Doğânî Ahmed Dede – Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 2. Şeyhi

Doğânî Ahmed Dede (ö. 1048/1638-1639) Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 2. Şeyhi

TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA

Doğânî Ahmed Dede, Konya Aksaray’da kuşbâzlıkla/bâzdârlıkla, yani doğancılıkla ünlü olan zeâmet sâhibi bir zâtın oğludur. Babası gibi kendisi de doğancılıkla uğraşmış; hatta ünlendiği “Doğânî” lakabını da bu yüzden al­mıştır. Doğânî Ahmed Dede, tıpkı babası gibi hayli servet sâhibi olmuş, bel­desinde fakir ve kimsesiz seyyahların hâmîsi olarak tanınmıştır.71

Sâkıb Dede, Sahîh Ahmed Dede, Esrar Dede, Ali Enver ve Mehmed Ziyâ’nın verdikleri bilgilere rağmen, Nev’îzâde Atâî, Evliyâ Çelebi ve ondan naklen Ayvansarâyî ile Mehmed Süreyyâ, Doğânî Ahmed Dede’nin doğum yerini Sofya yakınlarında bulunan Bergofça/Berkofça olarak vermektedirler. Atâî, ayrıca onun daha önceleri sipâhi zümresinden olup küffârla hayli savaştı­ğını; ancak daha sonra nefsiyle savaşmayı tercih ederek tarîkata meyledip Mevlevîliğe girdiğini, lakabını ise Ebûbekir Çelebi’nin bâzdârı olduğu için aldığını bildirmektedir.72

Doğânî Ahmed Dede, Sâkıb Dede ve Mehmed Ziyâ’nın belirttiğine göre, “ha­kikatleri arama konusundaki çabaları sonucunda” Hz. Mevlânâ Türbesi’ni ziyaret maksadıyla Konya’ya gittiği bir sırada Bostân-ı Evvel Ebûbekir Çelebi’nin sohbetine katılmış, kendisinden etkilenerek onun bağlıları arası­na girmiş ve has müritlerinden biri olmuştur.73 Sahîh Ahmed Dede, Doğânî Ahmed Dede’nin Ebûbekir Çelebi’nin müridi olduğunu ve sekiz yıl hizme­tinde bulunup bâzdârlığını yaptığını, Mehmed Ziyâ ise Bostân-ı Evvel Çelebi hazretlerine intisap ettikten sonra mal, mülk ve evlâd u iyâl sevgisinden ve bağından kurtulmak sûretiyle kendisini tamamen şeyhinin hizme­tine verdiğini ve “Doğânî Dede” diye şöhret bulduğunu kaydet-mektedirler.74 Konya’da Mevlânâ Dergâhı’nda çilesini tamamla­mış olan Doğânî Ahmed Dede, Kemâl Ahmed Dede’nin vefatı üze­rine Ebûbekir Çelebi tarafından ve Sahîh Ahmed Dede’nin bildir­diğine göre 1024/1615-1616 tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’ne şeyh tâyin edilmiştir.75

Doğânî Ahmed Dede, dinî konularda son derece hassas, şeriat sı­nırları ile tarîkat erkân ve âdâbını gözetmede titiz davranan, bu daireden çıkanları terbiye eden, cömertliği ve fukarâperverliğiyle tanınmış bir şahsiyet olup bir defasında borçları yüzünden Emi-nönü’ndeki Baba Câfer Türbesi’nin de bulunduğu kaleye hapse-dilenlerin tamamının borçlarını ödeyerek kurtarılmalarını sağla-mıştır.76 Konuşma esnasında ifade ve fikirlerini tasvir gücü yanın­da ârifâne ve âlimâne tavırlarıyla herkesi hayran bırakmış, aynı zamanda duâsı kabul edilen bir zât olarak da İstanbul’da hayli ünlenmiştir. Bütün bu özellikleriyle gönüllerde taht kurmuş olan Doğânî Ahmed Dede’ye, halk yeni doğmuş çocuklarını dahi hu­zuruna getirip teberrüken, yani uğur getirir düşüncesiyle Mevlevî sikkesi giydirmiş,77 bu duruma o dönem şairlerinden birisi, bir kıt‘a ile dikkat çekmiştir:

Kıt‘a

İstanbul’un dahi tâze doğânı
Olup perverde-i pîr-i Doğânî
Edip pervâz-ı ney kebg-i dil ü cân
Olur nakş-ı nigârı ten doğânı78

Evliyâ Çelebi de Seyahatnâme’nin kendi çocukluk dönemine dâir bilgi verdiği “Ahvâl-i âlem-i sabâvet-i hakîr” başlıklı bölümünde, dünyaya geldiğinde birçok şeyh efendiye götürüldüğünü, kulağına ezanlar okunup duâlar edilmek sûretiyle ikramlarda bulunulduğu­nu, bu esnada götürüldüğü Doğânî Dede’nin de kendisini kucağı­na alarak havaya attığını ve “Bu oğlan bu cihânda bizim uçurma­mız olsun” dediğini kaydetmektedir.79 Türlü hastalıklardan şifâ bulmak, hayır duâsını almak için insanlar sabah akşam dergâha akın eder olmuş, kendisine olan bu rağbet sadece halk kesimiyle sınırlı kalmamış, Enderûn-ı Hümâyûn mensuplarının neredeyse tamamı Doğânî Dede’nin eliyle arakıyye giymişlerdir. Dönemin hükümdârı IV. Murad da kendisine dâimâ saygı ve sevgi göstermiş ve Doğânî Ahmed Dede’yi sık sık saraya davet etmiştir. Pâdişâhın huzurunda iken önce Mesnevî okunur, sonra semâ yapılır, bu münâsebetle kendisine türlü ihsanlarda bulunulur imiş.80 Doğânî Ahmed Dede’nin bunların hiçbirine el sürmediği, örneğin giydi­rilen samur kürkleri nezâket icabı kabul ettikten sonra, “Bu gibi elbiseler bize yakışmaz, satmak lâzım gelir ise de pâdişâhların hediyelerini satmak edebe uygun olmaz” diyerek onları tekrar pâdişâhın elbisecibaşına verdiği, kürkün fiyatı kendisine fazlasıyla verildiğinde ise tamamını fakirle­re dağıttığı rivâyet edilmektedir.81

Doğânî Ahmed Dede’nin özellikle pâdişâh nezdinde bu denli hürmet gör­mesini çekemeyen Kadızâde Mehmed Efendi (ö. 1050/1640-1641), IV. Murad’ı ona karşı soğutmak için hayli uğraşmış ise de IV. Murad, “Onun kurtuluş semâsı mübârekdir. Sağlam yürüyüşü ve gönle hoş gelen sözleri, onun hâlindeki düzgünlüğün ve adâletli oluşunun şâhitleridir” diyerek, Kadızâde’nin türlü yalan dolan ve yönlendirmelerine itibar etmemiştir. Yine bir rivâyete göre Kadızâde Mehmed Efendi, IV. Murad Bağdat seferine gi­derken Konya’ya uğradığında Ebûbekir Çelebi’nin sürgün edilmesine vesile olmuş, ayrıca Mevlânâ hazretlerinin sandukasının açılarak hâlinin nice ol­duğuna bakılmasını istemiştir. Bu işe teşebbüs edildiğinde ise meydana ge­len şiddetli sarsıntı ve duyulan korkunç ses üzerine orada bulunan tüm dev­let ricâli perîşân olmuş, Kadızâde bu işe muvaffak olamadığı gibi kendisine asabî bir hâl gelerek sârâ hastalığına yakalanmış ve pâdişâhın da nefretini kazanarak İstanbul’a döndürülmüştür. Bu olay sonrasında Kadızâde Meh-med Efendi, şifâ bulmak ümidiyle Doğânî Ahmed Dede’yi kendisine nefes ettirmek istemiş; hatta Yenikapı Mevlevîhânesi’nde misafir olarak bulunan Ebûbekir Çelebi de bu konuda ricâcı olmuş ise de Doğânî Ahmed Dede, “On­ların şifâsı ve hayâtı tez vefât etmedir; zîrâ onlar huzûr-ı Hazret-i Mevlânâ’da zahm-dâr oldu, necât yokdur.” demek sûretiyle kabul etmemiştir.82

IV. Murad, kendisine duyduğu sevgi ve hürmetin bir sonucu olarak Doğânî Ahmed Dede’yi sarayın güzîdelerinden birisiyle evlendirmek istemiş; ancak Dede “Biz henüz recül, yani ergen, ehil mertebesine ulaşamadık, bizim için evlilik nasıl olur?” diyerek bu teklifi nâzikçe geri çevirmiştir. Bununla bir­likte, aradan biraz zaman geçtikten sonra Mevlevîliğe bağlılığı bulunan Hacı Mehmed Efendi adlı bir tüccar Yenikapı Mevlevîhânesi civarında bir ev ala­rak kendisine komşu olmuş, hâl ve tavırlarından hayli etkilendiği, kendisine büyük bir hürmet ve sevgi beslediği Ahmed Dede ile kızını evlendirmiştir. Dedenin bu evlilikten doğan birkaç çocuğu olmuş ise de hepsi küçük yaşta vefat etmiştir.83

Son derece hayırsever bir zât olan Doğânî Ahmed Dede, aynı zamanda hayli tanınmış ve pâdişâh nezdinde de mûteber bir şahsiyet olduğundan, mürit­lerine de pâdişâh tarafından türlü hediyeler verilmiş; ayrıca dergâha yar­dımlarda bulunulmuştur. Doğânî Ahmed Dede, yapılan nakdi yardımlara, dergâhın zarûrî ve günlük ihtiyaçları için gerekli olan miktar hâriç, el sürme-yip tamamını kayınpederi Hacı Mehmed Efendi’nin yönetimine devretmiş, yapılan yardımları ayrıca dergâhın etrafını genişletme ve bazı yeni hücrele­rin inşasında kullanmıştır.84

Aralarında Sefîne-i Mevleviyyân ile Tezkire-i Şuarâ-yı Mevlevîyye’nin de bu­lunduğu bazı kaynaklarda, çocukları küçük yaşta ve birbiri ardınca vefat eden Doğânî Ahmed Dede’nin, kendisinin bu durumuna üzülen sevenlerini teselli için zaman zaman aşağıdaki mısraları söylediği; hatta takvası sebebiyle göster­diği metâneti anlayamayıp “nasıl tahammül ediyor” diyerek şaşıran veya “ne duyarsız adammış” şeklinde sûizânda bulunanlara göstermesi için aşağıdaki mısraları bir kâğıda yazarak Hacı Mehmed Efendi’ye verdiği kaydedilmektedir:

Doğânî kayırmaz tolunup olanı
Yeter ana her dem gönülden doğanı85

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin ikinci postnişîni olan Doğânî Ahmed Dede, Sahîh Ahmed Dede’nin bildirdiğine göre anılan dergâhta yirmi dört yıl şeyhlik hiz­metinde bulunduktan sonra, 1048/1638-1639’da vefat etmiş ve Hâmûşân’da, Kemâl Ahmed Dede’nin sağ tarafına defn edilmiştir. Vefatıyla boşalan Yeni-kapı Mevlevîhânesi’nin postnişînliğine ise Ârif-i Sâlis Mehmed Çelebi Efendi tarafından gönderilen meşîhatnâme ile Sabûhî Ahmed Dede tâyin edilmiştir.86

Doğânî Ahmed Dede’nin hanımı, kayınpederi ve onun hanımının mezar yeri­ne ilişkin Defter-i Dervîşân’da şu bilgiye yer verildiği görülmektedir:

“Türbe-i mezkûrun mahalli, kurrâhâne karşusunda vâkı‘ mezâristânda ve kurrâhâne kurbunda mevlevîhâne-i mezbûrun vakfı olup meşrûtahâne arsası üstünde olan üç merkad mahallidir ki alâ-rivâyetin, hâne-i mezbûrun vakfı olup Mevlevîhâne-i Bâb-ı Cedîd meşâyihlerinden Doğânî Ahmed Dede Efendi hazretlerinin zevce-i mükerremelerinin ve mezkûrenin pederi Hacı Mehmed Efendi’nin ve zevcesinin merkadleri imiş…”87

Mehmed Tevfîk Efendi, Doğânî Ahmed Dede’nin bâzı şiirlerinin olduğu­nu kaydettikten sonra, Şârih-i Mesnevî Ankaravî İsmail Dede ile aralarında Mesnevî’nin yedinci cildi husûsunda muârazaları olduğunu belirtmekte,88 Es­rar Dede de onun şairlik yönüne dikkat çekmekte ve Sâkıb Dede’den naklen Farsça iki beytini örnek olarak vermektedir:89

Sûret-i rûha cemâleşrâ nikâb
O muhît u în ta‘ayyünhâ habâb90
Ser râ külâh u hırka be dûşet besest zîb
Ser bâr-ı hod mekân çü kedû în ammâme râ91

 


71  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 71-72; Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b; Sahîh Ahmed Dede ayrıca, Doğânî Ah-med Dede’nin babasının isminin Hândânzâde Zaim Ağa olduğunu belirtirken (bk. Sahîh Ah-med Dede, a.g.e., s. 159, 161), diğerleri ise sade­ce “evlâd-ı zuamâdan veya zuamâdan bir zâtın oğlu” şeklinde bahsetmektedirler (Msl. bk. Ali Enver, a.g.e., s. 141; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 88); Hasan Özönder, a.g.m., s. 157.

72  Nev’îzâde Atâî, Şakãik-ı Nûmaniye ve Zeyille­ri, Hadâiku’l-Hakãik fî Tekmileti’ş-Şakãik, haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul 1989, II, 764; Evliyâ Çelebi, a.g.e., I, 161; Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b; Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., I, 228.

73  Sâkıb Dede, Esrar Dede ve Hüseyin Vassâf, Doğânî Ahmed Dede’nin bağlandığı zâtın ismini “Bostân-ı Evvel Çelebi” (bk. Sâkıb Dede, a.g.e., II, 71; Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201); Sahîh Ahmed Dede, “Çelebi Bostân Efendi” (bk. Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 159); Mehmed Ziyâ ise “Bostân-ı Evvel Ebûbekir Çelebi” şeklinde vermektedirler (bk. Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 88).

74  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 72; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 159, 161; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 88.

75  Nev’îzâde Atâî, a.g.e., II, 764; Sâkıb Dede, a.g.e., II, 66, 72; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 161; Esrar Dede, a.g.e., 70b; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 88-89; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 189; Zâkir Şükrü Efendi, a.g.e., s. 31.

76  Nev’îzâde Atâî, a.g.e., II, 764; Sâkıb Dede, a.g.e., II, 72; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 189.

77  Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b-71a; Ali Enver, a.g.e., s. 142; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 94.

78  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 74-75; Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b-71a; Ali Enver, a.g.e., s. 142; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 94.

79  Evliyâ Çelebi, a.g.e, I, 152.

80  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 72, 74; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 164; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 90.

81  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 72; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 164; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201; Meh-med Ziyâ, a.g.e., s. 90-91.

82  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 72; Esrar Dede, a.g.e., vr. 71a; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 168; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 90.

83  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 73; Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b; Ali Enver, a.g.e., s. 141; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 91-92.

84  Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 92-93.

85  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 74; Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 93.

86  Nev’îzâde Atâî, a.g.e., II, 764; Sâkıb Dede, a.g.e., II, 75; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 161, 168; Doğânî Ahmed Dede’nin vefat tarihini, araların­da Esrar Dede’nin de bulunduğu birçok kaynak 1040, şeyhlik süresini ise otuz yıl olarak bildir­mektedirler (bk. Esrar Dede, a.g.e., vr. 71a; Hüse­yin Ayvansarâyî, a.g.e., I, 228; Ali Enver, a.g.e., s. 142; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 189; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 94; Zâkir Şükrü Efendi, a.g.e., s. 31).

87  Defter-i Dervîşân-II, vr. 65a.

88  Mehmed Tevfîk Efendi, Mecmûatü’t-Terâcim, İÜ Ktp., TY, nr. 192, vr. 34b.

89  Esrar Dede, a.g.e., vr. 71a.

90  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 75-76; Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b; “Yüzlerin sûreti onun cemâline örtü/O denizdir, bu kelimeler köpüktür” (Beyitin trank-ripsiyonlu şekli ve Türkçe çevirisi için bk. Esrar Dede, a.g.e., haz. İlhan Genç, s. 321); Bu beyit M. Ziyâ’da ise şu şekilde kayıtlıdır: “Sûret-i redhâ cemâleş râ nikâb/Û muhît ü în ta‘ayyün hâ habâb” (bk. Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 90); “Şeyhin sûreti O’nun güzelliği için bir örtüdür. O, okyanustur; bunlar ise belirgin hâle gelmiş olan kabarcıklar­dır.” (Beyitin transkripsiyonlu şekli ve Türkçe çevirisi için bk. Mehmed Ziyâ, a.g.e., haz. Murat Karavelioğlu, s. 78); Ali Enver, a.g.e., s. 142.

91  Sâkıb Dede, a.g.e., II, 75-76; Esrar Dede, a.g.e., vr. 71a; “Başına külâh, sırtına hırka süs olarak yeter­lidir/Bu sarığı başına kabak gibi yük etme” (Beyi-tin transkripsiyonlu şekli ve Türkçe çevirisi için bk. Esrar Dede, a.g.e., haz. İlhan Genç, s. 321).