Hazreti Mevlânâ (rh.a)

Hazreti Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (rh.a)

Büyük velîlerin ifâdelerine göre, Hazreti Pîr Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, bütün evliyâların çağlar aşan sözcüsüdür. Bu nedenle, bütün bir insânlık için mükemmel bir velâyet örneğidir. Hazreti Mevlânâ Celâleddîn Rûmî “Dilden kalbe bir yol vardır, kalpten dile olduğu gibi” sözlerindeki gibi, gönülden gönüle, gönül hakkında yazıyor. Hz. Mevlânâ’nın ilim ve irfânı hiçbir zaman insân hayâtından, sünnetten, hadîs-i şeriften, âyetlerden ayrı değildir. Kur’ân’la samîmî bir ünsiyetin nasıl kurulacağını öğretiyor. Kur’ân âyetlerinin özü olan eserleriyle insân hayâtını aydınlatıyor. Âyetlerin hikmetlerini nasıl yaşayacağımızı gösteriyor. Gerek hikmetli sözleri ile gerek menkıbeleri ile bize hayâtımızı en doğru nasıl yaşamamız gerektiğine dâir örnek oluyor. Nihâî meselenin Allâh’a Kur’ân ile nasıl varabiliriz olduğunu açıklıyor: “Allâh’a Kur’ân ile yaklaşan bāzı kullar vardır. Daha seçkin olan diğerleri ise Allah’tan gelerek Kur’ân’ı burada bulurlar ve O’nu Allâh’ın gönderdiğini anlarlar.”

İslâm’daki teslîmiyet kavramını, Kur’ân’daki hakīkati, iki cihan serveri Muhammed Mustafâ’ya (aleyhis-salât ü ves-selâm) olan muhabbeti anlamak istiyorsak Mevlânâ Celâleddîn Rûmî Hazretleri muhteşem diliyle bunu şöyle ifâde ediyor: “Yaşadığım sürece, Kur’ân’ın kulu, kölesiyim. Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım. Sözlerimden, bundan başka bir şey nakleden olursa, ben o nakledenden de, o sözden de şikâyetçiyim.”

“Ben peygamberin yolunun tozuyum” diyerek aşk ve tākibin hayâtındaki en önemli düsturlardan olduğunu isbât etmiştir. Bu, İslâm’ın ana mesajıdır. Hazreti Mevlânâ velâyetin zirvelerine çıkmış olmasına rağmen mutlak bir mahviyet içinde ve Kutlu Nebî’ye sonsuz bir aşkla şöyle ifâde ediyor: “Muhammed’in şerîati yolunda hayâtımı da rûhumu da fedâ ettim.”“Ben aklımı Mustafâ’nın hükümleri önünde kurbân ettim.”

Allâh’ın velîleri en büyük hazzı, Habîbullah (aleyh-is-salât-ü-vesselâm)’ın yolunun tozunun zerresi olmakta bulurlar. O’nun sonsuz cemâlinde nefsi eritip yok eden kişi, Muhammedî aşk deryâsına gark olur. Bir velînin ana vasfı atomik kuvveyi toz toprakla birleştirmesidir. O kendisinde, ilâhî nûrun kuvvesini, toz toprakla anlatılan mahviyetli bir varlıkla birleştirmiş. Hz. Mevlânâ muazzam açıklama vermektedir: “Güneş bir atomda gizlidir ve o atomcuk âniden ağzını açıverir. O güneş pusu kurduğu yerden çıktığı zaman dünyâ ve kâinât parçalara bölünür.”

İlmin tevâzū ilmi olduğunu ve Allah yolunda hizmetkâr olmanın bir mü’minin erişebileceği en yüksek mertebe olduğunu Hz. Mevlânâ’dan öğrenmekteyiz. Hz. Şems-i Tebrizî bu konuda velâyetin zirvelerine çıkmış Hz. Mevlânâ için şöyle buyuruyor: “Ben eğer bin yıl okusam bu akıl yoluyla bilinmesi gereken dünyâlık ilimlerden bir tânesini bile öğrenemem. Ben onunla (Hz. Mevlânâ) konuştuğum zaman o huzūrunda kendisi bilgisiz sanır. Söylemek ayıp olmazsa, huzūrumda iki yaşındaki bir bebek gibi oturuyor veya İslâm dînini yeni kabûl etmiş bilgisiz bir Müslüman gibi. Bu ne güzel bir teslîmiyet!” Hz. Mevlânâ’da yatan aşkın bütün sırları Şems’in huzūrunda küçük bir çocuk oluyor. İslâm dîninin özünü ortaya çıkartıyor.

Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm olan Allah Ahzab Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber. Biz hakīkaten seni bir şâhit, bir müjdeleyici ve bir îkāz edici olarak gönderdik. Allâh’ın izniyle kendisine dāvetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” Peygamber Efendimiz (aleyhis-salât ü ves-selâm) yaşantısı, sözleri ve tüm varlığıyla mü’minler için müjdeleyici ve teşvîk edici, zālimler ve inkâr edenler için îkāz edici, aynı zamanda sırât-ı müstakīme dāvet edicidir. Devâmında Efendimiz’e ‘nur saçan kandil’ ‘sirâcen münîra’ ifâdesi kullanılmıştır. O nûr, bütün insanoğlunu aydınlatıcı bir nurdur. Kur’ân-ı Kerîm’de söylediği gibi, “Size Allah’tan bir nûr gelmiştir.” Hazreti Mevlânâ Celâleddîn Rûmî de bizlere ibret verici, uyarıcı, dāvet edici sözler aktarmıştır. O’nun ‘Yedi öğüt’ü, bunun isbâtıdır âdetâ: “Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol…..” buyuruyor. Cömert olan bir kişi iyidir ya da cömert olmayan kötüdür demiyor. “Güneş gibi ol, deniz gibi ol” buyuruyor. İnsanları rencîde etmeden nasīhat ediyor. Özün güzelliklerine ulaşmak için bize gereken ilhâmı veriyor.

Hz. Mevlânâ bizleri şifânın hakīkī kaynağına dāvet ediyor: “Bütün kronik hastaları çağırıyorum. Bizim ilâcımız bütün hastalıklara şifâdır.” O’nun sözleriyle ancak İslâm’ın terbiye metoduyla kâmil mānâda şifâ bulabileceğimizi idrâk edebiliyoruz. İslâm disiplini dışındaki tüm eğitim sistemleri noksandır. İnsanın havasızlıktan ölmesi gibi İslâmsızlıktan ölmesi de mukadderattır. İslâm’dan mahrûm bırakılan insân, oksijensiz kalmış beyin veya kan akışından mahrûm kalmış vücut gibi belli bir süre sonra ölüme mahkûm olacaktır. İslâm’dan uzak kalındığında insânî sıfatlardan mahrûmuz demektir. İnsanî sıfatlardan uzak kalındığında da mānevî ölüm gerçekleşmiş demektir. Hz. Mevlânâ çarpıcı tespitlerde bulunuyor: “Kendi ebedî hayatlarını kendi elleriyle katlediyorlar.” “Kişinin kendi nefsinin hevâ vü hevesini kovalaması, Allah’tan kaçıp uzaklaşmak ve O’nun adâletinin huzūrunda kendi mânevî varlığının kanını dökmek demektir.”

Hz. Mevlânâ “Gel!” çağrısı ile tüm dünyâda tanınmaktadır. “Gel!” çağrısı, evrensel bir çağrıdır. Hz. Mevlânâ’nın “Gel”çağrısını genellikle bir hoşgörü meselesinden ibâret algılıyoruz. Oysa “Gel!” çağrısı aynı zamanda “Dön ve Tövbe et” dāvetidir. Uzaklaşma, yanlış istikāmete gitme, gaflet yollarına saplanma uyarıları “Gel çağrısı” içinde saklıdır. Tekrar dön ve asıl vatana eriş demek istiyor.

Evrensellik şuuru, kişi, insanlığında kemâle erince ortaya çıkar. Bu, bir İslâm velîsinin mümeyyiz vasfıdır. Bütün âleme, ama özellikle insânlığa küllî bir rahmet olarak gönderilenin (sav) merhametini tevârüs ettiğinden velî, evrensel bir varlık sürdürmektedir. Bu yüzden İslâm velîleri, evrenselliğin özünü taşır ve evrensel bir dil konuşurlar. Bütün konuşmaları ve yazdıkları ebediyetin hoş kokularını taşır. Evrensel velîye sıradışı bir örnektir Hz. Mevlânâ. Müslim ve gayrı-Müslimlere şöyle seslenmektedir: “Bütün farkları koyalım bir kenara. İnsan kemâlinin ilk nüshası Âdem’e bakalım.” “Yetmiş iki millet sırrımızı duydu; tek bir noktadan yüzlerce ses veren Ney gibiyiz biz.” Mevlânâ, dil, din ve ırk ayrımı yapmadan herkesi kucaklıyor.

En çarpıcı ifâdesi, ok gibi kalbimize saplanan, kendi kendisini anlattığı sözleridir. Hz. Mevlânâ, Allâh’a olan aşkı, özlemi, hasreti, teslîmiyeti, muhabbetini bize anlatmaktadır:

“Dînim aşktır benim.”

“Hamdım, piştim, yandım.”

“Ben bir vakitler ülkenin en ciddî sofusuydum. Kürsülerde vaaz ederdim. Fakat kader beni Seni alkışlayan Āşıklarından biri hâline getirdi.”

“Keşke ben, kim olduğunu bilseydim. Hayatta kiminle birlikte olduğumu bilseydim. Kulaklarım gaflet pamuğuyla tıkalı olmasaydım da aczimi fark edip kendime bin gözle ağlasaydım.”

“Yâ Rab! Beni, bu alaycı nefsin elinde bırakma. Beni, Senden başkasıyla uzlaşmak zorunda bırakma. Ben nefsimin fitnesinden dâimâ Sana sığınırım. Ben, Seninim, beni tekrar bana bırakma.”

“Seni anmadan neye gönül bağladıysam tövbe. Seni zikretmeden nerede oturduysam tövbe. Huzūrunda yüz kere tövbemi bozdum. Sonra bu yüz kere bozduğum tövbeye de tövbe.”

“Senin kalp sancın bana aslen bir an dünyâya dâir kalp sancısı yaşatmadı; Sana olan hasretim sudan ve çamurdan olmama müsâade etmedi.” “Bana daha az kalp sancısı gönderirsen, üzüntüden helâk olurum ve kalbim daralıp kasılır. Ama bana kalp sancıları yağdırırsan nâzenînliğinden mahcûb olurum.”

“Tam kırk sene benim mîdemde bir gece ta’ām uyumadı. Allah biliyor, Peygamberi de şâhittir ki, azığımı, gücümü Allah’tan alıyorum. Kırk seneden beri aç yaşıyorum. “Rabb’imin katında gecelerim” hadîsi bana su verir ve yemek, Allah katından canıma ulaşır.” “Āşığın gıdâsı, ekmeksiz ekmeğe āşık olmaktır. Aşkında doğru olan kişi varlığa bağlanmaz. Āşıkların varlıkla işi yoktur.”

Secde, insânın Allâh’a gösterebileceği en yüce aşk ifâdesidir. Rivâyet olunduğuna göre Hz. Mevlânâ soğuk bir kış gecesi medresede teheccüd namazıyla meşgûl olmuş. Secdesini o kadar uzatmış ki gözyaşları sakallarına karışıp donarak döşemeye yapışmış, çevresindekiler onu sıcak su getirerek kurtarmışlardır. Hz. Mevlânâ ise kuvvetli bir “Âh!” ile “Keşke beni bıraksaydınız…” diye haykırmıştır.

Rubâīsinde āşığın düstûrunu çarpıcı bir şekilde bize anlatmaktadır:

“Hastalıklı yaşamaktansa ölmek daha iyi. Minnetle verilen elbiseyi giymektense çıplak kalmak daha iyi. Hak yolunu görmeyen göze sāhip olmaktansa körlük daha iyi. Hakk’a ulaştırmayan sohbetten uzak kalmak daha iyi.”

En ümit verici, en ilham verici rubâīlerinden birisi:

“Arayanlara müjdeler olsun aranan geldi, Ey āşıklar neşe ile nâra atın, Sevgili geldi, Eyyûb’un çilesi bitti sağlığına kavuştu, Yüzbinlerce Yākūb’un Yûsuf’u geldi.”

Hz. Mevlânâ’nın muazzam öğütlerinden biri de şudur:

Bedene verilen lezzet sizi hamlaştırır fakat çektiği acı sizi olgunlaştırır. Dînin teklîfi altına girmedikçe hakīkī îmânı elde etmiş olmazsınız.” “Allah’tan kaçtınız ama yemekten kaçmadınız. Dinden kaçtınız ama putlardan kaçmadınız. Ey bu denî dünyâsız yapamayanlar! Onu bir halı gibi seren Zât’tan ayrı nasıl yapabiliyorsunuz? Ey lüks ve konforsuz yaşayamayanlar! Kerîm olan Rabbimizden ayrı kalmaya nasıl dayanıyorsunuz?” “Cemîl-i Bâkīnin muhabbeti dışında herşey gerçek bir azaptır. Ölüme doğru gitmek ve hayat suyunu içememek azaptır.” “Derde düşmedikçe dermâna erişemezsin. Can vermedikçe de cânâna kavuşamazsın. Halîl gibi ateşe atılmadıkça, Hızır gibi âb-ı hayât kaynağına ulaşamazsın.” “Ey gönül! Bir an olsun Allâh’a kul olmadın. İşlediğin günahlardan dolayı hiç pişmân olmadın. Sūfî, fakīh, zâhid, ālim oldun. Ama gerçek Müslüman olamadın.” Yine Hazreti Mevlânâ’nın deyişiyle: “Allah gökleri yarattıysa ihtiyaçları gidersin diye yarattı. Nerede dert varsa devâ oraya gider, nerede yoksulluk varsa nīmet oraya varır. İbret almayı, uyanmayı Allah’tan dile. Kitaptan, sözden, harften, duraktan değil.” Hz. Mevlânâ bize hayâtımızın temel görevi, temel meselesi, temel amacının mānevî uyanışa erişmek olduğunu anlatmaktadır.

Hz. Mevlânâ’nın insânlara vasiyeti: “Senden isteğim Allah’tan açık ve gizli bir şekilde kork, az ye, az uyu, az konuş,günahlardan sakın, namazlarına ve oruç tutmaya devâm et, şehvetten her zaman kaçın, insanların fenâ huylarına ve eziyetlerine katlan, ahlâksız ve sıradan insanlarla berâber olmaktan kaçın. Nâzik ve irfanlı kimselerle berâber ol çünkü en faydalı insan, diğerlerine faydası dokunandır. En faydalı söz ise kısa ve içten olandır.”

 

https://yenidunyadergisi.com/blog/hazreti-mevlana-celaleddin-rumi-rha-1