MEVLÂNA MOĞOLLARA KARŞI TEPKİSİZ Mİ KALDI?
I. ULUSLARARASI MEVLÂNA DÜŞÜNCESİNDE BEŞERÎ MÜNASEBETLER SEMPOZYUMU
Nasseruddin MAZHARİ*
Özet
Müslümanların her alanda kan kaybettiği özellikle de moralin yok olduğu günlerde Mevlâna’nın şiirleri adeta bir ab-ı hayat mahiyetindeydi. Onun şiirleri sayesinde Müslümanlar benliklerini, şahsiyetlerini, keramet ve şerefli varlıklar olduklarını bir kez hatırladılar. Böyle bir atmosferde insanları yeniden canlandıran, onlara yeni ruh üfleyen, moral veren bir şahsiyete ihtiyaçları vardı. Mevlâna da bu durumun farkındaydı, dolayısıyla hem Mesnevi hem de Divan-ı Şems’te umut saçan, can-ı revan veren çok sayıda şiir inşat etti.
Her ne kadar o karanlık dönemin ismi ve simgeleri hakkında Mesnevide açık bir şekilde değinilmezse de Divan-i Kebir ve özellikle de Fihi Ma Fih’te Moğolların zulmünden hoşnutsuzluğunu açık bir şekilde dile getirmiştir. Hatta Fihi Ma Fih eserinde Muinuddin Pervane’yi Moğollara yardım etmekten dolayı tövbeye bile çağırmıştır.
Biz bu bildiri de Mevlâna ile Moğollar münasebeti ayrıca o kötü günlerde motivasyon ve moral kaynağı olan şiirlerine işaret etmek suretiyle, Mevlâna’yı kendi dönemindeki siyasi, sosyal hayatından kopuk bir şekilde yaşadığını lanse eden kişilerin iddialarının gerçek olup olmadığını tartışacağız.
Anahtar Kelimeler: Mevlâna, Moğol, Motivasyon.
Abstract
IS MEVLÂNA REMAİNED DİSPASSİONATE AGAİNST MOGUL?
There is no doubt that Rumi’s poems have been kind of life source for Muslims, Especially on the days when Muslims were losing their Morality and hopes.
His poems reminded all Muslims once again about their identity, personality and honorable human being. Which they were really need it at that time. They needed someone who give them new sprit and morale to keep them alive .
Mevlâna was aware of this saturation. Therefore he cuomposed a lots of poems on his both books; Divan-i Shams and Masbavi, so he could give new hops and lives to them.
Although he did not explicitly address the names and signs of this dark period in Masnavi but, he made it clear in his Divan-I Kebir and fihi Ma Fihi that he was not happy with the persecution of Mogul at all, even he called on “Muinuddin Pervane” to regret and repent for helping moguls at that time.
In this research, we are trying to evaluate Rumi’s relationships with Moguls by pointing to his poems about Mogul’s persecutions against Muslims Specifically on those dark days. That way we will be able to have a better discussion about whether he was or he wasn’t just like a man who lived his own life without participating to any social or political aspects, as some people claims that about him.
Keywords: Rumi, Mongols, Morale.
Giriş
Savaş maddi varlıkları kaybettiği gibi manevi yönden de insanları derinden sarsar. Savaşta yaşayan insanların haletiruhiyesi altüst olur. Mutluluk, sevinç ve her şeyden önemli olan kendine güven yok olur gider. İnsanın ruhu bu şekilde darmadağın olunca cismi de tazeliğini yitirir, pejmürde olur. Saadet ve mutluluk insanın yüzüne yansımazsa yaşarken ölmüş demektir.
Moğollar döneminde yaşayan Mevlâna hakkında merak edilen hatta bazen eleştiri mahiyetinde dile getirilen bazı sorular vardır. Acaba Mevlâna’nın tutumu Moğollara karşı nasılmış? Moğolların akını ve nice siyasi, toplumsal ve ekonomik sarsıntılar karşısında Mevlâna’nın tavrı ne olmuştur? onlara karşı mücadele mi etmiş, tarafsız mı kalmış, daha kötüsü onlarla iş birliği mi yapmış? Acaba bu karışıklıklarla ilgisi Mevlâna’nın manzum ve mensur eserlerinde hiç mi bilgi yok?
Biz çok kısa bir şekilde bu soruların cevabını Mevlâna’nın kendi eserlerinden vermeye çalışacağız.
Moğollara Karşı Halkın Tutumu
Moğolların akımı toplumun her tabakasında değişik aksülamele yol açmıştır. Şairlerin bir kısmı halk ve hükümdarlara nasihat vermekle yetinmişlerdir. Bazıları da alaycı ve ironi bir üslup ile o dönemin siyasi ve toplumsal vakalarını dile getirmişlerdir. Mesela Ubeyd Zakanî, Ahlâku’l-Eşrâf ) اخلاق الاشراف ( adlı eserinde sivri bir dil ve ironi bir üslup ile dönemin siyasi ve toplumsal hayatını eleştirmiştir1.
Sadi Şirazî de yakıcı bir mersiye ile Abbasi Hilafetinin yıkılışı, Bağdat halkının mazlumiyetini dile getirmiştir 2 . Mutasavvıf zatların kahir ekseriyeti Moğolların istila ve zulmünü Allah’ın takdiri olduğunu, dolayısıyla buna rıza gösterip sabretmekten başka bir çarenin olmadığını söylemişlerdir. Hatta Moğol belasını halkın günahlarından kaynaklanan ilahi bir intikam olduğunu da dile getirenler olmuştu3. Mesela Şems-i Tebrizi, Tatar’ın insan nefsinin öfkesinden ibaret olduğunu söylemiştir. “Bütün Âlem insanın kendisindedir. Kendini bilirsen her şeyi bilirsin, Tatar sendedir, Tatar senin öfkendir.”4
(همه عالم در یک کس اس ت چون خود را دانسته همه را دانست تتار در تست! تتار صفت قهر توس ت)
O devirde yaşayan tasavvuf erbabı Moğollara karşı mücadele etmede değişik tavır sergilemişlerdir. Mesela Baha Veled ve Necmeddin Daye gibi zatlar hicreti tercih etmişlerdir. Feriduddin Attar ve müritleri kalmayı tercih edip şahadeti tercih etmişlerdir. Abdul Kadir Geylanî ise her şeyden feragat edip inzivayı seçmiştir. Necmeddin-i Kübra ise Moğolları taşlarla karşılamış mücadele sonucunda şehit olmuştur.
O dönemdeki kargaşa sonucunda Müslümanların manevi merkezleri yıkılmış, alimleri göç edip avare olmuş, Müslümanların vahdet şirazesi kopmuştur. Hal böyle olunca Moğollara karşı hareket verici, onları dağınıklıktan toparlayıcı, fikir birliği kayıp olmuştur; böylece Moğollara karşı yenilgi yolları daha da kolaylaşmıştır.
Mutasavvıf zatlar Moğolların hücum sebebini değişik nedenlere bağlamışlardır. Bazıları Harezmşah’ı sorumlu tutarken, diğerleri ise halkın gafletine, günahına işaret etmişlerdir. Menakibu’l-Ârifin müellifi, Moğolların hücumunu Baha Veled’in Harezmşah’a yaptığı bedduadan kaynaklandığını söylemektedir5. Sultan Veled de aynı kanata sahip olmalı ki şiirlerinde Belh ehlini özellikle de devlet erkanını açık bir şekilde hedef gösterip, ecdadının göç etmesini ilahi bir emir olarak addetmiştir. Bu konuyu divanında şöyle dile getirmiştir:
Belh’teki insanlardan (yönetici olanlardan) Mevlâna gücendiğinde.
Aniden Allah’tan ona hitap geldi. Ey Büyük manevi Padişah!
Bu topluluk senin gönlünü kırdılar senin temiz kalbini rencide ettiler
Bu düşmanların içinden çık ta ki biz azabımızı üzerlerine indirelim
Haktan böyle bir nida işittiğinde husumet ipini uzun tuttu (iyice kinlendi)
Belh’ten Hicaz’a doğru yola çıktı çünkü o gaybı sen onda tesir etmişti
Böylece Tatarlar onlara hücum etti İslam ordusu yenilgiye uğradı
Belh şehrini esir etti, bağladı o kavimden birçok insanı öldürdü6.
چونکه از بلخیان بهاء ولد گشت دل خسته آن شه سرم د
ناگهش از خدا رسید خطاب کی یگانه شهنشه ای اقطاب
چون تورا این گروه آزردند دل پاک تورا زجا بردند
بدر آ از میان این اعداء تا فرستیم شان عذاب و بلا
چون که از حق چنین خطاب رشته ای خشم را دراز تنید
کرد از بلخ عزم سوی حجاز زانکه شد کارگر در او آن را ز
کرد تاتار قصد آن اقوام منهزم گشت لشکر اسلا م
بلخ را بسته و بزاری زار کشت از آن قوم بی حد و بسیا ر
Mevlâna’nın Tutumu
Her ne kadar Eflâkî, Mevlâna’nın dilinden Moğolların akının sebebinin babasına yapılan haksızlıktan kaynaklandığını söylese de sağlam kaynaklarda böyle bir bilgiye rastlanmamaktadır. Hatta Eflâkî’nin bu beyanı Mevlâna’nın kendi eserlerinde geçen bilgilere ters düşmektedir. Mesela Mevlâna Fih Ma Fih adlı eserinde Moğolların İslam diyarına hücum etme sebebini Harezmşah’ın tedbirsizliğine bağlamıştır.
Mevlâna’yı Moğollarla iş birliğine ve onların zulmüne rıza göstermesine itham eden kimseler aslında onun eserlerinde geçen bilgilerden bihaber olduklarını göstermektedir. Özellikle de Fihi Ma Fih eserinin çeşitli fasıllarında geçen bilgiler bu konuda bir manifesto mahiyetindedir. Mesela Moğollar hakkında bir sorunun cevabında şöyle demektedir: “adam der ki Tatarlarda Allah’a inanırlar. Derim ki: yalan söylüyorlar. Onlar kendilerini Müslümanlara benzetmek isterler. Bilirsiniz Temmuz ayındaki güneşin yanında erimeden buz kalır mı? Hayır, kalmaz. Eğer bir büyük bir buz kayası: (ben Temmuz güneşini gördüm) dese aklı olan buna inanır mı? Deveye dereden geldin diye sormuşlar, demiş ki: Hamamdan. Evet, ökçenden belli demişler.”7
Aynı kitabın başka bir yerinde devrin en muktedir veziri Muinuddin Pervane’ye şöyle serzenişte bulunmaktadır: “Pervane’ye dedim ki: hani sen kendini İslam ve Müslümanlık uğruna feda edecektin? Ne oldu da Mısırlıları ve Şamlıları yok etmek için Tatarlarla birlikte hareket ediyorsun? Allah’a yönel ve ona tövbe et, seni bu korkaklıktan kurtarsın.”8
Konya’nın kuşatması ile ilgili de Mevlâna’nın gazallerinde bazı işaretler vardır. Mevlâna halkın Moğolların gelişinden dehşete düştüğünün farkındadır. Böylece bir nebze de olsa onlara cesaret aşılamaktan geri durmamıştır. Bir Divan-ı Şems’in 1839. gazelinde şöyle demektedir: “Birkaç Tatar ve Ermeni aydınlığa doğru (Konya) yol almaktalar. Kılıç ve hançeri al kefenini giy ve hırkayı çıkart.”9 O günkü gelişmeleri yakından takip eden Mevlâna bir başka yerde de Konya’nın kuşatmasının net tarihini şiirinden vermektedir. Der ki: “Zilkade ayının beşi, cumartesi gecesi, altı yüz elli beşinde, şehirde depremin korkusundan gürültü vardır.”10
رو به میان روشني چند تتار و ارمني تیغ و کفن بپوش و رو چند ز جیب و آستین
هست به شهر ولوله این که شدست زلزله شهر مدینه را کنون نقل کژست یا یقین
Bunun ile birlikte ara sıra Moğolların lehine Mevlâna’dan söz sadır olmuşsa da, aslında şehir ve halkı onların şerrinden uzak tutmak amacı ile söylenmiş olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Sadi Şirazî de Şiraz şehrini Moğolların ifsadından koruyan hükümdar Atabekleri övmüştür. Çünkü o devirde Moğolların halk, şehir ve medeniyetlere karşı tutum ve eylemleri ayan beyandı. Taş üstüne taş bırakmayan hükümdarların şerrini her vesile ile halktan, şehirden, medeniyetten, insanlıktan uzak tutmak takdire şayan bir faaliyettir.
Moral ve Motivasyon Aşılama
Manevi ve maddi olarak Morallerin yerle bir olduğu bu dönemde insanların en çok ihtiyaç duyduğu şey moral ve motivasyon idi. Mevlâna da böyle bir ihtiyacın farkında olmalı ki bütün eserlerinde muhataplarına moral ve motivasyon aşılamaktadır. Mesnevi ile hemhal olanlar onun serapa moral kaynağı olduğunu görmektedirler.
Mevlâna diğer bazı mutasavvıf zatlar ve şahsiyetler gibi pasif, kaderci, sorumluluktan kaçan bir söylem yerine halkı manevi güç vermiştir. Böylece gerçek tasavvufun hareket, çalışma, çabalama olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Mesela o dönemde kaderci anlayışa sahip olanlara karşı çok güçlü kelamî bir söylem geliştirmiştir. Şöyle der: “senin ayağın vardır, sen kendini nasıl olur da topal gösterirsin? Elin vardır, nasıl olur da pençelerini gizlersin? Tarla sahibi hiç konuşmadan çiftçinin eline bel tutuşturursa, git tarlada çalış demektir”.
پای داری چون کنی خود را تو لنگ دست داری چون کنی پنهان تو چن گ
خواجه چون بیلی به دست بنده داد بی گمام معلوم شد اورا مرا د
Zillete razı olan Müslümanları açık bir şekilde kınamış ve onlara keramet ve haysiyetlerini hatırlatmıştır. “Kerremna tacı başındadır, Ataynak gerdanlığı da boynundadır, sen mutlusun ve mutluluğun madenisin. Öyle ise nasıl olur da mutluluk uğrunda şarabın minnetini duyarsın”.
تاج کرمناک بر فرق سرت طوق اعطیناک آویز بر ت
تو خوش و خوبی و کان هر خوشی تو چرا خود منت باده کش ی
Mevlâna’nın mutluluk, sevinç tecrübesi deruni tecrübesi bakımından özel ve kendisine münhasır ise de, hem o zamanda yaşayan insanlara hem de daha sonra gelen nesiller için mutlu ve saadet içerisinde yaşama yollarını göstermiştir. Bütün eserlerinde değişik metafor, hikâye ve örnekler kullanarak kadim ve çağdaş beşeriyetin içini oyan perişan eden, stres, ıstırap ve diğer ruhi, psikolojik hastalıklara karşı en güzel reçeteyi sunmuştur.
Mevlâna’nın felsefesinde keder, üzüntü, ıstırap, iki çeşittir. Birinci kısım insanı alçaltan üzüntü ve ıstıraptır. Maddiyat için gam ve keder veya başka bir tabir ile dünyalığa gönül bağlamak insanı süflileştiren kederdir. İkinci cinsten olan gam ve keder insanı kemalata doğru yükselten gam ve kederdir. Bu gam zatı itibari ile gam değil sevinçtir. Böylece birincisi mezmum, ikincisi memduhtur. Dolayısıyla Mevlâna gam ve ıstırapta bile sevinç aramış, insanları kederli olmaktan çıkarıp sevinç ve mutluluğa davet etmiştir. Şems-i Tebrizî’nin gıyabında duyduğu hüznünü bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.
Mevlâna düşüncesinde mutluluk, saadet, deruni sevinç, ani, geçici, süreli değildir. Aksine müminin kalbini, ruhunu daima taze, diri tutan, gerçek mutluluktur. Bu mutluluk adeta Mevlâna’nın vücudunun her zerresine karışmıştır. “Eğer benim toprağımdan buğday biterse, o ekmekten yiyen kişi mest olur. Hem hamur hem de fırıncı divane olur. Tandır ise mestane beyitler söyler.”11
زخاک من اگر گندم برآید از آن گر نان پزی مستی فزای د
خمیر و نان وا دیوانه گردد تنورش بیت مستانه سراید
Peki, Mevlâna’nın düşüncesinde mutlu ve saadetli yaşamanın püf noktası nedir? Çok özet bir şekilde söyleyecek olursak, ona göre mutluluğa ulaşmanın ilk adımı fani şeylere gönül bağlamamaktır. Çünkü seni sevindiren maddi ne varsa elden gittiğinde gam ve kedere sebebiyet verir. Dolayısıyla toprak üstünde ne varsa topraktır mantığıyla dünyalığa gönül bağlamayıp insanın yüz çevirmesi esastır.
اذا صح منك الوى فالكل هین وكل الذي فوق التراب ترا ب 12
هرچه از وی شاد گردی در جهان از فراق او بیندیش آن زمان
زانکه گشتی شاد بس کس شاد شد آخر از وی جست و همچون باد شد
از تو هم بجهد تو دل در وی منه پیش از آن کو بجهد از وی تو بج ه
Sonunda zaten dünyalık senden ayrılacak, en iyisi o ayrılmadan önce senin ayrılman gerekir. Yoksa yokluğunda, elde etme sürecinde, sonra da kaybetme korkusu, en son da kayıp olduğunda hep kederli, stresli, üzüntülü yaşarsın. Böylece hayat boyu gerçek saadet ve mutluluğa erişemezsin.
Mevlâna Mesnevi ve diğer eserlerinde o dönemde mutsuz yaşayan insanlara mutluluğu aşılamak için her türlü yola başvurmuştur. Şiir, gazel, nasihat ve sema meclisleri sayesinde mesajını ulaştırmıştır. Mesajlar irfani söylemde genellikle kapalı, gizemli bir şekilde anlatılır. Buna rağmen bazen Mevlâna dönemin olayları hakkında açık ve net bir şekilde işaretlerde bulunduğunu görmekteyiz.
Sadece o devirde yaşayanlar insanlar değil, asırlar boyunca onun irfani söylemleri milyonlarca mutsuz, mustarip insana moral ve motivasyon kaynağı olmuştur. İrfani mutluluk tabi ki geçici bir mutluluğa çağırmak değildir. Geçici mutluluk de mutluluk sayılmaz. Dolayısıyla Mevlâna’nın dile getirdiği saadet ve mutluluğun kaynağı sonsuz olduğundan bütün zamanlar ve mekânlar için geçerlidir.
Sonuç
Morallerin yerle yeksan olduğu zaman diliminde Mevlâna’nın fonksiyonu ve üstlendiği sorumluluk büyük olmuştur. Diğer ârif ve mutasavvıf zatların mevcut duruma karşı, tarafsız, lakayt, mücadeleci ve eleştirel tavır takınırken, Mevlâna insanlara moral ve motivasyon vermeye devam etmiştir. Mevlâna, döneminde olan bitenlerle ilgili bazen açık, bazen de tasavvufi, remzi üslup kullanarak mesajlarını halka iletmiştir. Böylece bu konuda ona eskiden yöneltilen eleştirilerin yersiz olduğuna şahit olmaktayız.
Kaynakça
DADİ, Muhammed Huda, “Şems-i Tebrizive Tevil Hay-ı Urfani u ez-Ehadis-i Nebevi”, Fasl Namey-i Pejuhişi Edebiyat-ı Urfani Daneşgah-i ez-Zehra, S. 2 (1389).
Ebi Firas, Divan Ebi Firas el-Hamdanî, (şrh, Halil Ed-Duveyhi), Daru’l-Kitap el-Arabi, Beyrut 1994. Eflâkî, Menakıbu’l-Arifin, II, Tahran 1362.
Mevlâna, Fihi Ma Fih,(trc. İsa Ali Abdul Akuf), Dımeşk (tarihsiz). Mevlâna, Gazeliyyat-ı Şems-i Tebrizi, Tahran 1386.
SADİ, Muslihuddin, Mecmua-i Asâr, (tsh. Muhammed Ali Furugi), İntişarat-i Kuknus, Tahran 1395. Sultan Veled, Bahauddin Muhammed Belhi, Divan-i Sultan Veled, Tahran 1338.
YAHAKİ, Cafer, “Mevlevi ve Mogulan”, Fasıl Namey-i Tahassusi Mevlevi Pejuhi, X/5 (1390). Zahanî, Hace Ubeyduddin, Ahlaku’l-Eşraf, (tsh. Ali Asgar Halebi), İntişarat-ı Esatir, Tahran 1374.
* Dr. Öğr. Üyesi, K.M.Ü İslami İlimler Fakültesi, Temel İslam İlimleri, Arap Dili ve Belağat Anabilim Dalı,
nmazhari@kmu.edu.tr ORCİD: 0000-0002-9914-7752.
1 Bu konuda Zakani’nin birçok eleştirisi vardır. Geniş bilgi almak için bk. Ahlaku’l-Eşraf Navişte’yi Hace Nizamuddin Ubuyd-i Zakani.
2 Sadi, Mecmua-i Asâr, (Tsh. Muhammed Ali Furugi), Tahran 1395, s. 787.
3 Cafer Yahaki, “Mevlevi ve Mogulan”, Fasıl Namey-i Tahassusi Mevlevi Pejuhi, X/5 (1390) s. 6.
4 Muhammed Huda Dadi, “Şems-i Tebrizi ve Tevil Hay-ı Urfani u ez-Ehadis-i Nebevi”, Fasl Name-i Pejuhişi Edebiyat-ı Urfani Daneşgah-i ez-Zehra, S. 2 (1389), s. 85.
5 Eflâkî, Menakıbu’l-Arifin, II, Tahran 1362, s. 958.
6 Sultan Veled, Divan-i Sultan Veled, Tahran 1338, s. 194.
7 Mevlâna, Fihi Ma Fih, (trc. İsa Ali Abdul Akuf), Dımeşk (tarihsiz), s. 110.
8 Mevlâna, Fihi Ma Fih, s. 32.
9 Mevlâna, Gazeliyyat-ı Şems-i Tebrizi, Tahran 1386, s. 604.
10 Mevlâna, aynı yer.
11 Mevlâna, Gazeliyat-ı Şems-i Tebrizi, (Gazel no: 683).
12 Ebi Firas, Divan Ebi Firas el-Hamdanî, Beyrut 1994, s. 48.
Array
#Nasseruddin MAZHARİ