Mevlânâ ve İnsanın Ebedî İkilemi
Rabia Christine Brodbeck
Mevlânâ insanın ebedi ikileminin altını çizmektedir: İnsan kendi hakiki benliğinin tam tersi yöne gider. İlahi ebediyet alemlerinden kaçar ve hayvani içgüdülerinde, şehvetinde, şeytanın utanç verici karanlık aleminde yaşamayı tercih eder. Rabbinin davetinden, Rabbinin nurunun güzelliğinden kaçar ve Allah”ın gazabından başka hiçbir şey kazanmadığı dünya sirkinde oyunlar oynar.
İnsanların çoğu için hakikat çok rahatsız edicidir; zira hakikat onların kendi nefsinin özüne ışık tutar. Zayıflıkları, hilekarlıkları, aczleri, çirkinlikleri görünür hale gelir. İnsanlar kendi cehaletlerine saklanır ve görmeyi reddederler. Kendi çilelerini, yaşamlarının geri kalan kısmı boyunca şeytanin hiç bitmek bilmeyen dairesinde kalmayı tercih ederler. Kısa ömürlü, yapay mutluluk ve sürekli ıstıraptan pişmanlık ve işkence onların yaşam boyu refakatçisi olacaktır. İşte bu durumda Mevlânâ”nın misyonu manevi hastalıklarımızın en etkili şifacısı işlevi görür. Mevlânâ”nın eserleri tamamen bu maksada yönelik olarak, bizi idraksizlik uykusundan uyandırmak, bizi gafletten çekip çıkarmak, aldanmalarımızı, kafa karışıklığımızı, güvensizliğimizi silip süpürmek, bizi hakiki kaynağımız konusunda uyarmak, dar görüşümüzü genişletmek, görüş açıklığı kazandırmak, manevi körlük perdelerimizi kaldırmak amacıyla yazılmıştır. Kısacası Mevlânâ insanın kalbindeki hastalıktan kaynaklanan kusurları tamir eder. Bize insanın cehaletine ilişkin muhteşem tanımlar verir:
“Başında bir sepet dolusu ekmekle oturmuşsun kapıdan kapıya ekmek kırıntısı dileniyorsun. Kendi başına bak, bütün sarhoşluğu bir yana bırak. Kendi kalbinin kapısını çal! Neden kapı kapı çalarak geziyorsun?”
“Dizlerine kadar derenin içindesin, kendinden gafilsin ve şundan bundan içecek su istiyorsun”.
“Velileri insan olarak gördüğün sürece, görüşünü İblisten miras aldığını bil!”
“Bir kez kendini bilebilsen! Bir kez kendi güzel yüzünün bir işaretini görebilsen. İşte o zaman tıpkı bir hayvan gibi su ve balçıkta uyumazdın. Neş”e ve bütün sevimli ruhların evine giderdin”.
“Eğer bir hasta hekimine düşman olursa, eğer bir çocuk öğretmenine hasım olursa, eğer bir çamaşırcı güneşe öfkelenirse, eğer bir balık okyanusa kızarsa, bak ve gör kimi kaybeder! Sonunda kim talihsizlik çeker! Hakikatte onlar yalnızca kendi yolunu keser. Kendi hayatlarını ve akıllarını kendileri boşa harcar”.
Mevlânâ”nın hayat boyu öğretilerinin bir özelliği; onu seven takipçilerine yalnızca doğru ile yanlış arasında, itaat ile itaatsizlik arasında, günah ile günahsızlık arasında, iyi ile kötü arasında, helâl ile haram arasında ayrım yapacak idrak düzeyini kazandırması değildir. Aksine Mevlânâ saf ahlâk düzeyi konusu üzerinde nadiren durur. Onun derdi sevenleri ve okuyucularını bir an önce ebedî hazineye, insanın varoluşunun ebedî güzelliğine cezp etmektir. Bize hakiki varoluşla sahtelik arasında nasıl ayrım yapacağımızı öğretir. İşte hayatî nokta budur: Mevlânâ bize dünyayı ahiretten, fânîyi ebedîden, ruhu bedenden ve hepsinden önemlisi nefsi diğerkâmlıktan ayırmamıza imkan verecek kudsî idrak yeteneğini keskinleştirmeyi tavsiye etmektedir. Bir başka deyişle neyin ilâhî ebediyet tarafından, neyin de madde, beden, bencillik alanından geldiğini görmeyi öğrenmek zorundayız:
“Eğer içinizdeki kötülüğün yok olmasını istiyorsan, “ilmini” seni terk ettirmeye çalış; o ilim ki senin nefs-i emarenden ve senin muhayyelenden doğar; Nur-u İlâhî ile yıkanmaktan yoksundur.”
“Cenabı Hak buyurdu ki; tıpkı kitap taşıyan bir eşek gibi, Rabbinden gelmeyen ilim bir yüktür. Doğrudan Rabbinden gelmeyen ilim tıpkı bir kadının yüzündeki boya gibi yokolup gidecek”.
İnsan dünyanın aldatıcı dış görünüşüne tutsak olur; varoluşa aldanır ve hakikati sahte ile sahteyi hakikat ile karıştırır. İki gözüyle göremediğini, iradesiyle kontrol edemediğini, aklıyla rasyonel olarak kavrayamadığını gözardı ettiğinde, samimi imandan yoksun kalacaktır. Bir başka deyişle; insanlıktan yoksun kalacaktır.
Bu yüzden Mevlânâ”nın söylemi derin bir eğitim değeri ihtiva eder. Özellikle dervişleri üzerinde onun öğretileri acı bir ilaç etkisi yapar. Onun sözleri insanların putlarını kırar; onun sözleri insanoğlunun gaflet ve cehalet perdelerini yakıp yokeder. Mevlânâ varoluşun kendi kabuğunu kıracak kadar ileri gider:
“Eğer biçimde kalırsanız, putperest olursunuz. Geç biçimin ötesine ve mânâyı gör”
“İblisvari gözlerini kapat bir anlığına. Daha ne kadar süreyle biçime bakıp duracaksın?Ne kadar? Ne zamana kadar?”
“Bu başına buyruk biçimi manevî çabayla boz! Altından bir hazine olan Tevhidi bulacaksın!”
“Allah”a yakınlık yukarı doğru yada aşağı doğru gitmek değildir. Allah”a yakın olmak, varoluş hapishanesinden kaçmaktır”.
“Ey birader! Sen düşündüğünsün; gerisi kemik ile etten ibarettir”.
“Şu anda içinde bulunduğun varoluştan kork! Hayalin hiçbir şeydir ve sen hiçbir şeysin. Hiç hiçe aşık olmuş, hiç be hiç hiç be hiçin yolunu keser. Bu görüntüler ayrıldığında, senin yanlış anlayışın ortaya çıkacaktır”.
Mevlânâ”nın hayat boyu süren gayreti; takipçileri ve sevenlerini, önce kendileri sonra da Yaratıcıları hakkında ilâhî idrake ulaştırmaktı. Bu sebeple onun eserleri özellikle okuyucu ve dervişlerinin Yaratanı yaradılandan hareketle tanımlama yeteneği olan nihaî ayrımı yapmasına yardım etmeyi amaçlar. Bu yetenek ancak kalp gözüyle görmeyi öğrendiğinizde kullanılabilir. Kalp gözü Yüce Yaratıcımızın büyüklüğünü yaratılanların hiçliği ve acizliğinden, Rabbimizin Nihayetsiz Kemal ve Cemal”ini kendi aczimiz, zayıflığımız ve yetersizliğimizden ayırt eder.
#Rabia Christine Brodbeck