AFYON MEVLEVİHANESİ VE CELALEDDİN ÇELEBİ (I)
Hz. Mevlânâ torunlarının halen yaşadığı bir kent olan Afyonkarahisar, Mevlevîlik Tarihi açısından önemli bir merkezdir. Özellikle XV. ve XVI. yüzyıllarda, Sultan Divânî zamanında, “Konya’dan Sonraki En Önemli Mevlevîhâne” olma özelliğini daha da pekiştirmiştir.
Kendisi de Mevlânâ torunlarından olan Ali Celâleddin Çelebi, 1894–1918 yılları arasında şeyhlik yapmıştır.
Afyonkarahisar Mevlevîhânesi; Ali Celâleddin Çelebi dönemine rastlayan Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında hem maddî hem de askerî yardımda bulunarak Osmanlı Ordusuna destek sağlamış, 1902’de tamamen yanmasının ardından zor şartlar altında tekrar inşa edilmiş ve Sultan Reşad Döneminde çıkan kanûna rağmen, Müstesna (ayrıcalıklı) vakıflardan kabul edilmiştir.
1918 yılında Celâleddin Çelebi’nin vefatının ardından, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile ilgili kanunun yürürlüğe girdiği 1925 yılına kadar, aktif bir şekilde faaliyetlerini sürdürmüştür.
Ali Celaleddin Çelebi, kolay bir dönemde şeyhlik yapmamıştır. Yaşadığı dönemin siyasi sorunlarının yanı sıra, özelde Mevlevilik açısından bazı sıkıntıların azımsanmayacak derecede var oluşu Çelebi’inin idarecilik açısından da maharetini göstermesini icab ettiren önemli tarihi gerçeklikler idi.
Ali Celâleddin Çelebi geride anı, hatırat ve benzeri yazılı belge bırakmamıştır. Arşiv belgelerinin haricinde ona ait yegâne materyal; Afyonkarahisar’da yaşayan, kardeşi Ferruh Çelebi’nin torunlarında bulunan birkaç fotoğraf ve bir adet mühürdür.
Çelebi’nin dönemine ait arşiv belgelerinin iskeletini, Başbakanlık Osmanlı Arşivi (B.O.A.), Mevlana Müzesi Arşivi (M.M.A.) ve Milli Kütüphane (M.K.) oluşturmaktadır. Elde ettiğimiz bilgi ve belgelere dayanarak Şeyh Ali Celaleddin Çelebi ve Dönemindeki Afyonkarahisar Mevlevihanesine ait konumuzu, aşağıdaki başlıklar altında topurluyubiliriz.
1-Ali Celaleddin Çelebi’nin Hayatı:
1.1. Ailesi
Kendisi, 19. yüzyılın ilk yarısının sonlarında Afyonkarahisar’a Konya’dan hicret eden Mehmet Raşit Çelebi’nin torunudur. Babası Kemaleddin Çelebidir. Karahisâr Çelebileri’nin künyelerinin kayıtlı olduğu deftere göre hane numarası 42/2’de kayıtlı olan Ali Celâleddin Çelebi’nin doğum tarihi 1272/1856-57’dir. (Lokman Derya SOLMAZ: Şeyh Ali Celaleddin Çelebi ve Döneminde Afyonkarahisar Mevlevihanesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.6 ) Şemseddin Çelebi (ö.1986)’nin 20 Ağustos 1977 tarihli notlarına göre Ali Celâleddin Çelebi’nin kardeşlerinin isimleri de şöyledir: Bahar Hanım, Sadır (Sadreddin) Çelebi, Zehra Hanım, Ferruh Çelebi ve Güneş Hanım.
Hz. Mevlânâ soyundan olmaları ve buna mütenâsib olarak taşıdıkları manevî mîras, onların halk nazarında ve Mevlevîler arasındaki itibarlarını oldukça yükseltmiştir. Bu hâl sadece yerli halkın değil o dönemin Avrupalı seyyahı Ramsay ailesinin de dikkatinden kaçmamıştır. (Rıza Duru: Mevleviname, s. 319-324) İskoç arkeolog Sir William Mitchell Ramsay’in eşi Agnes Dick Ramsay, Ali Celâleddin Çelebi ve ailesinden övgüyle bahseden sayyahlardan birisidir (Rıza Duru; a.g.e. s.319-324) Ramsaylar, Ali Celâleddin Çelebi’nin babası Şeyh Kemâleddin Çelebi ve kardeşlerinin, şehirdeki ve civardaki kendine has, asil tavırlı (aristokrat) bir aile olduklarını belirtmektedirler. (Rıza Duru: a.g.e. s.319-324)
Şeyh Kemâleddin Çelebi, seyyahların kendilerini ziyaretleri esnasındaki ilgilerinden hoşlanıp onların samimi hâllerine güvendiği için, perşembe akşamı gerçekleştirecekleri semâ törenini izlemeleri için kendilerini Mevlevîhâneye davet etmiştir. Bayan Ramsay, o gece yapılan (22 Ağustos 1890) semâ töreninin bütün ayrıntılarını dikkatle izlemiştir. Hatta zenci bir semâzenin varlığı, seyyahın dikkatini çekmiştir. Kemâleddin Çelebi’nin diğer oğlu Ferruh Çelebi’nin de semâzenbaşı olduğu da vurgulandığı gibi, semâzenlerin kullandığı renkli tennûreler de dikkatinden kaçmamıştır. (Rıza Duru: a.g.e. s.319-324)
1.2.Şeceresi
Aile yapısının özellikleri ve Mevlevilik geleneğine ait bazı güncel yaşam örneklerinin ardından, Çelebinin Şeceresi ile ilgili bazı detayları da vurgulamakta fayda vardır.
Türk ve Osmanlı toplum yapısında şecere çıkarmak çok yaygın bir uygulama olmasa da tarikatler arasında ilmî ve tasavvufî yeterlilik noktasıdan bir ölçü olması, aynı zamanda Büyük Pir’e sıhrî yakınlık kurulması bakımından şecerecilik oldukça yaygınlık kazanmıştır. Bunun Mevlevîliğe yansıması ilk etapta Hz. Mevlânâ soyunun tespiti şeklinde olmuşsa da aynı zamanda tekke şeyhlerinin şecereleri de kaydedilmiştir. Buna, Konya Mevlânâ Dergâhı’nın merkez olması hasebiyle katkısı muhakkaktır. Osmanlı Hanedânı ile ilişkilerin üst seviyede olması, hatta akrabalık bağının bulunması, Hz. Mevlânâ soyunun şeceresinin tutulmasındaki titizliği beraberinde getirmiştir. Birçok Mevlevîhâne postnişînliğine, çelebi makamından bir kişinin tayin edilmesi de geleneğe büyük katkı sağlamıştır. Kendisi de çelebi olan Ali Celâleddin Çelebi’nin şeceresini aşağıdaki gibi tespit etmiş bulunmaktayız: (Lokman Derya Solmaz: a.g.e., s.8-9).
Ali Celâleddin Çelebi ( 1856–57/1918)
Kemâleddin Çelebi (?-1894)
Râşid Çelebi
Hüsrev Çelebi
İshak Çelebi
Alâaddin Çelebi
Mehmed Ali Celâleddin Çelebi
Abdurrahman Çelebi
Abdülhalîm Çelebi (?-1679)
Abdurrahman-ı Evvel Çelebi
Ebûbekir Çelebi (?-1638)
Ferruh Çelebi (1519 – 1591)
Hüsrev Çelebi (1479?-1561)
Cemaleddin Çelebi (?-1509)
Ebû Âdil Çelebi
Ârif-i Sânî Çelebi (?-1421)
Âdil Ekber Çelebi
Ulu Arif Çelebi (1272–1338)
Veled Çelebi (1226–1292)
Hz. Mevlânâ (1207–1273)
1.3.Çocukları
Ali Celâleddin Çelebi, bütün ömrü boyunca toplam dokuz evlilik yapmıştır. Bu rakam bize, eşlerinin bir kısmının yaşlı ve erken öldüğü yolunda ipuçları vermektedir. Bu evliliklerden 5 erkek, 9 kız evladı olmuş olup isimleri de şöyledir: Raşid Çelebi, Hayrullah Çelebi, Firdevs Hanım, Veled Çelebi (Artün), Ali Celâl Çelebi (Artün), Adeviye Hanım, Kamer Hanım, Kerîme Hanım, Münîre Hanım, Cemile Hanım, Sâbire Hanım, Zeynep Hanım ve İffet Hanım. (Lokman Derya Solmaz: a.g.e., s.10)
1.4. Eğitimi
Mevlevîhâne vakıflarının mütevellîsi olması, İstanbul Mevlevîleri ve Konya Mevlevîhânesi ile üst düzeyde münasebetlerde bulunması, başka Mevlevîhânelerin, tekkelerin, mütevellî ve şeyhleriyle de iyi ilişkiler kurabilmiş olması, onun idarecilik vasfının özelliklerini yansıttığı gibi eğitim durumunun da üst düzeyde olduğunu göstermektedir.
Ali Celâleddin Çelebi’nin ilk tahsil hayatını yaptığını düşündüğümüz eğitim kurumu, Divânî Mehmed Efendi Mektebi’dir.
Ali Celâleddin Çelebi döneminde bütün Osmanlı topraklarında olduğu gibi, Afyonkarahisar’da da eğitim müessese ve faaliyetleri hayli hareketlidir. (Mehmed Ziya: Bursa’dan Konya’ya Seyahat, Hazırlayanlar: Mehmet Fatih Birgül, Levent Ali Çanaklı, Bursa İl Özel İdaresi Yayınları, Bursa 2008, s.288) İşte bu hareketlilik içerisinde Ali Celâleddin Çelebi, zorunlu olan ilk mektepten itibaren hem medreselerde din eğitimi almış, hem de Mevlevîhânede tasavvufî terbiye görmüştür.
Öğretimi süresince Çelebi’nin tarih ilmine de ayrı bir ilgisinin olduğu açıktır. İleriki yıllarda (1912) ilmî araştırmalarda bulunmak üzere bir heyet Konya’ya gitmiş ve bu heyet içerisinde Şeyh Ali Celâleddin Çelebi de bulunmuştur. (Millî Kütüphane: Şehbal Dergisi, Yer Numarası 1957 SC 9, C.III, Sayı 57, s.168.) Heyetin, Konya ve Mevlevîlik Tarîkati hakkında araştırmalarda bulunmak üzere teşekkül etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’ye 1914 yılında verilen Silsilenâme çıkarma görevi de liyakat sahibi olduğunun başka bir göstergesidir. (MMA: Zarf No:234/32)
Onun eğitim seviyesini gösteren diğer bir unsur da, mühürleri ile ilgilidir. Mevlânâ Müzesi Arşivi’nde mevcut, Ali Celâleddin Çelebi’nin kendisine ait yazılı belgelerin hemen hemen tamamında mühür tarihi 1299/1881 olarak kazınmıştır. Daha önceki çalışmalarda tespit edilememiş olan bu mühür başka bir gerçekliği de gün yüzüne çıkarmıştır.
Ali Celâleddin Çelebi’nin bu güne kadar bilinen mührü 1312/1894 tarihli olup, babasının vefatından sonra kendisinin şeyhlik döneminin başlangıcını ifade etmektedir. Bundan böyle 1299/1881 tarihli mühür, Ali Celâleddin Çelebi’nin mütevellîliğinin başlangıç tarihi olsa gerektir. Daha önceki dönemde de dedesi Mehmed Râşid Çelebi’nin postnişînliği sırasında, babası Kemâleddin Çelebi’nin de henüz postnişîn değilken mütevellî olduğu gerçeğine bakarsak aynı uygulama, Ali Celâleddin Çelebi’nin kendisinde de zuhûr etmiştir. Ali Celâleddin Çelebi’nin, babasının vefatından önce mütevellî olmasından mütevellid, onun liyâkat sahibi biri olduğu da ifade edilebilir. Bu durum, kendisinin eğitim durumunun seviyesini gösteren diğer bir gerçekliktir.
Özetle söyleyecek olursak, tahminimize göre Ali Celaleddin Çelebi ilk eğitimini Dîvâne Mehmed Çelebi Mektebi‘nde almış, ardından Mevlevîhâneye intisap ederek orada hem dînî hem de tasavvufî eğitimini ikmal etmiştir.
Afyonkarahisar’daki eğitiminin ardından Konya’da bir süre bulunmuş olması ve burada Mevlevîliğe dair ileri derecede dersler okumuş olması muhtemeldir. Şu nedenledir ki, bir Mevlevî Şeyhi sadece Mevlevîhâne idarecisi değil; aynı zamanda önemli bir eğitim geleneğinin önderidir. O, bir yandan Mesnevî okuyup şerh etmiş, bir yandan semâ âyinleri sebebiyle musikî ile direk münasebet hâlinde olmuş ve yeri geldiğinde Konya’daki eğitim imkânlarından faydalanarak bilgi ve birikimini artırmıştır.
1.5.Kişiliği
Mevlevîhânenin mevcut şeyhinin vefatından sonra kimin bu makama tayin edileceği konusu her zaman önem arz ediyordu.
Ali Celâleddin Çelebi’nin babası Kemâleddin Çelebi’nin vefatının ardından, şeyhlik makamına atanacak şahsın belirlenmesi hususunda süreç, o güne kadar uygulanan teâmüllerin dışında yürümüştür.
Ölen şeyhin kardeşlerinden birisinin postnişîn olması gerekirken, Kemâleddin Çelebi’nin kardeşi atanmamış, şeyhin oğlu Ali Celâleddin Çelebi postnişîn olarak tayin edilmiştir. Bu sıra dışı uygulama, izaha muhtaçtır. Teâmül gereği, uygulamanın gerekçesi ile ilgili rapor, Konya Mevlânâ Dergâhı Postnişîni tarafından Padişah’a arz edilmiş ancak Padişah bu açıklamadan tatmin olmamış ve bu durumu açıklamak üzere bir heyet gönderilmiştir. Bu heyete; Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Ahmed Dede, Üsküdar Mevlevîhanesi Şeyhi Ahmet Remzi Dede ve bazı kimseler de dâhil olmuşlardır. Heyetin konuşmaları sırasında, Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin sözcülüğünü üstlenen Kadir Çelebi; Mevlevîhâne idaresinde kendisinin ne kadar idealist olduğunu arz ettikten sonra, böyle bir icraati titizlikle yerine getirebilecek kişinin Ali Celâleddin Çelebi olduğunu söylemiş ve kendisinin de rızasının bulunduğunu beyan etmiştir. Ayrıca son zamanlarda, Mevlevîhâne şeyhliği ve mütevellîliği konusundaki uygulamaların istismar konusu olduğunu da sözlerine eklemiştir. (Şemseddin Çelebi: 20 Ağustos 1977 tarihli notları) Böyle seçkin bir Mevlevî topluluğunun, Ali Celâleddin Çelebi’nin atanması konusunda bir araya gelip inisiyatif kullanması, onun ilmî sahada ne kadar liyâkat sahibi olduğunu göstermesi açısından önem arz etmektedir.
Onun, Mevlevîler arasındaki nüfûzuna başka bir örnek de, bazı önemli şahısların nikâh törenlerine davet edilmiş ve hatta bir tarafın da şahitliğini yapmış olmasıdır.
Bahariye Mevlevîhânesi Şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’nin kızı Nakiyye Hanım’ın 1895 yılındaki nikâh merasiminde kız tarafı şahidi olarak bulunmuştur. (Sezai Küçük: Mevleviliğin Son Yüzyılı, s.156,180) Ali Celâleddin Çelebi, 29 Recep 1318/16 Kasım 1900 perşembe günü saat beş buçukta, Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi ile birlikte, İstanbul Mevlevîhânesi ileri gelenlerinin de bulunduğu merasimde hazır bulunmuştur. Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin Mevlevîler arasındaki kıymetinin bir nişânesi olarak, Şeyh Celâleddin Efendi’ye nikâh şahitliği teklif edilmesi gayet normal karşılanmıştır. (Sezai Küçük: a.g.e., s.157)
Ali Celâleddin Çelebi, İstanbul’a çok sık seyahat etmesi ile de dikkat çekmektedir. Bu seyahatleri sırasında hem Osmanlı Devleti yönetimi hem de İstanbul Mevlevîleri ile gayet sağlam bir irtibat kurmuştur. İstanbul seyahatlerinin birinde, kendisine mahsus Hırka-i Şerîf’i ziyaret imkânının sağlanması, şahsına gösterilen hürmetin bir ifadesidir. Çelebi, bu ziyaretin neticesindeki duygularını da şu şekilde dile getirmiştir: “…Ziyâret-i hırka-i şerîfde duâ-yı devâm-ı ömr-i âfiyet ve tezâyüd-i şevket ve muzafferiyet-i hazret-i padişâhı duâyı vâcibu’l edâsına terdîfen da’vât-ı hayriyyet-i âyât-ı cenâb-ı mürşidânelirine ref’ ve bârgâh-ı ehâdiyet kılındığını arz ile…”.( MMA: Zarf No: 234/69)
Ali Celâleddin Çelebi İstanbul’da bulunduğu sırada, bazı önemli merasimlere de davet edilmiştir. Bunlardan birisi de, Sultan Reşad zamanında oldukça büyük bir onarımdan geçen Yenikapı Mevlevîhânesinin açılış törenidir. (MMA: Zarf No: 234/65)
Tahir-ül Mevlevî (ö.1951) de Şeyh Ali Celâleddin Çelebi hakkında; müttakî, mütevâzî, derviş-nihâd gibi sıfatlarla anlattıktan sonra, dönemin Mevlevî şeyhlerinin çoğunda bulunan sigara kullanma alışkanlığının bulunmayışını hele de kahve bile içmemesini ayrıca takdir eder. (Tahir Olgun: Mevlevi Çilesi, Hazırlayanlar: Cemal Kurnaz, Gülgün Yazıcı, Vefa Yayınları, İstanbul 2008, s.74)
İhtifalci lakâbıyla bilinen ve İstanbul Mevlevîliğinin son dönem önemli simâlarından olan Mehmed Ziya Bey “Bursa’dan Konya’ya Seyahat” isimli seyahatnamesinde de Afyonkarahisar’daki izlenimlerine önemli yer ayırmıştır.
Ziya Bey’i tren istasyonunda karşılayanlar arasında Ali Celâleddin Çelebi de hazır bulunmuştur. Bu jestten çok etkilenen Ziya Bey bütün Afyonkarahisar günleri boyunca, kendisine gösterilen ilgi ve alâkadan memnuniyetini sık sık dile getirmiştir. (Mehmed Ziya: a.g.e., s. 273)
Konya Makam Çelebiliği de bazı önemli konularda Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin fikirlerine başvurmuştur. Bunlardan birisi, Konya Mevlâna Dergâhı Postnişîni’nin, Tavşanlı Zâviyesi türbedarlarından Ziya Dede hakkında yaptığı tahkikat esnasında, görüşlerini almış olmasıdır. O, cevabında Ziyâ Dede’nin önceden işret hâlinin olduğunu ancak birkaç yıldır görüşmediklerini beyan etmiştir. Eğer malum şahsın olumsuz hâllerinin devam ettiği vaki ise, o zaman onun ıslahı için girişimde bulunulmasının faydalı olacağını da eklemiştir. (MMA:Zarf No: 234/27)
Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhlerinden Arif Efendi’nin görevi ile ilgili sorunun giderilmesi hususunda da Şeyh Ali Celâleddin Çelebi inisiyatif kullanmış ve nufûzunun etkisini burada da göstermiştir. 1908 yılında Konya Postnişîni tarafından tahsil ve terbiyesinin noksanlığı ve mübtelâ-yı sû-i akrân olması sebebiyle görevinden alınmış olan Arif Efendi (Sezai Küçük: a.g.e., s.242,243), yaklaşık dört yıl sonra tekrar görevinin iadesi için girişimde bulunmuş, akabinde Şeyh Ali Celâleddin Çelebi duruma müdahil olmuştur. Mevlânâ Dergâhı Postnişîni’ne yazdığı arîzada kendi görüşlerini bütün açıklığıyla ifade etmiştir. Arif Efendi’nin ahvâlinin, Tarîkat-i Mevlevîye’yi zor durumda bıraktığını, eski hâlinden vazgeçip durumunu düzeltip düzeltmediğinin henüz belli olmadığını ve kendisine verilen cüz’î miktar maaşın bile hem tarikat müntesibleri arasında hem de halk arasında çok görüldüğünü bildirmiştir. Tekrar göreve getirilmesi hâlinde, halkın galeyâna geleceğini ve tarîkatin de zor durumda kalacağını vurgulamıştır (MMA: Zarf No: 234/63)
Buna benzer bir durum da, Manisa Mevlevîhânesindeki Murtaza Çelebi’nin görevinin sonlandırılması esnasında tezahür etmiştir. Ali Celâleddin Çelebi; Manisa Mevlevîhânesi Şeyhi Murtaza Çelebi hakkındaki şikâyetlerin, Meclis-i Meb’ûsân’a, hatta Meşîhat-i İslâmiye’ye dahi iletilebileceği endişesini padişaha arz etmiştir. (Padişah’ın Murtaza Çelebi’ye müsâmahakâr davrandığı anlaşılmaktadır). Bu arada, Manisa’da bulunan Sertabbah Nizâmeddin Efendi eli ile Murtaza Çelebi’ye nasihat içeren bir mektup da göndermiştir. Ali Celâleddin Çelebi, Murtaza Çelebi’ye gönderdiği bu mektuptan olumlu bir sonuç ummadığı için, görevinden azledilmesinin yerinde bir karar olacağını ve tebliğatın kendisine posta ile gönderilmesi hâlinde, beş-on gün sonra Murtaza Çelebi’ye bizzat götüreceğini de bildirmiştir (MMA, Zarf No: 234/66). Nitekim Murtaza Çelebi, başarısız yönetiminden dolayı görevinden azledilmiştir. (Sezai Küçük: a.g.e., s. 212)
Ali Celâleddin Çelebi, Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin meseleleri yanında, büyük vakıfların hukûkî problemlerinde de inisiyatif kullanmıştır. 1912 Nisanında, Gazi Evranos Vakfı mütevellî vekîli Osman Nuri Bey, Konya ziyaretinin ardından Afyonkarahisar’a uğramış ve Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’yi ziyaret etmiştir. Çelebi, Osman Nuri Bey’in ziyaretinin akabinde durumu, 4 Nisan 1328/17 Nisan 1912 tarihli arîzasında Konya Mevlânâ Dergâhı Postnişînine bildirmiş, meselenin padişaha aktarılması gereğini ifade etmiştir.
Balkan Savaşları’nın, Balkanlar’daki Mevlevîhâneleri zor duruma sürüklediği esnada Ali Celâleddin Çelebi’ye bu süreci takip etmekle ilgili görev verilmiştir. Çelebi, görevi ile ilgili yaptığı tahkîkatın sonucunu da rapor hâlinde Konya Mevlânâ Dergâhı Postnşinîne takdîm etmiştir. (Lokman Derya Solmaz: a.g.e., s.16)
Şeyh Ali Celâleddin Çelebi, başka dervişlerin resmî işleri hakkında da girişimlerde bulunmuştur. Şam Mevlevîhânesinde vefat eden, Manastır Vilayetinden ve Debre-i Bâlâ Kasabası Bayram Bey Mahâllesi’ne kayıtlı Dervîş Yusuf’un, Afyonkarahisar Emniyet Şirketi’nde bulunan toplam üç yüz bir kuruşluk hissesinin, kime gönderileceği hususunda inceleme yapmış, vefat eden dervişin memleketinde bulunan biraderinin tespit edilmesinin ardından da gerekeni tatbik etmiştir. Yine malum dervişin mirası hakkındaki uygulamada bir karışıklık (isim yanlışlığı) olsa gerektir ki, aynı konu ile ilgili Konya Mevlânâ Dergâhı’na tebliğatta bulunmuş, hisse sahibinin kimlik bilgilerini tashih etmiştir. (Lokman Derya Solmaz:a.g.e., s.16)
Ali Celâleddin Çelebi, bazı önemli Mevlevî Dedeleri’nin yetişmesinde de etkin olmuştur. Bu teşebbüs ve gayretlerinin sebebi; Mevlevîhânede liyâkat sahibi neyzen ve semâzenlerin sürekli bulunmasının gerekliliğidir.
Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin bu anlamda emek sarfettiği kişilerin başında, Neyzen Feyzi Dede (ö.1948) gelmektedir. Ali Celâleddin Çelebi, Feyzi Efendi’nin yetenekli olduğunu fark etmiş, onu Bursa Mevlevîhânesi neyzenbaşısı Mustafa Dede’ye göndermiş ve iyi bir neyzenin yanında yetişmesi için gayret göstermiştir. Bursa’da eğitimini tamamlayan Feyzi Efendi, hemen ardından Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin neyzenbaşısı olmuş, bunun yanında semâzenlik vasfı da kazanan Feyzi Dede, Afyonkarahisar Mevlevîhânesenin son neyzenbaşısı unvanı ile 1925’e kadar görevini layıkıyla sürdürmüştür. (Lokman Derya Solmaz: a.g.e., s.17)
Sadece Mevlevîhâne için değil, diğer dînî kurumlara da ehil kişilerin görevlendirilmesi sözkonusu olduğundan, Gezler Karyesi’ndeki camiye görevlendirilecek kişinin durumu hakkında da Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin görüşüne müracaat edilmiştir. Çelebi de, Muhammed Râşid Çelebi (Rıza Çelebizâde) oğlunun Gezler Köyü Camiindeki görevinin müktesep hakkı olduğunu ve şimdilik bu göreve vekâleten başka birininin bakabileceği konusunda da görüş serdetmiştir. (MMA: Zarf No: 234/78)
Şeyh Ali Celâleddin Çelebi, Konya’da yapılan ilmî toplantılarda da bulunmuştur. Bu toplantılardan biri 1912 yılının Temmuz ayında gerçekleşmiştir. Önemli Mevlevî temsilcilerinin ve Osmanlı Bürokratlarından bazılarının da bulunduğu bu heyete, Mevlânâ Dergâhı Postnişîni Veled Çelebi başkanlık etmiştir. Padişah’ın özel olarak hazırlattığı seccadeler Mevlânâ ve Şems-i Tebrîzî Türbelerine takdim edilmiş ve heyetin bu jesti Konya halkı tarafından büyük takdir toplamıştır (M.K: Şehbal Dergisi, Yer Numarası 1957 SC 9, C.III, Sayı 57, s.168) Bu heyette bulunan diğer şahıslar şunlardır: Konya Makam Çelebisi, Bursa Mevlevî Şeyhi Muhammed Şemseddin Efendi, Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Muhammed Abdülbâkî Efendi, Selânik Şeyhi Eşref Efendi, Kasımpaşa Şeyhi Seyfeddin Efendi, Bahariye Şeyhi Nazif Efendi, Sertarîk Adil Efendi, Musullu Âmâ Hafız Osman Efendi, Nâib Efendi, Manastır Eski Valisi Hafız Paşa, Şûrâ-yı Devlet Âzâsından Reşat Fuat Bey, Hazîne-i Hâssa Müdür-ü Umûmiyesi Hafız Feyzi Bey, Maliye Nezâreti Hukuk Müşaviri Cemal Bey, Mahsûsât-ı Zâtiye Müdürü Muavini Muhyiddin Bey, Maarif Nezareti Şube Müdürü Ziya Bey, Sadâret Mektûbî Kaleminden Müstâfî Şevket Bey (M.K:Şehbal Dergisi, Yer Numarası 1957 SC 9, C.III, Sayı 57, s.169.)
Emvâl-i Gayr-i Menkûlenin Tasarrufu hakkındaki kanûnun müzakere sürecinde de, İstanbul’daki dergâh temsilcilerinin, Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’yi, gelişmelerden sürekli haberdar ettikleri vakîdir. (MMA: Zarf No: 234/ 59,99,85)
Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin, dönemin önemli Mevlevî Postnişînlerinden olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Sahip olduğu itibar sayesinde, İstanbul ve Konya Mevlevîleri arasında önemli bir yer edinmiştir. Çok önemli toplantılara davet edilmesi, Osmanlı Devleti’nin güvenlik sorunu yaşadığı kritik dönemlerde kendisine tahkikat görevinin tevdî edilmesi, hatırı sayılır Mevlevî Ailelerinin nikâh törenlerine davet edilip bir tarafın şahitliğini yapmakla görevlendirilmesi, başka Mevlevîhâne ve dervişlerin sorunlarının kendisine danışılmasının yanında inisiyatif kullanması
Ali Celâleddin Çelebi’nin hem mütevellî hem de şeyhliği esnasındaki icraatlarından edindiğimiz izlenim; işini iyi takip eden, tabiri câizse tuttuğunu koparan, kararlı bir şeyh olduğu şeklindedir.
Ali Celâleddin Çelebi döneminin en önemli talihsizliği denilebilecek olay 1902 yangınıdır. Bu hadise, Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin tarihinde dönüm noktası denilebilecek olayların başında gelmektedir.
Afyonkarahisar’daki büyük yangın sonucu, Mevlevîhâne de tamamen yanmıştır. Mâlî bilançosu oldukça ağır olan bu yangında sadece Mevlevîhâne değil, tüm şehir harap olmuştur. Şehri oldukça derinden sarsan bu afet neticesinde, herkes kendi meskeninin derdine düştüğünden, Mevlevîhânenin inşası ile ilgilenen olmamıştır. Bu zorlu durumda tekrar inşa, hem moral hem de maddi olarak pek mümkün görünmüyordu. Özellikle ödenek sorunu durumu imkânsız hâle sokmuştu.
Bu sıkıntılı süreç, Ali Celâleddin Çelebi’yi yıldırmamış, meseleyi takip işini aksatmadan, sık sık İstanbul’a seyahatler gerçekleştirmiştir. İşi bizzat takip ederek Yeniden İnşa sürecini başlatmış ve gerekli ödenek sağlanarak Mevlevîhâne bugünkü mîmârî görünümüne kavuşmuştur.
O dönemin önemli sorunlarından biri de Mevlevîhânenin vakıf meseleleri idi. Özellikle 5 Cemâziye’l-Evvel 1331/12 Nisan 1913 tarihinde çıkan Emvâl-ı Gayr-i Menkûlenin Tasarrufu hakkında kanûnun (M.K: T.C. Adliye Vekaleti Kanunnâme Mecmuası 1926, Cilt I, Poz 457,458, Tertîb-i Sânî Düstûr, C.V., s.145,158, 239), Mevlevîhâneyi mâlî yönden zor durumda bırakacağı endişesi ile Ali Celâleddin Çelebi, uygulamadan vakıfların istisna tutulması için olağanüstü gayret göstermiştir.
Tabiidir ki bu süreçte Ali Celâleddin Çelebi’ninİstanbul seyahatleri oldukça sık tekerrür etmiştir. Hamdi Özkara (ö.1956)’nın naklettiğine göre, Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin bu dönemde trenle İstanbul’a seyahat etmesi yasaklanmıştır. Fakat o yılmamış, Çay ilçesinden trene binerek İstanbul seyahatlerine devam etmiştir. Bu yasağın menşei, yerel yönetim olmalıdır. Böyle bir yasağı Osmanlı Devleti yönetimi emretmiş olsaydı, şartları bu kadar zorlamayabilirdi. Zîra Şeyh Ali Celâleddin Çelebi, hem Konya Mevlânâ Dergâhı’na hem de Padişah’a karşı sorumluluklarını aksatmadan yerine getirebilmiş bir Postnişîndir.
Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin, diğer Mevlevîhâne ve Mevlevîlerin sorunları ile ilgilenmesi, karşılaşılan sorunlarda Mevlevîhânenin menfaatlerini korumak için üstün gayret sarf etmesi, dikkat çekici özellikleri arasındadır.
Mevlevîhânelerdeki tasavvufî eğitimin en önemli gayelerinden biri, tevâzû ehli olmayı başarabilmektir. Bu gayeye ulaşmak için günlük hayattaki davranışların da terbiye edilmesine gayret edilirdi. Hatta tevazû ifade eden davranışların, dervişlerin sofra âdâbını bile etkilediğini söylemek mümkündür. Bunun yanında, kullandıkları konuşma dilinde olduğu gibi, gerek resmi gerek gayr-ı resmi yazışmalarının içeriğinde de âdâb ve erkâna dikkat edegeldikleri gözlenmektedir. Günümüzde de tasavvuf geleneğinin konuşma ve yazışma uslûbunun niteliklerini inceleyen müstakil çalışmaların sayısı gittikçe artmaktadır. (Ali Işık: Mevlevî Mektupları, Karaman Belediyesi Kültür Yayınları, Konya 2010 ve Fatih Çıtlak, 40 Mektub, Sufi Yayınları, İstanbul 2010. Bu eserler, konumuzla ilgili en yeni örneklerdir)
Ali Celâleddin Çelebi de hem ailesinden hem de Mevlevî geleneğinden aldığı terbiye gereği, tevâzû ehli olmaya gayret gösteren bir şeyh idi. O, Mevlevîhânenin işlerini takip konusundaki ısrarcı ve mücadeleci kişiliğinin yanında, mütevâzı kimliğini de muhafaza etmiştir. Konuşmalarının yanı sıra resmi yazılarında, şahsına izafeten ‘Hâdim-i Mevlevîhâne-i Karahisârî’, ‘el-Fakru’d Dâ’î’, ‘Ma’rûz-ı Dâ’î-i Kadîmleridir, ‘Ma’rûz-ı Çâker-i Kemîneleridir’ gibi ifadeleri sürekli kullanmıştır.
Her ne kadar resmî yazışmalar olsa da, dînî açıdan önemli gün ve gecelerde de tebriklerini arz etmeyi ihmal etmemiştir. Hatta tespit ettiğimiz bazı belgeler, sadece tebrîk içeren ifadelerden oluşmaktadır:
“Ma’rûz-ı Dâ’î-i Kadîmlerîdir
Şeref-i idrâki cümle-i muvahhidîne bâis-i feyz ve saâdet olan Leyle-i Mî’râc-ı bâhir-ul ibtihâc Hazret-i Reşâdpenâhîlerine arz-ı tebrîkle, emsâl-i kesîresini, bi’l-hak ve’l intibak hüsn-ü idrâke muvaffakiyet-i celîle-i Cenâb-ı Reşâdpenâhîleri huzûr-ı fuyûzat-ı nüşûr, Hazret-i Sultân Dîvânî Kuddise Sırrahu’s-samedânî Efendimiz’de yâd ve tekrar olunmuştur.
fi 29 Haziran [1]328 / [12 Temmuz 1912]
ed-Dâ’î-ül Hakîr
[Mühür]: Celaleddin İbn Mevlânâ.” (MMA: Zarf No: 234/57)
Mevlevîhânelerin mâlî yapısını derinden etkileyecek olan Emvâl-i Gayr-i Menkûle’nin Tasarrufu hakkındaki kanûn ile ilgili yazışmalarında dahi ailesinin içinde bulunduğu hürmetkâr tavrını arz etmekten de geri kalmamıştır. Söz konusu kanûnun uygulamasıyla ilgili kendi fikirlerini beyan ettiği yazısındaki tespitimiz, bununla ilgili önemli bir örnektir:
“…siyadetlü Çelebiyân-ı dâîleriyle Ahmet Çelebi, Râşid ve Hayrullah dâîleriniz Çelebiyân-ı mürşidânelerine yüz sürerler efendim.
18 Temmuz [1]329 / [31 Temmuz 1913]
Hâdim-i Mevlevîhâne-i Karahisâr
ed-Dâ’î
[Mühür]: Celâleddin İbn Mevlânâ.” (MMA: Zarf No: 234/87)
Toplumun sosyal ihtiyaçlarının da karşılanabildiği Mevlevîhâneler, her zaman dayanışma ve paylaşma ameliyelerinin gerçekleştirilebildiği önemli merkezler idi. Tabiî felaketlerin ardından insanlara maddî – manevî yardım elinin uzatılmasının yanısıra, günlük yaşam içerisinde fukaraya yemek dağıtmak da sözkonusu paylaşım faaliyetlerinin örneklerindendir.
Sadece Afyonkarahisar dâhilinde değil, dışarıdan gelen yardım talepleri de dikkate alınmıştır. Muhacir durumunda olup, özellikle barınma ihtiyaçları ön planda olan ailelerin de ihtiyaçlarını karşılamayı önemseyen Şeyh Ali Celâleddin Çelebi, 1327/1899 yılında Girit’ten hicret eden Müslüman Muhacirlerin mağduriyetini gidermek için elinden geleni yapmıştır. İnşâ edilecek evler için yer tahsisi konusunda girişimde bulunmuş, hatta kendisinin bu hamiyetperver davranışından etkilenen Karahisâr Eşrâfından Rüstemzâde Hacı Süleyman Efendi de arazi bağışlamıştır. Bağışlanan arazi sebebiyle Ali Celâleddin Çelebi ile Rüstemzâde Hacı Süleyman Efendi, nişân ile ödüllendirilmişlerdir. (BOA: Dâhiliye Nezareti Mektûbî Kalemi (DH. MKT), Dosya No:1773, Gömlek No:47/1)
Yukarıda bahsettiğimiz millî meselenin bir benzeri durum da Balkan Savaşları esnasında cereyan etmiştir. Hem Mevlevîhânenin Şeyhi olmanın hem de Hz. Mevlânâ neslinden olmanın getirdiği manevî sorumluluk gereği Çelebi, ailelerini bilinçlendirip onların tam desteğini almak hususunda aktif rol oynamıştır.
Ali Celâleddin Çelebi, Afyonkarahisar Çelebilerinin Osmanlı Ordusu’na aynî yardımda bulunmasına öncülük etme noktasında oldukça gayret sarf etmiştir. Yaklaşık otuz hane kadar olan Afyonkarahisar Çelebileri adına gerçekleştirdiği bu yardım faaliyetinin ardından yazdığı yazıda, çelebi ailesinin bu hizmetten dolayı iftihar ettiğini de bildirerek, mânevi desteklerinin tam olduğunu beyan etmiştir. Mevlevîhânenin mâlî durumunun sıkıntılı olduğu zamanlarda bile, Masârıf-ı Harbiye karşılığı olmak üzere, %3 harb vergisini ödemeyi de ihmal etmemiştir (MMA: Zarf No: 234/94)
Bunun gibi davranışlarla geniş kitlelerin takdirini topladığı için savaş gibi millî sorunlar zuhur ettiğinde halkın orduya aynî ve nakdî yardımda bulunması kolaylaşmıştır. Zîra mânevi yönden önderlik hüviyeti taşıyan şahıslar, bu ve benzeri durumlarda öncülük ettikleri zaman halk ile bütünleşme daha da kolay sağlanabilmiştir.
1.6 Şeyhlik Dönemi
Önemli bir görevin sorumluluğu kendisine henüz tevdî edilmemiş Mevlevîhâne şeyhinin sahip olduğu özellikler aynı zamanda o Mevlevîhânenin idaresini şekillendirmesi pek tabiidir.
Binâenaleyh Ali Celâleddin Çelebi de taşıdığı mânevî mirasın sonucudur olarak, bir Mevlevîde bulunması gereken vasıfları taşımakta ve çevresine örneklik teşkil edebilecek icraatlerde bulunmakta idi.
Şeyh Kemâleddin Çelebi’nin en büyük oğlu olan Ali Celâleddin Çelebi, babasının şeyhliği döneminde de oldukça önemli bir mevki edinmiştir. O, iki haftada bir düzenlenen semâ âyinlerinde aktif olarak icrâ heyetinde görev almıştır.
Mevlevî âyinlerinin en başında okunan Naat-ı Mevlânâ’yı okumakla alâkalı olan bu sorumluluğu, sıradan bir görev değildir. Kendisini ilk defa izleyenleri de etkileyen ses tonu ve başındaki destarlı sikkesi, mutrip heyeti içerisindeki yetki ve mesuliyetini gösteren nitelikleridir. Âyin sonunda okunan özel dûânın (gülbang) da kendisi tarafından okunması, duâgû özelliğinin bir göstergesidir.
Ali Celâleddin Çelebi’nin, naathânlığının yanında duâgû olma özelliğinden anladığımıza göre, başından sonuna kadar ayin icra edebilecek hânendelik vasfına da sahiptir. Bununla birlikte, Ali Celâleddin Çelebi’nin herhangi bir enstrüman icra edip etmediği de bilinmemektedir. Fakat dönemin önemli neyzenlerinden ve bestekârlarından olan Bahariye Mevlevîhânesi Şeyhi Neyzen Hüseyin Fahreddin Dede ile olan dostluğunun, Ali Celâleddin Çelebi’nin musıkî ile olan ilişkisini şekillendirmiş olduğunu düşünmekteyiz.
Mevlevîhâne idareciliğinin diğer önemli bir vechesi de Vakıf Mütevellîliği’dir. Bilindiği üzere, Vakıf kurulunca hükmî şahsiyet meydana gelir ve vakfın, vakfiye adı verilen tüzüğü vâkıf tarafından düzenlenirdi. Ayrıca vakfiyede, maddelerinin uygulamada nasıl tatbik edileceğine dâir kâideler de mevcuttur. Bir de vakıf mallarının titizlikle korunmaya ve kendisinden amaçlanan gayenin tahakkuku için bakıma ihtiyaçları vardır. İşletilmesi ve elde edilen gelirin dağıtılması gibi vakfın bütün bu işlerini yürüten, vakfı temsil ve idare eden kişi (mütevellî), vakfın en üst yöneticisi olma vasfına sahiptir.
Sözlükte; başkasının işini gören, dostluk gösteren, bakımını üstlenen (Nazif Öztürk,:“Mütevellî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. XXXII, İstanbul 2006, s.217–219) gibi anlamlara gelen mütevellî kelimesi terim olarak, vakfın umûr ve mesâlihini ahkâm-ı şer’ıyye ve şerâit-i vakfiye dairesinde idare etmek üzere tayin olunan kimse anlamındadır. Bu görev ve yetkiye velâyet, görevlendirmeye tevliyet denir (Nazif Öztürk: a.g.m., s.217-219). Mütevellîliğe tayin edilecek kişinin akîl-bâliğ, âdil ve emîn, vakfın işlerini yürütecek bilgi ve tecrübeye sahip bir kimse olması gerekir. Erkek veya kadın arasında fark yoktur. Bu gibi hukûkî zemîni teferruatlı olan vakıf idaresi, her zaman Mevlevîhânelerin ciddiyetle üzerinde durduğu konu olmuştur.
Bilindiği gibi dergâhlar, toplumun dînî eğitim ihtiyaçlarını karşıladığı gibi aynı zamanda barınma, yeme-içme, ibadet, zikir, muâvenet, güzel sanatlar eğitimi vb. sosyal gereksinimlerinin giderildiği yerler olmuşlardır. Bir Mevlevî, aynı zamanda iyi bir sanatkâr olabilirdi. Mevlevîhânenin aş evinde (matbâh-ı şerîf) sadece dervişlerin değil, fukara ve kimsesizlerin de ihtiyaçları karşılanmıştır. Mevlevîhâneler aynı zamanda bir yolcunun konaklayabileceği güven telkin eden yerler olmuşlardır.
Yukarıda anlattıklarımızdan hareketle Mevlevîhânenin önemli bir mesâisinin var olduğu görülmektedir. Bu yoğun mesâînin görevlilerine zâbıtân denilirdi. Sofra âdâbından, bir dervişin çilesinin tamamlanmasına; semâhânede icrâ edilecek âyini-i şerîfin tertiplenmesinden, misafirlerin ağırlanmasına kadar bütün işler, kurumsallaşmış bir icraat içerisinde sözünü ettiğimiz zâbıtân tarafından yürütülürdü.
Mevlevîhânelerin idaresinde iki önemli makam mevcut idi. Birincisi; tarikat işlerinin temsilcisi şeyh veya postnişîn; diğeri ise temel gelir kaynağı olan vakıfları idare eden mütevellîdir. Kimi zaman iki görev aynı kişide birleşmiş, kimi zaman da ayrı ayrı kişilerce temsil edilmiştir.
Bu doğrultuda Ali Celâleddin Çelebi’nin mütevellîği postnişînliğinden önce, henüz babası Kemâleddin Çelebi hayatta iken başlamıştır. Bu uygulamada, babası Kemâleddin Çelebi’nin gözlerinin âmâ oluşunun etkisinin olabileceği de ihtimal dâhilindedir. Ali Celâleddin Çelebi’nin de kişilik olarak liyâkat sahibi olması, bu görevin kendisine tevdî edilmesini hızlandırmış olmalıdır. Zira Mevlevîhânenin maddî-mânevî işlerinin aksamaması ve itibar kaybetmemesi gibi önemli sebepler, ehil kişilerin yönetici olması gerekliliğini sürekli gündemde tutmuştur. O dönemde bu uygulamanın, Afyonkarahisâr Mevlevîhânesinin kurumsal kimliğinin ne kadar kökleşmiş olduğunu göstermesi açısından da önemli görülmektedir.
Ali Celâleddin Çelebi, babasının 17 Muharrem 1312/21 Temmuz 1894 tarihinde vefâtının ardından, Konya Seccâdenişîni Çelebi Efendi’nin icazet-i meşîhatnâmesi ile Karahisâr Mevlevîhânesinin şeyhi olmuştur. Şeyh olurken, Mevlevîhânede âyin-i şerîf icrâ edilerek tarîkatin vecîbeleri de yerine getirilmiştir. Yapılan merasim ile ilgili, Hüdâvendigâr Vilâyetine bilgi verilmiş ve Valilik de 27 Temmuz 1310/8 Ağustos 1894 tarihinde, Dâhiliye Nezâret-i Celîlesi’ne atamayı şu şekilde bildirmiştir:
“Devletlû Efendim Hazretleri
Cenâb-ı Rabb-ül-Âlemîn lâ yezel velî nîmetimiz, Pâdişâhımız Efendimiz Hazretlerini ilâ âhirü’d-deverân erîke-i pîrâ-yı şevket ve şân buyursun. Karahisâr-ı Sâhib Kasabası’nda vâkı’ Sultân Dîvânî Kuddise Sırrahu’s-samedânî hazretlerinin dergâh-ı şerîfi postnişîni Kemâleddin Çelebi Efendi’nin dûçâr olduğu hastalıktan rahâyâb olamayarak, geçen şehr-i Muharremü’l-Harâm’ın on yedinci cuma gecesi [21 Temmuz 1894] hulûl-i ecel-i mev’ûdiyle irtihâl-i dâr-i bekâ eylediği ve mezkûr postnişînliğe, Reşâdetlü Çelebi Efendi Hazretleri tarafından mahdûmu Celâleddin Efendi’nin ta’yîn kılındığı ve şu vesileyle icrâ edilen âyîn-i tarîkda, da’avât-ı mefrûza, Hazret-i Zıllüllâhı yâd ve tekrâr edildiği mumâileyh Celâleddin Efendi tarafından, bu kerre vilâyete vârid olan tahrîrâtın müstebân olması ve mumâileyh Kemâleddin Çelebi Efendi’nin vukû-ı vefâtının, te’hîr-i arz ve iş’ârı, bu bâbda mahâllî mutasarrıflığından bir gûne iş’âr vuku’ bulmasından münba’is bulunmuş olunur. Ol bâbda emr ve fermân hazret-i men lehü’l-emrindir.
Vâli-i Vilâyet-i Hüdâvendigâr
fi 27 Temmuz [1]310 / 6 Safer [1]312”
(BOA:Yıldız Sadaret Husûsî Maruzat Defteri (Y.A.HUS.), DN:306, GN:39/1,2.. Bkz., Belge- No: 1)
Süheyl Ünver’in tespitine göre 25 Eylül 1334 / 25 Ağustos 1918 tarihinde vefat eden Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin, vefat sebebi hakkında henüz herhangi bir malumata sahip değiliz. Sadece vefatından altı sene kadar önceki bir yazısında (1 Kânûn-u Sânî 1327/14 Ocak 1912), Zâtü’l Cenb (akciğer veya göğüs zarı iltihabı) rahatsızlığından bahsetmektedir. (Lokman Derya Solmaz: a.g.e.,s.26)
Kendi özel mülkiyeti, eşyalarının durumu ve miras olarak bıraktıkları hakkında net bir bilgiye sahip olamasak da vefatının ardından mütevellîliğinden kaynaklanan bir hesap cetveli tutulmuştur. Kendisinin vefâtından sonra, oğlu Râşid Çelebi’nin Mevlevîhâne Şeyhi ve Mütevellîsi olmasının ardından, Mevlevîhâne gelir ve giderleri ayrıntılı olarak kaleme alınmıştır. Bu belge, ‘1334 Senesinde Peder Merhûmun Vefatında Mevcûd ve Daha Sonra Tahsil Edilen Mahsul Gelirleri Cetveli’ şeklinde Mevlânâ Müzesi Arşivinde yer almaktadır.(MMA: Zarf No: 40)
Lokman D. Solmaz
solmazlokman@gmail.com
[divide style=”2″]
#Lokman D. SOLMAZ