Eğer İskender İsen

Eğer İskender İsen

Ey güneş! Terk edip gülşeni gittin

Arzın başka yüzünü tenvir ettin

Ama marifet güneşi asla batmaz

Onun şafak yeri akıllar ruhlar kalpler

Hele o; hurşid kemal makamındaysa

Işığı gece gündüz cemalden gelen nurdur

Güneşin doğduğu yere gel İskender isen

Sonra ele geçir fethet nereyi istersen

Artık nereye gidersen git orası “doğu”dur

Hatta “batı”n bile “doğu”ları kendine âşık eder

Yarasa duyguların seni batıya çeker

İnci saçan duyguların ise doğuya doğrudur yönü

Zahir gözüyle gördüğümüz, bildiğimiz güneş, dünya döndükçe yer değiştirir. Bizim dünyadaki konumumuza göre güneşin ilk göründüğü yöne “doğu” gözden uzaklaşıp kaybolduğu yöne “batı” deriz. Dünya döner, her turunda bir yarım küresi güneşe doğrudur. Diğer yarım küresi aksi istikamettedir. Güneşin ışığını aldığı zaman dilimine “gündüz”, alamadığı zaman dilimine “gece” deriz. Doğu, batı, gündüz, gece gibi tanımlar her ne kadar bize güneşin konum ve durumunun değişikliğine göre verilen farklı isimler gibi görünse de işin aslı güneşin değişimi değil bizim güneşe göre değişimimize göre ortaya çıkıyor olmasıdır.

Buna rağmen bir diğer hakikat de aslında güneşin de kendi etrafında dönmesine dair bir ayrı hareket olduğudur. Bundan başka güneş sisteminden içinde kalan bütün gezegenlerin ve uydularının topluca dönüşü olan bir üçüncü hareket daha vardır. İnsanoğlu bu birbirinden farklı aynı zamanda birbiri içine geçmiş hareketlerin arasında hakikatleri arama, anlama, algılama çabası içindedir. Nasıl güneş olmasa evrende hayat olmazsa insanı hakikatlere ulaştıran rehberler de olmasa insan olmaz. İnsanı hakikate ulaştıran rehberler güneş gibidir. Işık verir, ısı verir. İnsana düşen o ışıktan yararlanarak hakikati bulabilmesidir.

Peki, hakikat nedir?

Hakikat; birinin eline tutuşturuvereceği kadar kolay ve basit bir şey değildir. Sürekli arayışı içinde olman, sürekli peşinde koşman, sürekli ona giden yolları araştırıyor olman gerekendir. Hakikati bulabilmen için önce hakikat zannettiklerinden vazgeçmen sonra doğru bildiğini zannettiklerini sorgulaman atacağın ilk adım sayılabilir. Mesela, gece, gündüz, doğu, batı gibi yönünü bulmaya yarayan araçları mutlak gerçek olmadığını anlaman iyi bir başlangıçtır. Belki daha sonra diğer adımlara sıra gelecektir. Şeklin, biçimin, rengin, kokunun ve tadın da görünen varlığı anlaman için araçlar olduğunu mutlak hakikat olmadığını anlamana da sıra gelecektir.

“Ey güneş! Terk edip gülşeni gittin” mısraında giden güneşten kasıt “Şemsi Tebrizi” olabilir. Onun hem adının “Şems: Güneş” olması hem Mevlana’nın hakikati bulmasında onun rehberi olması bunu akla getirmektedir. Arzın dönüşüyle güneşin diğer yarım kürede kalması, güneşin başka bir arza gitmesi şeklinde tarif ediliyor. Ki halk arasında da olayın tarifi bu şekildedir. “Güneş battı”, “Güneş doğdu”, “güneş kayboldu” gibi ifadeler her ne kadar aslında mesele arzın güneşe göre hareketi ise de doğrudur. Güneş gitmiştir, arz karanlık olmuş, gece gelmiştir. “Arzın başka yüzünü tenvir ettin” mısraı da ayni şekilde Şemsi Tebrizi’nin hakikati gösteren bir rehber oluşu gittiği yer her nere ise orayı aydınlatmak da olduğu anlatılmış oluyor.

Bu beyitten sonra hem bir teselli hem bir başka hakikatin beyanı olan “Ama marifet güneşi asla batmaz / Onun şafak yeri akıllar ruhlar kalpler” mısraları geliyor. Marifet hakikati bir dereceye kadar bulmayı ifade eden terimdir. İlim sahiplerine âlim, marifet sahiplerine irfan ehli dendiği malumdur. İlim ve irfan arasındaki farka kabaca ilim, varlığın bilgisi, irfan hikmete sahip olmanın ifadesi diyebiliriz. Güneş bir başka arza giderse ne olacak? Eğer sahip olduğun ilim ise şartları kaybolduğun da o da kaybolur. Ama marifet ise o seninle beraber var olan bir bilgi türü olduğu için “Marifet güneşi asla batmaz” deniyor. Marifet güneşi, doğunun, batının, güneşin ve arzın bilgisinin hep itibari -duruma göre- olmasından marifetin ise mutlak hakikatin bir parçası olmasındandır. Çünkü marifet güneşi, arzın güneşe göre dönüşünden belirmez veya kaybolmaz. “Onun şafak yeri akıllar, ruhlar, kalplerdir”

Kalplere doğan irfan kazanılmış değil verilmiş bir bilgidir. Her ne kadar onu alabilmek için bazı şartlar gerekiyor, bazı merhalelerden geçmek şart koşuluyor, kalp ona hazırlanmadan o verilmiyor ise de sonuçta insanın irade ve çabasıyla sahip olamayacağı bir şey olduğu için verilmiştir. Bu şafağı insanın ruhu ve kalbi olan marifet güneşini sana ulaştıran rehber, onun sana verilmesine aracılık eden kâmil bir rehber ise artık gece ve gündüz iki itibari durum bilgisine ihtiyacın kalmamış demektir. Değil ışık gözlerin bile olmasa fark etmez. Sen ışığa ışık sana kavuşmuştur. “Hele o; hurşit kemal makamındaysa / Işığı gece gündüz cemalden gelen nurdur” mısralarında perde biraz daha aralanıyor. Sana rehberlik eden güneş sana ulaştırdığı ışığı “cemal” sıfatından almıştır, deniyor. “Cemal” sıfatı Allah’ın bütün sıfatlarının ve doksan dokuz isminin varlığa sebep olanıdır. Her varlık varlığını onun cemal sıfatına borçludur. Cemal sıfatı olmasaydı bu âlem, bu evren ve bu insan olmazdı. Ondan gelen ışık geceni ve gündüzünü aydınlatacak mutlak güneştir. Ona kavuştuğun zaman maddi güneşe ve hayatını borçlu olduğunu zannettiğin diğer maddi şeylere ihtiyacın bitecektir. Cemal sıfatından gelen ışığı bulunca her güzeli o mutlak güzelin bir tecellisi olarak görmeyi başaracaksın. Ne gözünde ne ruhunda hiçbir karanlık kalmayacak.

“Güneşin doğduğu yere gel İskender isen / Sonra ele geçir fethet nereyi istersen” mısralarında geçen “İskender olmak” fütuhatlar yapan, çok uzak ülkeleri fetheden güçlü komutan anlamları yüklenen bir mecazdır. Tarihte bu isimle yaşadığı bilinen ve bu özelliklere sahip gerçek kişiler vardır. Bunlardan biri Makedonyalı İskender diğeri Yemenli İskender’dir. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de nereli olduğu sarih zikredilmeyen “Zülkarneyn” isimli bir komutanın kıssası olduğu malumdur. Zülkarneyn kelime olarak “iki boynuzu olan” demektir. İki boynuz, başında gücü simgeleyen iki boynuzlu miğfer taşımayı ifade ediyor olabilir. Fakat müfessirlerin çoğu bilinen miğfer veya benzeri somut bir varlığa işaret etmediği “son derece güçlü” anlamına mecaz olduğunu beyan ederler. Hatta işari tefsir sahipleri “zahir” ve “batın” gibi iki büyük gücü kendinde toplamış bir komutandan bahsedildiğini, iki boynuzun hem zahir hem batına hâkim oluşu simgelediğini söylemişlerdir. Hangisi olursa olsun bütün İskenderlerin; ordusunu hep doğuya doğru sevk ederek önlerine çıkan bütün ülkeleri fethettiği, neredeyse dünyanın tamamına yakın bölümünü egemenliği altına aldığını biliyoruz. İşte bu yüzden “İskender olmak” ülkeler fetheden son derecede güçlü bir komutan olmayı ifade eder. “Güneşin doğduğu yere gel İskender isen /Sonra ele geçir fethet nereyi istersen” mısrasında üç temel vurgu vardır:

Birincisi İskender olmaktır. Bu kişiye hakikat karşısında gerekli olan güçlü olmayı, cesur olmayı, çaba ve gayret içinde olmayı, kararlı olmayı, özgüven içinde olmayı, her insanın kendi ülkesinin sultanı olmasını tavsiye etmektedir.

İkincisi güneşin doğduğu yere gitmesidir. Yine hakikat karşısında ne yapması gerektiğini öğütleyen anlamdır. Güçlü olmak yetmez hedefin ve amacın da olmalı. İskender olmayı başardı isen sürekli doğuya gitmek gibi bir hedef, amaç ve gayen de olmalı. Elbette sürekli doğuya gitmek tabiri bir taraftan tarihi şahsiyet olarak İskender’in yaptığı şeydir. Mecaz olarak; hakikat ülkesini fethetmek için hakikat güneşine doğru hareket halinde olmayı ifade etmektedir.

Üçüncüsü istediğin yeri fethet, ifadesidir. Bir yeri fethetmek, ele geçirmek, sahibi ve hâkimi olmak, egemenliği altına almak, bir hamlede veya tesadüfen veya kendiliğinden olmaz. Uzun zaman boyunca hazırlanmak, kuvvet toplamak, hedefe ulaştıracak planlar yapmak gibi maddi sebeplere başvurmak gerektirir. Ama hepsinden öncesi ve önceliklisi İskender olduğuna karar vermen ve hedefini belirlemendir. Bu iki şartı yerine getirirsen artık bundan sonrakiler kendiliğinden gelecek istediğin yeri fethedebileceksin demektir.

Kendini kendi hakikat ülkenin sultanı olarak ilan ettin mi? Hakikate sahip olmayı, ışığı bulmayı, karanlıkta yaşamayı reddetmeyi içinde tam, kesin ve şüphesiz olarak kararlaştırdın mı? Evet, o zaman sen bir İskendersin. “Artık nereye gidersen git orası “doğu”dur” Bu mısra ile daire tamamlanır. Varlığın bilgisi itibaridir. Doğu derken kendimize göre güneşi gördüğümüz yeri kast ediyoruz. Oysa güneş ne doğar ne batar. Dünya güneşin etrafında döner. Biz dünyanın neresinde isek güneşi gördüğümüz yere doğu deriz. Oysa hakikat bilgisi itibari değil mutlaktır. O duruma göre değişmez. Her yerde hakikat güneşi seninle beraber olacağı için doğu batı, karanlık ışık ayrımı kalkar. Karanlıktan korkmana gerek kalmaz. Karanlığın sana kısıtlayıcı bir etkisi kalmaz O kadar ki, “Hatta “batı”n bile “doğu”ları kendine âşık eder”

Elbette bu söylendiği kadar kolay değildir. Çünkü seni hakikatin mutlak ışığına gitmeni engelleyen karanlık tarafın, yarasa duyguların önünde engeldir. Yarasaların ışıktan rahatsız olduğunu, onların ancak karanlıkta görebildiğini biliyorsun. Şehvet, kin, öfke, haset, nemime, mevki ve makam tutkusu gibi içinde taşıdığın duyguların yarasa duygularındır. Ve “Yarasa duyguların seni batıya çeker” batının karanlığına çeker. İskender olabilmek için önce onlarla savaşman, önce onları egemenliğin altına alman gerekir. Bunun yolu ise tıpkı onlar gibi içinde mevcut ışıltılı, parlak, inciler gibi değerli duygularını güçlendirmektir. Çünkü “İnci saçan duyguların ise doğuya doğrudur yönü.”