Malumunuz her sene Şeb-i Arus törenlerine katılıyoruz. Böylece bir Mevlânâ bilinci, tasavvuf bilinci ve insanlık bilinci oluşturuluyor. Hz. Mevlânâ ile ilgili çalışmalar Batı’da bizden çok daha güzel yapılıyor. Biz, nedense kendi değerlerimizin mîrasyedisiyiz. Onların ne kadar önemli olduğunu bilemiyoruz. Bu yüzden de insan tasavvufu öğrenmeye ihtiyaç duyduğu için Hindistan’a kadar gidip, Budizmin öğretilerinden feyzalmaya çalışanlar var!.. Hâlbuki İbnü’l Arabî Hazretleri gibi, Hz. Mevlânâ gibi tasavvufun hakîkatini yaşayan, öğreten, kitaplarıyla bütün dünyâya hâlâ tesir eden ve sonsuza kadar tesir edecek olan öğretmenlerimiz var. Bizim ülkemizde, toprağımızda, bu tasavvuf ilmine ihtiyaç var. Fakat kendi değerlerimizden öğrenmeyi bilemiyoruz. Mevlânâ Hazretleri, aşkın içindeki ilimle Allah’a varmanın yolunu bize öğretiyor.
Büyük mürşid-i kâmillerde iki türlü öğretme yöntemi vardır; bunlardan birincisi yazarak, kitap hâline getirerek; hepsi Kur’ân’ın tefsiridir yazdıkları şeyler. İkincisi de Yaşayarak, yâni çevresinde öğrenci yetiştirerek. Çok hayretler içinde kalınacak şey; Mevlânâ’nın devrinde 100 tâne olan Mevlevîlik ve bu öğreti, bugün bütün dünyâda milyonlarca kişiye ulaşmış durumda. Demek ki doğru örnek olmak, insanlara çok çabuk ulaşıyor ve enerji çok çabuk yayılıp asırlara tesir ediyor, çünkü yaşanabilir yegâne düşünce mutasavvıfların öğretisidir. Özünde hikmet yatar. İçi boş bir felsefe değildir. İnsanlığı kurtuluşa götürebilecek olan, yaşanabilir, fıtri bir hayat tarzını aşılar. Toplumu tesir eden önemli şeylerden biri; insanların arasında ilişkiyi kuran, birlik sağlayan, toleransı değil, hoşgörüyü öğreten, yâni zorla ‘tolere’ etmeyi değil; ‘yaratılmışı yaratandan ötürü severim’ i insana gösteren, hatırlatan ilim yalnız mutasavvıflardadır. Ayrıca tasavvufun birleştirici özelliği, insanları sevme, özellikle ‘sayma’ özelliği her devirde insanlara tesir ediyor.
Hz. Mevlânâ’nın öğretilerini sanki senede bir gün hatırlıyormuş gibi gelse de, insan oradan son derece etkileniyor. Dolayısıyla Şeb-i Arusların çok önemli olduğuna inanıyorum ve tüm dünyâyı bir araya getirdiği için de global bir lisan oluşturduğuna inanıyorum. Çünkü Mevlana “Ne olursan ol gel” diyor. Bu söz tabii ki Hz. Mevlânâ’nın kendi fikri olmayıp, onun da yaşadığı bir fikirdir; çünkü Tövbe Sûresinde, “Son nefesine kadar tövbe kapısı açıktır” diyor.
Üniversitelerin ele vererek ahlâk-ı Muhammedîyye’yi etrâfa yayması için ve ilmi, mutasavvıfların ilmini –ki o ilim, Kur’ân’ın ilmidir, yayması için çeşitli çalışmalar yapıyoruz ve bunun için de çok sık bir araya geliyoruz. Bu birliktelikleri artırmak lâzım. Her üniversitede ilâhiyat fakültesi olsun olmasın tasavvuf bölümleri kurulmalı. Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Enstitüsünde yapmaya çalıştığımız birlik, berâberlik ruhunu yaymaktır. Bu anlaşılırsa, senelik şûrâlardan çok, ortak bir lisan oluşturmanın daha büyük etkisi olacaktır.
Yabancı ülkelerde mürşitlerin ve talebelerinin İslam’ı yaşayış biçimleriyle tebliğ edildi. Yani İslam hal ilmiyle tebliğ edildi. Hal ilminin iki yüzü var. Öğretiyi bilmek ve o öğretiyi uygulamak. Birinci yüzü üniversitelerde tasavvuf bölümlerinde yapılmaya çalışılıyor. Eğer bu birinci yüzünü, yâni bu işin felsefesini öğrenirsek, yâni ‘ilm-el yakîn’ olursak, bu sefer insan bir mürşide ihtiyaç duyduğunu ve bunu yaşamak zorunda olduğunu hissediyor. Dolayısıyla dünyânın her köşesinde bu uygulanıyor. Mesela Fas’tan yeni döndüm, Fas’ta kralın da isteği ile bütün tasavvufî çalışmalar açık şekilde yapılabiliyor. Bunların çok memnûn olduğum kısmı, sâdece ritüellerin uygulanması değil; konferanslarla, bütün dünyâdan profesörler gelerek, şeyhlerin bu kongreleri artırması ve dünyâya ortak, global bir lisan olan ‘İslam Tasavvufu Lisanı’ nı yaymaya çalışmalarıdır.
Dikkat edeceğimiz şey şudur. Tarîkatler Ahlâk-ı Muhammedîyye’yi yaşamak zorundadır. Yâni bugün, tarîkatlerin en büyük problemi; şeyhleri başta olmak üzere, Ahlâk-ı Muhammedîyye’yi hakikatle yaşayamıyorlarsa, o zaman dışarıya yanlış örnek oldukları için tasavvufa da laf getiriyorlar. Çünkü İslam tasavvufunun erişebileceği en üst nokta Peygamberin ahlâkıdır. O da Allah’ın ahlâkıdır. Dolayısıyla “Ben bir yola yoldaş oldum, bir mürşid bana el verdi, ben ona öğrenci oldum” demek yerine; “Ben, şu yolun ahlâkını yaşamaya çalışıyorum” deyip, hâli ile göstermek örnek olmak açısından çok önemlidir. Eğer bir insan gerçek olarak bir yola girdiyse, ilk yapacağı iş; herkesi sevmektir. Onu yapamıyorsa, ‘bir yoldayım’ demesin. Öğreneceğimiz ve yaşayacağımız çok ibret dolu şeyler var. Cenabı Hak bizi Sırat ı müstakimde kılsın vesselam.
#Cemalnur Sargut