“HOŞGELDİNİZ ÇÜNKÜ HOŞA GELDİNİZ”
Bîşnev tü zî ney çehâ çehâ mîgûyed
Esrâr-ı nühüft-ü Kibriyâ mîgûyed
Rûh zerd ü derûn tehî vü ser dâde be dâd
Bî nutk u zebân Hudâ Hudâ mîgûyed
“Dinle şu neyi bak neler neler söylüyor,
O, yüceler yücesinin sırlarını anlatıyor,
Yüzü san, içi boş, başını havaya vermiş de
Dilsiz sözsüz, ‘Hüdâ, Hüdâ’ diyor.”
Söz konusu böylesine bir zat-ı şerif olunca, insan kendi sözleriyle başlayamıyor yazmaya… Ben de Sayın Ömer Tuğrul İnançer’in “Dinle Neyden” isimli kitabından aldığım ilhamla, Hz. Mevlana’nın dizeleriyle açılışı yapmak istedim “Dinle şu neyi bak neler söylüyor” diyerek. Şeb- i Arus vesilesiyle, Hz. Mevlana’ya ve bu maneviyata gönül vermiş, çok değerli üstad Ömer Tuğrul İnançer ile her kelimesiyle manalı bir sohbet gerçekleştirdik sizler için, buyurunuz…
Bir Bursalı olarak Konya ne ifade ediyor sizin için?
Öncelikle, Konya Belediye Meclisi kararıyla Konya’nın fahri hemşehrisiyim. 1971 yılından bu yana, 40 yıldır Şeb-i Arus törenlerinde bulundum. Sadece 1974 yılında, Hac görevini yerine getirdiğim için katılamadım törenlere. Şeb-i Arus’un haricinde, yine pek çok başka vesileyle Konya’ya giderim. Konya, benim için Hz. Mevlana’nın otağı demektir.
Hz. Mevlana, topraklarımızda yetişip, yaşamış, eserler vermiş, en büyük, önemli ve elbette dünya genelinde tanınan zat-ı muhteremlerden biri… Buna rağmen onun hakkında yanlış bilgi ve yorumlar çok fazla. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hz. Mevlana hakkında en çok kitap yazılmış, kendi eserlerinin orjinali bulunan biri olmasına rağmen, kendi eserleri hiç okunmadan, hakkında yanlış hükümler verilen bir zat-ı şeriftir. Mesela çok cellali, asabi bir kişi olduğu bilinmez, bir hoşgörüdür gidiyor… Her asabi insan gibi midesi rahatsızdır. Bu rahatsızlığının tedavisi için Ilgın Kaplıcaları’na gittiği bilinir. Fiziksel özellikleri de bilinen tasvirlerinin aksine; uzuna yakın orta boylu, avurtları çökük, zayıf, sarı benizli, seyrek sakallıdır. Gözleri açık renkli ve hafif çekiktir. Ayrıca, elmacık kemikleri hafif çıkıktır. Yani Orta Aysa ile Anadolu tipi arası bir görünüşe sahiptir.
Hz. Mevlana, elbette Konyalıdır… İnsanlar doğum yerleriyle değil, yaşadıkları yerlerle ölçülürler. Onun eserleri, Anadolu medeniyetinin en nadide eserleri arasında yer almaktadır. Eserlerini anadili olan Farsça’da kaleme almıştır. Ancak, Pehlevi, yani İran Farsçası değil, Belh yani Türkmen Farsçasıdır. Bilmediğini bilmek kötü değildir, bilmediğini bilmemek ise kötüdür. O yüzden bu kadar doğru kaynak varken yanlış bilgiler verilmemelidir.
Aşka akıl ermez… Aklını kurban etmeden de aşk olmaz. Aşk meselesinde akıl batağa düşmüş eşek gibidir, çırpındıkça batar. Aşk, herkesin zannettiği gibi iki beden arasında değil iki gönül arasında olur. Onun için aşk, cinsiyet fark etmeksizin vardır. Hz. Mevlana ile Şems’in aşkı budur. Aynı şekilde Hüsamettin Çelebi ve Seyit Burhanettin hazretlerine de muhabbetle değer vermiştir.
Hz. Mevlana çok önemli kişilerden iyi bir eğitim almıştır. Bir şeyh olan Hz. Mevlana’nın mürit ve dervişleri de vardır. Ayrıca fakih, yani fıkıh âlimidir. İslâm hukukunu da iyi bilir. Biyografi yazarı Abdülkadiri Kureyşi’nin Hanefi fakihlerini yazdığı kitap “El-Cevâhiru’l-mudıyye Fî tabakâti’l-Hanefiyye”de, Hz. Mevlana ve Sultan Veled’in Hanefi fakihi olarak isimleri ve biyografileri bulunmaktadır. Bu kitapların asılları bulunmaktadır. Hz. Mevlana’yı öğrenmek isteyenler doğru kaynakları okumalıdırlar.
“Aşk yolu benim peygamberimin yoludur…”
Şeb-i Arus’tan biraz bahsetsek…
Kavuşmak dünyada olur, ölmekle kavuşulmaz. Hz. Mevlana’nın “Ben öldüğüm zaman buna ayrılık deme, ben dostumdayım,” demesi kendisi hakkında değildir. Kalanlara teselli vermeye çalışmaktadır. Öyleyse Şeb-i Arus, arkada kalanlar için düzenlenmektedir. Zaten böylesine büyük insanlar, ferdi kurtararak toplumu kurtarmaya yönelik bir sistem kurmuştur. Tarikat kurumunda ‘şahsi tekamül’ esastır. O yüzden tarikat, insan topluluğu, dernek veya cemaat değildir. Şahsi tekamül, herkesin nefsine göre farklı ilaçlarla yapılır. Bu mütehassıslıklar, tarikat pirlerinin kurduğu sistemlerdir. Sözünü ettiğim, kurumların farklı ihtisaslarının olmasıdır. Bu şekilde, şahsi tekamülle topluma yön veren, yol gösteren adam yetiştirilmektedir. Topluma yön veren pek çok kişi tasavvuf terbiyesi almıştır.
Şeb-i Arus’un ana noktası, ‘anma’ çerçevesinde ‘anlamak’ mı?
Sürekli anıyor, ama anlamaya çalışmıyoruz. Anlamadığımız kesin, çünkü tanımakta büyük bir eksikliğimiz bulunuyor. Bu noktada izlediğimiz yolda bir eksiklik var. Bu nevi büyüklüklere, ‘nafile ibadet’ denir. Nafile ibadetler ancak farzların üzerine inşa edilir. Farzlar olmadan nafile öğrenilmez. Bu durumun tersi, temeli olmadan kiremit değiştirmeye benzer. Duvar, bina, oda, çatı olmadan kiremit değiştirilir mi? Eyfel Kulesi’ne çıktığınızda, canım Paris bembeyaz bir beton gibi görünür. Kitap okuyarak yüzme öğrenilemez, bunun için suya girmek lazım. Yunus Emre, “Âşıklar Ölmez” şiirinde der ki:
“Bu dünya ol ahiretten içeri
Âşıkın yeri var kimseler bilmez
Yunus öldü diye sela verirler
Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez.”
Aşk, Hz. Mevlana’nın icat ettiği bir şey değildir. Dine aşkı sokan da o değildir. Kendisi öyle söylüyor: “Aşk yolu peygamberimin yoludur. Ben aşkın çocuğuyum, aşk benim anamdır.” Yeri gelmişken söylemek isterim… Hz. Peygamber’in hayatını incelemeden Hz. Mevlana’nın hayatını anlamak mümkün değildir. Hepsi bir bütündür. İnsanoğlu, sevdiğinin hatrını kırmaz, sözünü dinler. ‘Ben’ duygusu ancak böyle ortadan kaldırılır. Kişilerin mükellefiyetlerini yerine getirmesi çok önemli. Arkanda borç bırakarak ileriye doğru yürüyemezsin, altında boşluk varsa yukarı doğru çıkamazsın.
Sakın ola ki “Bu devirde böyle hareket etmek mümkün değil,” demeyin. İbadet, yapmayanlara zor gelir. Evvela mükellefiyetlerini yaparsan cevaplarını da bulursun. Hz. Peygamber şöyle diyor: “Siz bildiklerinizle amel edin, Allah bilmediğinizi de öğretir.”
Bu, aynı zamanda Bakara Suresi’ndeki bir ayetin de açıklamasıdır: ”Bildiğini yap.” Demek ki bildiklerini yaparsan bilmediklerini Allah öğretecek. Bir insanın öğreteni Allah olursa yanılması mümkün müdür? Elbette insanın nefsinden dolayı eksikleri olur. Ama o da düzelir. Ayrıca düzelmişlerin eskiden olan bozuklukları affedilir gerçekten tövbe edilirse. Tövbe eden, işlememiş gibidir buyuruyor peygamberimiz.
“Müslümanlık ince insanlıktır, dervişlik ince müslümanlıktır.”
Tasavvuf düşüncesi, günümüz hayatında şehir ve insan ekseninde nasıl tezahür ediyor?
Şehrin büyümesi, fonksiyonunun değişmesi demek değildir. İnsan hayatının teknik özellikleri, ihtiyaçları karşılamanın şekilleri değişti. Dolayısıyla sitede oturmakla bahçeli evde oturmak bakımından fark yoktur. İnsanlar bugün büyük zamanını yolda geçiriyor. Belki bu tür alanlarda tasarruf etmeliyiz. Sözünü ettiğimiz düşünceyi geçersiz kılacağımıza, yaşam koşullarını temiz tutmak için çözüm üretelim.
Müslümanlık ince insanlık, dervişlik ince Müslümanlıktır. Demir, ya toprakta ya da kullanılmış olarak hayatımızdadır. Demir, eritilerek ateş haline getirilir, sonra da kalıba dökülür. Haddehâne denilen çekme fabrikalarında istenilen kalınlık ve forma sokulur.
Bunu niye anlattım? Yaratılmış halinle kalmayıp güruhunu temizleyeceksin. Saf maden olabilmen için yanman, aşk ateşinde kaynaman lazım. Bir şekle sokulabilmen için kalıba dökülmelisin. O nedenle yaratılmış halimizle kalmayacağız; ustanın elinde yontulup işleneceğiz.
Kurumlar, merasimleri olmazsa yaşama zorluğu çeker. Ayin, Mevlevi semâsı bu kurumun önemli bir merasimidir. Herkes Mevlevîliği semâ ile sınırlı sanmaktadır. Okuyan ve çalanlar da o ayinin bir parçasıdır. Ayin haftada bir defa tekkede yapılır, o güne ya da geceye de ‘hafta günü’ ya da ‘hafta gecesi’ denir. Bir ayinin en uzunu dört saat sürer. O dört saatin dışında Mevlevî dervişi ne yapar onu sormalıyız.
Tarikat kurumu sadece ayin yapmak için değil, kişinin nefsiyle mücadele edebilmesi için kurulmuştur. O mücadele, teneşire kadar devam eder. Mevleviliği genel dervişlikten ayırmak fevkalade yanlıştır. Dervişliğin ortak paydası bütün tariklerde vardır. Onların zuhurları ve ayinleri değişir. Zamanla ihtiyaçtan doğan ve ana prensiplere aykırı olmayan kurumlar oluşur. Bu, bize dinin statik olmadığını gösterir. Yani ana prensipleri değişmez, hayata intibakı sağlanır. Demek ki yaşadığımız yerlerin değişmesi fark etmez.
Kutlamalar çerçevesinde Şeb-i Arus atmosferi nasıl oluyor?
Bir kere bu kutlamalara gelen misafirlerin çoğunluğu mükerrer gelenlerdir. Çünkü bu kurum öylesine yücedir ki, bugünkü taklidi bile insanları cezbeder, adamı adam eder. O ritüellere bakıp aslını merak edenler bile kazançtır. Tetkik eden doğruyu bulur. Bize çok sık sorarlar: “Başınız dönmüyor mu?”
“Başımızla beraber döndüğümüz için dönmüyor,” cevabını veririm. Bir de “Nasıl dönüyorsunuz?” diye sorarlar. Onlara da “Nasıl döndüğümüzü değil, neden döndüğümüzü soracak hale geldiğinizde söylerim,” diyorum. Dolayısıyla Şeb-i Arus merasimlerine gelenlerin bir kısmı meraktan, diğerleri ise otantik bir şey görmek için geliyor. Yine, başka bir yerde ayin seyretme imkânı olmayanlar da Şeb-i Arus törenleri için Konya’ya geliyor.
Tercüme üzerine hüküm kurulamaz. Hz. Mevlana’nın meşhur rubaisindeki “Gel” sözü, “Dön gel”dir aslında. Sen, İslam fıtratında yaratıldın, sonra nefsinden ötürü tövbeni bozdun ve kâfir, putperest oldun ama tekrar doğruya gel. Burası ümitsizlik dergâhı değil… “Burası” ifadesi de çağrıldığın her yer anlamındadır. Bu, “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz” ayetinin tercümesidir. Hz. Mevlana’nın başka sözü de var bunu destekler: “Biz güzeliz, yanımıza gel sen de güzelleş.”
Yanlış anlaşılan başka bir tercüme daha var: “Düne ait şeyler dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” Öyle demiyor ki! Hz. Mevlana aslında bir hakikatin ifadesinde, dünün insanlarına hitap edecek sözler bugünün insanına bir şey ifade etmez demek istiyor. Hakikat, ancak bugünün insanının anlayacağı şekilde anlatılırsa anlam kazanır. “Yeni şeyler söylemek lazım” diyerek tercüme edilip hüküm verilince, Hz. Mevlana’yı reformist yapıyorlar. Hz. Mevlana reformist değildir. “Hz. Muhammet’in yolunun tozu oldum,” diyor. Doğru anlatmak için doğru anlamak şarttır.
Bu manâlı sohbetle bizi aydınlattığınız için çok teşekkür ederiz.
Rica ederim.
Hurşit Büyükmatur
Seha Anahtar Dergisi
#Ö. Tuğrul İnançer #Röportaj