Allah’a Dost Olanlara Dost Olmak
Ramazan ALTINTAŞ
Gerçek dostluğun zayıfladığı, her şeyin yarar ve çıkar ilişkileri üzerine kurulduğu bir çağda yaşıyoruz. Öncelikle dostlukların samîmî ve sahih bir temel üzerine yeniden inşâ edilmesi gerekir. İslâm tarihinde yaşanmış muhteşem dostluk örnekleri vardır.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hicret olayında Hz. Ali’nin ve yâr-ı gâr olan Hz. Ebû Bekir’in dostluğu, bu dostluklardan birisidir. Ayrıca Medine’de Ensar’la Muhâcir’in arasında gerçekleştirilen yeniden kardeşleştirilme projesi bu dostluğun ete-kemiğe bürünmüş hâlidir.
Dostluk, dinimizde var olan insânî bir değerdir. İslâm düşünce tarihinde birçok âlim ve bilge şahsiyet bu konuyla ilgilenmiş, dostluğun birey ve toplum hayatında yeri ve önemi üzerinde durmuşlardır. Arapça’da dost; velî, ashâb ve refîk gibi sözcüklerle ifade edilir.
İslâm inancında dost, hem Allah (c.c.) ve hem de O’na yakın olan gönül ehli insân-ı kâmiller için kullanılır. Bu sözcükler arasında dost mânâsına gelen ve en yaygın bir kullanım alanına sahip olan “velî” sözcüğüdür. Velî; işinde tasarruf sahibi olan, birinin işini üzerine alan, yardım eden, yardımcı olan ve dost anlamlarına gelir.
Yüce Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan “el-Velî”, bütün bu anlamları ihtivâ eder. Çünkü Yüce Allah, mü’minlerin dostu, yardımcısı, koruyanı; kâfirlerin ise, düşmanı ve kahredicisidir. Bu vurgu şu âyette çok açık olarak geçmektedir: “Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.”[1]
Yüce Allah mü’min kullarının dostu, inanmış erkek ve kadınlar da birbirlerinin velîsi, dostlarıdır: “Mü’minlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîsidirler; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûl’üne itâat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.”[2]
Bu âyetten de anlaşıldığı gibi Yüce Allah’ı dost edinen mü’minler, O’nu hoşnut edecek hayırlı işler yaparlar. Bu mânâda velî, Allah’ın dostudur. Onun bulunduğu makama “velâyet makamı” adı verilir. Bu unvana kimlerin layık olduklarını Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen şu rivâyet açıklamaktadır: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah akla gelir.”[3]
Çünkü onlar, gerçek anlamda Allah’ın dostları olup tahkîkî iman ile Allah’a bağlanmışlardır. Mümkün olduğu ölçüde Allah’ı ve sıfatlarını bilirler, itâate devam ederler, seherlerde istiğfâr ile meşgul olup, gündelik hayatlarının bütün alanlarında isyanın her türlüsünden kaçınırlar. Şehvetlere ve lezzetlere dalmaktan uzaktırlar. Bunların dünya malına, kazanç yollarına sevgi ve düşkünlükleri yoktur. Hak dostları, Allah için sevmek (el-hubbu fi’llah) ile birbirlerine sevgi ve dostluk gösterirler.
Yüce Allah mü’min kullarının dostu, mü’minler de O’nun dostudurlar: “Dostların dostu anması, kutludur.”[4] Dostluğun ispatı, Allah’ı sevmektir. “Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir.”[5] Allah sevgisi bütün sevgilerin üzerindedir ve hiçbir sevgiye denk değildir.
Dünya hayatında üretilen her değer de Allah için olmalı ve O’nun rızâsını kazanmaya dayanmalıdır. Çünkü dost, sevilen, kendisine güvenilen, yakın, arkadaş, sırdaş ve gönüldaştır. Gerçek dost yâr olur, bâr olmaz. Hak dostları, dostlarına yük olmadıkları gibi, aksine dostlarının yükünü alırlar.
Yüce Allah’a dost olunduğu takdirde, O, canlı ve cansız bütün yarattığı varlıkları, dostunun hizmetine âmâde kılar. Yerine göre su, ateş ve rüzgâr gibi tabiat kuvvetlerini devreye sokar. O, dilerse melek orduları gibi bu tabiat kuvvetlerini de gerçek dostlarının yardımına gönderir. Bedir’de, Hendek’te bunun örnekleri görülmüştür. Nitekim Hz. Mevlânâ, su ve ateşin Hak dostların imdadına nasıl yardıma yetiştirildiğini şöyle anlatır:
“Su ve ateş sana ordu olur. Deniz Nûh’a ve Mûsâ’ya dost olmadı mı? Onların düşmanlarını kinle kahretmedi mi? Ateş İbrâhim’e kale olmadı mı? Böylece Nemrut’un gönlünden duman çıkarmadı mı?”[6]
Dostluğun temelinde fedakârlık, sözünde durma, katlanma, bağış, hasbîlik ve affetme gibi değerlerle bütünleşme vardır. Bunları gündelik ilişkilere taşımayanlarla dost olmamak gerekir; “Senin gamını yemeden, derdine uğramadan senden bir şey umana aldanma sakın; aldatıyor seni, yalan söylüyor sana.
Sevinç gününde bütün dünya dostundur; amma gam gecesi dost olanı kolay gösteremez kimse.”[7] Dostluk sınavının gerçek ölçüsü, gam ve keder zamanlarında ortaya çıkar. İyi günde herkes dost olur, esas olan gam ve kederlerin yoğunlaştığı zor günlerde dost olabilmek ve dost kalabilmektir.
Sonuç olarak, yapılması gereken Yüce Allah’a gerçek dost olmak ve O’nun dostlarıyla her daim birlikte bulunmaktır. Çünkü Yüce Allah, sâdık ve samîmî dostlarla beraberdir. Bizler nasıl ki kötü günde sahip çıkacak dostlar istiyorsak, o dostları çoğaltmak için da emek harcamalıyız.
İnsan, dostlarından müstağnî olmamalıdır. Hangi statü ve konumda olursa olsun her insanın gönlünü açacağı ve desteğini alacağı bir Hak dostuna ihtiyacı vardır. Birbirinin derdine çare olan, yükünü alan ve dert ortağı olan dostlukların yaşandığı cemiyetlerde ne psikiyatri ve de psikoloğa ihtiyaç vardır. Allah dostları onların görevlerini bihakkın yerine getirirler. Esas olan onlara bende olmaktır.
[1] 2/Bakara, 257.
[2] 9/Tevbe, 71.
[3] İbn Mâce, Sünen, Zühd, 4.
[4] Mevlânâ, Mesnevi, Haz; Adnan Karaismailoğlu, Konya: İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, 2014 I, 124.
[5]2/Bakara, 165.
[6] Mevlana, Mesnevî, I, 138.
[7] Mevlânâ, Mecâlis-i Seb’a, Çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Konya: Konya Turizm Derneği Yayınları, 1995, s. 35.
https://www.somuncubaba.net/makale/allaha-dost-olanlara-dost-olmak
#Ramazan Altıntaş