Büyük kültürel İran, neresidir?
Milletlerin kimliklerini oluşturan en önemli unsurlardan birisi şüphesiz dildir. İranlı aydınların ifadesine göre sahip oldukları en değerli hazine Farsça olup İran kültürünün taşıyıcısı her zaman Farsça olmuştur. Siyasi olarak hâkimiyet kuramadıkları coğrafyaları Farsçanın etkisi ve gücü ile kendi kültür havzaları içine aldıklarını kabul ederler.
Seyyid Hüseyin Nasr’ın ifadesiyle Kaşgar’dan Balkanlar’a kadar uzanan coğrafya İran milli kültürünün bir parçasıdır. Doğu Türkistan’dan Balkanlar’a kadar Farsçanın ulaştığı her bölgeyi “büyük kültürel İran”ın bir parçası görür ve zikredilen bölgelerde Farsça telif edilmiş her eseri bu iddiaları için delil kabul ederler. Bu bağlamda “Hindistan’da Fars Dili ve Edebiyatı”, “Orta Asya’da Fars Dili ve Edebiyatı”, “Anadolu ve Balkanlar’da Fars Dili ve Edebiyatı” başlıklı ansiklopediler ve akademik dergiler yayımlamaktadırlar.
Mevlana gibi dünyada en çok tanınan bir mutasavvıfın eserlerini Farsça telif etmiş olması İran’ın Mevlana’yı sahiplenmesi için oldukça önemli bir sebeptir. Diğer taraftan Belh’te doğduğu kabul edilen Mevlana’nın Afgan olma şansı kesinlikle yoktur zira Afganistan o zamanlar İran’ın bir parçasıydı. Buna karşılık Afganlar da İran’ın siyasi sınırları belli bir ülke olarak yüzyıllık bir geçmişe sahip olduğunu söyleyip İran’ın iddialarını reddetmektedirler.
Hz. Mevlana nereli?
Mevlana, Belh’te (bir rivayete göre Tacikistan’ın başkenti Duşenbe yakınlarındaki Vahş şehrinde) dünyaya gelmiş
Mevlana, Belh’te (bir rivayete göre Tacikistan’ın başkenti Duşenbe yakınlarındaki Vahş şehrinde) dünyaya gelmiş, Moğol saldırıları öncesi henüz bir çocukken babası Sultanü’l-Ulema Bahaüddin Veled’in maiyetinde İran coğrafyasını katedip Irak ve Suriye’yi geçtikten sonra Larende üzerinden Konya’ya yerleşmiş, ömrünün büyük bir kısmını Konya’da geçirdikten sonra aynı yerde vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir.
Şiirlerini Farsça söylemiş, sohbet, vaaz ve mektuplarında Farsçayı kullanmış, divanında bulunan bazı beyitler dışında Türkçe herhangi bir eser kaleme almamıştır.
Eserlerini Farsça yazması İranlıların Mevlana’yı kendilerine ait olarak kabul etmesi ve her mahfilde bunu üstüne basa basa belirtmeleri için yeterli bir sebeptir. Resmî ziyaret amacıyla İran’a giden Türk yetkililer toplantılarda çoğunlukla Mevlana’nın Türkiye ile İran arasındaki birlikteliğin ve ortak kültür mirasının bir parçası olduğuna dair vurgu yaptıkları zaman İranlı yetkililer bu yaklaşıma hemen karşı çıkarak, Mevlana’nın İranlılara ait olduğunu, şiirlerini Farsça yazdığı ve Belh’te doğduğu için İranlı sayılması gerektiğini iddia ederler.
Mevlana başta olmak üzere bir şekilde İran’la/Farsça ile ilgili olan her şahıs, eser, eşya ve hatta yiyeceği -bugün başka ülkelerde de yaygınlık kazanmış olsa dahi- hiçbir surette İranlılardan başkasının sahiplenme hakkı yoktur. Bu konuya dair özellikle sosyal medya ve gazetelerde sürekli haberler, yorumlar ve eleştiriler yayımlanmaktadır.
Mesela Arapların İbn Sina’yı “Büyük Arap Bilgini” olarak gösterme çabaları, Azerbaycan’ın UNESCO nezdinde girişimde bulunup müzik enstrümanı tarı Azerbaycan adına dünya kültür mirası listesine ekletmesi, Kazakistan’ın Farabi’ye sahip çıkması, İran’ın Yezd şehrine mahsus mimari bir yapı olan “bâd-gîr”leri Birleşik Arap Emirlikleri’nin Arap kültürüne ait olduğunu iddia ederek ülkelerinde yaygınlaştırma çabaları, yine Azerbaycan’ın Lavaş ekmeğini, Genceli Nizami’yi, çevgân oyununu kendi adına UNESCO’da kaydettirmesi gibi hadiseler İranlıların milli hassasiyetlerini kışkırtmaya yetmektedir.
Rumi-Belhî-Horasani-İrani
Hazret-i Mevlana’nın kabrinin Konya’da bulunması, her yıl Mevlana haftası münasebetiyle yapılan törenler sebebiyle dünyanın dört bir yanından katılımcıların Konya’ya akın etmesi ile alakalı olarak bazı İranlılar hem Türkiye’yi Mevlana’yı turistik bir obje yapmakla suçlamakta hem de Mevlana’nın hayatını, dünyaya bakışını değiştiren Şems-i Tebrizî’nin Hoy şehrindeki kabrini sadece 20 bin kişinin ziyaret ettiğini dile getirerek İranlı yetkililerin bu konuda çaba harcamadıklarını ifade etmektedirler.
İran meclis başkanının, yıllar önce gerçekleştirmiş olduğu Türkiye ziyareti sırasında o zaman başbakan koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan’ın hediye etmiş olduğu Mesnevi’nin tıpkıbasımını alması İran medyasında tepkiye sebep olmuştu. Gazetenin yorumuna göre “İran’a ait olan bir eser” nasıl olur da İran meclis başkanına hediye olarak verilebilirmiş.
Aynı şekilde 2007 yılının Türkiye’nin girişimi ile UNESCO tarafından Mevlana Yılı olarak ilan edilmesi de İranlıların tepkisine neden olmuş ve bunun İran’ın hakkı olduğu ileri sürülmüştü.
Mevlana’nın lakabı ile ilgili olarak da İranlıların itirazı bulunmaktadır. Sadece ömrünün bir kısmını Anadolu/Rum topraklarında geçiren Mevlana’nın “Rumi” lakabıyla anılmasının büyük hata olduğunu, Mevlana’nın adının sırasıyla “Belhî, Horasani, İrani” şeklinde yazılması gerektiğini iddia etmektedirler. (Öte yandan, önemli bir İranlı araştırmacı olan Kerim Zamani bir söyleşisinde, “Batılıların Mevlana’yı niçin Rumi olarak andıklarına” dair bir soruya, Mevlana’nın İran kökenli olduğu vurgusu yapma gereği duymadan, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın o dönemlerde Rum olarak anıldığını ve bu lakabın Batılılar tarafından değil, ilk önce Müslümanlar tarafından kullanıldığını ifade etmiş ve başta Menakıbu’l-Arifin yazarı Ahmed Eflaki tarafından olmak üzere erken dönemden itibaren “Molla-yı Rum” olarak anıldığını dile getirmiştir. Kerim Zamani, Mevlana’nın muteber kaynaklarda hem Rumi hem de Belhî olarak zikredildiğini söyledikten sonra hiçbir şekilde “Horasani” olarak anılmadığını dile getirmiştir.)
“Asıl bizim”
Geçtiğimiz yıl Türkiye ile İran müşterek bir şekilde Mesnevi-i Şerif’in Konya nüshasının UNESCO Dünya Kültür Mirası’na eklenmesi için başvuru kararı aldığında İran kamuoyunda itirazlar yükselmiş, bu şekilde Türkiye’nin Mevlana’nın Türklüğünü tescil ettireceği iddia edilmişti.
Tartışmalar sonrası bir açıklama yapan dönemin İran Millî Kütüphane Müdürü, Türkiye ile müşterek yapılmasının tek sebebinin en eski ve en önemli Mesnevi el yazmasının Konya’da bulunması olduğunu söyleyerek İran kamuoyunu sakinleştirmeye çalışmıştı. Tabii burada şunu da eklemek gerekiyor, başvuruyu Türkiye ile İran’ın birlikte yapmasının ardından Afgan ve İranlı şair ve yazarlardan oluşan yaklaşık bin kişilik bir grup basın toplantısı yaparak duruma itiraz etmiş, “Siz ne tartışıyorsunuz, Mevlana asıl bizim” demişler ve böylece Afganistan’ın adının da dosyaya eklenmesi sağlanmıştır.
Son yıllarda Mevlana’nın doğum yerinin Belh değil bugün Tacikistan’da yer alan Vahş bölgesinde olduğuna dair iddialar, Tacikistan’ın da tartışmalara katılmasına sebep olmuştur. Henüz Tacikistan devleti bu konuda resmî bir açıklama yapmamış ama bu mesele sosyal medyada konuşulmaktadır.
Ya Gazali? Ya Attar?
Öte yandan Türkiye’yi Mevlana’yı turistik bir obje olarak gördüğü ve bundan gelir elde ettiği için eleştiren İranlı yetkililere, Tus şehrinde bulunan büyük İslam âlimi İmam Gazali’nin mezarının, etrafı tel örgülerle çevrili bir alanda metruk bir hâlde bulunduğu ve burada küçük bir anıtın dahi bulunmadığı hatırlatılmalıdır. Ya da Nişabur’da büyük mutasavvıf ve şair, Mantıku’t-tayr ve Tezkiretü’l-evliya başta olmak üzere pek çok önemli eserin müellifi Feridüddin Attar’ın türbesinin bakımsızlık ve ilgisizlik yüzünden yakında harabeye döneceği dile getirilmelidir.
Tus ve Nişabur yakınlarında bulunan iki önemli türbe/anıt mezarın dikkat çekici bir ihtişam ve gösterişe sahip olmaları gözlerden kaçmamaktadır. Bunlardan birisi Meşhet şehrindeki İmam Rıza Türbesi ile Tus’ta bulunan Şehname’nin yazarı Firdevsî’nin anıt mezarıdır. Gidenler İmam Rıza ile Firdevsî’nin türbelerindeki ihtişamı ve İmam Gazali ile Attar’ın mezar ve türbelerindeki ilgisizlik ve bakımsızlığı kendi gözleriyle görmektedirler. Burada İran kimliğinin iki önemli unsurunun önemli sembolleri bulunmaktadır. Birincisi Safevi sonrası İran’ın millî kimliğinin en önemli unsuru olan Şiiliğin sembolü İmam Rıza Türbesi, ikincisi ise millî kimliğin diğer önemli unsuru olan dilin/Farsçanın en önemli şairi olarak kabul edilen Firdevsî’nin anıt mezarıdır.
Bütün İran’ın Mevlana algısının yukarıda bahsettiğimiz şekilde olduğunu söylemek elbette toptancı bir yaklaşım olacaktır. Bediuzzaman Füruzanfer, Cafer Şehidi, Kerim Zamani, Muhammed Ali Muvahhid, Muhammed İstilami, Şefii Kedkenî, Muhammed Bordbar, Meryem Müşerref ve Tevfik Subhani gibi Mevlana araştırmacılarının hakkını teslim etmek lazım. Her biri hem Mevlana’nın hayatı, eserleri ve düşüncesi üzerine incelemeler yapmış hem de Mesnevi’yi şerh etmişlerdir. Bu saydığımız araştırmacılar, Mevlana’nın eserlerindeki -bilhassa Mesnevi ve Divan-ı Kebir’deki- pek çok noktanın aydınlatılmasına çok ciddi katkıda bulunmuşlardır.
Mevlana üzerine yaptığı çalışmalarla dünya çapında üne sahip olan çok değerli akademisyen ve araştırmacıların çok kıymetli çalışmalarının devam ettiğini belirtmeliyiz. Mevlana araştırmaları her ne kadar geçmiş yıllara göre azalmış olsa da devam etmektedir. Muhammed Ali Muvahhid’in, Mesnevi’nin Konya nüshası başta olmak üzere eski tarihli yazmalarından istifade ederek yeni bir neşrini hazırladığı, önümüzdeki aylarda bu çalışmanın yayımlanacağı bilgisi paylaşılmıştır. Geçtiğimiz yıl Nahid Abkari 6 cilt olarak hazırlamış olduğu Mesnevi Şerhi’ni; Meryem Müşerref de “Mevlana ve Tasavvufi Tefsir” adlı kitabını yayımlamıştır. Hem klasik hem de modern tarzda pek çok sanatçı yaptıkları bestelerde Mevlana’nın şiirlerinden istifade etmekte ve bu şekilde insanlar Mevlana’nın şiirleri ile tanışmaktadırlar. Mesnevi’nin tamamını içeren ses dosyalarına internet ortamında rahatlıkla ulaşılabilmektedir.
Tasavvuf düşüncesinin en önemli isimlerinden olan Mevlana gibi bir zatın milliyetinin; Türk, Fars, Afgan veya Tacik olup olmadığını araştırmanın, en başta kendisine yapılmış çok büyük bir saygısızlık olduğu kanaatindeyim. Yapmamız gereken Mevlana düşüncesinin inceliklerine nüfuz edebilmek, onun İslam tasavvufunun en önemli temsilcisi olduğunu unutmayarak, etnik kökenini araştırmak yerine işaret ettiği marifet makamına ulaşmaya çabalamaktır.
Hazret’in beyitleriyle sonlandıralım.
Her kesî ez zannı hod şod yâr-i men / Ke’z derûn-i men necost esrâr-i men
Serbest çeviri ile söylersek: [Herkes kendi zannınca/kapasitesince beni anlamaya çalıştı, ancak hiç kimse ne söylemek istediğime bakmadı, onu araştırmadı.]
Ba’d ez vefat türbet-i mâ der Zemin mecû / Der sine-hâ-yi merdum-i ârif mezâr-ı mâ
[Öldükten sonra bizim mezarımızı yeryüzünde aramayın, bizim mezarımız ariflerin gönüllerinde]
https://www.gzt.com/nihayet/siz-neyitartisiyorsunuzmevlanaasil-bizim-3545855