Sabır cennete giden yoldur, sırattır
Her güzeli bir çirkin lala gözetir
Laladan kaçarsan vuslata eremezsin
Güzeller laladan ayrı düşmesin
Sabrın zevki hakkında hiçbir şey bilmiyorsun
Hele dildarın vuslatı için sabırdan bihabersin
(3180) Yiğitler savaşmaktan zevk alır
Korkakların başka zevkleri vardır
Nefislerinin hazzı sadece şehvettedir
Çabası ile ulaşacağı yer zillettedir
Göğe ulaşmış olsa bile korkma böylelerinden
Tat aldığı her şey alçağın süfliyettendir
Çanını ne kadar asarsa assın yukarı
Aşağıların aşağısına koşturur atını
Dilenci bayrağı bin türlü olsa bile
Elem çekme netice hepsi el açar ekmeğe
Bir kambur ve bir çocuk yalnız kaldı tenhada
Çocuk adamın kötülük edeceğinden düştü korkuya
Adam dedi “ey nazlı çocuk benden korkma”
“İstersen sen gel çık üstüme, haydi durma”
“Görünüşüm korkunç ama iş üstünde hiçim”
“Çökmüş deveyim sür beni ol süvarim”
Sureti adama benzer ama içi hile ve düzen
Görünüşü Âdem fakat içi bildiğin şeytan
Ad kavmi gibi cüsselisin lakin içi boş bir davulsun
Rüzgâr eser, dal çarpar ve sen ses çıkaransın
(3190) Tilki bu sesi duyunca vazgeçti bıraktı avını
Sonra bir pençe attı gördü boş havasını
Anladı davulmuş semiz bir av değilmiş
Dedi “bir domuz bin boş tulumdan iyiymiş”
Tilkiler bu sebepten davulun sesinden korkar
Akil olan “sus, konuşma” der onu tokatlar
Hayatımız içinde yürüdüğümüz yoldur. Yolun nereye çıkacağını biliyorsak doğru yolda mıyız yoksa kaybolup gideceğimiz bir yanlış yolda mıyız biliriz. Hayat çoktur. Yol da çoktur. Yolların çıktığı ve bizim gittiğimiz hedefler de birbririnden çok farklıdır. Bu yollarda karşılaştığımız önümüze aniden çıkıveren şeyler ister şaşırtıcı bir mutluluk isterse şaşırtıcı bir bela ve musibet veya acı ve keder veya dert ve sıkıntı olsun, olan her ne ise varacağımız hedefi değiştirmez. Ama mutlaka yolumuzu değiştirmemize sebep olur. Keyif ve haz görünen ara yola saparız. Acı ve keder görünen ara yoldan kaçarız. Böylece gittiğimiz yol değişir. Varmak istediğimiz hedef kaybolur.
“Sabır cennete giden yoldur” mısraında karşınıza çıkan ne olursa olsun yolunuzu değiştirmeyin uyarısı hissediliyor. Çünkü sabır sadece acı ve kedere tahammülü ifade etmez. Sabır aynı zamanda “direnç” sabır aynı zamanda “sabit kadem olmak” sabır aynı zamanda “kararlı ve istikrarlı olmak”, sabır aynı zamanda “verilmiş karardan geri adım atmamak” sabır aynı zamanda “vazgeçmemek” sabır aynı zamanda “başlanan işi mutlaka bitirmek” demektir. Acıya dayanmak, tahammül etmek, şikâyet etmemek işin sadece bir kısmıdır.
Bütün bu anlamları ile nazarı dikkate alınırsa sabır gerçekten cennete giden yoldur. “Sırat” benzetmesi de aynı sonucu doğurur. Sırat geçmesi ne kadar zor olursa olsun, kıldan ince kılıçtan keskin de olsa sonuçta cennete gidebilmek için geçilmesi gereken bir geçittir. Sabır da sırat gibi cennete götüren geçidin diğer ismidir.
Hemen peşinden gelen “Her güzeli bir çirkin lala gözetir” mısraı son derecede dikkat çekici durmaktadır. Konuyla hiç alakası yokmuş gibi görünen bu teşbihi şöyle anlamak mümkündür. Sabretmemiz gereken şeyler genellikle aniden başımıza gelen ve istenmeyen şeylerdir. Hastalıklar, kazalar, hayal kırıkılıkları, kaybedilenler, yoksunluklar, acılar ve kederler sabretmemiz gereken şeylerdir. Bunlar ve benzerleri hayatımızın akışı içinde güzel bulmadığımız ve “çirkin” diye nitelediğimiz şeylerdir. Bunların dışında kalanlar hayatımızın “güzel” taraflarıdır. Hayatımızın akışını İnşirah Suresinde beyan buyrulan “her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” ilahi hükmünün ışığında değerlendirdiğimizde bela ve müsibetler ile ferahlık ve mutluluğun birbirini takip ettiği gerçeğiyle karşılaşırız. Hayatımızın güzellikleri sabretmemiz gereken çirkinlikler ile birlikte bulunur. Bu akış, güzellerin emanet edildiği çirkin lalaların varlığını kabulüne zorlar. Çünkü çirkin lalanın görevi emanet edilmiş güzeli korumak, büyütmek, beslemek, gelişip serpilmesini sağlamaktır. Güzelin kıymeti çirkinle, iyinin kıymeti kötüyle anlaşılır. Güzel çirkine, iyi de kötüye muhtaçtır. Güzelin vuslatını istiyorsak çirkinin varlığını baştan kabul etmemiz gerekir. [Laladan kaçarsan vuslata eremezsin / Güzeller laladan ayrı düşmesin] beytinde bu derin uyarıyı buluruz.
Ayrıca sabrın kendi başına müstakil bir zevki vardır. İnsan sabrettikçe direnci artar, dayanıklılığı artar, acı eşiği yükselir. Artık başına gelen bela ve musibetten daha çok kendi direnç ve dayanaklılığını düşünmeye başlar. Sabrettikçe içine düştüğü sıkıntıdan kurtulmaya bir adım daha yaklaştığının bilincine varır. Her adım dildar ile vuslata biraz daha yaklaştıracaktır kendisini. Bunun aksine, şikâyetlenmesi, ağlaması, mızmızlanması, kendisinin talihsizliğini düşünmesi, kendisine acımaya başlaması bütün direnç ve dayanıklılık duvarlarını yıkacak canını yakan acıya teslim olmaya başlayacaktır. Bu durum acısını hafifletmeyeceği gibi daha çok acı çekmesine sebep olacaktır.
Yiğitler savaşmaktan zevk alır / Korkakların başka zevkleri vardır
Kişinin acıya direnmesi onunla savaşması demektir. Savaşı göze alanlar yiğitlerdir. Savaştan kaçana ise korkak denir. Korkak tat ve lezzet aldığı şeylere ulaşmak için savaşmaya yanaşmaz. Savaştan kaçmak ise acıdan kurtulmak değildir. Umduğu tat ve lezzete ulaşması demek de değildir.
Burada iki temel unsur karşımıza çıkmaktadır.
Sabır ve korku…
Sabrı tüketen korkudur. En öncelikli korku acıdan korkudur. Acının daha çok artacağından, çoğalacağından korkan kişi sabrını tüketir. Direncini kırar. Savaşma gücünü bitirir. Korkunun diğer sebebi peşinde koştuğu haz ve lezzetten mahrum kalma korkusudur. Oysa haz ve lezzet nefsin arzusudur. Nefsin arzusunu yerine getiren nefsini besler, onun daha çok haz daha çok lezzet dürtüsünü ayaklandırır. Böylece sabrın ve direncin merkezi olan ruhunu zayıflatmış olur. [Nefislerinin hazzı sadece şehvettedir] mısraında anlatılan bu durumdur. Oysa şehvet için gösterilen çabanın varacağı nihai yer, zillet ve meskenettir. Zillet ve meskenet bir başka söyleyişle ruhun iflası, ruhun gücünün çürütülmesidir.
[Göğe ulaşmış olsa bile korkma böylelerinden] Hem korkma hem böyle olmamak için sabrı elden bırakma. Çünkü nefsinin peşinde koştuğu şehvet için çabalayanlar, süfli bir alçaklığa duçar olmuşlar demektir. Bu alçakların sahip olduğu şeyler de seni yanıltmasın. Ne yaparlarsa yapsınlar, neyi başarırlarsa başarsınlar, hangi etiketi kazanırlarsa kazansınlar, alçaklıktan ve süfli oluştan kendilerini kurataramazlar. Onların sahip olduğu ve kendilerini yücelttiklerini zannettiği şeyler dilencilerin çaputtan diktikleri bayrağa benzer. Dilencinin bayrağı ne kadar yükseğe asılırsa asılsın, sonuçta dilenci bayrağıdır. Savaştan kaçıp haz ve şehvetinin peşinde çaba harcayanlar, sabretmek direnmek yerine korkuya teslim olanlar [Aşağıların aşağısına koşturur atını]
Acıdan korkma!
Acı zatı itibariyle etken değil edilgendir. Asıl değil arazdır. Kalıcı değil geçicidir. Acıdan korkanlar karanlıkta gördüğü korkunç görünüşlü adamdan ürken çocuklara benzer. Ne kadar korkunç görünürse görünsün, ürkütücü şeklinin altında saklanan hem iğrenç hem zavallı bir düşkünlüktür.
Sureti adama benzeyen ama içi hile ve düzen olan görünüşü Âdem fakat içi bildiğin şeytan olan çok kimse vardır. Acı da böyledir. Sabır ve dirençle karşılayabilirsen acıyı öyle korkulacak bir şey olmadığını görürsün. Ad kavmi gibi cüsseli lakin içi boş bir davul olan insanlar vardır. Rüzgâr eser, dal çarpar ve o ses çıkarır. Her acıyla her nahoş durumla her istemediği bir şeyle karşılaştığında ağlayıp sızlayanlar sabrı bir tarafa bırakanlar esen rüzgârdan oynayan dal çarptıkça ses çıkaran davula benzer.
Kurnaz tilkilerin bile umursamadığı böyle boş bir davul olmak mı iyi yoksa başına gelen bela, musibet hatta felaket bile olsa sabreden, direnen, savaşan, korkmayan yiğitçe bir duruş sergileyen biri olmak mı daha iyi.
Elbette tilkilerin bile umursamadığı değersiz bir olmak tercih edilecek bir şey değildir.
Değerini korumak için sabret ve acıdan korkma!
*
http://ahenkdergisi.com/?p=2710
#M. Sait Karaçorlu