DİN EĞİTİMCİLERİ TASAVVUFLA NİÇİN İLGİLENMELİ?
Prof. Dr. Nurullah ALTAŞ*
Din eğitimi farklı aşamalarında tasavvufla bağlantılı olmak durumundadır.in eğitimi bilimi, muhatabı insan olması hasebiyle psikoloji, toplum çıkarlarına yönelmesi nedeniyle sosyoloji, devletin yetiştirmek istediği insan modeli açısından eğitim yönetimi ve felsefesi, konusu din olduğundan dolayı da ilahiyatla ilgili disiplinler arası bir alanda durmaktadır. Dolayısıyla din eğitimi ile uygulamalar hakkında konuşmaya başladığımızda bu disiplinlerin her birinin kendi paradigmaları içinde farklı sesler duymamız doğaldır. Din eğitimi açısından tasavvuf, eğitimin bir özel alanı olarak önemlidir. Bu önemi nedeniyle de Eğitim bilimindeki araştırmaların ilerlediği çizgi, disiplin merkezli, muhtevayı önemseyen, öğretmenin merkezde yer aldığı bir anlayışın yerine bireyi kendi başına ayakta durabilmesini sağlayacak bilgi ve becerilerle donatmayı hedefleyen, disiplinler arası, muhtevanın hedeflerin ardından geldiği, öğretmenin ise rehber özelliği taşıdığı bir anlayışı karşımıza çıkarmaktadır.
Disiplinler arası muhteva, disiplinlerin yaşanan hayata destek olabilecek boyutlarının işe koşulmasıyla oluşturulur. Örneğin tasavvuf geleneksel disiplin yapısının sunduğu standart muhteva ve kalıplarla eğitim süreçlerinde yer alamaz. Ama hayatın anlamlandırılması, anlam arayışının canlı tutulması, kişiliğin oluşturulması ve bu oluşumda temel teşkil eden değerler, bu değerlerin insana nasıl kazandırılacağı, hayatta değerlerin nasıl görünür hale getirileceği gibi konularda eğitimin hedeflerine ve içeriğine destek sağlayabilir.
Din Eğitiminin Hedeflerinde Tasavvuf
Din öğretiminde planlama süreci, amaçların belirlenmesi ile başlar. Her ne kadar eğitimde program geliştirme çalışmalarında zaman zaman “Amaçlar mı muhtevayı belirler, yoksa muhteva mı amaçları belirler?” sorusuyla karşılaşıyorsak da son zamanlarda artık bu soru çok fazla gündemimize girmemektedir. Program geliştirme net bir şekilde hedef belirleyerek işe başlar. Ama tabii ki öğretimi yapılacak olan alanın bize sunmuş olduğu muhteva da bizim hedeflerimizi belirlerken kullanacağımız süzgeçlerden birisidir. Özellikle İslâm geleneğini merkeze alan eğitimciler, din eğitimi etkinlikleri üzerindeki en önemli belirleyicinin temel İslâmî kaynaklar olduğunu ve diğer eğitsel süreçlerin bu kaynaklardan bağımsız düzenlenemeyeceğini savunurlar. Ancak bu tutum, program geliştirme süreçleriyle örtüşmez.
Öğretim programı, öğretime konu ettiğimiz temaların eğitimsel geçerliliğini sağlar. Bu yüzden de örgün ilk ve ortaöğretim aşamalarında öğretim programları içinde zorunlu din öğretiminin haklılığını savunuyorsak, din öğretiminin de program geliştirme süreçlerine uygun yapılandırılmasını sağlamak haklılığımızı destekleyecektir. Kendi kültürel geçmişimizden devraldığımız dinî mirası din öğretiminin tek belirleyicisi haline getirmek, amaçların üzerinde tek otorite kabul etmek, eğitimin hedefi olan bireyin gelişimine ve özgürleşmesine katkısını ve farklı kültürlerle karşılaşma halinde sorunlarla başa çıkma gücünü sorgulanır hale getirir.
Din eğitimi etkinliklerini planlarken amaçlardan hareket etmek ve amaçlarda bireyi merkeze almak demek alanın geleneksel içeriğinden tamamen vazgeçmek demek değildir. Amaçlardan yola çıkan bir din eğitimi bireyi ve içinde bulunduğu eğitsel çevreyi merkeze alırken, bireyin içinde yaşadığı topluma girişini sağlayabilmek için de içerikle ilişki içindedir. Burada yeni din eğitimi anlayışlarını geleneksel din eğitiminden farklılaştıran temel karakteristik, merkezde yer alan içeriğin çevrede bulunan birey/öğrenenle yer değiştirmesidir. Yeni eğitim anlayışlarına dayalı din eğitiminde artık merkezde birey yer alırken içerik çevreye taşınır. Dolayısıyla içerik gelenekten geldiği standart çerçeveyle değil, bireyin gelişimi, özgürlüğü ve karşılaşmaları açısından anlamlı olduğu ölçüde yararlı ve kullanılabilir niteliğe kavuşabilmektedir.
Din eğitiminden söz ettiğimizde sınırları belli disiplinler -tarih, fizik vs.- gibi kolay bir yol haritası çizme şansına sahip değiliz. Konumuz din olduğunda ciddi bir disiplinler yığını ile karşı karşıyayız. Din, tek başına bir disiplin değildir. Dini, yaşayan bir organizma olarak gören gelenek bunu öğretim konusu yaparken “ilmihal” kavramını karşımıza çıkararak disiplinleri bir araya getirir. İlmihal bir anlamda dinle ilgili disiplinlerin ortak alanıdır. Din eğitimi de bir anlamıyla ilmihalin, insanın içinde olduğu hayat için her dönemde yeniden kurgulanmasıdır.
Din eğitiminin hedeflerinde etkili faktörlerin beklentilerinin birbirine yaklaştırılması noktasında söylediklerimiz İslâmî ilimlerin metodolojileri için de geçerlidir. İslâmî ilimlerin yaşanan dinî hayat üzerinde etkili olabilmesi için metodoloji yakınlaştırılması çabalarına ihtiyaç vardır. Özellikle ehl-i rey ve ehl-i hadis arasındaki keskin ayırım ve zıtlaşma, günümüzde geniş kitlelerin ihtiyacını karşılayacak dindarlık gelişiminin önünde bir engel faktördür. Öte yandan bireysel dindarlık gelişimi noktasında tarihsel başarılara imza atan tasavvuf ve tekke geleneğinin bu İslâmî ilimler çatısı dışına alınması ve günümüz ilahiyat eğitiminin sadece tarihsel bir bakış açısıyla ele alınması, anlama ve yorumlamanın bu alan için devre dışı bırakılması ciddi bir handikaptır.
Tasavvuf Geleneği Din Eğitimi Amaçlarına Nasıl Katkı Sağlar /Sağlamalıdır?
Tasavvuf, müslüman geleneğinin köklü bir eğitim kurumudur. Medrese ve ulema ile kurumsallaşan resmî, dinî yapılanmanın aksine kendi geleneği içinde ciddi bir sivil çizgiyi temsil eder. Her ne kadar tekkeler de bürokrasinin cazibeli kudretine zaman zaman kendini kaptırmış ve ulema ile birlikte toplum nezdindeki itibarını güçlendirmek için resmî bürokrasiye yaslanma ihtiyacı hissetmişse de Osmanlı’nın son dönemlerini bir tarafa bırakacak olursak itibarının kaynağını toplumsal tabandan alan sivil yapılar olma özelliği ile öne çıkmıştır.
Bu özelliği nedeni ile bir eğitim kurumu olarak toplumu veya devleti değil insanı merkeze almış, onun potansiyelinde var olan üstün insanî özelliklerini açığa çıkarmayı genel amaç olarak benimsemiştir. İnsanın, içinde yaşadığı toplumda derinliğine gelişimini öncelemiştir. Tasavvufta bilgi ve gerçeklik, yaşanan hayatın süzgecinden geçerek kazandırılır. Bu nedenle de tasavvufî eğitimde davranışlar yoluyla bilgiye ulaşıldığından söz edilir. Bu temel amaç nedeniyle de mutasavvıflar, toplumun her kesimiyle yakın ilişki içinde bulunmuşlardır. Bu yakın ilişki, sivil karakterlerinin güçlenmesine, yerine göre muhalefetin merkezi olmalarına yerine göre de toplumla yöneticiler arasında arabulucu roller üstlenmelerine neden olmuştur.
Tekke eğitim geleneğinde bireyin yaratıcı ile bağlantısını sağlama temel hedeftir. Bunu sağlamak için de Allah ile yaşamayı zevk bilir, hakikatleri anlamada keşif metodunu kullanır. Burada aslında çok üzerine gidilmese de medrese geleneğinin şekilsel veya biçimsel aktarımına, anlamaya ve hissetmeye dayalı bir yaklaşımla karşı çıkılması söz konusudur. Tekkedeki keşif geleneğini, duyuşsal boyutta bir anlama ve yorumlama becerisini teşvik etmesi açısından önemli buluyorum. Öte yandan medrese geleneğinin özellikle resmî din söylemini temsil etmesine ve dolayısıyla mutlak gerçekliği kendinde gören otoriter bir tutum benimsemesine karşı, bireysel anlama ve yorumlamayı teşvik eden tekke geleneğinin daha çoğulcu ve kuşatıcı bir dindarlık geliştirdiğini düşünüyorum. “İrfânî gelenek” olarak kavramsallaştırılmaya çalışılan bu yaklaşım, din eğitiminin amaçlarına yansımasında ciddi katkılar sağlayacaktır.
Tasavvuf geleneğindeki nefis terbiyesi bir anlamda Allah’ın varlığının farkındalığı ile başlar. Tasavvufî eğitime başlayan bir kişinin nefs-i emmârede olması, onun yaratıcısının varlığının farkına varmasıyla birlikte yaratılıştan kendisinde bulunan kötülüğe meyleden ve kötü davranışlardan mutlu olan potansiyelinin varlığının da farkına varması demektir. Dolayısıyla ilk aşamada karşımıza çıkan davranış, sahip olduğu olumsuz potansiyellerden sıyrılma davranışıdır. İkinci aşama bu olumsuz potansiyelle ilgili farkındalığı ilerletme ve tövbe yoluyla ilerlemedir. Üçüncü aşamada ise birey, yaratıcısı ile ilişki kurmaya başlar. Yaratıcı ile ilişkinin kendisine yönelik dönüşlerini deneyimler (ilham). Bu suretle O’nun Hadi sıfatından yararlanmaya çalışır. Mutmainne aşamasında kendisiyle ve çevresiyle barışık bir duruma geçer. Raziyede, bir razı oluş söz konusudur. Nefsin terbiyesinde veya insan eğitiminde son aşama ise marziyedir ve Hâlik’ın ahlâkı ile ahlâklanma karakteristiği içerir.
Bu kurgu insan açısından bize aslında başından itibaren yaratıcı ile iletişimin safhalarını sunar. Son aşamada karşımıza çıkan Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmak, onu düşünmek, yarattıklarına iyi davranmak gibi karakteristikler, en başından beri tasavvuf yoluna giren kişinin üzerinde bulunduğu yolun özelliğini gösterir. Aslında nefs-i emmârede bile örneğin birey kin ve öfkeden uzak durmaya çalışırken aynı zamanda Allah’ın yarattıklarına iyi davranma eyleminin içinde bulunmaktadır.
Öte yandan eğitsel açıdan bu pozisyonlar davranış olarak analiz edildiğinde bir eylemin içinde olmak aynı zamanda ileri aşamalardaki bir olumlu eylem olarak karşılığı olan özellikler de içermektedir. Örneğin nefs-i emmârede cimrilikten uzak durma çabası içindeki birey, nefs-i mutmainnede cömertlik eylemiyle karşı karşıyadır. Bu iç içelikler nedeniyle din eğitimi açısından nefis terbiyesi aşamalarının yeniden değerlendirilmesi ve tasnif edilmesi gerekmektedir. Ancak temele alınması gereken ana ölçüt, tüm bu davranışların bireyin yaratıcısı ile iletişimini gerçekleştiren düzlem üzerinde gerçekleştirilmesidir.
Sonuç Yerine: Nefis Terbiyesinin Din Eğitimi Amaçlarında Görünür Hale Gelmesi
Eğitimin amaçlarından birisi insana kendini tanıtması, diğer bir deyişle kendini keşfetmesine yönelik girişimleri organize etmesidir. Kendini tanıma tasavvuf literatüründe nefis mertebeleri ile kavram-laştırılmıştır. Tasavvufta kişinin kendini tanıması ve keşfetmesi, bir eğitim süreci sonunda gerçekleşir. Sürecin ilk basamağı nefsin en alt tabakası olan nefs-i emmâre olarak bilinir. Son basamağı da nefs-i mar-ziye şeklinde kavramsallaştırılır. Son basamakta insan Allah’tan razı, Allah da o insandan razıdır. Bütün bu süreç, bir yerde insan ile Allah arasındaki ilişkiyi belirleme üzerine kuruludur. İlk basamakta birey Allah’ı unutmuşken, son basamakta Allah ile her zaman ve mekânda beraberdir. Kul ile Allah arasındaki ilişki fizikî bir uzaklık veya yakınlık değil zihinsel bir hadisedir. Bu yakınlık veya uzaklığın biçimi ya da derecesi, insanda diğer insanlara karşı çeşitli duygular meydana getirmektedir. Allah ile ilişki(sizlik); nefs-i emmâre basamağında kibir, hırs, haset, şehvet, cimrilik ve öfke gibi kötü duygularla ifade edilirken nefs-i marziyye de ise Allah’ın yarattıklarına iyi davranma, ahlâkı ile ahlâklanma şeklinde tebarüz etmektedir.
Nefis terbiyesi adı altında karşımıza çıkan tasavvuf kavramları din eğitiminin temel amaçlarından birisi olarak yaratıcının varlığını fark ettirme ve yaratıcı ile iletişim becerisi geliştirmesine katkı sağlayabilir. Nefis terbiyesi temelde Allah’ın varlığının farkındalığı ve yaratılıştan kendisinde bulunan kötülüğe meyleden ve kötü davranışlardan mutlu olan bir potansiyelin varlığının da farkına varması ile başlayıp Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma ile son bulan bir karakteristik arz etmektedir. Nefis terbiyesi kavramsallaştırması üzerinden giderek din eğitiminde yaratıcının varlığını fark ettirme ve yaratıcı ile iletişim becerisi geliştirme konusunda yaş düzeylerine ve gelişim özelliklerine göre bir model kurulmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Tasavvufun tarihsel kurgusundan hareketle eğitime konu edilmesinden ziyade bireyin gelişiminde tasavvufî yorumların nasıl katkı sağlayacağı sorusundan hareket edilmelidir. Örneğin, din eğitiminde gelişimsel dönemlere göre öğrencilerin duygu ve davranışlarına yönelik hedefler belirlenirken bireyin Allah ile ilişkisi göz önünde bulundurulabilir. 4-10 yaş döneminde Allah’ın yarattıklarına iyi davranma, O’na güvenme, sorumluluk alma gibi somut olgular üzerinden hedef belirlenirken kendi kelimeleri ile Allah ile iletişim kurması amaçlanabilir. 11-15 yaş döneminde ise artık soyut kavramlar üzerinden hedef belirleme yapılabilir. Allah’a yakın olma yani onu hissedebilme, tevazu, şükür, sabır gibi kavramları (değerler) davranış haline getirebilme hedeflenebilir. 15 yaş ve üzerinde ise Allah hakkında düşünmenin ve onunla iletişime geçme yolları ile beraber tam bir ihlas ve güven duygusu içinde Allah’la bağlantı kurma becerisi öncelenebilir.
*Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Din ve Hayat Dergisi Sayı 37
#Nurullah ALTAŞ