Mevlâna ve en yakın dostları
Mevlâna bizleri etkilediği kadar kendisi de çevresindeki zevattan etkilendi. Bunların başında dostluğu bir efsaneye dönüşmüş olan Şems-i tebrizi geliyor elbet. Ancak Mevlâna’nın Şems öncesinde ve sonrasında da çok yakın dostları, sırdaşları, yoldaşları oldu.
Sena Subaşı LACİVERT DERGİ SAYI:63
Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” Halk arasında sıklıkla kullanılan, annelerin çocuklarına söylediği bu söz tartışmasız büyük insanlar için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Büyük bir âlimi tanımak için onun biyografisini okumak, eserlerini taramak tam anlamıyla yeterli olmayabilir. Yaşadığı kültürü, dönemin sosyolojisini bilmek, onun etrafındaki kişileri tanımak da ilk koşullardan biri.
O yüzden çağlara damgasını vurmuş bir gönül insanı Mevlâna hakkında daha etraflıca bir kanaat edinebilmek adına onun dost ve arkadaş edindiklerini; en yakınındakileri, etkilendiği ve etkilediği kişileri de tanımak gerekli belki de. Zira onu tüm dünyanın ilham aldığı, Mevlâna yapan kaynaklardan biri de çevresindeki dostları, ahbaplarıydı.
İslam’ın hoşgörü, sevgi ve insanı merkeze alan yolunu aydınlatan Mevlâna bizleri etkilediği kadar kendisi de çevresindeki zevattan etkilendi. Yaşadığı dönemin önde gelen bilim insanlarıyla, âlimleriyle yakın ilişkiler hatta dostluklar kurdu. Zihin dünyasının şekillenmesine bu yüksek ilim erbabıyla yaptığı istişarelerin de büyük katkısı oldu. Mevlâna’yı anlamak adına yaşadığı dönemde çevresindeki önemli ilim, fikir ve maneviyat erbabını bilmek gerekiyor.
Dostu, arkadaşı, halifesi, sırdaşı Salâhüddin
Mevlâna Celaleddin-i Rûmi’nin mürit ve halifesi, diğer müritlerin de Mevlâna’ya danışmadan önce müracaat ettiği kişiydi Salâhüddin Zerkub. Eskiden beri oldukça güvenilir ve dindar biri olarak tanınan bu mana eri şahsiyet yaklaşık 40 yaşına kadar kuyumculuk mesleğiyle uğraştı. Zerkub unvanını Mevlâna ile tanışmadan önceki mesleği olan kuyumculuktan aldı.
Mevlâna ile tanışması da mesleği vesilesiyle oldu. Bir gün Mevlâna, Salâhüddin Zerkub’un Konya’daki kuyumcular çarşısındaki dükkânının önünden geçer. Bu sırada Zerkub elindeki çekiçle altın dövmektedir. Mevlâna, muhteşem bir ahenk içindeki bu sesleri duyunca sema etmeye başlar. Bu durum Zerkub’un ilgisi çeker ve Mevlâna’ya bağlanır, onun yanından ayrılmaz.
Zaman içinde aralarında kuvvetli bir bağ kurulur. Hatta Mevlâna’nın vaaz vermediği günler Salâhüddin Zerkub onun yerine vaaz verir. Ayrıca, Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykâvus’un Salâhüddin’in vesilesiyle Mevlâna’ya intisap ettiği biliyor.
Mevlâna, Şeyh Salâhüddin ile aralarındaki bu sağlam gönül bağıyla beraber iki ailenin soylarının da bağlanmasını ister ve oğlu Sultan Veled ile her gün Kuran dersleri verdiği Zerkub’un kızı Fatıma Hatun’u evlendirirler. Böylelikle ikisi arasında şeyhmürit ilişkisinin yanı sıra ailevi bir bağ da kurulur.
Mevlâna, Şeyh Salâhüddin’i halife ilan ettikten sonra ona duyduğu güven sebebiyle çoğu işini ona bırakmaya başlar. Müritler Mevlâna’dan önce ona müracaat eder, Mevlâna seyahatlere gittiği sırada müritlerle o ilgilenir. Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled ikisinin bu bağını “Sütle şekerin karışması gibi birbirleriyle yakınlık kurdular” ifadesiyle tarif eder.
Bir gün bir sohbet esnasında Mevlâna kelimelerden birini farklı telaffuz edince meclisteki biri kendisini düzeltir. Bunun üzerine Mevlâna o kişiye şöyle söyler: “Ben de senin kadar bilirim fakat Şeyh Salâhüddin böyle telaffuz eder. Ona uymayı daha doğru bulurum. Doğrusu onun buyurduğu gibidir.”
Mevlâna’nın Şeyh Salâhüddin’e duyduğu bu güven ve aralarındaki yakınlık çevredeki diğer insanları öyle rahatsız etmiş olacak ki o dönemlerde Şeyh Salâhüddin’e suikastlar planlanır. Sultan Veled, suikast düzenleneceğini duyan Salâhüddin’in bu haberi gülerek karşıladığını anlatır ve “Hakk’ın emri olmadan, beni öldürmeğe, benim kanımı dökmeğe, kanımla bulanmağa kim kalkışabilir?” dediğini aktarır.
10 yıl kadar Mevlâna’nın halifeliğini yapan Şeyh Salâhüddin 29 Aralık 1258 tarihinde bir hastalık sonucunda vefat eder. Konya’nın ileri gelenleri öncülüğünde büyük bir hürmetle defnedilir. Vefatı üzerine Mevlâna üzülüp fazlaca hassasiyet gösterir ve bir beyit okur: “Ey Salâhüddin, ayrılığından ve uzaklaşmandan gökler ağlamada, gönül kan içine gömülmede, akıl ve ruh da sızlanmadadır.”
Mesnevî’yi yazmaya teşvik eden Hüsamettin Çelebi
Konyalı Hüsamettin Çelebi’nin soyu önemli bir şeyhin soyundan gelir. Çelebi lakabını, kendisine veren Mevlâna’dır. Çevresinde cömertliği, doğruluğu ve yumuşak huyluluğu ile tanınır Hüsamettin Çelebi. Mevlâna henüz hayattayken tam dokuz sene boyunca halifeliğini yapar, Mevlâna’nın vefatından sonra yine bütün müritlerin ve dostların imamı ve şeyhi olur.
Henüz genç bir çocukken çevresindekilerin vesilesiyle Mevlâna’nın hizmetine girer Çelebi ve kısa zaman içinde onun en yakın müritlerinden biri olur, babasından ona miras kalan mal varlığını Mevlâna ve müritlerine bağışlayacak kadar bağlanır. Hayırda bulunan o kadar hâli vakti yerinde insan arasında ihtiyaç sahipleri geçinmek için ona başvurmayı tercih eder.
Buna karşılık Mevlâna da Hüsamettin Çelebi’ye fazlaca yakınlık gösterir, eline geçen bir ekmeği bile kendisiyle paylaşır. Öyle ki Mevlâna’nın Hüsamettin Çelebi’ye gösterdiği saygıyı fark edenler Mevlâna’yı onun müridi zannederlerdi. Hem birbirlerinden beslenirler hem de diğer dostlar onlar sayesinde ilim sahibi olurlardı.
Mevlâna, en büyük eseri olan Mesnevî’yi yazmaya onun öneri ve teşvikiyle başlar. Hüsamettin Çelebi, Hakîm Senâî’nin Hadikatü’l-Hakika’sı veya Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr’ı gibi tasavvufî hakikatleri, Allah yolunun edep ve inceliklerini anlatan bir eserinin olmasını arzu ettiğini Mevlâna ile paylaşır.
Mevlâna eğer kendisine kâtiplik ederse böyle bir eser yazacağını söyler ve Mesnevî’nin ilk 18 beytini oluşturacak olan yazıları ilk kez Hüsamettin Çelebi’ye gösterir. Böylece Mevlâna eşsiz eserini Hüsamettin Çelebi ile birlikte yazmaya başlar. Seyahat ederken, sohbet ya da sema esnasında, bazen gece bazen sabahlara kadar birlikte çalışır ve 1259-61 yılları arasında yazılmaya başlanan Mesnevî 1264- 68 yılları arasında tamamlanır.
Mesnevî’nin önsüzünde Mevlâna, eserin Hüsamettin Çelebi sayesine ortaya çıktığını belirtir ve ondan övgü dolu sözlerle bahseder. Dördüncü cildin bir kısmında Mevlâna şöyle buyurur: “Ey Hüsamettin. Sen Hâk ziyasın. Zira senin nurunla Mesnevî öyle parıldadı, öyle parıldadı ki onun ışığı ayın parlaklığını geride bıraktı (…) Mesnevî’nin kökü ve dalı, manası ve şekli bütünüyle senin malındır. Sana taktim ettim, sen kabul eyledin.”
Hüsamettin Çelebi tam 15 sene boyunca Mevlâna’nın sohbetinde bulunur ve vefatından sonra Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled ve diğer müritler imamlığa onu uygun görürler. Böylece dokuz sene boyunca Mevlâna’nın postuna oturur. Konya’da 24 Ekim 1284 tarihinde vefat eder ve Mevlâna’nın başucuna defnedilir.
Lalası ve mürşidi: Seyyid Burhaneddin
Anadolu’nun büyük velilerinden sayılan Seyyid Burhaneddin, yaklaşık 12 sene boyunca Mevlâna’nın babası ve dönemin büyük âlimlerinden olan Bahaeddin Veled’in öğrencisiydi. Bu süre içinde hem manevi hem de zahirî ilimleri öğrenir. Yeterli eğitimi aldığında Bahaeddin Veled, Seyyid Burhaneddin’i Mevlâna’nın eğitimi ve yetiştirilmesi için görevlendirir. Bu sayede Seyyid Burhaneddin bir dönem Mevlâna’nın lalası olur. Mevlâna, henüz çok küçük yaşlardayken gelişmesinde, temel eğitimlerini almasında Burhaneddin’in payı büyüktür.
Seyyid Burhaneddin tasavvuf ilmiyle ziyadesiyle ilgilenir, yalnızlığa çekilmeyi sever, insanlardan uzağa çekilip ibadetlerini yapar. Rivayete göre Bahaettin Veled, vefat ettikten sonra bir gün Seyyid Burhaneddin’in rüyasına girer ve şöyle söyler: “Burhaneddin, nasıl oluyor da benim Muhammed’imi yalnız bırakıyorsun, onun korunmasında kusur ediyorsun?”
Bu rüyanın üzerine Burhaneddin uyanır uyanmaz ona destek olmak için eski öğrencisi olan Mevlâna’nın yanına, Konya’ya doğru yola çıkar. O sırada Mevlâna, ağır ve zor bir sorumluluk alarak vefat eden babasının yerine geçmiştir. Mevlâna karşısında ona destek olmaya gelen eski lalasını görünce onun müridi olur.
Uzun bir süre boyunca Seyyid Burhaneddin, Mevlâna’nın babasından öğrendiği tüm ilimleri Mevlâna’ya aktarır. Aralarında usta-çırak ilişkisi oluşur; Seyyid Burhaneddin, Mevlâna’nın ustasıdır. Özellikle tasavvuf ilmine Seyyid Burhaneddin’in vasıtasıyla yönelir ve bu hususta ondan çok şey öğrenir.
Birlikte geçen dokuz senenin sonunda bir gün Seyyid Burhaneddin Kayseri’ye gitmek için Mevlâna’dan izin ister fakat Mevlâna buna müsaade etmez, gitmesini hiç istemez. Birkaç kez daha izin isteyince Mevlâna kendisine sorar: “Siz ne için bizden uzaklığı arzu ediyorsunuz?” Seyyid Burhaneddin ona şöyle cevap verir: “Siz olgunluğa ulaşıp yüce mertebelere nail oldunuz. Belki âlemde yaşayanlar sizden nur ve nasip alıyorlar, faydalanıyorlar. Benim gitmekte acele etmemin sebebi şudur; metin ve kuvvetli bir aslan bu vilayete doğru gelmektedir. O bir aslandır, ben de bir aslanım; birbirimizle geçinemeyiz.” Bunun üzerine Seyyid Burhaneddin Mevlâna’nın yanından ayrılır. Daha sonra Şems zuhur eder ve Mevlâna’yı bulur.
Daima talebesi Mevlâna’ya “Yüce Allah, seni babanın derecesine ulaştırsın” diye dua eden Seyyid Burhaneddin 1241’de Kayseri’de vefat eder. Mevlâna, Mesnevî’sinde ondan şöyle bahseder: “Piş, ol da bozulmaktan kurtul. Yürü Burhân-ı Muhakkık gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan kesilirsin.”
Doktoru ve dostu: Ekmeleddin Tabîb
Selçuklular döneminin en ünlü tabiplerinden olan Ekmeleddin Tabib aslen Nahcıvanlı’dır. Doktor Ekmeleddin en-Nahcuvânî, Konya’da Selçuklu sarayında ve I. Alâeddin Keykûbad Dârrüşşifası’nda hekimbaşılık ve müderrislik görevlerinde bulunmakla beraber, devlet adamları ve âlimler arasında sözü geçer ve özel bir yere sahiptir. Döneminde kendisinden “zamanın Hipokrat’ı”, “zamanın Eflatun’u”, “Anadolu hekimlerinin ulusu”, “benzeri bulunmayan” gibi sıfatlarla bahsedilir. Mevlâna’nın müridi ve en yakın dostlarından biridir. Aynı zamanda onun yanından hiç ayrılmayan doktorudur.
Aralarındaki dostluk sebebiyle İbn Sina’nın çalışmalarını izah eden Ekmeleddin Tabib, Mevlâna’yı 100 bin İbn Sina’dan daha değerli görür. Mevlâna’nınsa onun hakkında “Kıyamet günü dünyanın bütün tabiplerinin Ekmeleddin Tabib yüzü suyu hürmetine bağışlanacağını” dediği söylenir.
Mevlâna’nın yazdığı mektuplarda ona ne kadar değer verdiği ve güvendiği görülür. Genelde Ekmeleddin Tabib’in önemli bir devlet adamı olduğunu vurgular ve “sadr-ı kebîr”, “melikü’lhukemâ”, “mefharü’l-etıbbâ”, “asfâ cevâhiri’l-hayât” gibi övgü dolu sıfatlarla bahseder Mevlâna.
Bir mektubunda ise Mevlâna ondan bir iş ister ve bu işi sadece onun yapabileceğini de belirterek “Çünkü tatlı suyun kıyısı kalabalık olur” der. Dönemin ileri gelen bu iki âlimi birbirlerine büyük bir sevgi ve güven duyarlar. Öyle ki Ekmeleddin Tabip, Mevlâna’nın hastalığı boyunca ve vefatı esnasında onun başından ayrılmaz.