HZ. MEVLÂNÂ VE İRFÂN

HZ. MEVLÂNÂ VE İRFÂN

ALİ TEMİZEL

Eserleriyle, düşüncesiyle, yaşam biçimiyle seçkin bir şahsiyet ve kimlik ortaya koyan Mevlânâ sekiz yüz yıldır Anadolu başta olmak üzere doğuda ve batıda gönül sahiplerinin gönlünde yaşamaktadır. “Gerçek saltanat, gönüller üzerine kurulan saltanattır. Gerçek sultan ise ölse de saltanatı bitmeyendir.” düsturundan hareketle Mevlânâ’nın ölümünün üzerinden 750 yıl geçmesine rağmen gönül dünyasındaki saltanatı bitmemiş ve Allah’a kul olan şahsiyeti ve Peygamberin sünnetine bağlı kişiliği unutulmamıştır.

Sezai Karakoç Mevlânâ ve ailesinin Horasan’dan Anadolu’ya göçünü “Sahabenin Maveraünnehir’e taşıdığı, zamanla bir hazine haline gelen sırlar yükünü tasavvuf kervanı Anadolu’ya taşımıştır.”1 cümlesiyle açıklanmaktadır ve Anadolu’nun bir Türk-İslâm beldesi olmasındaki etkisine ve daha sonra Osmanlı topraklarındaki kazanımına işaret etmektedir.

Mevlânâ’nın Düşüncesinin Temelinde İslâm Vardır

Mevlânâ, kendisinin Allah’ın varlığına inancını ve Allah’a bağlığını şu beyitle dile getirmektedir:

Hak, bizim yaratılışımızı kendi sureti üzerine yarattı; bizim vasfımız onun vasfından ders alıyor.”(Mesnevî, IV/1193)2.

Mevlânâ, Allah’ın varlığı ve birliği konusunda ve sığınacak tek yer olarak gördüğü Allah’a imanı hakkında şöyle söylemektedir:

Ey Allah’ım! Gözlerimiz sarhoş oldu; bağışla bizi, günah yüklerimiz ağırlaştı.

Ey gizli (Allah’ım)! Doğuyu ve batıyı doldurdun; doğu ve batı nurundan daha yukarı yüceldin.

Sen sırlarımızı bilen sırsın. Sen gündüzlerimizi aydınlatan sabahsın.

Ey zatı gizli, bağışı hissedilen! Sen su gibisin, bizse değirmen gibiyiz.

Sen rüzgâr gibisin, bizse toz gibiyiz. Rüzgâr gözükmez, tozlarsa açıkta.

Sen baharsın, bizse güzel yeşil bağ gibiyiz; o, gizli ama bağışı âşikâr.

Sen can gibisin, bizse el ayak gibiyiz. Elin kapanıp açılması canla mümkün olur.

Sen akıl gibisin, bizse dil gibiyiz. Bu dil, bu anlatma akılla sahiptir.

Sen sevinç gibisin, bizse gülüşüz; çünkü sevincin neticesinde mesuduz.

Hareketimiz her an ebedî, ululuk sahibi Hakk’ın şahidi “Eşhedü (şahadet ediyorum)dür.

Değirmen taşının ıstırap içinde dönmesi, ırmağın varlığında “Eşhedü”dür” (Mesnevî, V/3307-3317) 3.

Mevlânâ, Eserlerini ve Fikir Dünyasını Kur’ân-Kerim’den İstifade Ederek Oluşturmuştur.

Mevlânâ’nın eserlerinde ayetlerle ilgili çeşitli açıklamalar yapması, ayetlerden iktibas yoluyla yararlanması, ayetlere işaret etmesi tefsir kitabı yazacak kadar Kur’ân-ı Kerim’den yararlandığını göstermektedir. Bu konuda aşağıda bazı örnekler sunmamız yerinde olacaktır.

Mesnevî’nin birinci defterinde “Yusuf ’a -Allah’ın selamı üzerine olsun- misafir gelmesi ve Yusuf ’un -Allah’ın selamı üzerine olsun- ondan hediye ve armağan istemesi” başlıklı hikâyede 3167, 3172 ve 3181 nolu beyitlerde Kur’ân-ı Kerim’den alıntı yapmıştır:

Yine o can aşkta yok olunca, ekinden sonra “Ekincilerin hoşlarına gidiyor”4 olur.

Bu beyit İslam’ın doğuş yıllarını hatırlatan Kur’ân-ı Kerimde Fetih suresindeki şu ayete işaret etmektedir.

Zira Peygamberin yanında bulunan ve kafire karşı çetin ve kendi aralarında merhametli olan kimseler İncil’e atıfta bulunarak şöyle tarif edilir:

“Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzer ki, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir.”5

Burada Peygamberimiz ve arkadaşlarının durumları bir benzetme ile anlatılmaktadır. İlk defa yere atılan bir tane gibi filizlenmeye başlayan Müslümanlar, gittikçe koca bir ordu olmuşlardır. İslâm tohumunu ekenler bu duruma son derece sevinirken, Müslümanların bu güçlü durumunu gören kâfirler, öfkeden çatlar hale gelmişlerdir.

Tıpkı sizi yarattığımız şekilde yalnız ve azıksız olarak bize geldiniz.6

Bu beyit, insana ölüm ve sonrasını hatırlamakta ve Allah’a götürülecek hediyenin ne olacağına dair bilgi vermektedir.

Mevlânâ, bu beyti7:

Andolsun ki, siz ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız.”8 ayetinden iktibas ederek söylemiştir. Mevlânâ, dostun, yani Allah’ın yanına eli boş gidilmeyeceğini ifade etmektedir.

Allah’a götürülecek hediye ile ilgili olarak Mevlânâ, Kurân-ı Kerim’den Bakara suresi 197. ayetten yararlanarak ahiret yolculuğu için en hayırlı azığın Takva9 olduğunu hatırlatmaktadır.

Ayrıca namaz, oruç, zekât, hayır hasenat, kazanılan gönül, güzel ahlâk, bu dünyada bıraktığımız sadaka-yı cariye ve benzeri birçok şeyin bizim ölüm sonrasında sevgiliye yani Allah’a iyi bir hediye olacağını bildirmektedir.

Rahim gibi dünyadan çıkınca yeryüzünden geniş bir arsaya gidersin.

Bu hikâyede yer alan yukarıdaki 3180 nolu beyitte dünya ana rahmine benzetilmekte ve ölüm yeniden bir doğuş ve diriliş olarak nitelendirilmektedir. Hatta dirileceğimiz ahiret mekânının bu dünyadan çok daha geniş olduğuna işaret edilmektedir.

Arkasından 3181 nolu beyit gelmektedir ve Kur’ân-ı Kerim’deki Nisa suresinden 97. ayetten iktibas yapmaktadır;

“Allah’ın arzı geniştir” 10 denileni, peygamberler için çok yüksek arsa bil.

Kur’ân-ı Kerim’deki Nisa suresinden;

Allah’ın arzı geniştir11 ayetinden iktibas yapılmaktadır.

Yine bu hikâyede Mevlânâ, aşağıdaki 3158 nolu beyitte;

Ona kardeşlerinin ve kıskançlığın eziyetini hatırlattı.”12 mısraı ile “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeylerden dolayı insanlara haset mi ediyorlar?13 ayetini hatırlatmaktadır.

Yukarıdaki hikâyenin devamı olan “Misafirin, Yusuf ’a -Allah’ın selamı üzerine olsun- “Her baktığında, güzel yüzünü görmen ve beni hatırlaman için sana ayna getirdim” demesi” başlıklı hikâyede 3215 numaralı beyitte

kibirli olmanın hastalık derecesinde bir yanlış olduğunu ve İblis’in Hz. Adem’e secde etmeme gerekçesindeki kibirli davranışını aşağıdaki beyitte Kur’ân-ı Kerim’den iktibas yaparak şöyle dile getirmektedir:

İblis’in gerekçesi, “Ben daha hayırlıyım”14 idi. Ve bu hastalık her yaratılmışın nefsinde vardır.15

Zira, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle denilmektedir:

“Allah buyurdu: “Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblîs), “Ben ondan daha üstünüm; çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi.” 16

Ayrıca bu hikâyelerde adı geçen Yusuf, Hz. Yakup’un oğlu ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden birsidir. Yusuf peygambere doğru sözlü anlamında Sıddık denmiştir. Zira Kur’ân’da;

Yusuf ! Ey özü sözü doğru arkadaş!17 diye anılmaktadır.

Hz. Yusuf aynı zamanda güzelliği ve güzel ahlâkı ile meşhurdur. Burada da görüldüğü üzere Mevlânâ, eserlerinde Kur’ân-ı Kerim’deki peygamber kıssalarından yararlanmaktadır. Aslında Hz. Yusuf ’un hayatta karşılaştığı sıkıntılar ve bunlara sabrederek nasıl başarıya ulaştığı anlatılmakta olan bu hikâyede insanlar için faydalı öğütler, önemli mesajlar verilmektedir. Zira bize Kur’ân-ı Kerim’deki Yusuf suresini hatırlatmaktadır.

Mevlânâ’nın bir papazla karşılaşması ve birbiriyle selamlaşmaları menkıbesini her yönüyle Mesnevîdeki Musa ve büyücülerin yarışmasına benzemektedir. Bu menkıbeye riyazet açısından bakıldığında Mevlânâ’nın tam bir eğitim ve keramet derecesi kazanmış olduğu, papazın ise sınırlı birer çile çapı çizdiği görülmektedir.18

Mevlânâ bu konuyla ilgili olarak Mesnevî’de şöyle demektedir:

Kâfirler üstünlük iddiasında maymun tabiatlıdırlar. Tabiat/mizaç sinede bir afettir.19

Kafirlerin inatlarında ve çekişmelerinde maymunsu bir tabiatı vardır, yani muhalefetleri araştırmaya değil, taklide dayanmaktadır. Çünkü insan vücudundaki şehvetli tabiat büyük bir vebadır.

Mevlânâ yukarıdaki beyitle Lokman suresindeki şu ayete işaret etmektedir:

“Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler.20

Mevlânâ tefsir ilmini babası Bahâeddîn Veled, hocaları Burhâneddîn Mahakkik-i Tirmîzî ve Şems-i Tebrîzî’den öğrenmiştir. Mevlânâ’nın Şam ve Halep’te öğrenimi sırasında başka âlimlerden tefsir okuduğu sanılmakta ve kendisinin bizzat Taberî ve Zemahşerî tefsirleri başta birçok tefsir kitabını okuduğu bilinmektedir21. Yukarıda da ifade edildiği gibi Mevlânâ her ne kadar baştan sona Kur’ân-ı Kerim’e tefsir yazmamış olsa da eserlerindeki ayetlerle ilgili açıklamaları, kendisini bir tefsir kitabı yazacak kadar müfessir olduğunu göstermektedir.

Mevlânâ’nın Kur’ân-ı okumak ve anlamaktan amacı, Kur’ân-ı ile amel etmek ve bu amelle ebedi saadeti ve Allah’ın rızasını kazanmaktır. Mevlânâ bir tefsir metodu olarak Kur’ân-ı nasıl okunacağını özetle şöyle ortaya koymuştur:

Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî ile dost olduktan sonra zâhirî ilimleri bırakmış, ilahî aşkla meşgul olmaya başlamış, vasıtaları bırakmış, maksuda yönelmiş, şeriatı tarikata bağlamış, zahiri batına eklemiştir. Mevlânâ böylece hem kendinin hem de çevresindeki Müslümanların yaratılış gayelerini anlamalarına ve ona göre amel etmelerine çalışmış, dinin hem zahir hem de batınını anlatmış, ayet ve hadisleri öncelikle rivayet usulüne ve yerine göre de dirayet ve işârî usulüne göre tefsir edip açıklamıştır. Mevlânâ’nın en çok tefsir ettiği ayetler, Kur’ân’ın özü sayılan insanların erdemli olmalarından ve yaratılış gayelerinden bahseden ayetlerdir. Kendisinin tefsir metodu öğüt ve nasihat şeklinde olan Mevlânâ, Kur’ân’ın iniş gayesi ve insanın ruhunu ilgilendiren ayetleri hikâyelerle açıklayarak ayetlerden öğüt almayı hedeflemektedir. Mevlânâ tefsir usulü olarak tasavvufi konuları, ayet ve hadislerin ışığı altında şiir usulüyle incelemiş, kıssa ve mesellere yer vermiş, tasavvufta önemli olan sabır, tevekkül, kazaya rıza, tevazu, ibadetlere devam, az yemek, az uyumak, kibir, şehvet, dünya hırsı, makam ve mevki hırsı gibi konulardan, Allah ve insanın hakikatinden, insanın Allah ile olan ilgisinden, insanlığın geçmiş ve geleceğinden, Allah sevgisinden, ruhun önemi ve özelliklerinden, şeytan ve nefsin zarar ve kötülüklerinden bahseden ayet ve hadisleri ele almış ve izah etmiştir22.

Mevlânâ’nın Kur’ân’ın tefsiri konusundaki aşağıdaki düşünceleri önem arz etmektedir23:

a) Kur’ân’ın en sağlam ve en doğru tefsirinin ayetin ayetle yapılan tefsiridir. Mevlânâ bu konuda şöyle diyor:24

Hakk’ın sözüne, yine Hakk’ın sözünden tefsir ara. Ey sert yüzlü! Sakın; zanla saçma söz söyleme.

O düğümü yine düğümleyen açar; zarı, atan kişi kapar.

Sana öyle söz kolay görünse de Allah katından olan gizli sırlar nasıl kolay olur? (Mesnevî, VI/2292- 2294).

b) Kur’ân’ın anlamını yalnızca ona gönül vermiş kişiye, hatta Kur’ân’a âşık olmuş kişilerden sorup öğrenmek Mevlânâ bu konuda şöyle diyor:

Kur’ân’ın anlamını Kur’ân’a ve hevesini ateşe vermiş kişiye sor sadece.

(zira o) Kur’ân’ın önünde kurban olmuştur, alçalmıştır. Bu şekilde onun ruhu, Kur’ân olmuştur.

Güle bütünüyle feda olan yağı, sen ister yağ olarak kokla ister gül (Mesnevî, V/3128-3130).

c) Kur’ân kişinin isteğine göre yorumlanmamalıdır. Böyle bir yorum, Kur’ân’ın manasını tahrif etmek Mevlânâ, vahyin akıldan üstün olduğuna da şu beyitlerle işaret etmektedir:

Vahiy nuru akıldan daha gizlidir; çünkü o gaybtandır; o öte taraftandır.

Ahmedin aklı kimseden gizlenmedi; (ancak) onun vahiy ruhunu her can anlamadı.

Vahiy ruhunun uygun ileri de vardır; akıl onları kavramaz; onlar değerlidir.

Bazen delilik görür, bazen hayran olur; çünkü akıl, o derece de olmadıkça anamaz.

Hızır’ın fiillerinin uygun olanları gibi; Musa’nın aklı, onu görmede bulandı.

Onun fiilleri Musa’ya uygunsuz görünüyordu, çünkü kendisinde o hâl yoktu (Mesnevî, II/3244-3249).

Mevlânâ kâmil manada âlim, sûfi ve şairlik özelliklerine sahip bir şahsiyettir. İlk tasavvuf

 

eğitimini babasından almıştır. “Seyyid-i Sırdan” diye bilinen Seyyid Burhâneddin Muhakkık-i Tirmizî’nin yanında irşat eğitimi görmüştür. Şems-i Tebrizî ile karşılaşmasının ardından ilahî aşk ve vecdi terennüm eden bir Mevlânâ doğmuştur25.

Aşk ummanına dalan Mevlânâ, şiir ve mûsikîye yönelmiş, Şems’in de teşvikiyle sema yapmaya başlamıştır. Mevlânâ, hayatının bundan sonraki döneminde şiiri, mûsikîyi ve sema yapmayı kendisine yol arkadaşı olarak görmüştür. Heyecanını, coşkusunu, sevincini,

üzüntüsünü hep bu araçlarla ortaya koymuş ve bunlarla teselli ve sükun bulmuştur26.

Mevlânâ’nın hedefi, hakikat yolunda Allah ve Peygamber sevgisini gönüllerde

yeşertmek, İslâmiyet’in aşk derecesinde bir duygu ve samimiyetle yaşanmasına gayret göstermektedir. Bu çaba ve samimiyeti daha kendisinin sağlığından itibaren başta Anadolu olmak üzere Balkanlara, Kuzey Afrika’ya, Ortadoğu’ya ve Hint Yarımadasına kadar uzanan bir coğrafyaya ulaşmış ve yirminci yüzyılın başlarından itibaren de tüm batı dünyasın da ve modern dünyada etkisini göstermeye başlamıştır. Mevlânâ’daki dînî- tasavvufî düşüncenin kaynağı Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamberin hadis ve sünnetleridir.

Çünkü aşağıdaki beyitleri dile getiren Mevlânâ kendisini tarif ederken de şöyle diyor:

Ben yaşadıkça Kur’ân’ın kölesiyim

Ben, Hz. Muhammed Mustafa’nın yolunun tozuyum Biri benden bundan başkasını naklederse

Ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim”,

(Rubâî: 1331)

Bu beyitlerden anlaşıldığına göre Mevlânâ, İslâm dininin kurallarına uygun olarak ve peygamberimizin ahlakıyla yaşayan Müslüman bir kişi olarak tüm insanlığı kucaklamıştır.

Yalnız akla önem verdikleri için filozofları ve onların etkisinde kalan kelamcıları eleştiren Mevlânâ, kıyasın ve bir delile dayanarak netice çıkartmanın insanı hataya düşüreceğini belirtmektedir27.

Dünyevi işlerde yararlı olan akıl, Mevlânâ’ya göre mahiyeti gereği ilahî hakikatlere ulaşmada ve Hakk’a vuslatta insana ayak bağı olabilmektedir.

Mevlânâ, manevî yolculuk için ilahî aşkın gerekli olduğunu, aklın yetersiz kaldığı alanlardan birinin de aşk ve ahvâl olduğunu hatırlatmaktadır28.

Zira Kur’ân-ı Kerim’de:

“Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever”29 buyurulmuştur. Bundan dolayı aşkın kaynağının ilahî olduğu anlaşılmaktadır.

Mevlânâ’nın yetişme tarzı, kendi tasavvuf anlayışını oluştururken hiç şüphesiz büyük tesiri olmuş, gerçek İslâm anlayışına sağlam bir tarzda sadık kalan bir tasavvufî sistem geliştirmesine katkı sağlamıştır30.

Kısacası hayatın her şeyini Kur’ân ve Hadis’ten aldığı ilhamla anlatmaya çalışan Mevlânâ’yı bizler de Kur’ân ve Peygamberimizin sünneti ışığında değerlendirmek zorundayız. Yukarıdan beri anlatılan hususlardan Mevlânâ’nın büyük bir İslâm âlimi ve mutasavvıfı olduğu anlaşılmaktadır.

Sonuç

Dünyada hâkim olan sistemlerin başarısız bir durum sergilemesi, insanlık için eşitsizliği, gözyaşını, adaletsizliği, etik duruştan uzaklaşmayı arttırıyor. Yönetim konusuna genel olarak dünyada, özellikle de İslâm ülkelerinde birçok yönetim problemi bulunmaktadır. Günümüzde İslâm coğrafyası, insanların evlerinden, yurtlarından, eşlerinden, işlerinden, çocuklarından, ekmeğinden, insan hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakıldığı coğrafyaların başında gelmektedir. Mevlânâ’nın bu konuda da hem yönetenler hem de yönetilenlerle ilgili verdiği çok güzel dersler ve hatırlattığı sorumluklar vardır.

Çünkü Mevlânâ temelde “insanlara hizmet etmenin Allah’ın yarattıklarına hizmet etmek olduğunu ve bunun da Allah’a hizmet etmek anlamına geldiğini bilmektedir.

Mevlânâ’nın mesajları, iyi bir şekilde dikkate alındığında insanların günümüzdeki ve gelecekteki ortak değerler sisteminin meydana gelmesine yardımcı olacaktır.

Ne yazık ki bazen Mevlânâ’nın mesajları zaman zaman samimiyetsiz bir biçimde kullanılabiliyor. Fırsatçı tüketim anlayışıyla istismar edilebiliyor. Dolayısıyla bu tür fırsatçı ve çıkarcı davranışlar karşısında herkesin, bilhassa bilim adamlarının, konunun uzmanlarının ve mutasavvıfların daha samimi gayret etmeleri gerekmektedir.

Kaynaklar

Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, Hazırlayanlar: Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Ankara, 1993, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Akdemir, Hikmet, Mesnevî’de Kur’ân Yorumları, İstanbul, 2010, İnsan Yayınları.

Cunz, Peter Hüseyin, “Avrupa’da Mevlânâ’nın Mesajına Uygun Davranmak”, Mevlânâ’dan Mevlâ’ya Ulaşanlar- Yutdışındaki Yabancı Mevlevîler, Hazırlayanlar: Nuri Şimşekler, Esin Çelebi Bayru, Konya, 2012, s. 62-64.

Güllüce, Hüseyin, Kur’ân Tefsîri Açısından Mesnevî, İstanbul, 1999, Ötüken Neşriyat.

Hidayetoğlu, Bahaüddin Taha, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde Sağlığa Dair Görüşler, Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Araştırmaları Enstitüsü Mevlânâ ve Mevlevîlik Araştırmalar Ana Bilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ali Temizel), Konya 2019.

Mesnevî- Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, c. 1-6, Hazırlayan: Adnan Karaismailoğlu, Konya, 2014, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları.

Mevlâna, Fîhi Mâfîh, Terceme: Meliha Ülker Tarıkahya, İstanbul, 1954.

Öngören, Reşat, “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî”, DİA, c. 29, Ankara, 2004, s. 441-448.

Ocak, Ahmet Yaşar, “Selçuklular ve Beylikler Devrinde Tasavvuf ”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı, c. I, Ankara, 2006, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s. 433.

Şafak, Yakup, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi – Bütün Eserleri- Seçmeler, Konya, 2010, 3. Baskı, Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları.

Şimşekler, Şimşekler, “Tarih Boyunca Batılıların Gözüyle Hz. Mevlânâ”, Mevlânâ’dan Mevlâ’ya Ulaşanlar- Yurtdışındaki Yabancı Mevlevîler, Hazırlayanlar: Nuri Şimşekler, Esin Çelebi Bayru, Konya, 2012, s. 111-119.

https://www.ntv.com.tr/yasam/sharon-stonedan-mevlanali-anma,e3Asv82qf0yFJfkFGD43Sg (16.12.2020).


1 Sezai Karakoç, Mevlânâ, s. 8.

2 Mesnevî- Mevlâna Celâleddîn Rûmî, c. 3-4, Hazırlayan: Adnan Karaismailoğlu, Konya, 2014, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları.

3 Mesnevî- Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, c. 5-6.

4 Kur’ân-ı Kerim, Fetih, 29

5 Kur’ân-ı Kerim, Fetih,

6 Kur’ân-ı Kerim, En’âm, 94

7 Mesnevî, I, 3172

8 Kur’ân-ı Kerim, Enam,

9 Kur’ân-ı Kerim, Bakara,

10 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ, 97.

11 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ, 97.

12 Mesnevî, I, 3158

13 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ, 54.

14 Kur’ân-ı Kerim, A’raf, 12

15 Mesnevî, I, 3215

16 Kur’ân-ı Kerim, A’raf, 12

17 Kur’ân-ı Kerim, Yusuf, 46.

18 Sezai Karakoç, Mevlâna, 53-53.

19 Mesnevî- Mevlâna Celâleddîn Rûmî, c.1 (1-2. Defter), Defter: 1, Beyit: 281. Açıklama: Kafirlerin inatlarında ve çekişmelerinde maymunsu bir tabiatı vardır, yani muhalefetleri araştırmaya değil, taklide dayanmaktadır. Çünkü insan vücudundaki şehvetli tabiat büyük bir vebadır. “Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, “Hayır, biz atalarımızdan gördüğümüze uyarız” dediler. (Kur’ân-ı Kerim, Lokman suresi, 31/21).

20 Kur’ân-ı Kerim, Lokman suresi, 31/21.

21 Hüseyin Güllüce, Kur’ân Tefsîri Açısından Mesnevî, İstanbul, 1999, Ötüken Neşriyat, s. 50.

22 Hüseyin Güllüce, Kur’ân Tefsîri Açısından Mesnevî, İstanbul, 1999, Ötüken Neşriyat, s. 50-51.

23 Hikmet Akdemir, Mesnevî’de Kur’ân Yorumları, İstanbul, 2010, İnsan Yayınları, s. 19-20.

24 Mevlânâ Celâleddîn Muhammed, Mesnevî-i Ma’nevî, c. 5-6.

25 Reşat Öngören, “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, DİA, c. 29, Ankara, 2004, s. 441-448.

26 Yakup Şafak, Mevlâna Celâleddin-i Rûmi – Bütün Eserleri- Seçmeler, Konya, 2010, 3. Baskı, Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları, s. XXV.

27 Reşat Öngören, “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî”, DİA, c. 29, Ankara, 2004, s. 446.

27 Reşat Öngören, “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî”, DİA, c. 29, Ankara, 2004, s. 446.

28 Öngören, agm, s. 441-448.

29 Kur’ân-ı Kerim, Maide Suresi, Ayet: 54.

30 Ahmet Yaşar Ocak, “Selçuklular ve Beylikler Devrinde Tasavvuf”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı, c. I, Ankara, 2006, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s. 433.

Dârülmülk Konya 2. Sayı

Array