Topkapı Sarayı ve Mevlâna
Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün Kültür Akademisi ve Konya Büyükşehir Belediyesi’nin müştereken düzenledikleri Mevlâna’yı Anma Törenleri (Şeb-i Arûs) İstişare Toplantısı için 5-6 Mayıs tarihleri arasında Konya’da idik. Bazı ilim adamı ve sanatçı dostlarla beraber bu davete icabet ettik.
Her şeyden evvel hala istişâre edebilen kurum ve kişilerin kaldığını görmek bizleri fazlası ile memnun etti. Bu unutulmaya yüz tutan geleneği canlandırdıkları için emeği geçen herkesi tebrik ederim.
Malum olduğu üzere her sene 17 Aralık büyük İslam bilgesi Mevlana Celaleddin Rumi’nin vefat günü, veyahut kendi tabiri ile Düğün Gecesi olması hasebi ile eski zamanlardan beri bir anma programı, bir sene-yi devriye ihtifali yapılagelmektedir. İlk defa ne zaman başladığını tesbit edemediğimiz bu Hz. Mevlana sene-yi devriyesi geleneği Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Tabii ki başlarda daha çok dergahlarda, zikirler ve semalar eşliğinde manevi bir iklimde ifa ediliyor iken 30 Kasım 1930 yasağından sonra musikiyi daha öne alan bir hale büründüğünü de söylemeliyiz. Adeta maneviyat musıkinin arkasına gizlenmek zorunda kaldı. Hiç olmazsa bu sayede varlığını sürdürdü de diyebiliriz. Her geçen yıl artan oranda yerli ve yabancı turistin ilgi odağı olmaya devam eden bu ihtifaller artık daha profesyonel bir organizasyona sezadır. Dünya Müslümalarının hal-i pürmelali Hz. Mevlana’ya olan ihtiyacı her sene daha da arttırıyor. Suriye’de, Irak’ta her yerde senin yoluna arkamızı döndük başımıza neler geldi denilmektedir.
Bugünkü rakamlara göre Konya’daki Hz. Mevlana türbesinin yıllık ziyaretçi sayısı İstanbul’daki Topkapı Sarayı Müzesi ziyaretçisiyle aynı oranlarda. Hatta biraz geçmiş vaziyette.
Bugün ifa edilmekte olan merasimler ne kadar geleneğe uygundur, bu konudaki sıkıntılar nelerdir, daha iyi nasıl olabilir? Sorunsalı etrafında bizlerle istişarelerde bulunuldu. Uzmanlar değerli fikirler verdiler. Sıra icrada.
Bendenizin teklifleri şunlar oldu.
Birincisi, ve her şeyden evvel hem Topkapı Sarayı ve hem de Hz. Mevlana Türbesi ve Anma Etkinlikleri Cumhurbaşkanlığı makamına bağlanmalıdır. Bu iki büyük iftihar kaynağımız daha küçük ölçekli bürokrasi ile yönetilemezler. Kifayet etmez. İngiltere’nin Buckingham Sarayı ve Şekspir’i en yüksek kraliyet himayesi altındadır. Bu hem fiziksel bir zorunluluktur ve hem de sembolik bir referans noktasıdır.
İkinci olarak Sema Mukabelesi spor salonunda değil Kültür Merkezi’nde yapılmalıdır. Açılışta sadece devlet başkanı selamlama konuşması yapmalı başka hiç bir bürokrat konuşmamalıdır. Orası siyaset değil birlik dükkanıdır. Mukabele’nin öncesinde ise sadece Mesnevi’den bir sohbet yapılmalı ve onun peşinden sema’ya başlanılmalıdır. Musıki konseri bir başka yerde ve zamanda olmalıdır.
1937 – 1952 yılları arasında bu ihtifaller kameri takvime göre yapılmaktaydı. Bu sayede yılın her mevsiminde Konya ziyaret edilirdi. Tıpkı Mevlid-i Nebevi geleneğimize alternatif yeni icad miladi haftalar ihdas edilmesi gibi bu ihtifaller de en çetin kış şartlarının yaşandığı 17 Aralık tarihine sabitlendi. Bunun yeniden gelenekteki gibi olması bence daha münasiptir.
Mevlana etkinlikleri haftası devletimizin resmi etkinlik takvimi içerisine alınmalıdır. Bu sayede orta öğretimde ve diyanette ilgili konular işlenebilir. Diyanet İşleri Başkanlığımız da Mevlana Haftası’nı kabul etmeli ve o hafta Cuma hutbesi Mevlana ve İslam eksenli olmalıdır. Bu meyanda iade-i itibar kabilinden Ahmed Avni Konuk’un Mesnevi Tercüme ve Şerhi’ni de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın basmasını da taleb ederiz. Bunun sebebi şudur efendim. Bilenler bilirler 1920’li yıllarda büyük emek ile hazırlanan bu mufassal Mesnevi şerhi harf inkılabı yıllarına denk geldiği için basılmadan öylece kalır. 1950’li yıllarda bir grup hamiyet sahibi bu eseri dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı’na basılması için teklif ederler. Başkanlık merhum Gölpınarlı başkanlığında bir heyet oluşturur ve o heyetin verdiği gayr-i ilmi ve indi mülahazalar içeren rapora istinaden bu eseri basmayı reddeder. Diyanet’in Tasavvufu göz ardı ederek Alevi açılımına soyunması başarılı olamadı. Ama geriye lüks kağıtlara basılmış Alevilik metinleri kaldı. Eğer Diyanet samimi ise bir tane de tasavvuf metni bassın artık. O da yukarıda bahsettiğim sebeplerle Ahmed Avni Bey’in Mesnevi Şerhi olabilir..
Bir diğer teklifim, her yıl veyahut her iki yılda bir düzenlenecek Uluslararası Mevlana Kongresi oldu. Benzerini 2007 yılında yaptığımız bu kongrede yerli ve yabancı pek çok ilim adamı tebliğler sunarlar. Bir ilmi gelenek oturur.
Son teklifim de Matbah-ı Şerif geleneğinin ihya edilmesi için ihtifaller esnasında bahçede kazanlarla tekke pilavı dağıtılması oldu. Buna şerbet ve helva da eşlik edebilir. Her günü bir zengin üstlenebilir.
Biz milletimizin ve bütün insanlığın nasıl daha mutlu, huzurlu ve kardeşçe yaşamaları için tekilfler sunarken dostlar bana Konya’da bazı selefi ilahiyatçılar ile bazı ideolojik tarihçilerin yeni bir stratejilerinden bahsettiler. Fesat çetesi iş başında. Mevlana’yı bütün dünya kabul etti fakat bizdeki bu üç beş fosil hala direniyor. Bunlar artık seküler nasyonalistlere malzeme sağlayarak Türk düşmanı Mevlana, Osmanlı karşıtı Şemsi Tebrizi gibi yeni söylemler ürettiklerini söylediler. Fantezi türünden yazdırdıkları bazı romanlarda Ertuğrul Gazi’yi Mevlana’nın karşısına çıkarmaktalar ve her iki hazrete de ağza alınmayacak hakaretler yapmaktadırlar. Bu düşünceler neye hizmet etmektedir.? Milliyetçilik maskesi altında gizlenmiş ucu dışarıda projelerdir bunlar. Bizi Mevlana’dan koparmak kimin işine gelir siz bir düşünün, arifsiniz anlarsınız. “Biz iki anneden süt emdik” derken Osmanlı biriyle İbn Arabi’yi diğeri ile de Mevlana’yı kasdetmektedir. Şair “Viyana kapılarına Mesnevi ile gittik” derken Lawrence’in bu tohumları daha doğmamıştı. Ecdad ne diyor bunlar ne diyor?
Devlete büyük iş düşüyor. Artık müphemlikten netliğe geçilmesi gerekiyor. Kimin İslam’ını temsil ettiğimizin bilinmesi gerekiyor. “Since 1071” bir İslam var bu topraklarda yaşanan. Bir de yeni yetmelerin fantezileri. Tercihinizi yapın artık. Zorlanıyor iseniz size devlet fetvasını yani konu ile ilgili İbn Kemal’in ünlü fetvasını okumanızı tavsiye ederim. Sultan’ın emri üzere çizilmiş bir kırmızı çizgidir o metin. Bizim çizgimiz budur…
#Mahmud Erol Kılıç