Hz. Mevlânâ’yı Okumak “Ben Be’nin Altındaki Noktayım”

Hz. Mevlânâ’yı Okumak “Ben Be’nin Altındaki Noktayım”

Sadık YALSIZUÇANLAR

Modern zamanların kalbi yaralı ve zihni örselenmiş biçareleri olarak bizler, kendi irfani gele­neğimizin kaynaklarını okuma konusunda kaygı verici engel­lerle karşı karşıyayız.

Bunun ötesinde, irfani ve hikemi eserlerin okunma­sında şöyle bir sorunla da yüz yüzeyiz: Bu eserler, müelliflerinin manevi tecrübeleri olduğundan, bizim onları sözgelimi modern anlatılar gibi ‘okuyup’ anla­mamız ve istifade etmemiz hayli güç.

Bu bağlamda önümüzdeki yıl Hz. Mevlana etrafında yapılacak muhtemel çalışma ve etkinlikler baştan böylesi ciddi tehlikelerle karşı karşıya.

Örneğin bir Hz. Mevlana filmi çekilecekse, bunun her şeyden önce metninde, senaryosunda ve tretmanla- rında Hz. Pir’in manevi dünyasının nasıl yansıtılacağı ciddi bir sorun.

Bizim irfani geleneğimizin bu büyük bilgeleri, eserlerindedir. Kaldı ki, eserleri ‘müşahede’lerinden ibaret olduğu, hatta binlerce müşahedatından biri olduğu için, filmi gerçekleştirecekleri aşılması güç mânâlar beklemektedir.

Söz konusu Hz. Pir olacaksa, O’nun sırları ve hakika­ti, büyük oranda Mesnevi-i Şerif’te aranmalıdır.

Mesnevi-i Şerif ise, şerhsiz ve kılavuzsuz okunursa yine de feyze medar olabilir ama bu kavrayış daima, hatta yer yer yanlıştır.

Buradan hareketle denebilir ki, bir Hz. Mevlana fil­mi veya anlatısı gerçekleştirecek olanlar, en azından iki üç Mesnevi Şerhi’ni mutlaka dikkatle, döne döne okumalıdırlar.

Bunlar arasında Bursevi’nin şerhi âcizane kanaatim­ce en değerli, en fazla ilgi ve dikkati hak edenidir. Şefik Can üstadın da şerhi son derece nitelikli ol­makla birlikte Bursevi şerhi vazgeçilmezdir.

Mesnevi’nin tümü, ilk on sekiz beyitte saklıdır. İlk on sekiz beytin sırrı ilk beyittedir. İlk beytin gizi ise, be harfindedir, be harfi ise altındaki noktada gizlidir.

Efendimiz’den naklen rivayet edilmiştir ki: ‘Kuran Fa- tiha’da, Fatiha Besmele’de, Besmele be harfinde, be harfi ise ayırt edici bir noktada gizlidir, işte ben, o ayırt edici noktayım.’

Bursevi şerhinden öğreniyoruz ki, Mesnevi’de, şikâ­yet, hikayet’ten önce gelmektedir:

“Yarılmış gönlüme senden ulaşan her ney oluğu, kabrimin başında inleyen ney olur. Ben, canın ca­nından şikayet ediyorum, fakat şikayetçi değilim, sadece rivayet (hikayet) ediyorum. O canın dudağın­dan uzakta inleyen bir neydir. Dinle neyden hikayet ediyor, o şeker gibi dudaktan ayrı kalmış, ayrılıklar­dan şikâyet ediyor… Ben, be’nin altındaki noktayım… Cümle mana bir imiş, bunca tekrar nedir… Her şey benimle ayakta durur (veted, sütun, insan-ı kamil)…”

Bursevi be’nin sırlarını açıklarken şu şerhleri düşü­yor:

Besmeleye uygunluğu. Tevbe suresi, besmelesiz in­miştir lakin be ile başlar.

‘Bişnev…’le başlaması, bu anlamda Mesnevi-i Şerif’in besmeleye uygun biçimde ve adeta besmeleyle başladığı anlamına gelir.

O’nunla, O’nun adına ve O’na başlamak…

Ve ‘Bişnev…’ nun ile biter, ‘ben, be’nin altındaki nok­tayım sırrı gerçekleşir.

Toplayıcı nun, kitabın anasıdır. Kitabın aslı varlıktır. ‘Alan bir kıldan alır’ ancak. ‘Her şey, benimle ayakta durur.’ Var olanlar, melekûtlarıyla kaimdir, ayakta du­rur; melekût, Allah’ın kudret elindedir.

Be, başlangıca ve o başlangıcın Mesnevi olduğuna işarettir, be’nin sayısal değeri 2’dir, bu bakımdan anlamlıdır.

Bir, elif’tir, be, ikincidir.

Elif, yani 1, Vahidiyyet’in imgesidir. Allah, tecelli ale­minde vahittir, tecellinin olmadığı gayb alemlerinde ehad’dir, tek’tir, ona mutlak teklik, ehadiyyet denir.

Be, Latif ism-i şerifinden doğar. Mesnevi-i Şerif, Latif olan Bari isminin tecellisidir. Ruhun lütfu olmadıkça, hakikatlerin ve latifelerin âlemine girmek imkânsız­dır.

Be, yaratılışın belirmesine işarettir. İnsan, taay- yün’de, elif biçimindedir. Mesnevi, görünen ve gö­rünmeyen âlemlerin sırlarına ilişkin olduğundan, be, elif’e tercih edilmiş, ondan önce gelmiştir. Çünkü insanın yaratılışı, taayyün’e tâbîdir. Be kelimesinde, bu yüzden elif be’ye tâbîdir. ‘Evvel olan evveldir’ sır- rınca, be, öne alınmıştır.

Be’nin altındaki birlik noktası, Allah’ın öncesizlik düzeyindeki belirlenimine işarettir. İnsanın sırrı bu­radan gelir. Bişnev’deki ikinci nokta (ş’deki), Yaratı- cı’nın sıfatlarının belirmesine işarettir. Sultani Ruh, onun mazharıdır. Üçüncü nokta (ş’deki) fiillerin (ef’al) belirmesine işarettir. Hayvani Ruh, onun mazharıdır. Be ile başlangıçta, biçim ve anlamın gerçekleşme­sine imada bulunulmaktadır. Hz. Ali’den de naklen, ‘be’nin altındaki noktayım’ ifadesindeki sır, insanın halife oluşuna, hilafetinin başlangıcına ve Muham­medi Hakikat’in kapsamına işarettir. Ruhların nakış­ları, cisimlerin suretleri, tabii maddeler ve unsurlar, Muhammedi Hakikat’ten oluşturulmuş, doğmuş ve yansımıştır. Bu sonsuz çokluk, o sınırsız birlik’ten gelir. Be’nin noktası tekrarlanınca te ve se olur. Bu belirmedeki artış, be’nin birliğine engel olmaz. Bu sırdandır ki, ‘her şeyde O’nun için bir delil vardır. Bu delil, O’nun bir olduğuna işaret etmektedir.’

Be, elif’e göre münkesir, kırık çizgidir. Bu, tevazu, dolayısıyla da yücelme nedenidir. ‘Allah için tevazu gösterenin, Allah derecesini yükseltir’ buyrulmuştur.

Be, Arapça ve Farsçada bitiştirme ve kavuşturma iş­levi görür. Be ile başlaması, Mesnevi’nin asl olana ve sılaya kavuşturma işlevini ima eder.

Be’nin tek noktası, himmetinin yüceliğine işaret eder. Böylece birlik’ten başka nesneyi kabul etmez. Bu hikmettendir ki, ‘Sen Allah de, sonra onları bırak’ buyrulmuştur.

Be, âmil harftir, imal ettiğini kendisi gibi çoğaltır. Be’nin durumu, kâmil mürşidin haline benzer. Kâmil mürşid, kendine gerçek inkisarla tasarrufta bulundu­ğu gibi, müritlerini de nefsi emarenin kötülüklerinden kurtarır ve alçakgönüllü kılar.

Be, Hz. Pir’in doğum yerine, Belh’e işarettir.

Berr adını ima eder.

Bahr demektir ki, Mesnevi-i Şerif, kıyısız bir denizdir.

Be, bidayet’in de yani başlangıcın da ilk harfidir. Vs. vs. vs…

Bursevi’den nakletmeye çalıştığımız bu notlardan da anlaşılacağı üzere, Hz. Pir’in gerçekliği Mesnevi’de- dir. O, dikkatle okunmadan ve anlaşılmadan hakiki anlamda bir Hz. Mevlana veya Mevlevîlik filmi ger­çekleştirmek, bir anlatı yazmak, bir tiyatro eseri or­taya koymak imkânsızdır.

Böylesi bir bakış açısı ve yaklaşımdan uzak, anakro­nik, sığ, akılcı, tarihsel, sosyolojik vs. bakış açıları o sahilsiz ummanı gerçek anlamda anlatmaktan uzak olacaktır.

Hz. Mevlana’yı ve onun irfani sırlarını ancak, onun eşiğinde medet bekleyenler anlayabilir.

Kaldı ki bu da bir nasip meselesidir. Vesselam…