Sabûhî Ahmed Dede (ö. 1057/1647) (Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 3. Şeyhi, Şair)
TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA
Asıl adı Ahmed olmakla birlikte daha çok şiirlerinde kullandığı “Sabûhî” mahlasıyla şöhret bulmuştur. Sâkıb Dede’nin, İstanbul’da ulemânın büyüklerinden bir zâtın torunlarından olduğunu belirtmekle yetindiği98 Sabûhî Ahmed Dede’yi, Şeyhî Mehmed Efendi ve Belîğ Tokatlı olarak gösterirken,99 Esrar Dede bu konudaki farklı rivâyetlerin, babasının Tokatlı olup sonradan İstanbul’a geldikleri şeklinde birleştirilebileceğini belirtmiştir.100 Mehmed Süreyyâ ve Bursalı Mehmed Tâhir, babasının Tokatlı olduğunu, Sabûhî Ahmed Dede’nin ise İstanbul’da doğduğunu bildirmektedirler.101 Hüseyin Vassâf, sadece İstanbullu olduğu kaydına yer vermekte,102 Mehmed Tevfîk Efendi ise Zeylü’z-Zeyl’de Uşşâkîzâde İbrahim’in onu Tokadî, Sefîne’nin ise Eyübî şeklinde gösterdiğini belirterek103 her iki rivâyeti de aktarmaktadır. Ali Enver, kısmen Esrar Dede’den naklen, farklı rivâyetleri derleyerek bâzılarının onun Tokatlı, bâzılarının da İstanbullu olduğunu bildirdiklerini, babasının Tokatlı olup daha sonra İstanbul’a gelmiş olmaları ve Sabûhî’nin orada doğmuş olması nedeniyle bu iki rivâyetin birleştirilebileceği kanaatini dile getirmekte; kısmen Sâkıb Dede’dekine benzer bir kayda yer veren Mehmed Ziyâ ise “Ehâmide-i Seb‘a-i meşhûrenin üçüncüsü” olarak nitelediği Sabûhî Ahmed Dede’nin İstanbullu olduğunu; ancak bazılarının Tokatlı olduğunu söylediklerini, babasının Tokatlı olup daha sonra İstanbul’a taşınmış ve Sabûhî’nin de burada doğmuş olabileceğini dile getirmektedir.104
Sahîh Ahmed Dede, Sabûhî Ahmed Dede’nin babasının Eyüp Câmii’nde hatîplik yaptığını, isminin de Tokâdî Mehmed Efendi olduğunu kaydetmek-tedir.105
Anılan kaynaklar Sabûhî Ahmed Dede’nin doğum tarihini vermemektedir. Ancak, Sabûhî Şeyh Ahmed Dede, Hayâtı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Türkçe Dîvânı’nın Tenkitli Metni isimli doktora tezini hazırlayan Mehmed Sarı, onun 992/1584 senesi civarında doğmuş olabileceğini çeşitli hesaplamalarla tahmin etmekte106, DİA’ya yazdığı “Sabûhî” maddesinde aynı tarihi verdiği gibi, doğum yerinin de Tokat olduğunu belirtmektedir.107
Küçük yaşlarda âilesiyle birlikte İstanbul’a giden Sabûhî, ilk tahsilini ve dinî bilgilerini aynı zamanda âlim bir zât olan babasından ve yakın çevresinden almıştır.108 Sabûhî Ahmed Dede, aralarında Sâkıb Dede’nin de bulunduğu birçok kaynakta belirtildiğine göre gençlik yıllarında, Sahîh Ahmed Dede’nin rakam vererek kaydettiğine göre ise 1012/1603-1604’de, Eyüp Sultan Câmi-i şerîfi civarında inzivâ hayâtı yaşayan Kasım Baba isminde bir Bektâşî şeyhine intisap ederek, seyr ü sülûk görüp taç ve hırka giymiştir. Akabinde onun kûçegi olmak sûretiyle birkaç yıl hizmetinde bulunmuş ve kendisinden Bektâşî icâzeti almış olan Sabûhî,109 mürşidi Kasım Baba’nın vefatı üzerine seyahata çıkarak Konya’ya gitmiş ve burada Ebûbekir Çelebi’ye de irâdet getirerek Mevlevîliğe girmiştir.110 Daha sonra Bostân Çelebi’ye intisap edip müridi olmuş ve çilesini tamamlamak sûretiyle on üç yıl hizmetinde bulunmuştur. Sahîh Ahmed Dede ve Mehmed Ziyâ’nın belirttiğine göre Sabûhî Ahmed Dede, Konya’da hücrenişîn bulunduğu sırada “bir merd-i âriften” Mesnevî dersi almış, yine bu esnada Ebûbekir Çelebi’nin oğlu Abdurrah-man Çelebi on yaşına girdiğinde onun terbiye ve eğitimiyle de ilgilenmiş, aynı zamanda Kartal Mehmed Dede’nin çok yakın arkadaşı olan ve “Sultân-ı Melâmiyyûn meczûb-ı İlâhî” olarak adlandırılan Baba Ahîzâde Derviş Meh-med Dede’nin de sırdaşı olmuştur.111
Ekrem Işın, Sabûhî Ahmed Dede’nin aslen bir Bektâşî olup Eyüplü Kasım Baba’dan Bektâşî icâzeti aldığını belirtmiş, ayrıca “Konya’daki Mevlânâ Âsitânesi’nde çile çıkartan ve ardından Şam Mevlevîhânesi şeyhliği yaptıktan sonra Bostân Çelebi tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi’ne atanan Sabûhî Ahmed Dede, tam anlamıyla Bektâşî-Melâmî-meşrep bir Mevlevî şeyhidir.” değerlendirmesinde bulunmuştur.112 Benzer bir tespite yer veren Hasan Özönder, Sabûhî Ahmed Dede’nin “Bektâşî-Melâmî-Mevlevî karışımı bir mizaca sahip” bulunduğunu dile getirmiş; S. Nüzhet Ergun, 16. yüzyıldan itibâren bâzı Mevlevî şairlerinin eserlerinde görülen Hurûfîlik remizlerine Sabûhî Ahmed Dede’nin yalnız bir şiirinde rastlandığını; fakat bunun da onun Hurûfî-Bektâşî zümresinden sayılmasına imkân vermeyeceğini belirt-miştir.113 Aynı konuya temas eden Mehmed Sarı ise Sabûhî Dede’nin,
Ney benimle nefes birâderidir
Bağlıyız ikimiz de bir nefese
beytinden hareketle şairin, Bektâşî nefeslerini hatırlatırcasına “nefes” kelimesini kullanmakla birlikte, aynı zamanda Mevlevîliğin simgesi sayılan “ney” kelimesini de kullanarak her iki tarîkatı mânâda birleştirmek arzusunda olduğuna dikkat çekmiş ve “Birleştiricilik vasfı bu kadar açık ve net bir şekilde görülen Sabûhî’nin Bektâşîliği, Mevlevîliğe hazırlık ve geçişten ibârettir. Türkçe dîvânında yukarıda verdiğimiz örnekten başka Bektâşîlikle ilgili müstakil bir şiir yoktur. Bu da göstermektedir ki, Sabûhî’ye kesin olarak Bektâşî’dir demek hatalıdır.” görüşünü dile getirmiştir. Mehmet Sarı ayrıca, Sabûhî’nin kaleme almış olduğu Hazret-i Hüseyin Mersiyesi’nde de Sünnî şairlerin yolunu izlediğini belirtmekte, 114 bunların yanı sıra DİA’daki maddesinde “Sabûhî, Mevlevî olmakla birlikte Mevlevîliğe yakın olan diğer tarîkatlara da ilgi göstermiş ve mensuplarıyla dosluk kurmuştur.” değerlendirmesinde bulunmak-tadır.115 Konya çelebilik makamının şer‘î kurallar hususundaki titizliği de dikkate alındığında, Sabûhî Ahmed Dede olsa olsa Abdülbâki Gölpınarlı’nın da belirttiği gibi, “Melâmî-meşrep” bir Mevlevî şeyhidir.116 Üstelik Esrar Dede’nin onu övgü sadedinde yer verdiği, “Gürûh-ı Melâmiyye’den Nesîmî vâdîsinin zarîfânesi…” ifâdesi de bunu teyit etmektedir.117
Sabûhî Ahmed Dede, Konya’da çilesini tamamlayıp dede olmasının akabinde mânevî bir işâretle Şam Mevlevîhânesi’ne gönderilmiş, dergâhın postnişîni olan Bağdâdî İlmî Dede’nin vefat etmesi üzerine ise 1026/1617’de anılan mevlevîhâneye şeyh tâyin edilmiştir.118 Sabûhî’nin Şam Mevlevîhânesi’ne tâyini konusuna ayrıntılı bir şekilde yer veren Sâkıb Dede, onun, ünlü tercî-i bendini yazdıktan sonra yakın dostu ve sırdaşı Baba Ahîzâde Derviş Mehmed Dede’nin huzuruna gittiğini, önceden bu manzûme kendisine mâlum olan Ahîzâde’nin Sabûhî Ahmed Dede’den şiirini okumasını istediğini, Sabûhî’nin şiiri okumasının ardından Ahîzâde’nin, okuduğu bu med-hiyesine hediye olmak üzere kendisine Şam Mevlevîhânesi’ne gideceğini kerâmeten müjdelediğini ve birkaç gün sonra da çelebinin Sabûhî Ahmed Dede’yi çağırıp külah giydirerek Şam’a gönderdiğini kaydetmektedir.119
Şeyhî Mehmed Efendi ve Mehmed Tevfik Efendi, Sabûhî Ahmed Dede’nin, tahsil için Şam’a gittiğini ve burada Mevlevî şeyhi Hamza Dede’ye intisap edip ondan feyz aldığını, ilmininin yanı sıra tarîkat âdabına dâir bilgilerini de ilerlettiğini, şeyhinin vefatı üzerine âsitânenin şeyhliğini üstlendiğini kaydetmektedirler.120 Hatta Şeyhî Mehmed Efendi, ayrıca Sabûhî Ahmed Dede’nin bir müddet sonra azledilerek Konya’ya, Ebûbekir Çelebi’nin yanına geldiğini belirtmektedir.121
Sahîh Ahmed Dede’nin kaydettiğine göre Ebûbekir Çelebi, 1038 senesi Zilhicce ayının sonlarına doğru (Temmuz-Ağustos 1629) Konya’dan İstanbul’a gelip Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi ile istişârede bulunmasının akabinde, on iki yıldır Şam Mevlevîhânesi’nde postnişînlik yapmakta olan Sabûhî Ahmed Dede’yi azletmiş, yerine ise Karamanî Derviş Hamza Dede’yi şeyh tâyin etmiştir. Bu azil üzerine Şam’da bir mahalleye yerleşen Sabûhî Ahmed Dede, Şam Mevlevîhânesi şeyhliğinin ilk yıllarında iken başladığı ve Mesnevî’den seçtiği beyitlerin şerhine dayanan altı ciltlik ünlü İhtiyârât-ı Sabûhî adlı eserini tamamlamaya çalışmış ve 1040/1630-1631 yılında tamamlamıştır.122
Sahîh Ahmed Dede ayrıca, Sabûhî Ahmed Dede’nin Şam Mevlevîhânesi şeyhliği sırasında hacca gittiğini ve bu yolculuğun 1033/1624, Mehmet Sarı ise 1035/1626 tarihinde gerçekleştiğini bildirmektedir.123
Sabûhî Ahmed Dede, Doğânî Ahmed Dede’nin vefatının ardından ve kendisinin faziletini duyan İstanbulluların ricâ etmeleri üzerine, Ârif-i Sâlis Meh-med Çelebi Efendi tarafından verilen meşîhatnâme124 ile aynı yıl Yenikapı Mevlevîhânesi’ne, bu dergâhın yedi ünlü Ahmed’inin üçüncüsü olarak şeyh tâyin edilmiştir.125 Sabûhî Ahmed Dede, anılan dergâhta Sahîh Ahmed Dede’ye göre dokuz yıl; diğer bazı kaynaklara göre ise yaklaşık on yedi yıl şeyhlik makamında bulunmuş ve burada vefat edip dergâhın türbesinde, Doğânî Ahmed Dede’nin yanına defn olunmuştur. Onun vefatıyla boşalan mevlevîhânenin şeyhliğine ise halîfesi Câmi Ahmed Dede tâyin edilmiştir.126
Mustafa Mucîb, Hüseyin Ayvansarâyî, Mehmed Süreyyâ ve Zâkir Şükrü Efendi Sabûhî Ahmed Dede’nin 1054/1644 yılında;127 Şeyhî Mehmed Efendi, İsmail Belîğ, Sahîh Ahmed Dede, Mehmed Tevfik Efendi, Esrar Dede, Ali Enver ve Bursalı Mehmed Tâhir de 1057/1647’de vefat ettiğini kaydetmek-tedirler.128 Yukarıdaki kaynaklar ile başka bâzı verileri de ele alarak değerlendiren Mehmed Sarı ise vefat tarihinin 1057/1647 olmasının daha doğru olduğu hükmüne varmıştır.129
Yaşadığı dönemde şairliğinden ziyâde âlim, ârif ve cezbeli kişiliğiyle, daha çok da İhtiyârât-ı Sabûhî adlı eseriyle tanınmış olan Sabûhî Ahmed Dede, üç dilde şiir yazacak kadar bu dillere hâkim biridir. Kaynaklarda aynı zamanda 17. yüzyılın güçlü Mevlevî şairleri arasında gösterilen Sabûhî Ahmed Dede için örneğin Esrar Dede, “Gürûh-ı Melâmiyye’den Nesîmî vâdisinin zarîfânesi ve Şeyh Attar âsârının harîfânesidir.” ifadesine yer vermekte; ayrıca onun şiir vâdisinde Samtî Dede ve Bağdatlı Rûhî’yi taklit ederek Şûrî Dede ve Yusuf Sîneçâk Dede’nin seviyesine ulaştığını dile getirmektedir. Bazı kaynaklarda ise Sabûhî’nin edebî gücünü anlatmak için onun Nef‘î, Fehîm-i Kadîm ve Nâilî gibi ünlü şairlerin hem şeyhi, hem de üstadı olduğu ifade edilmektedir. S. Nüzhet Ergun, Nef‘î vb. güçlü isimlerin üstadı olduğu yolundaki görüşlerin abartılı olduğunu dile getirmekte, ayrıca Türkçe şiirlerinde Fuzûlî, Bağdatlı Rûhî, Sultan Dîvânî ve Yusuf Sîneçâk’ten etkilendiğini belirtmektedir.130
Yine bazı kaynaklarda az şiir söylemekle birlikte güçlü bir şair olduğu dile getirilen ve özellikle Hz. Peygamber için kaleme aldığı na‘tları ile evliyâ-yı kirâm hakkında yazdığı son derece güzel medhiyeleri bulunan Sabûhî’nin şiirlerine esas olarak tasavvufî neşve hâkimdir. Özellikle tercî-i bend, Sâkînâme ve diğer bazı şiirlerinde vahdet-i vücûd anlayışını başarılı bir şekilde işlediği görülür. Şiirleri genellikle rindâne ve âşıkâne olup özellikle gazellerinde kullandığı dil oldukça sâde ve akıcıdır. Farsça şiirlerinde ise aynı zamanda Sebk-i Hindî akımının güçlü temsilcilerinden biri olan İranlı ünlü şair Örfî-i Şîrâzî’nin etkisinde kalmıştır.131 Tarih düşürmede de mahâretli olan Sabûhî Ahmed Dede, Mehmed Çelebi, Doğânî Ahmed Dede, Bostân Çelebi, Ebûbekir Çelebi gibi zâtların vefatlarına tarihler düşürmüştür.132
Eserleri
1. Dîvân. İsmail Belîğ’in müretteb olduğunu belirttiği Sabûhî Ahmed Dede’nin dîvânı ilk olarak, şairin Sâkînâmesiyle birlikte ve iki nüshası esas alınmak sûretiyle S. Nüzhet Ergun tarafından eksik ve hatalı bir şekilde yayımlanmıştır.133 Dîvân daha sonra Mehmed Sarı tarafından iki nüsha daha eklenmek sûretiyle tenkidli neşir şeklinde ve bir doktora tezi olarak hazırlanmıştır.134 Mehmet Sarı’nın bu neşrinden hareketle eserin toplam 761 beyitten oluştuğu ve aslında bir dîvânçe konumunda olduğu, eserde münâcât, na‘t, mersiye, tercî-i bend, müseddes, tarih, gazel, mesnevî, kıt‘a ve beyit şeklinde Türkçe şiirlerle, yine Sarı’nın tespitine göre toplam miktarı doksan üç beyti bulan bazı Farsça manzûmelerin yer aldığı görülmektedir. Bu küçük dîvânda kasîde bulunmayıp gazellerin bir kısmı ise nazîredir.135
Esrar Dede, Ali Enver, Bursalı Mehmed Tâhir ve Mehmed Ziyâ gibi müellifler Sabûhî Ahmed Dede’nin hem Türkçe, hem de Farsça mürettep dîvânının bulunduğunu kaydetmişlerse de şimdiye kadar Farsça Dîvân’ı tespit edi-lememiştir.136 Sâkıb Dede’nin verdiği bilgiye göre Sabûhî Ahmed Dede, Türkçe Dîvân’ını Konya’da tamamlamış, Farsça Dîvân’ını ise tamamlaya-madan vefat etmiştir.137 Mehmet Sarı’ya göre ise Sabûhî Ahmed Dede, yazdığı Farsça şiirlerini Türkçe Dîvân’ı arasına yerleştirmiş, ayrı bir eser tertîb etmemiştir.138
2. Sâkînâme. Sabûhî Ahmed Dede’nin bir eseri de, dîvân nüshaları ile bazı mecmualarda bulunan Sâkînâme’sidir. Ahmed Dede’nin tasavvufî görüş ve düşüncelerini başarılı bir şekilde yansıttığı görülen ve Türk edebiyatının tanınmış sâkinâmelerinden biri olarak gösterilen bu eseri, mesnevî nazım şekliyle kaleme alınmıştır. Mehmet Sarı’nın dördü Türkçe dîvân nüshaları,
üçü de şiir mecmualarında olmak üzere toplam yedi nüshayı karşılaştırmak sûretiyle hazırladığı tenkidli neşre göre 113 beyitten oluşan eser, aynı zaman da tasavvufî sâkinâmelerin de en güzel örneklerinden biri durumundadır. Mehmet Sarı, Sâkînâme’nin şu nüshalarını tespit etmiştir: 1. Ankara Milli Ktp. FB. nr. 321/3 (Dîvân, vr. 39a-55b); 2. Millet Ktp., Ali Emirî Manzum, nr.
249 (Dîvân, vr. 1b-); 3. İÜ Ktp., TY., nr. 3532 (Dîvân, vr. 98b-123b); 4. TSM Ktp., Hazine, nr. 952 (Dîvân, vr. 1b-); 5. İÜ Ktp., TY, nr. 4097/7 (Mecmûa, vr. 61b-62a); 6. NuruOsmaniye Ktp., nr. 4959 (Mecmûa, vr. 492b-493b); 7. TSM Ktp., Hazine, nr. 1074 (Mecmûa, vr. 71b-73a)139
3. İhtiyârât-ı Sabûhî. Sabûhî Ahmed Dede’nin önemli bir diğer eseri ise daha ziyâde İhtiyârât-ı Sabûhî adıyla bilinen Mesnevî şerhidir. Bazı kaynak larda adı İhtiyârât-ı Mesnevî, İhtiyârân-ı Mesnevî yahut Kitâb-ı İhtiyârât-ı Hazret-i Sabûhî Ahmed Dede Efendi, Kitâb-ı İhtiyârât-ı Hazret-i Mesnevî-i şerîf şeklinde kaydedilmiş olan bu eser Türkçe olup Mesnevî’nin altı cildinin
her birinden seçilmiş beyitlerin, yine altı cilt hâlinde şerhini içermektedir. Eser, Sabûhî’nin Şam meşîhatinde bulunduğu yıllarda ve kendisinden önce Şam Mevlevîhânesi şeyhliğinde bulunmuş olan Bağdâdî İlmî Dede’nin Şerh-i Cezîre-i Mevleviyye isimli eserine nazîre olarak kaleme alınmıştır. Sahîh Ah-med Dede’nin bildirdiğine göre Sabûhî bu eserini Şam Mevlevîhânesi’ndeki şeyhliğinin ilk yıllarında yazmaya başlamış, bu görevinden azledilmesi üzerine yazmaya devam etmiş ve 1040/1630-1631 yılında tamamlamasının ardından ise cezbeye tutulmuştur. Bu hacimli eserin 1-100. varakları arasını bir yüksek lisans tezi olarak hazırlayan Abdülkadir Algül ise eserin 1027/1617’de kaleme alındığını ve yazılmasının on iki yılda tamamlandığını, 5 ve 6. ciltlerinin mevcut olmayıp Yenikapı Mevlevîhânesi’nde 1324-1906’da çıkan yangında yanmış olabileceğini belirtmektedir. Yine Algül’ün tespitine göre eserin mevcut sekiz adet yazma nüshası bulunmaktadır: 1. Ankara İl Halk Ktp., nr. 440; 2. Mevlânâ Müzesi Ktp., nr. 2084; 3. Mevlânâ Müzesi Ktp., nr. 2085; 4. Mevlânâ Müzesi Ktp., nr. 2086; 5. Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 228; 6. Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 606; 7. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1310; 8. İÜ Ktp., TY, nr. 1495.140
Ali Enver, Sabûhî Ahmed Dede’nin bu eserlerinden başka ayrıca Münâzara-i Gül ü Mül, Münâzara-i Şeb ü Rûz adlı matbû eserlerinin bulunduğunu, bunların yanı sıra Hüsrev ü Şîrîn, Mahmud u Iyâz ve Tönbekü-nâme adlı eserlerinin olup bunları basmaya karar verdiğini; S. Nüzhet Ergun ise kesin bir ifade kullanmamakla birlikte Bülbüliyye adlı manzum bir eserinin olduğunu bildirmekte, Mehmet Sarı da böyle bir eserinin varlığına değinmektedir.141
Kaynaklarda “lâubâli-meşrep, kalender-sîret bir derviş-i pak-tıynet” olarak tavsif edilen Sabûhî Ahmed Dede, Esrar Dede’nin ve ondan naklen Ali Enver’in bildirdiğine göre Şam’da bulunduğu esnada cezbeye kapılıp gece gündüz sahrâlarda dolaşır, oralarda yatıp kalkar ve hatta etrafına vahşi hayvanlar toplanırmış. Bir defasında şeyhin günlerce dönmemesinden endişelenen diğer şeyh efendiler ve müritler kendisini aramaya çıkmış ve onu, başına vahşi hayvanlar toplanmış bir hâlde bulunca bu durum karşısında fazlaca ürkmüşlerdir. Onların bu durumunu fark eden Sabûhî Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye ile Sefîne-i Mevleviyyân’da da kayıtlı olan aşağıdaki beyti söylemiş ve bunun üzerine vahşi hayvanlar etrafından dağılıp gitmiştir:
Beni Mecnûn’a kıyâs eylemen ey vahş u tuyûr
Şerer-i âhım erişir dağılın yanımdan142
Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye’de Türkçe bazı beyitlerinin yanı sıra ünlü tercî-i bendi; Semâhâne-i Edeb ve Osmanlı Müellifleri’nde Türkçe şiirlerinden bazı beyitler, Sefîne-i Evliyâ’da ise Farsça bir gazeli şiirlerine örnek olarak verilmiştir:
Şiirlerinden Örnekler
Beyit
Çeşm-i şûhun bizi bîgâne kıyâs eylemesin
Derdimiz söyleriz efsâne kıyâs eylemesin143
Tercî-i Bend
I
Ey tılısm-ı hazîne-i envâr
V’ey muhît-i cevâhir-i esrâr
Ey zemîn ü zamâne maksûdu
V’ey güzîn-i netîce-i her-kâr
Sen seni bil ki mazhar-ı küllsün
Sensin âyîne-i ruh-ı dil-dâr
Eyle halvet-serây-ı hâssa duhûl
Gezme bîgâneler gibi zînhâr
Varlığın sedd-i râh-ı ma‘nîdir
Varı yok eyle kim ola yok var
İ‘tibâr-ı vücûda verme vücûd
Koma mir’ât-ı dilde jeng ü gubâr
Çeşm-i Hak-bîn-i pür-safâ kesb et
Nice bir gözde perde-i pindâr
Ayn-ı vahdetle kıl cihâna nazar
Bir görünsün gözüne her ne ki var
Bir hakîkatdir ey Sabûhi kamu
Aks-i mir’ât-ı dîde vü dîdâr
Aşk u ma‘şûk u âşık oldu yâr
Leyse fi’d-dâri gayruhû deyyâr144
II
Aşk çün perdeden ayân oldu
Mâsivâ-yı Hüdâ nihân oldu
Çekdi uşşâkı mülk-i ıtlâka
Aşk minhâc-ı âşıkân oldu
Dîde-i âşıkın ziyâsı aşk
Hüsn-i dilberde aşk ân oldu
Tâ bilindi hakîkat-i eşyâ
Her varak defter-i beyân oldu
Zerre mihr-i cihân-fürûz oldu
Katre ummân-ı bî-kerân oldu
Zerreden tâ varınca hurşîde
Mazbar-ı Zât-ı gaybdân oldu
Erdi Hak’dan nesîm-i vahdet-i Zât
Pîr-i hum-geşte nevcivân oldu
Kâmil oldu tılısm-ı genc-i vücûd
Cism-i bâki karîn-i cân oldu
Nûş edenler Sabûhî câm-ı meyi
Mest ü bî-hûş-ı câvidân oldu
Aşk u ma’şûk u âşık oldu yâr
Leyse fi’d-dâri gayruhû deyyâr
III
Eğer esfel eğerçi aTâdır
Mazbar-ı zât-ı pâk-i Mevlâ’dır
Perde olur eğerçi Zât’a sıfât
Görür ol kimseler ki bînâdır
Vecb-i dilber nihândır ahvâlden
Gerçi ol gün gibi hüveydâdır
Kimisini bu hayret almışdır
Kimi bu sûriş ile şeydâdır
Gûy-veş kimi cüst ü cû eyler
Katre iken kimisi deryâdır
Kimi âşık olup kimi ma’şûk
Kimi Mecnûn kimisi Leylâ’dır
Dilberân ol cemâl-i mazhardır
Âşıkân ol cemâle yağmâdır
Gayr yokdur vücûd-ı vâhiddir
Kesrete aldananlar a’mâdır
Zâhiren her biri bir işde velî
Ey Sabûhî kamusu yektâdır
Aşk u ma’şûk u âşık oldu yâr
Leyse fi’d-dâri gayruhû deyyâr
IV
Şâh-ı ma’nâ zuhûra çekdi alem
Tutdu kevni sadâ-yı hayi ü haşem
“Küntü kenz”in demi ayân oldu
Kapladı kâinâtı nûr-ı kadem
Nûr u zulmet çü imtizâc etdi
Oldu mir’ât-ı vech-i pâk Âdem
Yetdi vuslat safâsma âşık
Oldu mahrûm olanlar ehl-i harem
Ni’met-i vuslata salâ dendi
Her gedâya erişdi nâz n ni’am
Erişir menzil-i mnrada yakîn
Şol ki merdâne kor bu yolda kadem
Cür‘a-i câm-ı bezm-i vahdetdir
Ehl-i aşka bu nükte-i mübhem
Bu hakâyıkdan anlamaz münkir
Diyebilmez nedir dem-i Hâtem
Ben Sabûhî anınla bînâyem
Kanda baksam anı görür dîdem
Aşk u ma’şûk u âşık oldu yâr
Leyse fi’d-dâri gayruhû deyyâr
V
Sâlik isen tarîk-i vahdete ger
Dâmen-i aşkı tut odur rehber
Kime sunulsa sâgarı aşkın
Anı mest-i cemâl-i dilber eder
Aşkdır bir mnhît-i a’zam kim
Anın emvâcıdır nukûş n suver
Aşk bir zâtdır velî her dem
Niçe bin kesret ile cilve eder
Gâh îmân olnr gehî inkâr
Gâh Birâhim olur ü gâh Âzer
Gâh derviş olur gehî sultân
Gâh Dârâ olnr geh İskender
Gâh envâr-ı Ahmed-i Ümmî
Gâh esrâr-ı sîne-i Haydar
Gâh olnr nâtık-ı sühan-ârâ
Gâh nutk-ı Sabûhi-i kemter
Görmeğe her libâs ile anı
Ey Sabûhî kanı bir ehl-i nazar
Aşk u ma’şûk u âşık oldu yâr145
Gazel
Ey gönül sûreti ko sîrete gel cân taleb et
Aşk bahrine dalıp gevher-i irfân taleb et
Gezme beyhûde hevâyile geçirme ömrün
Ehl-i irfana eriş kâmü-i inşân taleb et
Künc-i gamda koma Ya‘kûb-ı dili zâr u hazin
Mısr-ı tende yürü var Ynsnf-ı Ken’ân taleb et
Kande baksan anı gör her kimi bilsen anı bil
Kande varsan ana var dergeh-i snltân taleb et
Cism-i zulmâtı olnr perde-i ser-çeşme-i cân
Sen bn zulmetde dilâ çeşme-i hayvân taleb et
Sûrete bakılmakla ma‘nî bninnmaz zâhid
Ol büt-i saf-deri gör himmet-i merdân taleb et
Ehl-i dil ârif olup cenneti dîdâra değiş
Demezem tâatile ravza-i Rıdvân taleb et
Sûretin turma hazef-pârelerin eyle şikest
La‘l-i zî-kıymet-i irfâna yetiş kân taleb et
Gayr-bîn olsa nazar andan edip kat‘-ı nazar
Çeşm-i hak-bîn ile ol rü’yet-i cânân taleb et
Niçe bir bağlaya inkâr ipi esfelde seni
Kat‘ edip ol reseni rütbe-i şâhân taleb et
Ehl-i inkâr ile yâr olma Sabûhî zinhâr
Etme İblis’e nazar sûret-i Rahmân taleb et146
Gazel
Sakın ey gamzesi kâtil gözü mekkâre sakın
Zulm ü cevr eyleme uşşâk-ı dil-efgâre sakın
Sakın ağyâr-ı siyeh-rûyile olma hem-dem
Zâğlar konmasın ol gülşen-i bi-hâre sakın
Sakın erbâb-ı hased sözüne tutma kulağın
Verme ruhsat meded ağyâr-ı sitem-kâre sakın
Sakın erbâb-ı gamın nâle-i dil-sûzundan
Sakın âh eylemesin âşık-ı bi-çâre sakın
Sakın ağlatma Sabûhi kulunu sultânım
Eser-i âh erer ol rûy-ı pür-envâre sakın147
98 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 76.
99 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 147; İsmail Belîğ, Nuhbetü’l-Âsâr Li-Zeyli Zübdeti’l-Eş‘âr, İÜ Ktp., TY, nr. 1182, vr. 46b; a.e., haz. Abdulkerim Abdulkadiroğlu, Ankara 1999, s. 205.
100 Esrar Dede, a.g.e., vr. 60b.
101 Mehmed Süreyyâ, a.g.e., I, 214; Bursalı Meh-med Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, II, 282.
102 Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 202.
103 Mehmed Tevfîk Efendi, a.g.e., vr. 41b.
104 Ali Enver, a.g.e., s. 120; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 95.
105 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 156, 165.
106 Mehmet Sarı, Sabûhî Şeyh Ahmed Dede, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Türkçe Dîvânı’nın Tenkitli Metni, Doktora Tezi, Gazi Ü, SBE, Ankara 1992, s. 46-48.
107 Mehmet Sarı, “Sabûhî”, DİA, İstanbul 2008,
XXXV, 357.
108 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 147; Ali Enver, a.g.e., s. 120; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 95; Bursalı Mehmed Tâhir, a.g.e., II, 282; Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
109 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 76; Esrar Dede, a.g.e., vr. 60b; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 156; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 95.
110 Konya faslıyla ilgili ayrıntıya girmeyen Esrar Dede, Sabûhî’nin Kasım Baba’ya hizmet ettikten sonra seyahatle Konya’ya giderek ikrar verdiğini ve Hamza Dede’nin de sohbet ve hizmetinde bulunduğunu kaydetmekle yetinmiştir (bk. Esrar Dede, a.g.e., vr. 60b); Sahîh Ahmed Dede ise Sabûhî Ahmed Dede’nin seyahatle Konya’ya gittiğini ve Bostân Efendi’den inâbet ve Ebûbekir Efendi’ye irâdet getirdiğini belirtmiştir (bk. Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 156); Ali Enver, a.g.e., s. 120; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 95-98.
111 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 76; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 156, 162, 165-166; Ali Enver, a.g.e., s. 120; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., I, 214-215; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 95; Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
112 Ekrem Işın, “Mevlevîlik”, DBİst.A, İstanbul, 1994, V, 426; a.mlf., “Yenikapı Mevlevîhânesi”, s. 477.
113 Sadettin Nüzhet Ergun, Sabûhî: Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1933, s. IX; Hasan Özönder, a.g.m., s. 158.
114 Mehmet Sarı, a.g.t., s. 56, 59-60.
115 Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
116 Abdülbâki Gölpınarlı, a.g.e., s. 209.
117 Esrar Dede, a.g.e., vr. 61a.
118 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 147; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 162; Esrar Dede, a.g.e., vr. 60b; Mehmed Tevfîk Efendi, a.g.e., vr. 41b; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., I, 215; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 95; Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357. Bağdâdî İlmî Dede’nin ismi bazı çalışmalarda, Bağdâdî Alemî Dede şeklinde verilmiştir (Msl. bk. Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., haz. Cem Zorlu, s. 293; Ab-dülkadir Algül, Sabûhî Ahmed Dede, Hayatı, Eserleri ve İhtiyârât-ı Sabûhî Adlı Eseri, 1-100. Varaklar, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Ü, SBE, Erzurum 2007, s. 2).
119 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 76.
120 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 147; Mehmed Tevfîk Efendi, a.g.e., vr. 41b.
121 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 147.
122 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 162, 165-166; Esrar Dede, a.g.e., vr. 60b; Mehmed Ziyâ, a.g.e., 96; Mehmet Sarı, Sabûhî’nin bu eserini 1027/1617-1618’de; Abdülkadir Algül ise 1026/1617’de tamamladığı kaydına yer vermektedirler (bk. Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357; Abdülkadir Algül, a.g.t., s. 1).
123 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 164; Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
124 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 79; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 166; Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
125 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 147; Sahîh Ahmed Dede, Sabûhî’nin Yenikapı Mevlevîhânesi’ne tâyinini 1048/1638-1639 olarak bildirmektedir (bk. Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 168); Mustafa Mucîb, Tezkire-i Mucîb, haz. Kudret Altun, Ankara 1997, s. 41; Sâkıb Dede, a.g.e., II, 79; Esrar Dede, a.g.e., vr. 61a; Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., I, 228; Ali Enver, a.g.e., s. 121; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., I, 215; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 95, 98; Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
126 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 147; Sâkıb Dede, a.g.e., II, 81; Esrar Dede, a.g.e., vr. 62b; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 170-171; Defter-i Dervîşân-II, vr. 47b; Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., I, 228; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., I, 215; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 104.
127 Mucîb ayrıca, Sabûhî’nin vefatına tarih olarak, “Câm-ı bâkî Sabûhî nûş etdi sene: 1054/1644”, ibâresini kaydetmiştir (bk. Mustafa Mucîb, a.g.e., s. 41); Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., I, 228; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., I, 215; Zâkir Şükrü Efendi, a.g.e., s. 31.
128 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 147; İsmail Belîğ, a.g.e., vr. 46b; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 170-171; Esrar Dede, a.g.e., vr. 62b; Mehmed Tevfîk Efendi, a.g.e., vr. 41b; Ali Enver, a.g.e., s. 121; Bursalı Mehmed Tâhir, a.g.e., II, 282.
129 Mehmet Sarı, a.g.t., s. 74-75; a.mlf., a.g.m., s. 357.
130 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 76; Mucîb, Sabûhî’nin şairliği konusunda sadece Türkî ve Fârisî nazma kâdirdir” demekle yetinmiştir (bk. Mustafa Mucîb, a.g.e., s. 41); Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 162, 165-166; Esrar Dede, a.g.e., vr. 61a; Ali Enver, a.g.e., s. 121; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., I, s. 215; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 99, 102; Bursalı Mehmed Tâhir, a.g.e., II, 282; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., s. X; Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
131 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 148; Mehmet Sarı, a.g.t., s. 110.
132 Mehmet Sarı, a.g.t., s. 119.
133 Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
134 Bk. Mehmet Sarı, a.g.t.
135 Şeyhî Mehmed Efendi, a.g.e., III, 148; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., s. 73; Mehmet Sarı, a.g.m., s. 357.
136 Esrar Dede, a.g.e., vr. 61b; Ali Enver, a.g.e., s. 120; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 102; Bursalı Meh-med Tâhir, a.g.e., II, 282; Mehmet Sarı, a.g.t., s. 171-172.
137 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 80.
138 Mehmet Sarı, a.g.t., s. 171.
139 Mehmet Sarı, a.g.t., s. 172-73; a.mlf., a.g.m., s. 357; a.mlf., “Sabûhî’nin Türkçe Sâkînâmesi”, Nihal Atsız ve Nejdet Sançar Armağanı, haz. İsmail Aka vd., Afyon 1995, s. 103-105, 107-108. Sâkînâmenin metni için ayrıca bk. Mehmet Sarı, a.g.m., s. 109-118.
140 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 162, 165-166; Esrar Dede, a.g.e., vr. 60b; Ali Enver, a.g.e., s. 120; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 96; Bursalı Mehmed Tâhir, a.g.e., II, 283; Mehmet Sarı, “Sabûhî”, s. 358; Abdülkadir Algül, a.g.t., s. 17-19. Eserin muhtevâsı hakkında ayrıntılı bilgi ve metni için ayrıca bk. Abdülkadir Algül, a.g.t, s. 17-181.
141 Ali Enver, a.g.e., s. 120; Sadettin Nüzhet Ergun, a.g.e., s. XXVII; Mehmet Sarı, a.g.t., s. 180.
142 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 77; Esrar Dede, a.g.e., vr. 61b; Ali Enver, a.g.e., s. 121; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 98.
143 Esrar Dede, a.g.e., vr. 61b; Ali Enver, a.g.e., s. 122; Bursalı Mehmed Tâhir, a.g.e., II, 282; Mehmet Sarı, a.g.t., s. 321.
144 Leyse fi’d-dâri gayruhû deyyâr: Evde/evrende ondan başka kimse yoktur (HN).
145 Esrar Dede, a.g.e., vr. 61b-62b; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 102-103; Mehmet Sarı, a.g.t., s. 211.
146 Bursalı Mehmed Tâhir, a.g.e., II, 282-283; Mehmet Sarı, a.g.t., s. 235.
147 Mustafa Mucîb, a.g.e., s. 41; Mehmed Tevfîk Efendi, a.g.e., vr. 41b; Mehmet Sarı, a.g.t., s. 290.
#Bayram Ali KAYA