, bize karşı bir davranış yanlışlığı olsa bile üzerine gitmemektir. Hani Allah’ın Resulü buyurur ya, ‘Birbirinizin ayıplarını örtmede gece gibi olunuz’, diye. işte öyle olmak gerekir.
Bütün bunlar için Yunus, kuşatıldığı bataklıktan çıkamayan insana ‘Sen derviş olamazsın’, demektedir. Çünkü yine Yunus’umuz; “Dervişlik olsaydı tac ile hırka/Gider alırdık pazardan otuza-kırka” diyerek bunun görüntünün ötesinde bir şey olduğunu söyler: Bakınız Niyazi Mısrî de bunu ne güzel anlatır bize:
“Zahidâ sûret gözetme, içeri gel câna bak! (Yani; ey zâhid (takva yoluna girmek isteyen kişi), bizim suretimize değil gel içerimize; içimizdeki sevgiliye bakıver!’
Sevgileriniz bu hal üzere olsun efendim!
#Muhsin İlyas Subaşı