Adam olmak
Filiz Konca
‘Adam olmak’ sözünden ne anlıyoruz? ‘Adam olmak’ birçok amaçla kullanılan bir söz olsa da şu manalara gelmediği kesin. Allah’ın değil nefsinin emirlerini dinlemek, kendi dünyevi çıkarı uğruna insanlığın değerlerini yok saymak, Hak ve hakikatlerin yolundan değil şeytanın yolundan gitmek, servet, şöhret, mal, mülk, makam, mevki, yemek, içmek, zevk ve sefa amacıyla yaşamak, bütün kaygısı ‘kendi rahatı’ olmak, Allah’ın değil kendi nefsinin isteklerinin hüküm sürmesini istemek ve bu uğurda çaba göstermek, Allah’ ı ve ahireti hatırlatacak her şeyden uzaklaşmak ve uzaklaştırmak, Allah erlerini hor görmek, Allah’ın verdiği nimetleri kendinin zannetmek, Allah dostlarıyla alay etmek ve haklarını yemek, harama düşme kaygısı taşımamak, günahlara aldırmamak hatta haz almak, Kur’an-ı Kerim ha inmiş ha inmemiş önemsememek, sünnet-i seniyyelere aldırış etmemek, bir Allah’a kulluk etmeyip kulluk edecek çok şey bulmak, Allah’ ın rızasını kazanmak gibi bir derdi olmamak, Allah’ın adını ötelere duyurmak için yıllarca cehdedenlere karşı müstekbir davranmak, acı içindeki müminlerin derdini hissetmemek… Evet. ‘Adam olmak’ böyle şeylerle olamaz.
Yan yana duran iki eşek düşünelim. Birinin üzerindeki yükler diğerini etkiler mi? Elbette etkilemez. Umurunda bile değildir. Ama insanlar böyle değildir. Böyle hallerden etkilenirler.
Ama bir de Rabbine kulluk edebilme sevdasında olanlara, Rabbinin emirlerini yerine getirebilme kaygısını taşıyanlara engel olmak isteyenler, yüklerini arttırmaya kalkışanlar, eşekten de beter hallere yuvarlanıyorlar. ‘Adam olma’ kaygısı taşıyanlar yani Allah’ın rızasına göz diken yiğitler ise insanlığın onurunu korumaya devam ediyorlar. ‘Kedi yavrusunu yiyeceği zaman fareye benzetirmiş. Öyle yermiş.’
Peygamberimizin (S.A.V.) “Hakkı söylemeyip susan dilsiz şeytan gibidir” diyor. Hakkın çiğnenip, hakikatin aşağılandığı bir yerde sükût eden bir kimse, hadisin ifadesiyle, apaçık şeytan-ı ahras (dilsiz şeytan) sayılmış; faydasız ya da batıl şeyler konuşanlar da, şeytanın dostu ve tercümanı kabul edilmişlerdir.
Biz ecdadımızdan da bu güzellikleri görmüştük. Onların mesleği Allah yolu, maksatları ise kuru cihangirlik davası değil Allah’ın dinini yaymaktı.
Mesela Osmanlı Devleti’nin en büyük padişahlarından biri olan Yavuz Sultan Selim zamanında Şeyhülislam olan Zembilli Ali Efendi gerektiğinde saltanata itiraz etmiş, “Bu, manevî sorumluluğu gerektiren (âhireti ilgilendiren) bir meseledir. Buna karışmak benim vazifemdir” demiş ve bu hal de Yavuz Sultan Selim’ in çok hoşuna gitmiş ve söyleneni yaparak Hak üzere hareket etmiştir.
Bir gün Resulullah dışarı çıktı ve ashabına “Sizden baktığı halde görmeyip ama olmak isteyen kimse var mıdır?” buyurdu.
“Kim ister ki ya Resulullah?” dediler.
Şöyle buyurdu: “Yüce Allah dünyaya ilgi gösteren, ona gönül bağlayan kimseyi kör etmiştir.
Dünyadan ümidini kesip, uzun emelden el çekene de kimseden öğrenmeksizin ilim vermiş, yol göstericisi olmadan ona doğru yolu göstermiştir.”
Peygamberimiz (S.A.V.) buyuruyor ki:
” Sabahleyin kalkınca niyetinin çoğu Allah için değil de dünya için olan kimse, Allah’ın sevgili kullarından olamaz. Öyle bir insanın kalbinde şu dört şey eksilmez.
1- Devamlı üzüntü,
2- Sürekli meşguliyet,
3- Zenginliğe ulaşmayan fakirlik,
4- Sonsuz emel.”
Tevbe Suresi:24- Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.