Ben Sadece Kuru Dalları Kesen Bir Bahçıvanım
İblis ve Emir arasında bir konuşma cereyan etmektedir. Konuşma İblis’in kendisini savunması şeklindedir. Bu savunmanın iki temel noktası vardır. Birincisi İblis, ben insanları günah işlemeye zorlayacak bir güce sahip değilim demektedir. İkincisi, günah ve isyan kişinin kendi tercihi olduğu için sorumlusunun yine kendisi olduğudur. Bunu açıklarken kullandığı teşbih, istiare, akıl yürütme, önermeler ve yargılar mutlak olarak doğrudur. Ama sözün doğruluğundan daha önemli olan sözü kimin söylediğidir. Doğru söz bile yerine zamanına göre bir kötülüğün aracı olarak kullanılabilir. Bu yüzden Emir onun söylediklerini değersiz olduğunu “bu söylediklerin doğru ama bu doğrudan senin payına düşen nedir?” cümlesiyle ortaya koyar. İblis Emir’e şöyle demektedir.
İblis “Gönlünden şüpheyi gider de dinle beni”
“Ben ki, sahte ile gerçek olanın mihengi”
“Aslan ile köpek benimle imtihan oldu”
Sahte ile gerçek benimle ayrıştı birbirinden”
(2/2700)“Sahtenin yüzünü nerede karartmışım”
“Ben sarrafım sadece kıymet biçerim”
Birinci beyitte (gönlünden şüpheyi gider) ibaresinde geçen şüphe kelimesi kesin bilginin zıddı olan zan ve şüphe anlamındadır. Zan ve şüphe bilgi değildir. İşin aslını bilmeyenler, kesin bilgiye sahip olmayanların ön kabulleri şüphe veya zan veya tahmin veya ihtimaldir. Bunlardan kurtulmadan, bilgiyi şüpheden ayırmadan gerçeğe ulaşılmaz. Önce ön kabullerinden kurtularak beni dinlemelisin. Böylece kesin bilgiye ulaşabilirsin demektedir. Bu ön kabullerin ilk sırasında şeytanın bizzat kötülüğü yapan olduğuna dair kanaattir.
Tarih boyunca temel düşünce sorunlarından bir tanesi kötülüğün nedeni, kaynağı sebebi meselesidir. Yaratan kötü değildir, olamaz. Öyleyse dünyada neden bu kadar kötülük var sorusu bugün de birçok insanın zihninde problemdir. Tanrıtanımaz olduğunu söyleyenlerin temel paradigmalarından biri de budur. “Madem tanrı var, neden bu kadar kötülük var, bu kadar kötülüğün olmasına niçin izin veriyor” derler. Bu sorunsala cevap vermeye çalışanların bazıları, iyiliğin ayrı kötülüğün ayrı tanrılar tarafından yapıldığını söylemişlerdir. Ehrimen ve Züfer gibi çok eski zamanlardan kalan iki ayrı tanrı olacağı tasavvuruna düalizm denir. Hıristiyanlık temelinde oluşan batı kültüründe bu düalist yaklaşım şeytan ve tanrı şeklinde tezahür eder. Faust gibi İlahi Komedya gibi eserlerde bu görüş baskındır. Bugün dahi kötülük ve iyilik üzerinde düşünenlerin birçoğunun şeytanın kötülüğü bizzat yapan olduğuna kail olmaları bir bakıma düalizmdir.
Şeytan kötülüğü bizzat yapan değildir. Çünkü kötülüğü yapanın üzerinde onu zorlayacak bir gücü yoktur. Teşvik eder, ilham verir, yanıltır, tabelaların yerlerini değiştirir ama yapmaya icbar edemez. Yapan insandır. Tercih hakkını şeytanın işaret ettiği tarafa kullandığı için sorumlu olan da bizzat insanın kendisidir.
Bunun aksini düşünmek veya iddia etmek tevhit inancını zedeler. Allah’tan başkasına güç isnat etmek şirk olur. (Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine iman) şeklinde tarif edilen temel prensip de bunu intaç etmektedir. İblis, insan kötülük ve kendisi arasında kurulan üçgende kendi rolünü “mihenk” ve “sarraf” kelimeleriyle ifade ediyor. Her ikisi de sahte ve sağlamı birbirinden ayırt etme uzmanlığıdır.
“İyilere yol gösteririm, doğruyu benimle bulurlar”
“Yolda ki kestiğim dallara bak hepsi de kurumuşlar”
“Kestiğim otları yol üstüne koyarım”
Geçen hayvanın cinsini bununla anlarım”
“Kurt ceylandan bir yavru doğurmuş olsa”
“Yavru, acaba kurt mu ceylan mı yoksa”
“Ot ve kemik atarsın önüne anlamak için”
“Hangisine meylederse cinsi olur belirgin”
“Kemiğe olursa meyli o köpektir besbelli”
“Eğer ota giderse anlarsın ceylandır cinsi”
Uzmanlığın sadece kötülerin kötülük yapmaları için değil aynı zamanda iyilerin iyiyi bulabilmeleri için de bir yol göstericilik olduğunu söylüyor. Çünkü kötülerin kötülüğü tercih edişlerinde onun yol göstericiliğine aldanmaları kendi kötülükleri veya kendi mayalarından gelen bir haslet sebebiyle de değildir. Öyle olsaydı yine sorumlulukları kalmayacaktı. Kurt ile ceylandan doğmuş bir mahlûk, kurt mu ceylan mı olduğunu önüne koyulan et ve ot arasında meyli ile ortaya çıkarır. Ben o et ve otu onun önüne atanım, diyor. Burada cins ayrımı yine fıtrat ayrımı değildir. Çünkü insan ne kurttur, ne ceylandır, ne de kurt ile ceylanın birleşmesinden dünyaya gelmiştir. Kurt ve ceylan olmak bariz bir şekilde davranış biçimini ifade eder. İnsan içinde kurt davranışlarını da ceylan davranışlarını da barındırır. Önüne koyulan et veya ota meyli hangi davranışa meyledeceğini ortaya çıkarır.
“Keder de mutluluk da aynı şeydir aslında”
“Hayır ve şer bu ikisinden doğmakta”
“Sen otu da kemiği de koy ki ortaya”
“Biri nefsine gıda diğeri ruha gıda”
“Nefsin gıdasını arayan adam cehennemliktir”
“Ruhun gıdasına yönelen ise cennetliktir”
“Tene hizmet ederse olur haza bir merkep”
“Ruh deryasına yönelenler inci bulur”
Kederin de mutluluğun da aynı şey olması çok çarpıcı bir ifadedir. Olay tekdir, ona keder veya mutluluk anlamı yükleyen insanın bizzat kendisidir. Kötülük ve iyilik biri diğerinin varlığı sebebiyle var oldukları için üst başlıkta birleşirler. İyilik olmasaydı kötülüğü, kötülük olmasaydı iyiliği bilemeyecektik. Esas önemli olan bizzat insanın hangisini tercih edip hangisini ürettiğidir. Tercihine göre şekillenen davranışının iyilik ise ruhunu besleyeceğini bilmelidir. Kötülükler ise nefsinin taleplerinden doğar. Biri insanı cennetlik yapar. Cennete girebilecek bir yücelme, arınma, yükselme sağlar. Diğeri insanı hayvanlaştırır. Çünkü tenin talepleri basit ve sığdır. Tatmin edilemezler. Doyurulamazlar. Oysa ruh sonsuz büyüklükte bir okyanus gibidir. Oraya yönelen inci gibi değerli mücevherler bulur. İnci denizden çıkar. İnsanın değerini yükseltecek cennete girecek kıvama getirecek olan şey ise iyiliklerdir. İyilikler de kötülükler de insanın tercihini yapabilmesi için vardır.
(2/2710) “Hayır ve şer birbirine zıt gibi görünürse de”
“Her birinin bir işlevi bir amacı vardır”
Hayır ve şer diye tanımladıklarımızın durumu da böyledir. Birbirlerinin zıddıdır, insan hayrı tercih edip şerden kaçınmalıdır. Fakat her ikisi de gerekli olduğu için vardır. Kötülükler keşke olmasaydı demek iyilikler de olmasaydı demekle aynı anlama gelir. Dünya hayatını tarifleyen şeylerden biri de budur. Dünya hayatı kısadır. Dünya hayatı zaman ve mekânla sınırlıdır. Dünya hayatı somutla soyutun bir arada bulunmak zorunda olduğu boyuttur. Bu ortamdaki yaşam formları birbirlerini besleyerek bir besin zinciri oluşturur. Dünya hayatı geçicidir. Tarzındaki tariflere ek olarak dünya hayatında iyilikler ve kötülükler bir arada bulunmak zorundadır, şeklinde bir tarif daha yapmak gereklidir. Ancak bununla beraber dünya hayatını düzenleyen kurallar içinde insan tercih hakkıyla özgürdür. Bu kuralların ne olduğunu nasıl uygulanacağını manevi âlemle irtibat hâlinde olan üstün insanlar yani Peygamberler öğretir.
“Peygamberler taatlarını arz eder insanlara”
“Onların düşmanlarının sunduğu ise şehvetleridir”
Şeytan ise tercihler üzerinde bir yaptırım gücü olmaksızın kötülükleri tercih etme yönünde telkinlerde bulunur. İşlevi bununla sınırlıdır.
“Güzeli çirkinleştirmek benim elimde değil”
“Sadece davetçiyim, yaratan değil”
“Güzeli çirkin etmeye kudretim yoktur benim”
“Güzele ve çirkine bir aynayım, gösteririm”
“Hintli, elindeki aynaya öfke duyar, azarlar”
“Bu kara bir surat gösteriyor, der baksana”
“Aynanın cevabı şudur, nedir benim günahım”
“Yüzü siyah olanındır kabahat, siz ona bakın”
Şeytan güzeli de çirkini de gösteren bir ayna gibidir. Onun telkinleriyle kötülüğü seçenler içlerinde pusu kurmuş kötülükleri onun telkiniyle göstermiş olurlar. Bu ortaya dökülüş bu açığa çıkışta ayna gibidir. Yoktan var etmez. Var olanı gösterir.
“Bende hünerler de ayıplar da akseder”
“Güzel yüzü de çirkin yüzü de gösteririm”
“Zindan nerededir ben biliyorum yerini”
“Huda şahit, ben değilim zindan ehli”
“Ben nerede meyveli bir ağaç görsem”
“Bakarım, yetiştiririm, bir dadı gibiyim”
“Nerede bir kuru dal görsem onu keserim”
“Pis kokuyu güzelinden tefrik ederim”
Sadece kötülükler değil, iyilikler de o ayna marifetiyle ortaya çıkar. Onun telkinlerine kanmayan, aldanmayan, iyiliği tercih edenler ise içlerinde saklı duran iyiliği ortaya koymuş olurlar. Kötülüklerin tercihi zamanla insanın içini kurutur. İyiliğe dair yetisi ve yeteneği kaybolur. İyilik ve güzellik dalları kurur. İblis kötülüğü tercihe dair yaptıklarım o dalları kesmek gibidir. Bahçıvanın görevi kuru dalları kesmektir.
(2/2720) “Kuru ağaç bahçıvana, der ki suçum yok benim”
“Sebepsiz niçin şimdi beni kesersin”
“Bahçıvan, ey hünersiz sus, diye cevaplar”
“Kurumuşsun işte, başka suça ne gerek var”
“Bahçıvan devam eder, ey başı dönmüş!”
“Keşke eğri bile olsan da kurumasaydın”
“O zaman ab-ı hayata uzanırdı köklerin”
“O abı hayattan, hayat elde ederdin”
“Senin tohumun kötü, mayan ve aslın bozuk”
“Güzel bir ağaç ile aşılanmış da değilsin”
“Kötü bir ağaca bir güzel ağaç aşılansa eğer”
“Onun kötü tabiatı değişir, güzelleşirdi”
Burada dalın eğriliği kötülüğün işlenmesi, dalın kuruluğu ise kötülüğün yerleşik hâle gelip iyilik kabiliyetinin kaybolmasını simgelemektedir. Dalın aşılanması insanın aldığı terbiyedir. Bu terbiyeyi yüksek ahlak sahibi kâmil insanlardan alabilir. Güzel ve iyi hasletleri kazanmanın yolu o hasletlere sahip birinden ders almak, etkisine kendisini açmak, onunla beraber olmaktır. Tasavvufun mürit mürşit ilişkisinin temeli budur. Seyri süluk ile kendini geliştirmek ve yüceltmek meyvesiz bir ağacın iyi bir ağaçla aşılanması şeklinde tarif edilmektedir. Henüz kurumamış bir ağacın kökleri ona hayat verecek su damarlarına ulaşabilir. Ama kurumuşsa kesmekten başka yapılacak bir iş kalmamıştır.
Ağaç ve insan arasında kurulan anlam ilişkisi son derecede dikkat çekicidir. Kaldı ki tam olarak ağaç değil ağacın bir dalı denmesi, insanın bir bütünün parçası olduğunu hatırlatmakta, kuruyup kesilip atılma bütünden kopuş anlamını hissettirmektedir.
İblisin kötülüklere yol açan telkinleri ve tezvirleri kurumuş dalları kesmeye benzer.
#M. Sait Karaçorlu