Tasavvuf İlimleri Birbirinden Ayırmaz
Ontoloji (varlık bilimi) ve Epistemoloji (bilgi bilimi, yöntemi) arasında Tasavvuf ilmi bakımından fark yoktur. Sadece ifade zaruretinden dolayı dilde ayrım yapılabilir. Hakikatinde böyle bir ayrım yoktur.
Tasavvufa göre bir kişi hangi varlık mertebesinde yaşıyorsa o mertebenin bilgisine sahiptir. Yani hangi ontolojide iseniz o epistemolojiye sahipsinizdir. Hayvanat iseniz hayvan bilgisine, veli iseniz veli bilgisine sahipsinizdir. Bu da “tatmayan bilmez” yasasını doğurur, tasavvufun aktif yönünü belirtir. Bende olmayan bir şeyi vermeye çalışmam kâzipliktir. Bilgi veriyorsam ya bilginin sahibiyimdir ya da rivayet ediyorumdur. Rivayet metodu tasavvufta düşük bir makamdır. Nakil bizzat bilgi kaynağı değildir.
HAKİKAT BAKILDIĞI SEVİYENİN RENGİNİ TAŞIR
Bir dinin kıyamete kadar sürebilmesinin mümkün olup olmaması konusunda tasavvuf açık bir şekilde diğer biliş yollarından ayrılır. Tasavvuf Resûlullah’ın zamanlar üstü hususiyyetiyle ilgilenir. Muhammedî mücadele ilk günden günümüze, günümüzden kıyamete devam edecektir. Kimi Muhammedî nuru tasdik, kimi de inkar edecektir.
Tasavvuf insanı en alt mertebeden alır, basamak basamak ufku geniş, kâmil insan seviyesine çıkarır. Birinci basamaktaki insan ile son basamaktaki insan arasında kalite farkı vardır. Bu sanatta, siyasette, ictimai durumda kendini gösterir. Hakikat, hangi seviyeden bakıldığına göre tasvir edilir. Tasavvuf Tarihi’ni başlatanlar “tasavvuf” kelimesinin başka kültürlerden geldiğini savunmuştur. Önemli olan ise bir disiplini o disiplini temsil edenlerin görüşüyle tanımlamaktır. Bir eşyaya farklı yönlerden bakanlar onu farklı tanımlarlar.
EHL-İ BEYTİN VAKIF OLDUĞU SIRLARI BİLEN EHL-İ BEYTTEN OLUR
Tasavvuf yolu, Resûlullah’ın ehl-i beytinin teşkil ettiği yolun aynısıdır. Her kim bu yola ittihaz ederse ehl-i beyte yakınlaşır. Hz. Hüseyin ‘in soyundan gelenlere seyyid Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere de şerif denmiştir. Seyyidin fiziken bu soydan gelmesi şart değildir. “Selman bendendir. Ehl-i beyttendir” hadisi buna bir delildir. Selman’ın “ehl-i beytin vakıf olduğu sırlara vakıf olmasından dolayı ona bu ayrıcalık verilmiştir. Selman, hadislerin vürudunu iyi biliyordu; bu hadis onun müslamanlığıyla ilgili değildir. Manevi soy bilimi önem kazanıyor bu hadisle.
Sufi olmak için tarafsız olunamaz. Sufi mutlaka Hakk’a doğru giden taraf olmalıdır. Müsamaha tasavvufta geçerli değildir. Bir hal diğer hali öldürür (diaelektik) Nefs-i emmareden alınır bir üst hale getirilir. Birinci halde öldürülür. İkinci halde diriltilir. Her şey talep etmeyle başlar. Bizzat kişinin iradesi geçerlidir.
Talepte bulunan kişiye “talip” denir. Talip olan kişi tasavvuf ilminin mevzuu olur. ‘Beni hakikaten isteyen bulur, tanır, sever’ hadisi kudsidir bu. Beni istemen, kalbî, içten şekilde değilse beni bulamazsın. Beni bulan marifetullahtan kırpıntılar almaya başlar, beni tanır. Beni tanıyan beni sevmeye başlar.
FENAFİLLAHA ULAŞANI MELEKLER TAVAF EDER
Tasavvufta değişik sevgi türleri ve düzeyleri vardır. Aşk sevginin bir üstündedir, müteradif değillerdir. Aşkın önündeki engel ikiliktir, ayrılıktır. Aşk, o ikilik perdesini yakar.
Tasavvuf Allah’tan razı olup olmamaya bakar. Ferdin Allah’ı her şeyiyle kabul etmesine dikkat eder.
Fenafillaha ulaşanı melekler tavaf eder. Cezbeyi çekebilmek kişinin bizzat kendi yaşantısıyla olur. Ulvî olan süflî olana hakim olmak zorundadır. Doğru, batılın üstündedir. Mutasavvıflar, kafirlere sadece ontolojik açıdan değer verirler. Onları kabul etmek, birarada yaşamak tasavvufta geçersizdir.
Zifiri karanlıkta yakılan bir lambayı mütemadiyen yarımay şeklinde çevirdiğimizde lambanın ışığı çizgi halinde görülür. Daire şeklinde döndürdüğümüzde lamba, daire şeklinde görülür. Biz o lambayı 360 tane görürüz. Oysa lambanın sallanmasını durdurduğumuzda lamba bir tanedir. Varmış gibi gözükmekle varolmak farklı şeydir. Allah, varlığı bilinmek aşkıyla yaratmıştır.
HERKES ÖLMEDEN ÖLEMEZ
Tasavvufçular la taayyun durumunda Allah’a isim vermezler. Allah, isimlerini bizimle irtibatlandırmak için vermiştir. O her türlü kayıt ve isimden münezzehtir. Allah Ehad’dır. Ehad rakamlardaki 1’den farklıdır. 1 vahid 1 vahid daha 2 vahid eder. Oysa Ehad, vahidden farklıdır. Misli, benzeri yoktur. Ehad makamını insan aklı asla tefekkür edemez.
Şehadet alemi ise görünen alemdir. Burada çokluk vardır. Buradaki her varlık Allah’ın bir görüntüsüdür. Ehadiyetten şehadet alemine inişe nüzûl denir. Karışıklık alemi burasıdır. Şehadet aleminden fenafillaha ulaşmaya ise urûc denir. Bu ikinci kaviste mertebeler vardır. Her mertebe içinde ayrıca makamlar vardır.
Fenafillah makamı asıl vatandır. Fenafillaha ulaşmak Allah’a rucu etmektir. Rucu edecek olan demek ki asıl yerinde değildir. Döneceği yer, onun asıl yeridir. “Ölmeden evvel ölünüz” sözünü fenafillahta kaybolmak olarak anlamak gerekir. Seyr-i illallahta herkes fenafillaha ulaşamaz. Kimisi işin başında, kimi ortasında kaybolur, yenilir. Evliyalar içinde bazıları sonuca ulaşır.
NEY’İN İÇİ BOŞALTILIRSA “HÛ” SESİ ÇIKAR
Budizm gibi bazı beşeri dinlerde Nirvana vardır. Nefs-i levvameye kadar ancak gelebilirler. Ondan sonrasını Muhammedi hakikate inananlar kateder. Bu yedi mertebede kesb ile beraber ilahi yardım vardır. Fenafillaha ulaşmakla iş bitmez. Bu makama ulaşan kişi Allah’ın izniyle tekrar mürşid olarak görevlendirilir. Onlara “ricalullah” denir. Bu kimseler Allah’ın bazı özelliklerini alır. Beşerdirler. Ama beşere benzemezler. Halkla beraber yaşarlar, irşad ederler. Allah’ı görür ve işitirler.
Ricalullahtan başka “efrad” denen kişiler de vardır. Bunların ricalullahtan farkı kimseyle konuşmazlar, mürid almazlar. Tek başınadırlar. Ferdi olarak Allah’ı yaşarlar. Bunlara “meczub-ı ilahi” derler. Bu daire, varlığın fiziksel mertebesini gösterdiği gibi psikolojik miracını da gösterir.
Hz. Mevlana fenafillah konusunda “ney” misalini getirir. Ney sazlıkta yetişen sazlardan yapılır. Saz kesildiği zaman içi doludur. İçi dolu olan sazdan ses çıkmaz. Ancak neyin içi boşaltılırsa “hu” sesi çıkar. Çünkü ney ayrılıktan şikayet eder ve üflendiği zaman inler. Neyin içi boşaltıldıktan sonra üzerine yedi nefsi ifade eden delikler açılır. Ney bu deliklerden geçerek “hu” sesi çıkarır.
MÜRŞİD-İ KÂMİL SİMYAGER GİBİDİR
Akarsu üzerinde yüzen bir tomruk ile kayık arasında ne fark vardır? Kayığın içi boşaltılmıştır, kürekleri vardır. Tomruk suyun yönüne karşı gelemez. Oysa kayık suyun akışına engel olur. Allah’ın bazı isimleri varlık mertebelerini birleştirdiği gibi ayırabilir de.
Hayy ismi insan, hayvan ve bitkiye şamil olduğu gibi Mütekellim ismi sadece insanda bulunur. İnsan, Allah’ın tüm isimlerini kendinde tecelli ettirecek potansiyele sahiptir. Bir bitki istese de bu potansiyele sahip olamaz. Hayvanlar kendi varlık katmanları içinde en üstün hayvan (at, aslan, maymun) olmak isterler.
Her maddenin içinde mutlaka altın vardır ve her maden “ah keşke altın olsam” der. Simya ilmi de işte her maddede bulunan altını ayrıştırmak için icad edilmiştir. Mürşid-i kâmil de simyager gibidir. Elindeki parayı altına çevirir. Ancak kendi kullanamaz, müridlerine verir.
İksir-i azam insan-ı kâmildir. İnsan istese hayvan gibi ot gibi olur. Hiçbir hayvan bitki olamaz. İnsan meleklerin bile gıpta edebileceği bir duruma da gelebilir. İşte bakır olan insanı altın insana dönüştürme ilmi tasavvuftur. Çünkü insan için en yüksek mertebe insan-ı kâmildir.
Yeni Dünya Dergisi Mart 2011