İSTANBUL MEVLEVÎHÂNELERİNDE YETİŞEN EDİB VE ŞÂİRLER – Mustafa Çiçekler

AŞKIN SULTANLARI SON DÖNEM İSTANBUL MEVLEVÎLERİ ULUSAL SEMPOZYUMU
14-15 Mayıs 2010 / İSTANBUL

 

İSTANBUL MEVLEVÎHÂNELERİNDE YETİŞEN EDİB VE ŞÂİRLER

Prof. Dr. Mustafa ÇİÇEKLER

(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi)

Önce sayın başkana ve değerli konuklara sevgi, selam ve muhabbetlerimi arz ediyorum. Çok uzun tutmak istemiyorum konuyu. Çünkü müteakip oturumlarda değerli arkadaşlarımız, her biri münferit olarak belli bir şâir veya edip olan Mevlevî büyüklerinden bahsedecekler.

Bir kaç hususa temas etmek istiyorum. Şöyle ki; malumunuz kültür ve sanat hayatının gelişmesinde ve oluşmasında ve sanat dallarının teşekkül etmesinde, şahsiyetlerin yetişmesinde ve eserler meydana getirmesinde çeşitli odakların, zümre veya mahfillerin himmetleri ve hizmetleri önemli bir yer tutmaktadır. Klasik kültürümüzde esnaf konaklarının, varlıklı ailelerin veya hükümdar saraylarının (bunun yanında vezirlerin belki) yanı sıra tekke ve zaviyelerin de, bu söz konusu edilen sanat ve kültür hayatının gelişmesinde önemli katkıları olduğu muhakkaktır. Fakat bu kurumlar veya müesseseler içinde biraz önce Ekrem Işın beyin de bahsettiği gibi, kesintisiz olarak son zamanlara kadar, yani 1925’lere kadar fiili olarak devam edip daha sonra da gönüllerde aynı ışık ve parıltıyı aktarmaya devam eden Mevlevîlik, bu san’at ve edebiyatın veya kültür hayatımızın gelişmesinde önemli bir mekân olarak hayatımızda önemli yer tutmaktadır. Bu sebeple Mevlevî dergâhları, zâviyeleri veya âsitaneleri, dikkatle ve ehemmiyetle üzerinde durulması gereken mekânlar ve merkezlerdir. Bu İstanbul ve Konya için olduğu kadar geniş Osmanlı coğrafyası için, şu anda günümüzde dünyanın değişik şehirlerinde de açılan Mevlevîhânelerde Mevlevî semâlarının icra edilmesi, Mevlâna’yı ve Mevlâna’nın görüşünü o taraflara taşıması açısından hâlâ aynı fonksiyonunu ve vazifesini devam ettirdiği kanaatindeyiz. Mevlâna sonrasında bu yolun büyüklerinin şiire, mûsıkiye, hat sanatına ve bütünüyle de güzel sanatlara gerek icra gerekse ilgi boyutunda gösterdiği rağbet ve ciddi katkıları göz ardı edilmemelidir. Bu çerçevede düşünüldüğü zaman doğrudan kendisi Mevlevî şeyhi olan veya bir şekilde yolları oralara düşmüş olup bu güzel kurumlardan, müesseselerden beslenmiş, feyiz almış ve feyiz dağıtmış şâir ve ediplerin sayısı azımsanamayacak kadar çoktur.

Bilindiği üzere Mevlâna kendisi hayatta iken ilmi ve irfanı herkes tarafından tasdik edilmiş, hayatının belki her safhası her hangi bir itiraza mahal vermeyecek derecede göz önünde olmuş ender mutasavvıf-şâir ve ediplerden biridir. Ferîdüddin b. Ahmed-i Sipehsâlâr (Risâle-i Sipehsâlâr/Mevlânâ ve Etrafındakiler) ve Ahmed Eflâkî Dede (Menâkıbu’l-ârifîn/Âriflerin Menkıbeleri) tarafından kaleme alınan hayat hikâyesi ‑kerametlerle karıştırılmış, tarihler aktarılırken gerekli ihtimam gösterilmemiş diye eleştirilse de‑ bu bilgilere ulaşmamızda en önemli kaynaklardandır.

Bir ehlinin ifadesi ile “vehbî” bir eser olarak nitelendirilen Mesnevî, sevenleri ve bu yolun takipçileri tarafından sürekli okunmuş, feyiz alınmış, hayat çizgilerini belirleyen bir eser olagelmiştir. Mesnevî’nin Farsça olması, bu yol müntesipleri ve muhiplerinin bu dili öğrenmelerini âdeta zorunlu kılmıştır. İstanbul merkezinde bulunan âsitânelerden Galata Mevlevîhânesi, Yenikapı Mevlevîhânesi, Beşiktaş-Bahariye Mevlevîhânesi ve son Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nde vazife yapan şeyh ve postnişînlerin de Mesnevî dili olan Farsçayı bilmemeleri düşünülemez. Nitekim hemen hepsinin Mesnevî’yi okuyup şerh etmeleri, Farsça eser yazıp şiir söylemiş olmaları, böyle bir teâmülün var olduğunun göstergesidir. Malumat sahibi olabilmek için Sâkıb Dede’nin Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân, Esrâr Dede’nin Tezkîre-i  Şu’arâ-yi Mevleviyye vb. eserlere bakmak yeterlidir.

Yine bazı Mevlevî büyüklerinin değişik bilim dalına ait eserleri Farsça kaleme aldıkları da malumdur. Nâyî Osman Dede’nin musikî ilmine dair Rabt-ı Ta’bîrât-ı Mûsikî adlı önemli eseri de bunlardandır. Gerek müstakil eserler gerekse yazma hâlindeki mecmualar tarandığında edebiyat dünyamızda Mevlevî veya Mevlâna muhibbi edip ve şairlerin çokluğu görülebilecektir.

Konuşmamın sonunda her biri bir edeb âbidesi olan “Aşkın Sultanları Son Dönem İstanbul Mevlevîleri”ni saygı ile anıyor, bu anlamlı Sempozyumu düzenleyen ve emeği geçen herkese takdir ve şükranlarımı sunmak istiyorum.