Mevlana’da Akıl ve Aşk
Bilal Kuşpınar
A kıl ile aşk ilişkisi birçok tasavvufi ve felsefi eserlerin ve özellikle şiirlerin konusu olmuştur. Dini ve dünyevi meseleleri anlamada ve yorumlamada, aklın önemi tartışılamaz. Fakat Mevlana gibi tasavvufi düşünürlerin, aklın önemine inanmakla birlikte, onu daha ziyade ikinci plana itip, aşka ağırlık verdikleri ve hatta aşkla yolculuk yaptıkları bilinen bir gerçektir. Fakat bu, basit bir şekilde, birini öbürüne tercih etmek değil; aksine, bu çalışmamızda da inceleyeceğimiz gibi, birini diğerine basamak yapmak ve ilerlemektir. Daha açık bir ifadeyle, aklı gidebileceği sınıra kadar kullanabilmek ve kaldığı noktadan itibaren aşkla yola devam etmektir. Akıl, belki dünyayı anlamada yeterli olabilir ama dini anlamada ve derinliklerine inmede, yan yolda kalabilir ki, Mevlana da bu görüştedir. Zira, ona göre din, sadece iman esaslarından oluşan kuru bir olgu değil, insandaki ‘kişiliğe’ kadar inen ve onun ‘ruhunu’ uyandıran canlı bir hayat görüşüdür. İnsana, aslının ne olduğunu, kendisinin kim olduğunu ve değerini bildiren ve aynı zamanda yaşatan bir hayat tarzıdır. Din, sadece helallerin ve haramların bilgisinden ibaret değildir. Nitekim Mevlana, bu basit anlayışı tenkit ederek, caiz olan ve olmayan şeyleri bilmekle kendisini alim zanneden kişilere, “kendin caiz misin?”, “din usulünü bildin ama kendi aslın, kendi mayan iyi ise bir de ona bak, onu bil” diyerek dinin adeta aşk boyutunu ima eder.
#Bilal KUŞPINAR