Kan ve Süt

Kan ve Süt

Gecikmenin görünen sebeplerine geçmeden önce her şey gibi şiirin ve hikmetin de bir oluş sürecinden geçme, bir demlenme, bir kemale erme zaruretinden bahsediliyor. Her şeyin bir vakti ve zamanı vardı. Vaktinden önce hiçbir şey meydana gelmez hiçbir şey zuhura çıkmazdı. Vaktin ve zamanın geçişi Âlemlerin Rabbinin “yaratma” sıfatının “ol” deyince “oluşun” yine onun sünnetine uygun bir yoldan geçme zaruretine bağlıydı. O oluş sebepler ve sonuçlar zinciri içinde tahakkuk ediyordu. Sebepler ve sonuçlar zinciri sünnetullahın diğer ifade şekliydi. Olan hiçbir şey esasında gecikmemiştir ve erken de olmamıştır. Bir şeye gecikme veya vaktinden önce gelme sıfatını veren insanın sabırsızlığıdır. İşte tam burada süt metaforuyla dikkatlerin toplanması isteniyor. İçilen süt nasıl meydana geldi? Birdenbire ve kendiliğindenmiş gibi gelen yavaşlığı insanın gafletiyle birleşince öncesi yokmuş gibi gelir. Oysa vücudun sütü üretmesi bir fabrika donanımının hassas dengeleri içinde yavaş bir o kadar da olağanüstüdür.

Anne sütü doğumdan sonraki ilk yedi günde bebeğin emeceği kıvama gelir. Bu süte ilk süt (kolostrum) denir. Bu süt protein, mineral ve vitamin bakımından çok zengindir. Sarımsı rengi yüksek beta karoten düzeyinden kaynaklanır. Emen bebeği hastalıklardan koruyucu antikorlar içerir. Böylece bebek; annenin geçirdiği hastalıkların hepsine karşı doğal yoldan aşılanmış, bağışıklık kazanmış olur. İlk yedi günden sonraki sütte protein miktarı azalır. Yağ ve kalori artar. Annede doğum öncesinden başlamak üzere laktasyon, (vücudun süt üretmesi) üç ayrı merhalede gerçekleşir. Her merhale metabolik hormonlar tarafından denetlenir. Bebeğin emmesi annenin hipofiz ön lobunu uyarır. Bu uyarıdan etkilenerek prolaktin hormonu salgılaması artar. Süt alveollarında süt yapımı başlar.

Artık annenin hayatiyetini sağlayan kan süte dönüşerek bir başka varlığın hayatını devam ettirmesine başlamıştır.

Şiir ve hikmetin bir başkasının manevi diriliğine, ruhuna gıda olmasına başlayabilmesi için bir zaman geçmesi gerekir. Bu zaman bazen uzun sürebilir. Ama sabırla beklemek, vakti zamanı gelince o gıdadan hayat bulmak doğru olandır.

Bahtın bir çocuk doğurmadıkça / Kan tatlı süte dönüşemezdi

Kanın süte dönüşmesi için bir zamana ihtiyaç var. Ama daha öncesinde bir anneye ihtiyaç var. Annelik için bahtın bir çocuk nasip etmesini bekleme süresi var. Bahtın sana bir çocuk doğurursa annelik başlayacak, annelik gerçekleşince kan süte dönüşecek.

Hakkın ışıltısı Hüsamettin / Dizginlerini göklerden çevirdi

Hüsamettin Çelebi, dünyevi olarak eşini kaybetmiş, manevi olarak o hüznü ile inzivaya çekilmişti. Onun inzivası mana âleminin göklerinde at koşturmak gibi bir tefekkür ve zikir hâliydi. Artık atının dizginlerini yeryüzüne doğru çevirdi.

Hakikatler burcuna miraç etmişti / Bahar gelmeden gonca açılmaz

O hakikat burçlarına yükselmişti. Gündelik işlerin içine dönünce Mesnevi yazılmaya başlanacaktı. Bahar gelmeden gonca açılır mı? Mesnevi goncasını açacak bahar gibi geldi aramıza, göklerden atını aramıza sürdü artık, Hüsamettin Çelebi.

Deryadan sahile eriştiğinde / Mesnevinin şiirinin ritmi de girdi düzene

Onun inzivasında dolaştığı maneviyat âleminin okyanusundan buraya, sahile ulaştı. O buraya ulaşınca Mesnevi de terennüm ettiği bestenin ritmini buldu.

Mesnevi ruhların cilası idi / Siftah günü onunla döndü

Ruhların da cilaya ihtiyacı olur. Ayna nasıl paslanır veya buğulanır da aksedeni doğru göstermezse, paslanmış veya buğulanmış ruhlar da doğruyu gösteremez. Ruhların cilası şiir ve hikmettir. Mesnevi paslı ve buğulu ruhlara ciladır. Bu cilanın siftahı Hüsamettin Çelebi’nin dönüş günü oldu.

Açılış tarihi uğurlu gelir / Altı yüz atmış iki yılında

Siftah kelimesi “istiftah: feth: açmak” kökünden gelir. Esnafın alışveriş için dükkânı açtığında ilk kazandığı paraya siftah parası denmekteydi. Bu para besmeleyle alınır, bereketli olması, arkasından bol hayırlı kazanç gelmesi için dua edilirdi. Mesnevi’nin ikinci cildine başlama tarihi zikredilerek (Hicri: 662 Miladi: 1264) hayırlı ve uğrulu olması dileği beyan buyruluyor.

Giderken bülbüldü dönünce doğan / Anlam avı için kanatlar çırpan

Hüsamettin Çelebi; giderken bülbül gibiydi. Gittiği inzivasında, vahdet denizine dalmıştı. Manevi âlemin sırlarına muttali olmuş, manevi makamı yücelmiş olarak geri döndü. Anlam avına çıkmış bir doğan gibi.

Şahın bileği yurdu mekânı olsun / Ebede kadar halka bu kapı açık kalsın

Doğan Kuşları avcı kuşlardır. Eğitilir, eldiven takılmış bileklerin üzerinde taşınır, onunla ava gidilir. Av görününce bırakılır. Serbest kalan Doğan Kuşu uçar, avı yakalar, pençesinde taşıyarak sahibine getirir. Ey Doğan Kuşu gibi mana avına çıkmış Hüsamettin Çelebi, bulunduğun yer Padişahın bileği olsun. Padişahın bileğinde taşınacak kadar değerin yüksek kadrin yüce olsun. Bu Mesnevi ile açtığımız mana okyanusuna giden yola çıkan kapı ebediyen açık kalsın.

Bil ki heves ve şehvet bu kapının afeti / Kurtulursan, hadsiz hesapsız şerbeti

Ey bu kapıdan mana deryasına geçmek isteyen kişi! Tek başına bu kapıda durman sana bir fayda sağlamaz, Bil ki, içinde taşıdığın şehvet ve heves tortusu ile bu kapıdan geçersen onlar da bu kapının afetidir. Ama onlardan azade olur da gelirsen bu kapıdan geçtiğinde sana sunulacak şerbetin haddi hesabı yoktur.

Ağzını kapat da o âlemi temaşa eyle / Ağız gözbağıdır zira onu görmeye

Ağzını kapat. Sadece Mesnevi dinlemek veya okumakla olmaz. O şerbeti içmen, sana kapısı açılan manevi âlemi temaşa edebilmen için, ağzını kapaman gerekir. Soru sorma, lüzumsuz, boş ve gereksiz konuşma. Dinle, can kulağıyla dinle. Ağzının başına açtığı her türlü beladan uzaklaşabilmen için onu kapalı tutman gerekir. Az ye, gerekli olmadıkça konuşma, sus. Heves ve şehvetini besleyen ağzındır. O iki canavarı ağzınla besliyorsun. Beslendikçe azgınlaşan heves ve şehvet canavarı senin manevi âlemi görmeni engelliyor. Ağzın; sana hakikatleri görmeni engelleyen bir gözbağıdır. Bu yüzden ağzını kapa.

Ey ağız cehenneme sebep sensin / Ey cihan berzaha götüren rehber sensin

Ey ağız! Cehennemin kapısı sensin. Öncelikle cennetten kovulma, yasaklanmış ağaca yaklaşma sebebi sen olduğun için cehennemin yolu seninle açıldı. Cennetten bu dünyaya sürgün edilişimiz senin yüzünden. Bu dünya bize neyin yolunu gösterebilir? Hangi hakikate ulaşmamıza rehberlik edebilir? Onun rehberliği ancak berzahı gösterecek kadardır. Berzahtan cehenneme giden yolu da ağız döşüyor. Küfür, şirk, yalan, iftira, gıybet, nemime gibi büyük günahların hepsi ağız vasıtasıyla işleniyor. O yüzden ağız cehennem alevlerini saçan bir dehliz gibidir. Eğer ağzını kapalı tutmayı başarabilirsen bütün bunlardan emin olursun.

Hazreti Musa’nın şeriatında “savm-ı kelam: söz orucu” vardı. Hazret-i Meryem; kucağındaki Hazret-i İsa’yı soranlara “Ben Allah için savm-ı kelama niyet ettim, bugün kimse ile konuşmayacağım” {Meryem – 26} demişti.

Ebedi nur, alçak dünyaya yakın / Saf süt, kan ırmağına yakın

Ebediyetin nuru ile dünya, süt ile kan birbirine çok yakındır. Dünya alçaktır, kan ise necaset. Sen ebediyet nurunu ve saf sütü istemelisin.

Orada ihtiyatsız bastığın bir adımla / Saf sütü karıştırdın kötü kana

Bu iki zıddın arasında ince bir perde var. Tıpkı tatlı suyla acı suyun arasına çekilen set sebebiyle birbirine karışmadığı gibi iki zıt da birbirlerine yakın olmakla beraber aynı değildir. Ebediyet nurunu bu dünyada görebilirsin. Ebediyet nuru ile bu sefil dünya birbirinin içinde. Saf süt de kan ırmağına yakın damarlardan akıyor. Çok dikkat etmelisin. Hatalı bir adımın seni bir taraftan diğer tarafa geçiriverir. Ebediyet nurunu görmek yerine dünyanın cifesine batabilirsin. Mesneviden içeceğin saf ve temiz şiir ve hikmet sütü yerine kan akan ırmağa dalabilirsin. Adımını sakın ihtiyatsız atma. Tedbiri elden bırakma.

Âdem nefsine zevki için bir adım attı / Cennetin hicranını boynuna taktı

Âdem de böyle ihtiyatsız bir adım atmıştı. Yasak denilen yere gitmekten kendini alıkoyamamıştı. Bir adım attı o adım cennetin hasretini bir köle tasması gibi boynunda taşımasına sebep oldu. O adımı atmasaydı cennetten sürgün edilmeyecekti. İndiği bu sefil dünyada ömrü boyunca cennetin hicranıyla yanıp tutuşmayacaktı. Ama ne yazık ki ihtiyatsız adımı attı.

Melekler ondan kaçınır oldu / Ağzı yüzünden ağladı durdu

Birden her şey değişiverdi. Bir baktı ki bulunduğu yerden uzak, çok uzak bir yere sürgün edilmiş. İstediği her şeyi hiçbir çaba sarf etmeden elde edebileceği anavatanından, kan, yalan, gözyaşı, ihanet dolu yeryüzüne indirilivermiş. Ne cennet kalmış ne de Havva. Yasağı çiğnemiş. Cezası sadece sürgün olarak kalmamış. Kendisine secde eden melekler de artık saygı ve itibar göstermez olmuşlar. Âdem büyük bir pişmanlık içinde ağlayıp durmuş.

Gerçi onun günahı bir kıl kadardı / Amma öyle bir kıl ki iki gözünde de vardı

Onun günahı bir tek defa yasağı çiğnemekti. Günah bile denemezdi. Af edilmeyi hak edecek küçük bir ayak sürçmesi, küçük bir hataydı. Peygamberlerin böyle ufak hatalarına “zelle” denilirdi. Bütün peygamberlerin böyle “zelle” denilen küçük hataları olacaktı. Mükemmel “subhan: bütün noksanlılardan münezzeh” olanın yalnızca âlemlerin Rabbi, olmasını izhar eden bir hikmeti de vardı. Fakat bu kıl kadar küçük hata tıpkı insanın gözüne kaçmış bir kıl kadar azap vericiydi.

Âdem Hakkın nurunun gözüdür / Gözde bir kıl dağ gibi görünür

Âdem Ezeli Olan Allah’ın nurunun gözüydü. İnsan (Bu kelimenin aslı, lügat âlimlerince “ins” den gelmektedir. Kamusta da “Nisyan” kelimesinden geldiği zikredilmektedir. Akıl, şuur ve iman ile diğer canlılardan ayrıdır. Cenab-ı Hakk’ın en mükerrem yarattığı mahlûku olup, Rabbanî nimetleri unutkanlığı dolayısıyla insan denilmiştir. ) Bütün mahlûkatın içinde hakkı görebilme kabiliyeti insana verildiği için Allah’ın nurunun gözü denmektedir. İşte Âdem’in o küçük hatalı adımı aslında gözünde çıkan bir kıl gibiydi. O kıl verdiği azap itibariyle dağ gibi büyüktü.

Orada Âdem eyleseydi meşveret / Ona pişmanlığı olmazdı mazeret

Meşveret, bir konu hakkında fikir alışverişinde bulunma diğer adıyla istişare etmek demektir. Hakkında ilahî hüküm bulunmayan konular için farzdır. İstişare usul ve adabı ile yapılmalıdır. Hazreti Âdem’in orada istişare edeceği makam elbette meleklerdi. Yukarıdaki beyitte meleklerin ondan yüz çevirmesinden bahsedilmişti. Eğer meleklerle meşveret etse idi, aklını meleklerin aklıyla birleştirmiş olacaktı. Böylece o ihtiyatsız adımı atmayacak, yasağı çiğnemeyecek, pişmanlık içinde kalmayacak, pişmanlığını mazeret olarak ileri sürmeyecekti.

Eğer aklın bir başka akıl ile yar olur / Kötü işe, kötü söze mânia olur

İşte ortak akıl teklif ve öğüdü yüzlerce yıl öncesinden geliyor. Akıllar birleşince kötülüklerin ortaya çıkma ihtimali azalır. Akıllar birleştiğinde ortaya çıkan karar, kötü işlere, kötü sözlere engel olacaktır.

Ama nefsin bir başka nefis ile yar olur / O azıcık aklın durur bî-karar olur

Akıllar değil nefisler birleşirse, işleri tedvir etmeye yetmeyen azıcık aklın da gider elinden. Aklın az, nefsin çok iken azı çoğaltman gerekir. Ama sen çoğu çoğaltırsan az tamamen işe yaramaz hâle gelecektir.

Yalnız başına Zühre yıldızı gibisin / Ama bir sevgilinin gölgesinde güneşsin

Tek başınayken gökteki Zühre Yıldızı gibi yalnız kalırsın. Yalnız kalırsan aklını birleştireceğin hiç kimseyi bulamayacaksın. Ama gölgesinde kendini emniyette hissedeceğin bir dost bulursan yalnız başına bir yıldız değil etrafını aydınlatan, ısıtan bir güneşe dönüşürsün. Aklın o dostun aklıyla birleşir.

Evliyadan birini eylersen yârin rehberin / Eğer buysa isteğin Huda’dır yaverin

O halde durma hemen Evliyadan bir rehber edin kendine. Bir insanı kâmilin dostluğunu kazan. Onun gölgesine sığın. Onun irşadına aç gönlünü. Böyle yaptığında Allah’ın yardımı hemen yanı başında olacaktır.